Alanya Eşrafından Kıvrasıllı Mustafa Arıkan Anlatıyor

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Çevrimdışı kardelen

  • *****
  • Join Date: Nis 2008
  • Yer: Hatay / İskenderun
  • 3198
  • +238/-0
  • Cinsiyet: Bay
Tevhid-i tedrisat kanunu ile medreseler kapatıldı (Lâtin Harflerinin Kabulü (1 Kasım 1928)).
Böylece Din-i celil-i İslam'a uygun olarak okutulması yasaklandı. 
Efendi hazretleri büyük bir azim ve gayretle  usulüne uygun olarak aynı tedrisatı devam ettirmek istiyordu.
Bunu yapabilmek için çareler düşünüyordu.

Bu hal karşısında o zamanki dersiamları toplayıp ilmin ülkemizden kalkmaması için ne gibi çareler düşündüklerini
ve ne yapmak lazım geldiği hususunda fikirlerini almak istemişti.
Bir toplantıda ekseriyatı "Dersiam" olan ilim adamlarına söylediklerini bana şöyle anlatmıştı:

"Biz 500'ü mütecaviz dersiamız. Gizli saklı beşer talabe okutsak 2500 eder. Böylece bu ilimde ortadan kalkmaz.
O zaman bazı arkadaşları bu şiddet zamanında okutamayız diyerek mahkemey ve hapse düşmekten korktular.

Efendi hazretleri (k.s.): "Devletimiz harpten yeni çıktı. Milletimiz fakir.  Biz dersiamlar olarak hükümetimiz ve milletimizden hiçbir karşılık beklemeden çocuklarımıza dini bilgiler öğretmeye hazırız." şeklinde bir telgraf çekelim diyerek onları ikna etti.
Ve Ankara'ya telgraf çekildi.

Telgrafa cevap verildi. Verilen cevapta şöyle deniliyordu:
"Tevhid-i tedrisat kanunu var. onun hilafına hareket edenlerin şiddetle tecziye edilecekleri" bildirildi.
Bunun üzerine arkadaşları artık ilim okutmanın mümükün olmadığına karar verdiler.

Efendi hazretleri ise, talebe okutmak için bazı fabrika sahiplerine mürcaat ederek
işçi sıfatıyla bir gün çocukları okutmayı rica etti. Fakat bundanda müsbet bir cevap alamadı.
Bunlardan birisi kayserili Mustafa bey'dir ki, çok rica etti, bir türlü ikna olmadı.
O zaman Türkiye'de en zengn şahıslardan biriydi.
Vefatında kefeni buhurlanırken yanmıştı. Tekrara kefen getirdiler. Yine yandı.
Böylece bir kefene bile sahip olamadan bu dünyadan göçüp gitmişti.

Efendi hazretleri daha sonra şöyle anlattı:
"Bir kaç talebe okutabilirm diye bir kabakçı çiftliği kiraladım. Bu defa talebe bulamadım.
Vali maaaşı kadar para verdim, talebe aradım. Bir kaç tane bulduysamda üç beş gün okudular.
Kaçıp gittiler. Bu ilmin sonu mu geldi? Diyerek ümid keserek Kendi kızlarımı, çocuklarımı okuttum.
İleride torunum olur onlarada okuturlar da bu ilim devam eder diye düşündüm.
Fakat daha sonra genç ihtiyar ne bulduksa onlara ilim okutmaya devam ettik. Bu hale geldi."

Arkadaşlardan duyduklarımda şu istikamette idi.

Bir zaman birkaç talebe alıp İstranca ormanlarında kuş konmaz adıyla maruf kayalıklı gizli bir yerde okutmaya başlamıştı.
Fakat efendi hazretleri (k.s.) adım adım takip edilerek orada bile bulunmuş ve karakola çağrılmıştı.
Merkez komutanı yanında bulunan onbaşıya Efendi hazretlerine (k.s.) hakaret ederek, sopa getirmesini emretmişti.
Ancak arzu ettikleri elemli hadise olmadan odadaki sandalyeler harekete geçmiş,
kumandan ve maiyyeti kapıdan pencereden fırlayıp kaçmışlardı.
Efendi hazretleri tek başına kalmış bir müddet sonra kumandan yanına birini gönderek
"Beklemye lüzüm olmadığını istediği yere gidebileceğini" söyleyince.
Hzretimiz "Ben kuru lafla ayrılmam suçum varsa isticvap etsinler, hazırım. Şayet suçum yoksa yazılı kâğıt isterim." buyurmuşlardı.
Bunun üzerine tevhid-i tedrisat kanununa aykırı tedris yapılmadığı, hiçbir suretle hakkında hiç bir suretle takibat yapılmayacağını belirten bir yazı mühürlenerek üstazımıza verilmişti. Üstazımız ondan sonra karakoldan ayrılmıştı.

Bir ara efendi hazretleri değişik yerlerde ders veriyorlardı. Şöyle ki:
"Bir gün şehzadebaşında bir mescidde, bir gün Erenköy'de bir kardeşimizin evinde, diğer günde bir başka yerde okutuyorlardı.
Devamlıda polis takip ediyordu. Bir defasında şöyle buyurmuşlardı:

"Dersiam arkadaşlar okutmaktan korktular, cezalandılar. Bir çok kısmı menemen hadisesiyle, bazısına hastahanede zehirli iğne ile ceza verdiler. Elhamdülillah biz devam ediyoruz."

