Aşkın diyeti

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Çevrimdışı Aşık-ı sadık

  • ****
  • Join Date: Kas 2008
  • Yer: İzmir
  • 840
  • +230/-0
  • Cinsiyet: Bayan
  • Âşîk-ı sâdık
Aşkın diyeti
« : 10 Ocak 2009, 13:31:39 »
[b]
“Ben öyle bir aşka gark olmuşum ki

evvel gelenlerin aşkları da benim bu aşkıma batmış, yok olmuştur,

sonra gelenlerin aşkı da”

Mevlana



Gözleri bağlanmış, kurban edilmeyi bekleyen bir koyunun acı dolu tedirginliği ve can çekişmesi var üzerimde… Bıçak boğazımda, kan akmaya hazır kırmızılığında. Hakk’a boyun eğen teslimiyet mi eksik orada? Yüzüm Kâbe’nin beyaz aydınlığında! Sanki İsmail’i kurtaran kesintisiz nefesim. Meleyişlerimin işitilmez vedaları, bir darbeyle bitiverecek yasları.

Sonra o soluksuz sabaha uyanacağım. Bir oğlu babaya, bir babayı oğla kavuşturan derin bir nefes olacağım. Etim kemiğimden ayrılacak. Ruhum; can ve bedenimden. Benim bedenim, canımla kardeşliğim. Yediğim yeşillikler bedenimden can ruhuma aktı yıllarca ovalarda. Ovaları özleyeceğim. Fakat harap olmaktan, toprak olup ovalara karışmaktan ne diye gamlanayım? Yine de bir ferahlık kalacak yüreğim kıpır kıpır atsa da. Değil mi ki ilk kurban benim. İlk diyet benim. İlk kan benden aktı. İlk sevinci ben yaşattım. İnsanların alınlarında süs oldu ılık ılık akan al kanım benim.

Gitmekle gitmemek arasında kalan iç tedirginliğim var elbet. Ölmeyi istememek ama yine de ölüme zorunlu olmak… Ve ölümümle can bulacak bir peygamber sevincini yaşamımdan kalan son anı olarak saklamak. Giderken götürülebilecek en saf erinci, en dingin huzuru yanıma alarak ebedi can verişim ebedi saadetim olacak.



“Zaten âşık, can korkusundan titremez

Can aşığın gözüne bir arpa kadar bile görünmez.” Mevlana



Mademki âşıkların hayatı ölümde gizli. Gönlü, gönül vermekten başka bir şekilde bulamam ki.

”Bir soluk olsun, aşkından hali kalırsam

Kurban olmaktan başka hiçbir işe yaramam,

Benim mezhebim budur işte” Ferideddin Attar



Bunca içimin acısı, bunca tedirginliğim bunun içindir. Ölürken hayat vermek, yaşarken ölmek içindir. Anlatmak için, aşkın dayanılmaz acısını. Göz bebeklerime düşen acının; sessiz ve sözsüz başka gözlere akması içindir. Yaşlı gözlerimle haykırayım diye aşkın bir hayat olduğunu. Aşksız dünyanın viran olduğunu. Gerçek aşkın erişilmezliğini, bitimsizliğini,sınırsızlığını gözlerimdeki sınırsızlıkla haykırıp aşkı “göz”e düşürmek içindir.



”Gözüm aşktan haber vereli gönlüm baştanbaşa göz oldu gitti” Mevlana



Aşkınla gözden gönle geçip gideyim, gönlümden o gerçek olan Yar’a akıp gideyim diye varıp gideyim, a benim canım razılığım yüzlerce gönül vereyim ben.

Cihanda her adam kendi yarına feda olur. Kendi güzel yarıma canımı feda edip gideyim ben.

Can da nedir? Kurban edilmek de ne? Teslimiyet en gerçek aşktır. Aşkların en doyumsuzu, teslim olurken akan koyu kırmızılığın sevdasındadır. Hakk’a dalan daha fazla dalmak, can denizinin dalgası gibi alt üst olmak ister. Bir kere ölen, bin kez kurban edilmek; bir kere seven, bin kere sevip, dalıp dalıp boğulmak ister.

Buharalı âşık bir kul vardı ya mesnevinin aşk kokan en güzel hikâyelerinin birinde. Bir töhmet altına alınarak, can korkusuyla Sadr-ı Cihan’dan ve Buhara’dan kaçan vezirin hikâyesi… Tıpkı o perişan âşık gibi hani, aşka düşen kendini bir mumun ateşine atıp yanıp yanıp kavrulmak ister.

