[b]Mehmet Niyazi, II. Osman devrinde, hicri 1027, miladi 1617 yılında Malatya da doğmuştur. Babasının ( Ali Çelebi) bir Nakşibendi tarikatı mensubu olmasına rağmen, henüz 21 yaşında genç bir vaiz iken Halvetî Tarikatı şeyhi Malatyalı Hüseyin Efendi ye intisab etmiş, kadiri bir mutasavvıftan istifade etmiş olan bu şair sufi nin kabiliyetlerini geliştirebilecek kişileri bulabildiği söylenebilir. Diyarbakır ve Mardin de mantık ve kelam okudu, o zamanlar hocası yalnız Mısır da bulunan "Miftah-ı Ulumil Gayb" (Gayb ilimleri anahtarı) ilmini öğrenmek üzere Mısır a gidip Ezher Camii civarında kadiri bir şeyhe beyat etti.
Bir gün şeyhi ona Zahir ilim talebinden tamamen vazgeçmedikçe tarikat ilmi sana açılmaz dediğinde niyaz ile Allah a istihare ettiğini, rüyasında Abdülkadir-i Geylani Hazretlerinin Niyazi´ye nasibinin bu şehirde olmadığını ve Senin şeyhin bu şehirde değildir diye Anadolu tarafını işaret ettiğini Mevaidu l-İrfan (İrfan Sofraları) adlı eserinde anlatmaktadır. Bunun üzerine şeyhinden ısrarla izin ister, rüyasını duyan şeyhi, kendisine hilafet vermeyi teklif eder ise de o gitmede ısrar eder ve izin alıp Mısır dan ayrılır Anadolu yoluyla İstanbul´a gelir. Sokullu Mehmet Paşa Medresesi´nde bir hücrede irşada başlar (1646).
İstanbul´dan Bursa´ya gidip orada Veled-i Enbiya Camii kayyimi Ali Dede´nin evinde ve Ulu Cami yakınındaki medresede oturan Niyazi-i Mısri, yine bir rüya üzerine Uşak´a giderek Halvetiyyenin Elmalı´lı Yiğitbaşı Ahmet Efendi kolundan ve Ümmi Sinan Halifelerinden Şeyh Mehmed´e intisab eder. Akıbet Şeyhim, göz bebeğim, kalbimin devası olarak ifade ettiği Şeyh Ümmi Sinan Elmalı (k.s) ile Elmalı´ya giderek şeyhinin dergahında imamlık, hatiplik ve şeyhinin oğluna öğretmenlikte bulunur. Kırk yaşına ulaştığında Mısri Ümmi Sinan dan hilafetini alarak irşada başlar. İşte onun mücadele hayatı bundan sonra başlar. Uşak, Çal, ve Kütahya da bulunmuş; Bursa, Edirne den sonra bir müddet İstanbul a yerleşmiştir. Üsküdar da Aziz Mahmud Hüdayi Hazretleri ile komşu olmuştur. 1669 tarihinde Bursa ya gelmiş, Bursa da Ulu Camii civarında bir hücrede irşad, camide va azlara devam etmiş; bir yandan da geçimini temin ve yoksullara yardım maksadıyla mum yapıp satmıştır. Abdal Çelebi adlı bir tüccar Niyazi´ye bir dergah yaptırır. Bursa da Ulu Cami nin kıble tarafında şu anda postanenin bulunduğu köşede, dergah 1080 (1669-1670) tarihinde merasimle açılmıştır. Bursa da tekkesini kurduğu yıllar tekke medrese tartışmalarının en yoğun olduğu yıllara rastlar; sesli zikir meclisleri yasaklanmıştır. Mısri bu karara uymamış ve açıkça mücadele etmiştir. Hacı Mustafa adlı birinin kızı ile evlenir. Bir kız çocuğu olur.
