İnsanlığın Bitmeyen Yarışı Olimpiyatlar

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Çevrimdışı zeron

  • *****
  • Join Date: Nis 2008
  • Yer: Kayseri
  • 3335
  • +426/-0
  • Cinsiyet: Bay
    • Uyanan Gençlik
İnsanlığın Bitmeyen Yarışı Olimpiyatlar
« : 23 Mart 2018, 18:31:45 »
Olimpiyatlarda sporculardan önce seyirciler yarışmaya başladılar. Yeni binyılın ilk olimpiyatlarının ilk seyircileri olabilmek yarışına girişen "öncü seyirciler", olimpiyatların yapılacağı Sydney'e şimdiden gelmeye başladılar.

"En hızlı, en yüksek, en uzun"  olanın belirleneceği olimpiyat yarışmaları başlamadan önce şimdi, seyirciler kendi aralarında ve kendi kendilerine "ilk" olanı da belirleyecekler. Bu yarışı kazanıp, yeni binyılın ilk olimpiyatlarının ilk seyircileri "ünvanı"nı kazanacak yarışmacı seyirciler, oyun alanlarında, televizyonlarda ulusal marşlarını çaldıramayacaklar, ülkelerine altından, gü-


müşten ya da bronzdan madalyalarla dönemeyecekler  ama... Önce çocuklarına, daha sonraki yıllarda da torunlarına, "Bu yüzyılın ve bu binyılın ilk olimpiyatlarının ilk seyircilerinden biri de benim" diyerek başlayacakları dede masalı anlatabilme hakkına sahip olabilecekler.

Bu "erken konuklar", davet tarihinden iki ay önce geldikleri Sydney'de günlerini, mimarlık sanatının yeni yapıtlarını ve teknolojinin şimdilik son ürünlerini izleyerek geçiriyorlar.

Olimpiyat oyunlarının başlamasını beklemeden gelen bu konukları için Sydney'de şimdi sanat şenlikleri düzenleniyor ve "erkenciler"in sayılarının artması için özel çabagösteriliyor.

Bugün Sydney'de gözlemlediğimiz bu durum, acaba M.Ö.776 yılında, olimpiyat oyun-larının doğuş      yeri olan, Yunanistan'ın Elis kentinde de böyle miydi?

Sahi, Tanrıların hükümdarı Zeus'un tapınağının bulunduğu bu kentte düzenlenen o günlerin olimpiyat oyun-larının, bugünün olimpiyat oyun-larından değişik kılan özellikler neydi?

Dünün ve bugünün olimpiyat oyunlarının yüzyıllardır değişmeyen tek ortak yönü, yarışacak sporcuların kendilerini güçlendirmek için başvurdukları özel yöntemlerdir. Bugün olduğu gibi, eski çağlarda da olimpiyatlarda yarışan atletler, profesyonelce eğitilmelerinin ve beslenmelerinin  yanısıra, değişik yollarla kendilerini güçlendirmeye çalışmaktadırlar. Her dönemde yarışmacı sporcular, enerji verici ve  kas geliştirici olduğu ileri sürülen besinleri, otları, karışımları yiyorlar. Örneğin, eski günlerde atletler, kas yaptığı düşüncesiyle, belirli hayvanların testislerini yiyorlardı. İşin ilginç yanı, bugünkü atletler arasında da aynı alışkanlığı sürdürenlere rastlanmasıdır. Onlar da güç verici bitkileri kullanıyorlar, onlar da değişik diyetler uyguluyorlar.

O ilk günlerin olimpiyat oyunlarıyla bugünküler arasında birkaç ortak özellik daha göze çar- pıyor.

Kazananlara övgü şiirleri yazan, Yunanistan'ın en ünlü şairi olan Pindar'a göre, olimpiyatları kazanmanın bedeli ömür boyu yemek parası, dört atlı bir araba, tiyatrolarda ön sıralarda biletlerdi. Bugünün olimpiyatlarında ise bu konuda pek değişik bir durum görülmüyor. Sponsorlar kazananlara iş garantisi veriyorlar, reklam filmlerinde oynamayı kabul eden şampiyonlar ise,  kendilerini bir anda "para denizi"nde buluyorlar.

Kaybetmenin bedeli eski olimpiyatlarda bugüne oranla çok ağırdı. Dereceye giremeyen yarışmacılar halk tarafından ayıplanırdı, onlarla alay edilirdi, hatta evlerine dönemeyecek kadar utandırılırdı. Bugün ise olimpiyatlarda kaybetmek çok değişik algılanıyor. Yarışmalara katılmak için gereken cesaret ve onur, kaybetmek ya da kazanmaktan daha büyük bir anlam ve önem taşıyor.

Eski olimpiyatlar, Zeus adına dini bir şenlik olarak düzenleniyordu. Bugün, her ne kadar tanrılar oyunlar esnasında onurlandırılsa da, milli gurur, kâr etmek ya da rekor kırmak, artık Zeus adına yapılmıyor.

Eski olimpiyatlarda dini bir şenlik olsa da, dünyanın dört tarafından gelen insanlar kutsal bir yer ziyareti için gelmiyorlardı. Phythagoras'ın dediğine göre, bu insanların gelmelerinin üç nedeni vardı: Katılmak, seyretmek ve ticaret yapmak. Zaten, Phythagoras'a göre insanlar dünyaya gelirken de bu gruplara ayrılmıştır. (Filozoflar Phythagoras'ın dünyaya seyretmek için geldiğini öne sürmüşlerdir.)

