Ünite 4: Dindarlığın Etkileri - Konu Özeti

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Çevrimdışı Ders Hocası

  • Hocanın Biri
  • *******
  • Join Date: Eki 2016
  • Yer: Hatay
  • 63863
  • +526/-0
  • Cinsiyet: Bay
    • Arif Arslaner
Ünite 4: Dindarlığın Etkileri - Konu Özeti
« : 30 Aralık 2018, 13:04:31 »
Dindarlığın Psikolojik Etki ve İşlevleri
Din denilince akla gelen ilk etki alanlarının başında
psikoloji gelmektedir. Din, insanın ruh sağlığından kaygı
düzeyine, güvenlik ihtiyacından ölüm korkusuna yalnızlık
duygusuna kadar birçok psikolojik başlığı etkilemektedir.

Dindarlık ve Ruh Sağlığı

Dinin psikolojik etki ve işlevleri dendiğinde ilk akla gelen
şey, dinî inanç ve uygulamalar ile ruh sağlığı arasındaki
ilişkidir. Tarihî süreç içinde bu konuda iki zıt görüş ortaya
konmuştur. Başta Freud ve takipçileri olmak üzere bazı
araştırmacılar dinlerin insan psikolojisini zorlayan,
dolayısıyla ruh sağlığını bozan etkilerinden bahsetmiş ve
bu durumu ispatlamaya çalışmıştır. Ancak özellikle son
dönemlerde, dinî inanç ve uygulamalar (özellikle iç
güdümlü) ile ruh sağlığı arasında anlamlı derecede olumlu
ilişkiler tespit eden çokça tecrübî araştırma yapılmıştır.
Dinî inanç ve pratiklerin ruh sağlığını olumsuz yönde
etkilediği yönündeki görüşler, günümüzde artık eskisi
kadar itibar görmemektedir. Mesela modern psikanalistler,
bugün artık Freud'un yaklaşımlarının birçoğunu kabul
etmeyerek, dine artık daha olumlu bir bakış açısından
bakmaktadırlar. Hatta bazıları biraz daha ileri giderek, din
adamlarının ruhsal sağlığı koruma hareketinin ilk
halkasını oluşturduklarını kabul etmektedir. Özellikle
Amerika'da son zamanlarda psikoloji ile İlahiyat (teoloji)
arasında büyük bir yakınlaşma görülmektedir. Din ile
İnsan ve Toplum Bilimleri arasında kurulacak işbirliğinin,
insanın psikolojik açıdan iyileştirilmesi için esas olduğu
neredeyse genel kabul haline gelmiştir. Bunun en önemli
göstergesi, din ile psikolojinin uzlaşmasını ifade etmek
için "psikoteoloji" diye yeni bir kavram geliştirilmiş
olmasıdır. Zira günümüzde artık din ile psikolojinin her
ikisinin de hemen hemen aynı amaca yönelik işlev icra
ettikleri kabul edilmektedir. Esasen dinin psikolojiye
nazaran daha büyük kitlelere hitap ettiğini söylemek
mümkündür. Çünkü her ikisinin de insana yol gösterme ve
hayatında ona kılavuzluk etme gayretinde olmasına
rağmen, çok sayıda insanın psikolojiden ziyade dinin
kendilerine sunmuş olduğu çözüm yollarını kabullenmiş
olduğu gözlemlenmektedir. Hastalarının hayatlarında dinî
inançlarının hayatî bir işlev icra ettiğini gören psikolojik
danışmanların büyük çoğunluğu ise, bu inançların tedavi
sürecine olumlu katkılar sağlayabileceğini kabul
etmektedir. Bu bağlamda özellikle din adamları, ruhsal
hastalığın erken teşhisinde hem cemaatlerine hem de
psikiyatristlere faydalı olabilecek bireyler olarak
değerlendirilmektedir.