Sadrazam Köprülüzade Fazıl Ahmet Paşa´nın daveti üzerine Edirne´ye giden Niyazi, cifre dayanarak bazı sözler söylediğinden 1087 (1673) te Rodos´a sürülür. Dokuz ay sonra affedilerek Bursa´ya döner. Dönüşte Bursa da çalışmaya devam etmiş, 1677 de Rusya seferi için halkı cihada davet etmek amacıyla 300 kişilik bir derviş grubuyla Edirne ye geçmiş, Selimiye Camii ndeki bir hutbesinden dolayı bu kez Limni Adası na sürgün edilmiştir. İki sene sonra affedilmesine rağmen dönmez ve Limni de Mısri dergahı kurar. On beş yıl sonra tekrar Bursa ya gelir. Padişah II.Ahmed in, şeyhe mahsus bir koçu araba, dervişler için de para gönderdiği bilinmekte olup, Niyazi´yi çok saydığı anlaşılmaktadır. Niyazi-i Mısri´nin padişaha, iş başında bulunan hainleri keramet ile birer birer haber vereceği şayiası, devlet adamları arasında telaş uyandırır. Sadrazam Bozok´lu Mustafa Paşa, Mısri Efendi´nin duasını almak isteyen ve sonra sefere çıkılmasını münasip gören II. Ahmed i, bu zat geldiği takdirde büyük bir fitne zuhur edeceği yolundaki telkinleriyle fikrinden vazgeçirdi. Niyazi, 26 Şevval, 1104 (30 Haziran 1693) Salı günü Edirne´ye gelip va´zetmek üzere Selimiye Camiine indiği zaman, halk caminin etrafını almış, kalabalıktan içeriye girilemez olmuş idi. Bu durum karşısında Sadrazam, Niyazi-i Mısri´nin eğer derhal sürgün edilmezse büyük bir karışıklık çıkacağını padişaha telkin ederek, Niyazi-i Mısri´nin Limni´ye gönderilmesi hususunda bir ferman alır. Tekrar Limni ye sürülür (1693). Orada, bir müddet sonra 20 Recep 1105 (16 Mart 1694) te, 78 yaşında vefat eder.
Şiir
Ey gönül gel gayrıdan geç aşka eyle iktida Zümre-i ehl-i hakikât anı kılmış mukteda, Cümle mevcudat u malumata aşk akdem dürür Zira aşkın evveline bulmadılar ibtida. Hem dahi cümle fena buldukta aşk bâki kalır, Bu sebepten dediler kim aşka yoktur intiha. Dilerim senden Hüda ya eyle tevfikin refik, Bir nefes gönlüm senin aşkından etme gel cüda. Masivâ-yı aşkının sevdasını gönlümden al, Aşkını eyle iki alemde bana âşinâ. Aşk ile tamûda olmak cennetidir aşıkın, Lîk cennette olursa tamûdur aşksız ana. Ey Niyazi mürşid istersen bu yolda aşka uy, Enbiya vü evliyaye aşk oluptur rehnüma.
Şiir
Dermân arardım derdime Derdim bana dermân imiş. Burhân arardım kendime Aslım bana burhân imiş.
Sağım solum gözler idim Dost yüzünü görsem deyü Taşralarda arar idim Ol cân içinde cân imiş.
Öyle sanırdın ayrıyım Dost gayrıdır ben gayrıyım Benden görüp işiteni Bildim ki o cânan imiş.
Savm u selât u hacc ile Sanma biter zâhid işin İnsân-ı kâmil olmağa Lâzım olan irfan imiş.
Kandan gelir yolun senin Ya nereye vârır menzilin Nerden gelip gittiğini Anlamayan hayvân imiş.
Mürşid gerektir bildire Hakk´a sana hakk-al-yakîn Mürşidlî olmayanların Bildikleri günam imiş.
Her mürşide verme gönül Yolunu sarpa uğratır Mürşidi kâmil olanın Gayet yolu âsan imiş.
İşit Niyâzî´nin sözün Gizlemez aslâ Hak yüzün Hak´dan ıyan bir nesne yok Gözsüzlere pinhan imiş.