Aşkı onu Buhara’ya geri sürüklemişti. Çünkü âşıklar için can işi kolay bir iştir. Böyle diyor Mevlana. On yıl boyunca başıboş dolaşır kâh Horasanda kâh dağda kâh ovada. On yılın sonunda özlemden dayanacak gücü kalmaz.”Artık ayrılığa dayanacak gücüm kalmadı. Sabır aşk acısını dindirebilir mi hiç?”der.

Sadr-ı Cihan’ın aşkı ve ayrılığı vezirin ruhunun temellerini sarsıp parça parça edince, kalkıp oraya gideyim, kâfir olmuşsam bile yeniden yola gireyim, der.

Oraya gideyim de kendimi iyi kalpli Sadr’ın önüne atıp ayaklarına kapanayım.

Diyeyim ki önüne attım canımı, ister bağışla ister dirilt; ister koyun gibi kes başımızı.

Ey Ay, sana karşı kesilmek, öldürülmek bir başka yerde yaşayanların canı olmaktan iyidir.

Bin kere ve daha da fazla denedim, sensiz yaşamanın tadı yok bence.

Âşık vezir dostlarından ayrılarak,”A dostlar ben gidiyorum, elveda, bey olan, emrine uyulan Sadr’a gidiyorum. Günden güne yanıp kavruluyorum ne olacaksa olsun oraya gidiyorum.”der.

Dostları vezirin Buhara’ya dönmesini engellemeye çalışırlar ve:

“ Aklını başına al da bu işin önüne sonuna bak. Kelebek gibi kendini yakma.

Buhara’ya, gidiyorsan delisin sen! Sadr’ın canı seni öldürmek arzusunda, yirmi gözle seni arıyor.

Allah sana bir fırsat verdi kurtuldun, tekrar zindana nasıl gidiyorsun, sana ne oldu?” derler.

O Sadr-ı Cihan’ın aşıkı ise “Ey nasihatçi, yetmez mi daha? Bana ne kadar öğüt verip duracaksın? Sus, yetişir!

Bana nasihat verme ki bağlandığım kayıt çok ağır ve serttir.

Sen beni öldürülmekle korkutma, çünkü dayanılmaz bir şekilde susadım kendi kanıma.

Âşıklara her an bir ölmek var. Âşıkların ölümü bir çeşit değil.

Aşığın hidayet verici candan gelen iki yüz canı vardır her an da o iki yüz canını feda eder durur.

Her feda ettiği cana, on karşılık alır. Kuran’ı aç da”. Bir hayra on sevap var“ayetini oku.

Sevgili yar kanımı dökse bile canımı güle oynaya feda ederim ona.

Deneyip gördüm, benim ölümüm hayattadır. Bu hayattan kurtulunca ver elini ölümsüzlük.

Öldürün beni, öldürün a güvenilir dostlar. Öldürülmemde hayat içinde hayat vardır.

Ey aydınlık yüz, ey ölümsüz ruh, çekip al ruhumu. Yüzünü görmeyi bana ihsan et.

Benim bir sevgilim var ki sevgisi kalbimi yakıp kavurmaktadır. Dilerse gözlerime basar da gözlerimin üstünde yürür.”der.

O kanlı yaşlar döken âşık kalbi çarparak Buhara yollarına düşer. Aşkının iştiyakından, ağlayıp inleyerek kan revan içinde düşe bayıla sevgilisinin bulunduğu Buhara’ya gelir. Onu Buhara’da her gören:

“ -Kalk oturma, der, kimse görmeden hemen kaç.

Çünkü öfkeli şah, on yıllık öcünü almak için seni arıyor.

Allah aşkına kendi kanına girme! Kendi kendine yaptığın efsuna güvenme.

Sadr-ı Cihan’ın vekiliydin, saygındın. Güvenilir biriydin, mühendis ve üstattın.

Hıyanet edip cezadan kaçtın. Kurtulmuştun, niçin yeniden başını belaya sokuyorsun?

Yüz türlü hileyle beladan kurtulmuştun. Seni buraya aptallık mı getirdi, ecel mi? “derler.

Aşığın kınayıp korkutanlara cevabı ilginçtir:

“-Hileye başvurup onun öfkesinin amaçladığı şeyden kaçtığıma pişmanım.

Deyin ki; sarhoş canıma ne yaparsa yapsın, sürsün öfkesini. O kurban bayramıdır. Âşıksa öküzdür, koyundur.