Dindarlık, Anlam ve Değerler

İnanan insan için olayların meydana gelişi, kaynağı veya
gerisindeki güce ilişkin açıklamayı anlamlı kılan şey dinî
içerikli kavramlardır. Bu anlamda dinî sembol ve inanç
sistemleri önemli birer "anlam kaynağı" pozisyonundadır.
Anlam arayışı, aynı zamanda güçlü bir dinî güdü
durumundadır. Yapılan araştırmalarda, insanlara niçin
dindar oldukları sorulduğunda en yaygın olarak "din
hayatımıza anlam veriyor" cevabını verdikleri
görülmektedir. V.Frankl'ın Logoterapi anlayışına göre ne
cins olursa olsun, her ruhsal tedavinin (psikoterapi) üç
özelliği vardır: 1. Hastanın kendine olan güvenini ve
saygısını kuvvetlendirmek; 2. Ona daha iyi durumlara
yönelmesi için çalışma gücü vermek, 3. Davranışlarını
uydurması için kendisine daha iyi bir takım davranış
örnekleri göstermek, yeni ve sağlıklı uyum kazandırmak.
Dinî inançların da benzer etkileri, bireyin günlük
hayatında karşısına çıkacak farklı durumlarda ne
yapacağını, çok az şüphe bırakacak şekilde belli kurallara
bağlayarak temin ettiği söylenebilir. Benzer bir şekilde
zorluklar ve tehlikelerle dolu bir dünyada yaşayan insanın,
kader inancıyla birlikte inandığı varlığın koruyuculuğunu
hissederek rahatlaması (Sebe 34/21; Hud11/57) da ruh
sağlığı açısından önemli bir kazanım olarak
değerlendirilmektedir.

Başa Çıkma Davranışı ve Din

Dünyada yaşanılan sorunlarla başa çıkma konusunda dinî
olmayan birçok yöntem bulunmaktadır. Bu konuda dinin,
bu sürece sağladığı özel katkının, insanın yetersizliği ile
ilgili problemlere bir çözüm sunması olarak anlaşılabilir.
Zira insan, kişisel eylemlerinde başarılı olmaya ne kadar
sıkı çalışırsa çalışsın, belli sınırları aşamamakta yani insan
olarak kalmaktadır. Başa çıkılamaz durumlarla
karşılaşıldığı durumlarda ise, Kutsalın dili (sabır, hikmet,
ıstırap, ümit, sınırlılık, ilahi amaç, kader vb.) daha uygun
bir hale gelmektedir Toplumsal desteğin diğer biçimleri
yetersiz kaldığı zaman, ruhsal destek daha etkili bir hale
gelmektedir. Diğer açıklamalar ikna edici olmadığı zaman,
dinî açıklamalar daha makul karşılanmakta, hayat
kontrolden çıktığı izlenimini verdiği zaman, Kutsalın
kontrolünün devam ettiği düşünülmekte, eski alternatifler
geçerliliğini kaybettiği zaman din, insana yeni alternatifler
bulma konusunda yol gösterici olmaktadır. Yani bu
durumda dinî başaçıkma, insanın bireysel gücünün
sınırlılığına da atıfta bulunarak bazı alternatifler
önermekte ve dinî olmayan başa çıkmayı
tamamlamaktadır. Zira her şeye gücü yeten bir otoritenin
varlığına inanmak ve ona içten bağlılık göstermek,
bireysel güçlerin Tanrının gücüyle birleştirilip, sorunlara
onun gücüyle meydan okuma sonucunu beraberinde
getirmektedir. Nitekim bütün dinlerde Tanrının tabiatüstü
güçlere sahip olduğu inancı bulunmaktadır. İnanan insanın
Tanrıyı yanında ve yardımında hissetmesiyle bireysel
gücünü Tanrının gücüyle birleştirmesi ise, onu
rahatlatabilmekte ve mevcut potansiyellerini kullanmasına
imkân tanımaktadır. Tanrıyla kurulan ilişkinin, bütün
çabalar sonucunda çok az bir başarı sağlansa bile, inanan
insanın psikolojik dengesi için bir sigorta işlevi gördüğü
söylenebilir. Zira inanan insan, bu gibi durumlarda,
mazhar olduğunu kabul ettiği diğer nimetleri düşünerek,
kendisini yoksunluk ve terkedilmişlik duygularının
oluşturacağı olumsuz etkilerden koruyabildiği gibi, hak
etmediği zülüm ve haksızlıklarla karşılaşsa bile, inancı
sayesinde bu gibi elverişsiz durumları da dirençle
karşılayabilir. Zira dinî inançlar metafizik boyutları ile
ölümü ve ölüm sonrası "âdil dünya" inancını bünyesinde
barındırmaktadır. Burada dinin işlevinin sadece
tamamlayıcı bir görevden ibaret olduğu gibi bir durum
akla gelmektedir. Ancak dinin, insan hayatının diğer
alanlarına olan katkılarıyla birlikte, dinî olmayan başa
çıkma yollarını da teşvik ettiği ve ancak bunların yeterli
olmadığı durumlarda psikolojik bir yatışma sağladığı
düşünülürse, dinin bu konudaki önemi daha iyi anlaşılır.
Esasen üç tür dinî başa çıkma yönteminden bahsedilebilir.
Bunlardan birincisi olan kendini yönetme modelinde birey
Allah'ın kendisine kendi sorunlarıyla başa çıkma
yeteneğini verdiğine inanır. İkinci başa çıkma yöntemi
olan, takdire uymada ise birey, işi tamamen Allah'ın
takdirine bırakarak pasif bir şekilde sonuçları
beklemektedir. Üçüncü başa çıkma yolu ise, işbirliği
yoluyla başa çıkma yöntemidir. Bu yönteme göre bireyin
kendisi sorunları çözmede sorumludur ancak sorunların
çözümünde Allah'ı bir dost ve yardımcı olarak
algılamaktadır.