Ve zamanla okuttuğu talebelerine verdiği feyizle etrafa dağılıp okuma genişlemye başladı.
Bizim Alanya'da Oba Köyüne muhtelif evlerde ve yapılan binada hummalı bir okuma ve okutma faaliyeti devam ediyordu.
O sıralarda İstanbul'a Efendi hazretlerin (k.s.) ziyarete vardım.
Ziyaretim bitince izin istedim. "Kal" buyurdular. Misafirhanede rahmetli Ali Dayıı ile kalıyordum.
Geri dönmem kendime göre zaruri idi. Ali Dayı'dan bana izin almasını rica ettim.
O günlere hazretimiz kısıklı camiinde sabah namazı kıldırır ve arkasından "Evrad-ı Bahiye" okur, biz dinlerdik.
Yine biz misafirhaneye gelir Üstazımızda hane-i saaddetlerine teşrif ederlerdi.
Biz o sabah biraz geç uyanmıştık. Efendi hazretleri namazı kıldırmak üzere camiye gitmeyip misafirhanede beraber kıldık.
Ali Dayı bana:
"Şimdi efendi hazretleri gelirken ıhlamur ağacı altında karşıla ben kapı ağzında kalırım sizi görünce bir şeyler söyler.
Ben de söze katılır size izin vermesini ricada bulunabilirim." Demişti. Ve öyle yaptık.
Efendi hazretleri gelirken bende ona doğru yaklaştım. Fakat bana telaşlı bir şekilde "Yarın" dedi.
Bir de baktım arkasında bir çok resmi kişiler geliyor. Bu bir baskındı.
Efendi hazretleri onlara misafirhaneyi göstererek:
"Burası bahçıvanındır. burada da bir isteğiniz varsa bakabilirsiniz." buyurarak hane-i saadetine doğru ilerledi.
Onlarda arkasından gittiler. Biz Ali dayı ile dışarı çıktık. Ali dayı bahçede meşgul olmaya başladı.
Bende kısıklı meydanında durdum. Adamlar dönünce misafirhaneye vardım. Ali Dayıda gelmişti.
Efendi hazretleiri (k.s.) evden inerek teşrif ettiler. Meğer bir hadiseden dolayı gelmişler sesebi şu idi:

"Ahmet Emin Yalman'a (vatan gazetesi sahibi) Malatya'da süikast tertiplemişlerdi.
Bu sebepten baskına uğradık. Yoklama yaptılar. Ali Dayı ve bana:
"Çocukları bulda derse başlayalım. Bir dakika bile kaybedek vaktimiz yok" dedi. 
Ali dayı ile beraber çocukları saklandıkları yerden bulup getirdik. Ders başladı. Bana:
"Gidebilirsin" buyurdular. Anladım ki Alaiye'de baskın olursa korkulup ders bırakılmasın diye
bize bunu göstermek için bana gitmek için müsade vermemişlerdi.
Tatbikatı görünce hemen ayrılmamı emretmişlerdi.
Halbuki daha baskın yapan polisler karakola bile varmamışlardı. Ders başladı.
Bu hadisede hazretimizin (k.s.) kellesini koltuğunun altına alarak okutma azmini gösteren bir örnektir.

Süleyman Efendi Hazretleri (k.s.)," İslam'a, imana, adet ve ananelere, san'ata, ticaret ve ziraata
en zararlısının islam harflerinin bir anda kaldırılıp atılması" olduğunu sohbetlerinde sık sık beyan ederlerdi.
Misal olarak japonya'yı gösterirlerdi. Japonya Hirişima'ya atılan atom perişanlığı sebebiyle,
müttefiklerine kayıtsız şartsız teslim oldu. Ancak bir tek isteğini kabul ettirmişti.
Oda japon milletinin okuyup yazmasını kendi harfleriyle yapması ve milli kültürlerinde serbest bırakılması idi.
Bilindiği gibi kısa zammanda kendi eserleriyle geliştiler.

Bugünkü gelişmiş ülkeler arasında yükselmelerinde,
milli kültürlerini devam ettiren alfabelerinden fedekarlık yapmamalarıdır. (uyanangenclik.com)

Avrupa cahiliyet devrinde iken, müslümanlar ahlakta olduğu gibi ilim ve sanattada ileri idiler.
Hatta Avrupa Endülüs Emevi devletinde bulunan islam kütüphanelerine giderek
oraki en kabarık ve muhtevalı kıymetli eserleri kendi dillerine tercüme ettirerek,
bugünkü fen ve sanatta ilerleme göstermişlerdi.
Bu ilerlemelerinde, Endülüs kütüphanelerinin  büyük çapta faydası olmuştur. Bunu asla inkar edemezler.

Bizimde bilhassa Osmanlı'nın ilmi sahadaki eserleri sayılamayacak kadar çoktur.
Türkiye'de birden yapılan kültür değişikliği ve islam harflerinin bir anda yasaklanması
neticesinde milletimiz büyük bir ilim boşluğuna kültür eksikliğine düşmüştür.
Hatta siyasi iktidarların baskıları sebebiyle biçok islami kitabın ateşte yakıldığı,
toprağa gömülüp çürümeye terkedildiği bilinen gerçeklerdendir.
Necip bir milletin evlatları, milli kültürü aktaracak vasıta, her türlü ilim teknik san'at ve değer
maharetlerden mahrum bırakıldı. Böylece Avrupanın insafına terkedilmiş esir millet durumuna düşürüldü. 
İkinci cihan harbine girmediğimiz halde gelişmiş bir millet olmamız gerekirken,
İktisatta, san'at ve ticarette harpten çıkan devletlerden daha geri kalmamız milli kültürü
yeni nesillere nakledemeyişimizdendir.


Kaynak: Ufuk