Şiir
Ey derde derman isteyen yetmez mi derd derman sana Ey rahat-ı can isteyen kurban olandır can sana Yağma edersin varlığın gider gönülden darlığın Mahveyle sen ağyarlığın yar olısar mihman sana Sermaye bu yolda heman teslim olur buna inan Sıdk ile Allah a dayan etmez mi gör ihsan sana Tevhide tapşur özünü kimseye açma razunı Şeyh izine tut yüzünü şeyhin yeter burhan sana İven kişi yol alamaz maksudu hergiz bulamaz Bekle maarif kapusun yüz göstere irfan sana Dünya ile ukbayı ko, ulâ ile uhrâyı ko Var ol kuru sevdayı ko, matlab yeter Sübhan sana Candan talep kıl yarini ver canı bul didarını Yok eyle kendi varını kim var ola canan sana Çürüklerin hep sağ olur zehrin kamu bal yağ olur Dağlar yemişli bağ olur cümle cihan bostan sana Güçtür kati Hakk ın yolu dergahı hem gayet ulu Sıdk ile olmazsan kulu etmez yolu âsân sana Kulluğa bel bağlar isen şam ü seher ağlar isen Sular gibi çağlar isen tiz bulunur umman sana Bülbül oluben öte gör gül gibi açıl tüte gör Aşk oduna can ata gör gülzar olur nirân sana Yüzün Niyazi eyle hâk derd ile bağrın eyle çâk Kalbin sarayın eyle pâk şayet gele Sultan sana.
Şiir Ey kudret ıssı Pâdişâh lütfeyle açıver yolum Bağlandı her yanım Şehâ lütfeyle açıver yolum
Şol ism-i zâtın hakkıçün cümle sıfatın hakkıçün İzz u şânın hakkıçün lütfeyle açıver yolum
Ol ism-i âzam hakkıçün ol nûr-ı ekrem hakkıçün Ol Fahr-i âlem hakkıçün lütfeyle açıver yolum
Lütfunla ihsan eyledin vaslınla handan eyledin Hicrinle hayran eyledin lütfeyle açıver yolum
Saldın şikâre çün beni Adem olup bulam seni Bağladı dünyâ-yı denî lütfeyle açıver yolum
Şaşırttı bizi nefs-i bed eyledi hep yollan sed Ey lütfü çok senden meded lütfeyle açıver yolum
Bu can yine vuslat diler Sen şah ile vahdet diler Varmağa dil nusret diler lütfeyle açıver yolum
Her kanda kâmil görürüz bakıp ana yerinürüz Dönüp sana yalvarırız lütfeyle açıver yolum
Kulda n´ola yâ Rabbena kim sana doğru yol bula Sensin kamu derde deva lütfeyle açıver yolum
Zikrin enîs et bu dile erişe tâ dilden di]e Yol göstere ilden ile lütfeyle açıver yo|um
N´itsün Niyâzî-i derd-mend etmiş anâsır kayd ü bend Bilmem İlâhi gayri fend lütfeyle açıver yolum
Şiir
Ey kerîm Allah ey ganî Sultân Derdliyiz Senden umarız derman Lütfuna had yok ihsana pâyân Derdliyüz Senden umarız derman
Gerçi kullarda ma´siyet çoktur Rahmetin Mevlâm dahi artıktur Gayrıdan bize hiç medet yoktur Derdliyiz Senden umarız derman
Gel demez isen biz günahkâre Bir adım kadir mi ki yol vara Çâre yok Senden olmazsa çâre Derdliyiz Senden umarız derman
Şu dem ki Senden bir hedâ geldi Feyz-i akdesten âşinâ geldi Bir cefâsına bin safa geldi Derdliyiz Senden umarız derman
Bu Niyâzî çün zikrine düştü Dün ü gün gönlü fikrine düştü Zâtına eren şükrüne düştü Derdliyiz Senden umarız derman
Şiir
Uyan gafletten ey gafil, seni aldamasın dünya Yakanı al elinden kim seni sonra kılar rüsva Ne sandın sen bu gaddarı ki ta böyle anı sevdin Anı her kim ki sevdiyse dinini eyledi yağma Adavet kılma kimseyle sana nefsin yeter düşman Ki asla senden ayrılmaz ömür ahir olunca ta.. İşittin Hak Rasulünden nice ayât-ü ahbârı Veli nidem ki kar etmez bu öğütler sana asla Bu zahir gözünü örtüp bana tut cânıla gönlün Ki her bir sözün içinde duyasın cevher-i mana Kelam-ı Mustafa zevkin dimağında bulagör kim Muadil olmaz ol zevke hezarân mennile selvâ Kemali devlet istersen oku ayât-ı Kur anı Ki her harfin içinde var Niyazi bin dürr-i yektâ. [/b]
|