Benlik Saygısı ve Din

Benlik saygısı; 'bireyin, kendini benimsemesi, onaylaması,
kendine değer vermesi ve saygı duyması' olarak
tanımlanmaktadır. Daha çok kendini algılamaya yönelik
bir kavram olan benlik saygısı, bireyin, kendisine
yüklediği psikolojik değeri ifade etmektedir. Kendisi
hakkında değerlendirme yapan bireyin kendi kişisel
özellikleriyle ilgili öznel değerlendirmelerine kişisel
benlik saygısı, içinde yaşadığı veya özdeşleştiği grupların
özelliklerini temel alarak yaptığı öznel değerlendirmeye
ise kolektif benlik saygısı denir. Bireyin benlik değerine
ilişkin sahip olduğu tutumlar bağlamında ruh sağlığı
alanında da önemli bir kavram olan benlik saygısının
kaybedilmesi klinik açıdan depresyonun yaygın
belirtilerinden biri olarak ortaya çıkmaktadır.
Benlik saygısının oluşumu ve gelişimini yakından
etkileyen faktörlerden birisi de dinî yönelimler ve hayat
şeklidir. Benlik saygısı ile dindarlık arasındaki ilişki
üzerine yapılan çalışmalarda, özellikle iç güdümlü dinî
yönelim ile benlik saygısı arasında güçlü olumlu bir
ilişkinin olduğu, yani iç güdümlü dinî yönelim arttıkça,
bireylerin benlik saygısı düzeyinin de yükseldiği tespit
edilmiştir.

Psikolojik Danışma ve Din

Günümüzde dinin ruhsal tedavi süreçlerinde
kullanılmasına yönelik artan bir ilgi bulunmaktadır. Zira
bu süreçte hastaların dinî inançları, yapıcı ve faydalı
amaçlarla kullanılabilmektedir. Nitekim dünyanın birçok
yerinde çözüm aramak amacıyla kişisel sorunların açıldığı
ilk insanlar din adamları olduğu gibi, psikolojik
danışmanların da danışma sürecinde danışanların dinî
inanç ve duyarlılıklarını nazarı dikkate almaları daha
faydalı sonuçlar ortaya çıkarabilmektedir.

Stres, Kaygı ve Din

Ruh sağlığının önemli belirleyicilerinden biri olan kaygı,
stres ve depresyon düzeyleri ile dinî inanç ve pratikler
arasındaki ilişki üzerine yapılan araştırmalara
bakıldığında, özellikle içsel dinî yönelimlerin ruh
sağlığına olumlu yansımaları olduğu görülmektedir. Şöyle
ki dinî inançların içselleştirilmesi ve bu inançlar
çerçevesinde şekillenen dinî hayatın psikolojik uyuma
yardımcı olduğu, yani dinî duygu arttıkça, kaygı düzeyinin
azaldığı sonucuna ulaşan birçok bilimsel araştırma
bulunmaktadır.