Öküz uyusa da, bir şey yese de Kurban Bayramında kesilmek için beslenir.

Ben ondan kaçma suçuna karşılık kendimi onun ağacına astım.”

Canından vazgeçen âşık top gibi başıyla gözüyle secde ederek huzura varır.

Herkes, Sadr-ı Cihan onu yakacak mı, asacak mı diye beklerken içten içe kelebek gibi alevi nur sanıp aptalca atılıp canından oldu diye düşünür.

Fakat aşk mumu kelebeğin mumuna benzemez ki, aşk mumu aydınlık içinde apaydın aydınlığın da aydınlığıdır.

Ateşli mumların aksine, aşk mumu, ateş görünür ama tümüyle esenliktir, hoşluktur.

O Buharalı âşık da kendini muma atar, aşkından dolayı çile çekmek, ateşlere atılmak ona kolay gelir.

Bu arada Sadr-ı Cihanın kalbine bir seher vakti acıma hissi düşer. O bizim başıboş aşığımızın hali nasıl acaba diye merak eder.

Kalp kalbe karşı derler. Kalpler iki beden gibi birbirinden ayrı ve uzak duramaz.

Vezirin kalbi böyle deli deli atar da Sadr-ı Cihan’ın gönlü nasıl olur da boş kalır?

Hiçbir âşık yoktur ki sevgilisinin vuslatını arasın, dilesin de sevgilisi onu aramasın, dilemesin. Sadr-ı Cihan’da o aşığı çeken gizli bir çekim olmasaydı, o âşık ayrılık yüzünden sabırsızlanıp koşarak yurduna gelir miydi?

Vezir kendini ateşlere atar ama aşkı o kadar yücedir ki ölmeden evvel son kez Sadr-ı Cihan’ı görme arzusundadır.

Onu bir görseydi ölümden kurtulacaktı. Çünkü sevgiliyi görmek, hayat kaynağıdır. Görülmesi ölümü gidermeyen sevgili, sevgili değildir.

Sonunda Sadr-ı Cihanın yüzünü görür sanki can kuşu bedenden uçar gider. Gövdesi kuru bir odun gibi düşverir. Tepesinden tırnağına kadar buz kesilir. Yüzüne gül suları serperler, yanına buhurlar yakarlar… Neler yaparlarsa faydasız… Kıpırdamaz, seslenmez bile.

Şah onun yüzünü sapsarı görünce, atından iner ona yaklaşır ve der ki: “Âşık gönül ateşiyle sevgiliyi arar; fakat sevgili de geldi mi, âşık kendinden geçer.

Sen Hak aşığısın, o öyle bir Haktır ki gelirse senden geriye bir kıl kadar bile varlık kalmaz.

Zaten sevgili Hak’tır, bir de, Hakk’ın, sen benimsin, ben de seninim dediği kişidir.

Sadrı Cihan keremiyle onu yavaş yavaş baygınlıktan çıkarıp konuşturmaya çalışır. Ona şunları söyler:

“- Saçmak için altın getirdim, eteğini aç…

Canın benden ayrı özlemle çarpıyordu. Şimdi imdadına yetiştim, niye ürktü canın?

Ey benden ayrı sıcaklar soğuklar görmüş âşık, ayrılıp kendine gel, geri dön.”

Sonra baygın aşığın elini tutarak, şöyle devam eder,

“- Ey beladan ürküp kaçan can, vuslat kapımızı açtık, haydi gel!

Ey bizden sarhoş olup kendinden geçen! Ey varlığı varlığımızdan gelen haydi gel!”

Vuslat selâsını duyan, ölü gibi baygın yatan âşık, topraktan da aşağı değil ya sabah rüzgârının esmesiyle yokluktan başını çıkarıp da yeşiller giyinen toprak gibi tıpkı, yavaş yavaş kımıldanmaya başlar, sıçrar, neşeli neşeli çırpınır, iki üç çark atar, oynar, döner, derken tekrar secdeye kapanır.

Başı secdede çılgın âşık sevgilisine övgülerde bulunup şükretmeye başlar.

Hikâyenin burasında sözler Sadr-ı Cihan’a gibi görünse de hakikatte ezeli ve ebedi tek maşuk olan Yüce Allah’adır. Zaten Sadr da, vezir de bizler de sonunda Allah’a yönelecek ve O’nun varlığında yok olacak biçare kullar değil miyiz?

“ -Ey canın tavaf ettiği Hak Anka’sı! Şükürler olsun, Kaf dağından geri geldin!

