Hz. Muhammed (s.a.v.)'in Mucizesi: Dağ, Taş ve Cansız Varlıkların Şehâdeti

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Çevrimdışı D®agon

  • Ezberletmez Öğretir
  • *******
  • Join Date: Mar 2008
  • Yer: Ankara
  • 11650
  • +524/-0
  • Cinsiyet: Bay
    • Arif Hocam
[b]Dağ, Taş ve Cansız Varlıkların Şehâdeti[/b]

Peygamber Efendimiz'in (sallallâhu aleyhi ve sellem) nübüvveti hem umumi hem bütün zaman ve mekânlara, hem başta insanlar ve cinler olmak üzere bütün mahlûkata da şâmil olduğundan, mucizeleri çok çeşitli olmuştur.

Nasıl ki, büyük bir padişah bir yâverini veya elçisini çok çeşitli milletlerin ve kabilelerin bulunduğu bir vilâyete gönderse, orada bulunan her millet, her kabile ve her sınıf kendi milleti, kabilesi, sınıfı adına o elçiyi karşılayıp "Hoşgeldin!" der, ona alkış tutar, şükran ve teşekkürlerini arzeder; aynen öyle de, kâinatın yegâne Sahibi ve Yaratıcısı olan Allah, en büyük yâveri ve elçisi olan Resûl-i Ekrem'i (sallallâhu aleyhi ve sellem) âleme gönderdiği zaman, O Elçi, insanoğluna bir memur ve meb'ûs olarak geldiği gibi, bütün mahlukata da rahmet olarak gelmiş, dağlar, taşlar, ağaçlar, hayvanlar, güneş, ay, yıldızlar ve bütün hâdiseler abes, boş ve mânâsız görülmekten kurtulmuş, birer mânâ, birer değer kazanmışlardır.

Bu münasebetle de, meleklerden cinlere, insanlara; güneşten ve aydan yıldızlara; sudan yiyeceklere; ağaçlardan taşlara ve dağlara; her cins hayvanata kadar her taife, her sınıf kendi türü adına O'na şükranlarını arz edip, O'nun elinden sâdır olacak mucizelere birer vasıta olmuştur. Böylece, Kâinatın Efendisi'nin (sallallâhu aleyhi ve sellem), doğruluğuna ve peygamberliğine -inkârı mümkün olmayacak şekilde- kâinat çapında şahitlik yapıp, kendi lisanıyla Efendiler Efendisine hoş geldin deyip alkışlamış, nübüvvetini bütün âleme ilan etmişlerdir.

Burada dağ, taş ve cansız varlıkların da O'nun (sallallâhu aleyhi ve sellem) Peygamberliğne şehadet ettiklerinin bir çok misalinden bir kaç misalini zikredelim.

[b]Taşın Selamı[/b]

Hazreti Cabir (radiyallâhu anh) anlatıyor:
Resûlullah (sallallâhu aleyhi ve sellem):
"Ben Mekke'de bir taş bilirim, Peygamber olarak gönderilmezden önce bana selâm veriyordu. Ben onu şimdi de pekâlâ biliyorum." buyurdular.[1]

[b]Yemeğin Tesbihi[/b]

Abdullah b. Mesud (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Biz, Resûlullah ile beraber yemek yenirken yemeğin tesbihini işitiyorduk."[2]

[b]Uhud Dağının Sevinçten Lerzeye Gelmesi[/b]

Müslim, Ebû Hüreyre'den (radıyallâhu anh) rivayet ediyor: Rasûlullah (sallallâhu aleyhi ve sellem), Ebû Bekir, Ömer, Osman, Ali, Talha ve Zübeyr (radıyallâhu anhüm) Uhud dağının üzerinde bulunuyorlardı. Derken, dağ (sevinç veya mehâbetten) lerzeye geldi. Bunun üzerine Resûlullah (sallallâhu aleyhi ve sellem): "Sakin ol Hira, senin üzerinde bir Peygamber, bir sıddîk ve şehit bulunmaktadır."[3]

[b]Minberin Sarsılması[/b]

Hazreti Abdullah ibn-i Ömer (radiyallâhu anh) anlatıyor:

“Allah Resulü (sallallâhu aleyhi ve sellem) minberde hutbe okurken,
وَمَا قَدَرُوا اللَّهَ حَقَّ قَدْرِهِ وَالْأَرْضُ جَمِيعًا قَبْضَتُهُ يَوْمَ الْقِيَامَةِ وَالسَّماوَاتُ مَطْوِيَّاتٌ بِيَمِينِهِ سُبْحَانَهُ وَتَعَالَى عَمَّا يُشْرِكُونَ

“Ama onlar, Allah’ın kudret ve azametini hakkıyla takdir edemediler, O’na lâyık tazimi göstermediler. Halbuki bütün bir dünya kıyamet günü O’nun avucunda, gökler âlemi de bükülmüş olarak elinin içindedir. Böyle bir azamet ve hâkimiyet sahibi olan Allah, onların uydurdukları ortaklardan yücedir, münezzehtir.”(Zümer Sûresi, 39/67)
âyetini okudu ve dedi ki “Cebbâr olan Allah kendini tâzîm ediyor ve buyuruyor ki: Cebbar Benim, Cebbar Benim; her şeyden büyük ve her şeyden yüce olan Benim.” Allah Resulü (sallallâhu aleyhi ve sellem) sözünü söylediği vakit minber öyle sarsıldı ve öyle titredi ki; Allah Resulü’nü (sallallâhu aleyhi ve sellem) düşürmesinden korktuk. Düşürecek derecede şiddetli sallandı.”[4]


[b]Dipnotlar:[/b]
[1] Müslim, fedâil 2; Dârimi, mukaddime 4.
[2] Buhârî, menâkib 25; Tirmizî, menâkıb 6; Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 1/460; Dârimi, mukaddime 5.
[3] Müslim, fedâilü's-sahabe 50; Tirmizî, menâkıb 18.
[4] Müslim, Sıfatü’l-Kıyâme: 19-26; Müsned, 2:88; el-Hâkim, el-Müstedrek, 2:252; Kadı Iyâz, eş-Şifâ, 1:308.