Kaygıyla yakın ilişkisi olan stres ile dinî inanç ve pratikler
arasındaki ilişki üzerine yapılan çalışmalarda elde edilen
bulgular da, dinî inanç ve pratiklerin stresin etkisini
azaltıcı bir işlev icra ettiğini göstermektedir. Şöyle ki
insanın dış etkilere karşı bir tür tepkisi olarak
tanımlanabilecek stres, günümüz insanın en büyük ruhsal
sorunlarından biri olarak kabul edilmektedir. Zira
çocuğundan erginine, gencinden yaşlısına kadar bütün
insanların az çok stres içinde yaşadıkları herkes tarafından
bilinmektedir. Çünkü stresi ortaya çıkaran ve kişiden
kişiye değişiklik gösteren faktörler o kadar çeşitlidir ki
hatta birtakım mutlu beklentilerin bile (düğün telaşı gibi)
bu tepkiye neden olduğu söylenebilir. Nitekim stresle
yakın ilişkili olan kaygı kavramı, 20. yüzyıla damgasını
vuran bir kavram olmuştur. Zira birçok düşünür ve yazar
20. yüzyıla özellikle bu yüzyılın ikinci yarısına "kaygı
çağı" adını vermişlerdir.

Depresyon ve Din

Ruh sağlığının önemli belirleyicilerinden biri de hiç
şüphesiz depresyon(ruhsal çöküntü) düzeyidir. Depresyon
düzeyleri ile dinî inanç ve pratikler arasındaki ilişki
üzerine yapılan araştırmalara bakıldığında, özellikle
içgüdümlü dinî yönelimler ile depresyon arasında olumsuz
bir ilişki bulunduğu sonucuna ulaşan birçok araştırma
bulunmaktadır. Bunun yanında iç güdümlü dinî yönelimler
ile ruh sağlığını olumlu bir şekilde etkileyen olumlu öz
saygı, psikolojik yeterlik duygusu, hayattan memnuniyet
ve hayata belli bir mana vermek arasında ise olumlu bir
ilişkinin olduğu tespit edilmiştir.

Ölüm Kaygısı ve Din

Dinî inançların ölüm kaygısını azalttığına dair çok sayıda
araştırma sonucu elde edilmiştir. Bu bulgular
araştırmacılar tarafından şöyle yorumlanmaktadır: Dindar
insanlar, yapılan bazı kötü davranışların hesabını vermeyi
düşünüp diğer insanlardan daha fazla korku hissetme
potansiyeli taşımaktadırlar. Ancak aynı dinî inançları
onlara hayatın tasarımı konusunda yönlendirmekte ve
onlar, ölümün hakikat olduğuna, bütün insanların önceden
tespit edilmiş ecelleri bulunduğuna ve vakti geldiğinde
hepsinin öleceğine
İnanarak ölüme daha gerçekçi bir açıdan bakabilmektedir.
Ayrıca onlar, hayatlarını inandıkları değerler istikametinde
geçirmeye çalıştıklarından, ahiret hayatında kendilerine
vadedilen mükâfatlara ulaşacaklarını ümit etmekte,
eksikliklerinden dolayı bağışlanacaklarını ummakta ve
ölümü bir yokluk olarak algılamamaktadırlar. Zira
ebedilik inancı, ölüm korkusunun etkisini azaltabilecek en
etkili faktörlerden biri olarak kabul edilmektedir.

Yalnızlık Duygusu ve Din

Yalnızlık duygusu da insanın ruh sağlığını önemli ölçüde
etkileyen faktörlerden birisidir. Şöyle ki bazı durumlarda
insanın yalnız kalması ve kendisini dinlemeye çalışması
onu rahatlatıcı bir işlev icra ederken, istediği halde
başkalarıyla iletişim kuramayan, kendisini tek başına, terk
edilmiş olarak hisseden insanların ruhsal dengeleri bu
durumdan olumsuz yönde etkilenebilmektedir. Çünkü tek
başına ve tecrit edilmiş olmak, insan tabiatına son derece
aykırı bir görünüm arz etmekte ve onda birtakım
huzursuzlukların meydana gelmesine neden olmaktadır.
Zira sosyal bir varlık olan insanın, bireyselliğin en ağır
bastığı anlarda bile başkalarına karşı birtakım ilgiler
taşıdığı herkes tarafından bilinmektedir.