Ey aşk kıyametinin İsrafil’i! Ey aşkın aşkı, ey aşkın arzusu.

Bana ilk elbiseyi vermeden önce dileğim. Beni dinlemendir.

Gönlün aparıdır senin, bu yüzden halimi bilirsin; fakat sen kulu geliştirir, yetiştirirsin, lutfet, gene de sözlerimi dinle.

Ey eşsiz Sadr, bana kulak vermeni arzulayarak yüz bin defa aklım uçup gitti.

Nice zamandır sözlerimi dinlemeni, derdimi duymanı, o cana canlar katan gülüşlerini…

Benim eksik, artık sözlerimi işitmeni, kötülükler düşünen canımın işvelerine katlanmanı özledim.

Sence malumun olan kalp altınlarımı gerçek altınmış gibi kabul ettin.

Benim gibi hiçbir şeye aldırış etmeyen bir utanmazın küstahlığına gösterdiğin hoşgörü karşısında hoşgörüler zerre gibidir.

Senin hizmetinden ayrıldığım günden beridir, ne evvel kaldı ne ahir.

Senden ayrıldığım günlerde çok aradımsa da sana bir ikinci bulamadım çünkü senin eşin ve benzerin yoktur.

Nerede toprakta kan görürsen kesinlikle bizim gözümüzden akmıştır.

Benim sözüm gök gürültüsüdür. İnleyişlerim gökyüzünden yağmur yağdırmak istiyor.

Ben söylemekle ağlamak arasında çırpınmadayım. Ağlasam mı, konuşsam mı nasıl etsem?

Söylersem ağlamaktan kalırım; fakat söylemezsem nasıl şükredebilirim sana, nasıl övebilirim seni?

Sultanım, gözümden yüreğimin kanı dökülüyor, bak gözlerimden neler akıyor?”

Naif âşık bunları söyleyip ağlamaya başlar, öylesine ağlar ki hem aşağılık kişiler haline ağlarlar, hem yüce kişiler.

Gönlünden öyle bir hay huy coşar ki bütün Buhara halkı çevresine toplanır.

Hayran hayran söyler, hayran hayran ağlar, hayran hayran güler. Erkek, kadın, küçük büyük onun haline hayran kalır. Şehir halkı da onunla birlikte ağlamaya başlar. Kadın erkek kıyamet gibi birbirine karışır.

Hikâyenin sonunu yine Mevlana’dan öğrenelim:
“O sırada gökyüzü yeryüzüne “eğer kıyameti görmedinse, işte gör ”diyordu.

Akıl bile aşka hayran kalmış”bu ne aşk, bu ne hal” diye şaşırmış kalmış, onun ayrılığına mı daha fazla şaşmalı, buluşup kavuşmasına mı? Diyordu.

Gök kıyamet kitabını okumuş, elbisesini samanyoluna dek yırtmıştı

Aşk iki âleme de yabancıdır. Aşkta yetmiş iki delilik vardır.

Aşk son derece gizli olup hayreti aşikârdır.

Aşkın mezhebi, yetmiş iki dinden farklıdır; padişahların tahtları, onun tahtına karşı bit tahta parçasıdır.

Aşk çalgıcısı sema çağında şu şarkıyı çalar:”Kulluk ayak bağı, efendilik baş ağrısı!”

Öyleyse aşk nedir? Yokluk denizidir, aklın ayağı kırıktır orada…

İşte, aşka düşünce, varını yoğunu aşk ateşine atıp yanıp yakılmak, kül olmak; bir bıçağın sırtına yatıp canı hiçe saymak, ölümü göze almak var. Ancak o kutlu ölüme de aşkın kan diyeti var. Yine Mevlana ”Benim kan diyetim Ululuk sahibi Tanrının cemalidir.

Ben kendi kan diyetimi yiyorum.

Bu bana helal bir kazançtır.”.diyor.

Yüce Allah da bir kutsi hadisinde ”Beni kim severse onu öldürürüm. Ben birini öldürürsem onun diyeti bana aittir. Her kimin diyeti bana ait olursa, ben onun diyeti olurum” demiyor mu?

Tuttum nefesimi.

Erittim ahımı.

Bağladım aklımın ayağını.

Bıçak saplansın. Ilgıt ılgıt kanım aksın.

Gönlüm sevdaya kuşansın.

Özüm Hakk’a ulaşsın.
Tüm mecazi aşklarım gerçek olan aşka kurban edilsin[/b]