Olaya dindar insan açısından bakıldığında, Kutsal'la
ilişkiye girmenin, insanın iç dünyasında manevi bir alan
yarattığı, sosyal olarak kendisini yalnız hisseden insanın
en azında bu alanda yalnızlık hissetmeyeceği (Kaf, 50/16;
Mücadele, 58/17) ve terk edilmişliğin insan psikolojisinde
oluşturacağı yansımaların olumsuz etkisini en alt düzeye
indirebileceği söylenebilir.

Dinlenme İhtiyacı ve Din

Hayatın çalışmayı zorunlu kıldığı, normal şartlarda
insanların ekonomik ihtiyaçlarını karşılayabilmek için
çalışmak zorunda oldukları herkes tarafından bilinen bir
husustur. Durum böyle olunca çalışan insanların, iş
hayatıyla epeyce yorulmakta ve yıpranmakta oldukları
söylenebilir. Çünkü çalışma sahaları genelde sürekli
hareket ve faaliyet isteyen sahalarıdır. Bu yüzden çalışan
insanlar, genellikle çalışma hayatının zorluklarından
bunalarak stres hissederler.

Hal böyle olunca, dinî tecrübe sahasına açılmak, manevi
bir hava teneffüs etmek için dinî bir kuruma veya bir
ibadethaneye gitmek, dinî sosyal organizasyonlara
katılmak, insanlara yardım etmek gibi dinî inançlardan
esinlenen bir niyetle alışılagelmiş hayat formunun dışına
çıkmak, inananların yorulan zihinlerinin dinlenmesi
konusunda işlevsel bir katkı sağlayabileceği düşünülebilir.

Güvenlik İhtiyacı ve Din

Güvenlik ihtiyacı fıtrî, yani insanın yaratılışıyla getirdiği
ve aynı zamanda tatmini özellikle ruh sağlığı açısından
zaruri ihtiyaçlardan birisidir. Zira dünyaya geldiğinde son
derece aciz bir varlık olan insanın ayakta durabilmesi ve
hayatını devam ettirebilmesi için güven duygusuna son
derece ihtiyacı vardır. Çünkü güvensizlik duygusu sosyal
olarak insanın başkalarıyla ilişki kurmasını zorlaştırırken,
ruhsal olarak da ümitsizlik ve karamsarlığa itmektedir. Bu
bağlamda ruh ve bedenden oluşan bir varlık olan insanın,
bedeni itibariyle kendini kuşatan tabiî etkenlerin olumsuz
etkilerinden korunabilmesi için bir sığınağa muhtaç
olması, mânevî duygularını da benzer faktörlerin olumsuz
etkilerinden koruyabilmek için madde ötesi bir sığınağa
ihtiyaç duyacağı fikrini akla getirmektedir. Her şeye gücü
yeten bir Varlığa ve ebedî bir hayatın geleceğine olan
inancın insana verdiği güven duygusunu, diğer faktörlerin
oluşturması oldukça zordur. Bu bağlamda din insana
güvenlik duygusu kazandırmakta ve onu güvensizliğe
karşı koruyan en etkili faktörlerden biri olarak karşımıza
çıkmaktadır. Küçük çocukların anne ve babalarına bağlı
kalmaları ve onlardan sevgi ve şefkat görmeleri onları
nasıl mutlu ediyorsa, yetişkinlerin Tanrıya bağlanmaları
da onları mutlu ve huzurlu yapabilmektedir. Kutsal ile
girilen ilişki, şeklen de olsa çocuk-ana baba ilişkisini
anıştırıyorsa da, dininin öngördüğü ilişkinin bu tür bir
ilişkiden daha yüce ve üstün bir ilişki olduğu açıktır.
Esasen dinin bu tür bir etki ve işlev icra edebileceğine K.
Kerimde çokça atıfta bulunulmuş ve dindarların
inandıkları varlığı koruyucu olarak algılamaları
desteklenmiştir.

İntihar ve Din

Ruh sağlığı ile din arasındaki ilişki üzerine yapılan
araştırmalar, dine daha çok bağlı olan kişilerin diğerlerine
oranla intihara daha az yöneldiklerini ve daha az intihar
eylemi gerçekleştirdiklerini ortaya koymaktadır. İntiharla
dindarlık arasındaki ilişki konusunu irdeleyen Koenig,
daha dindar olan kişiler arasında daha az intihar olayının
yaşandığını veya intihara yönelik tutumların daha olumsuz
olduğunu belirtmiştir. (Koenig, 2001/2002: 100). Bu
konuda yapılan diğer bir çalışmada kiliseye devam
etmeyen kişilerdeki intihar oranının düzenli olarak
kiliseye devam eden kişilerden dört kat daha fazla olduğu
tespit edilmiştir. Dinî inanç ve uygulamaların bu konudaki
başarısı, genellikle intiharı tetikleyen duygusal bunalım ve
depresyon durumları gibi farklı stres kaynaklarıyla baş
etmede en işlevsel araçlardan biri olmasıdır. Zira inanan
insan bir taraftan bireysel olarak Kutsalla kurmuş olduğu
samimiyet ve ona yanaşma çabasıyla onun kendisine
yardım edeceğine yönelik bir beklenti içine girip intihara
karşı bir direnç kazanırken, diğer taraftan dinî ibadetlere
devam eden kişiler, aynı dinden olan kişilerle
arkadaşlıkları sayesinde, özellikle ruhsal sorunlarını
hafifletebilmektedirler.

İyimserlik ve Din

Günlük işlerde bazı konularda karar verme konusunda
karşılaşılan güçlükler de ruh sağlığını tehdit eden
faktörlerden birisidir. Zira iradi eylemler her zaman tam
bir netlikle insanın önünde durmamakta, yani insanlar
özellikle kendileri için önem arz eden durumlarda
kararsızlığa düşmekte ve bunalım yaşamaktadır. İnsanların
bu tip durumlarla karşılaşmasının belki de en önemli
nedeni, karar aşamasında gücüne en çok güvendikleri akıl
ve bilişsel işlevlerinin her şeyi tam manasıyla
kuşatabilecek bir düzeyde olmamasıdır.

Bu tip durumlarla karşılaşan insanlar tereddüde düşmekte
ve huzursuz olmaktadırlar. Nitekim önemli kararların
alınması süreci, insanın ruhsal dengesini bozma
potansiyeli taşıdığından, alınan kararlardan sonra bile
insanın hissetmiş olduğu huzursuzluk tam olarak
yatışmamaktadır. Din ise içine düştüğü bu tür
bunalımların aşılmasında insana yardımcı olabilmektedir.
Zira dindar insan, açıklayamadığı olayları, inanmış olduğu
Kutsal varlığın bir hikmete matuf olarak yarattığını,
kendisinin bunları anlamaktan aciz olabileceğini
düşünerek (Bakara, 2/216) kendisini rahatlatabilmektedir.
Bu tip bir düşünce, iyimser bir hayat felsefesini
desteklemekte ve ruh sağlığına olumlu bir şekilde
yansıyabilmektedir. Şöyle ki, inanan ve elinden gelen
çabayı sarf ettikten sonra işi inandığı varlığa havale eden
kimsenin, içten bağlılık gösterdiği otoritenin daima
yardımında olacağını hissetmesi, bu iç huzursuzluğu daha
düşük bir seviyeye indirmektedir. Nitekim bazı insanların,
verdikleri kararlara, Tanrının kendilerine yol göstermesi
neticesinde ulaştıklarını ifade etmeleri, sıkça rastlanan
durumlardan birisidir.

Dindarlığın Fizyolojik Etki ve İşlevleri

Dindarlık ile beden sağlığı arasındaki ilişki üzerine
yapılan çalışmalarda, genellikle dinî inanç ve
uygulamaların beden sağlığını olumlu yönde etkilediği
sonucuna ulaşılmıştır. Bu konuda en dikkat çeken
göstergelerden birisi din ile uzun yaşam arasındaki olumlu
ilişkidir. Konuyla ilgili çalışmaların büyük çoğunluğunda
dindarlık düzeyi yüksek olan bireylerin düşük olan
bireylere oranla daha uzun yaşadıkları tespit edilmiştir.
Aynı şekilde Hıristiyan din adamları üzerinde yapılan bir
çalışma, din adamlarının kontrol grubuna göre daha uzun
süre yaşadıklarını ortaya koymuştur. Dindarlık ile uzun
yaşam arasındaki ilişkinin daha kapsamlı (126,000 denek)
bir şekilde incelendiği diğer bir araştırmada, dindarlıkla
ölüme neden olan tüm riskler arasında olumsuz bir ilişki
tespit edilirken, daha dindar bireylerin % 29'unun daha az
dindar olanlara oranla daha uzun yaşadıkları
belirlenmiştir. (akt. Köylü, 2010).

Dindarlığın Sosyal Etki ve İşlevleri
Dinlerin müntesiplerinde oluşturmaya çalıştıkları sosyal
hayat formu, ahlak kavramıyla yakından ilişkilidir. Bunun
içindir ki dinler, ahlakın temel kaynaklarından biri, hatta
en kuvvetli olanıdır. Zira dinler, diğer ahlak kaynaklarının
(vicdan, toplum, sezgi, akıl vb.) sahip olmadığı metafizik
motivasyonlarla insanlar üzerinde daha etkili olmaktadır.
Dindar insan açısından vazifeye bağlılık, doğruluk, adalet,
şefkat ve hürmet, yardımlaşma gibi ahlâkî değerler sadece
toplumsal uyum ve kabul açısından değil, ilahî otoriteye
uygunluk ve ahiret mutluluğu için de önem taşımaktadır.
Toplumca "iyi" olanı yapmada, dindar insan aynı zamanda
sevap elde etme inanç ve düşüncesi ile de
güdülenmektedir. Bu durum, dindar kimselerin toplumsal
ahlak kurallarını yerine getirmede daha hassas bir yönelim
ve çaba içerisinde olma sonucunu doğurmaktadır. Kul
hakkını çiğnediği zaman Ahirette cezasını çekeceğine
inanan insan, başkalarının hakkına daha fazla özen
göstermekte, sosyal kurallara daha iyi uyum sağlamakta
ve haksızlık yapmaktan çekinmektedir. Bilindiği gibi
kanunlar, bireyi yabancı gözlerden uzak kendi başına
bulunduğu yerlerde kontrol etme imkânına sahip değildir.

Dini inanç ve öğretiler, bununla beslenen vicdanlarda,
kanunların uzanamadığı alanlarda da etkisini sürdürerek
sosyal düzen ve toplumsal barışın teminine daha fazla
katkıda bulunma gücüne sahiptirler. Örneğin İslam dini,
adaleti, iyilik yapmayı, yakınları koruyup gözetmeyi
emrederken, başkalarına kötülük yapmayı, kötülüğü
yaymayı ve azgınlık yapmayı yasaklamış, (Nahl, 90/70),
dinî gelişimin üst düzeyini yakalayan insanların
özelliklerini; "Onlar, Allah'ı ve Ahireti tasdik eder, iyiliği
yayar, kötülükleri önler ve hayırlı işlere yarışırcasına
koşarlar" (Âl-i İmran 3/114) ayetiyle ifade etmiştir.
Genel anlamda dinî inanç ve değerlerin sosyal davranışı
kolaylaştırıcı düzenlemelerle sosyal bütünleşmeyi
destekleyen ve kişisel mutluluğu artıran bir etkisi vardır.
Dindarların, toplumsal sorumluluk gerektiren işlerde daha
duyarlı olmalarını gerektiren pekçok dinî kural ve tavsiye
bulunmaktadır. Nitekim dindar insanların evliliklerinde
daha mutlu oldukları ve eşleriyle daha iyi geçindikleri,
yabancılara karşı daha yardım sever, hayır kurumlarına
karşı daha cömert, kibarlık ve dürüstlükleriyle ön plana
çıktıkları tespit edilmiştir.