Bu şenlikler, eski çağlarda büyük bir önem taşıyordu. Dört yılda bir, ağustos ayının ortasında başlayan şenlikler, eylül ayının ortasında bitiyordu ve iki olimpiyat arasındaki dört yıllık zaman dilimine ise "bir olimpiyat" deniliyordu. Günümüzde dünyanın yedi harikasından biri olan, Olympia tapınağında bulunan, Pheidias'ın altından ve fildişinden yaptığı dev Zeus tanrısının heykeli, özellikle bu şenliğin onuru adına tasarlanmıştı.

Yunan efsanesine göre olimpiyat oyunlarını, ölümsüz kahraman Herkül kurmuştur.  İlk kaydedilişi M.Ö.776 olmasına karşın, ilk oyunların, bu tarihten beş yüz yıl önce başladığına inanılmaktadır. İlk kaydedilen

artık Zeus adına yapılmıyor.

Eski olimpiyatlarda dini bir şenlik olsa da, dünyanın dört tarafından gelen insanlar kutsal bir yer ziyareti için gelmiyorlardı. Phythagoras'ın dediğine göre, bu insanların gelmelerinin üç nedeni vardı: Katılmak, seyretmek ve ticaret yapmak. Zaten, Phythagoras'a göre insanlar dünyaya gelirken de bu gruplara ayrılmıştır. (Filozoflar Phythagoras'ın dünyaya seyretmek için geldiğini öne sürmüşlerdir.)

Bu şenlikler, eski çağlarda büyük bir önem taşıyordu. Dört yılda bir, ağustos ayının ortasında başlayan şenlikler, eylül ayının ortasında bitiyordu ve iki olimpiyat arasındaki dört yıllık zaman dilimine ise "bir olimpiyat" deniliyordu. Günümüzde dünyanın yedi harikasından biri olan, Olympia tapınağında bulunan, Pheidias'ın altından ve fildişinden yaptığı dev Zeus tanrısının heykeli, özellikle bu şenliğin onuru adına tasarlanmıştı.

Yunan efsanesine göre olimpiyat oyunlarını, ölümsüz kahraman Herkül kurmuştur.  İlk kaydedilişi M.Ö.776 olmasına karşın, ilk oyunların, bu tarihten beş yüz yıl önce başladığına inanılmaktadır. İlk kaydedilen olimpiyat oyunu, 200 metre sürat koşusuydu. Bu koşuyu Elisli Coroebus kazanmıştır. Yarışmalara, giderek çeşitli  spor dalları katıldı.

Yüzyıllar boyunca, olimpiyat oyunları, yalnızca bir gün sürdü. Oyunlara 472'de başlama ve bitiş törenleri eklendi ve süre birkaç gün uzatıldı. Dereceye girenlere, Zeus'un kutsal korusundan kopartılmış, zeytin dallarından çelenkler takılmaya ve ödüller verilmeye başlandı.

Eski çağlarda olimpiyatlar, yalnızca spor yarışmalarından oluşmuyordu. Hemen her Yunan kenti şenlikler düzenliyordu. Aralarında çok önem taşıyanları da vardı; örneğin, Apollo'un onuruna, Delphi kentinde düzenlenen Phytian oyunları, bu şenlikler içinde en çok ilgi çekeni idi. Kentsel şenliklerde müzik alanında da yarışmalar yapılıyordu. Kazananlar için ozanlar zafer şiirleri yazıyor, bu ise kazananları ölümsüz kılıyordu. Tiyatro ve yazı alanlarında da yarışmalar düzenleniyor, felsefi konularda tartışmalar yapılıyordu. Plato'nun, bu şenliklerde edebi bir diyalog yarışmasına girdiği ve felsefeye olan ilgisinin, böylesi bir rastlantı sonucu keşfedildiği ileri sürülmektedir.

Çıplaklık, eski olimpiyatların belirgin özelliklerinden biriydi. Jimnastik sözcüğü, eski Yunanca'da "çıplak" demek olan "gumnos" kökünden gelmektedir. Ancak Roma İmparatorluğu'nda Hristiyanlık resmi din olarak kabul edilince, çıplaklık  da yasaklandı ve bunun sonucu olarak olimpiyatlardan da kaldırıldı. 393'de ise İmparator Theodosius, olimpiyat oyunlarını tümüyle yasakladı.

Çağdaş anlamda olimpiyat oyunları 1896 yılında başlamıştır. Pierre de Coubertin'in çabalarıyla olimpik ruh, dünya barışı adına yeniden yaşama geçirildi.

Coubertin'in başarısı, olimpiyatlara uluslararası bir nitelik kazandırmasıydı. Eski olimpiyatlara yarışmacı olarak katılabilmek için ilk koşul Yunanca bilmekti. Oyunları seyretmek ise, rahibeler dışında tüm kadınlara yasaktı. Coubertin olimpiyat geleneğini yeniden yaşama geçirirken, bu kısıtlamaları kaldırdı.

Yunan atletlerinin performanslarının ne olduğunu tahmin etmek zor, ama onların güzelliğe, sağlığa, spor yapma zevkine ve disipline verdikleri önemi düşünürsek, bugün para için yarışan atletlerden daha üstün olduklarından şüphe edilemez.

Her ne kadar modern olimpiyatların prensibinde uluslararası barış, sporcu ruhu, güzel ahlak ve dostça yarışma zevki bulunsa da, artık Pindar'ın şiirlerinin de tarihe karıştığını görüyoruz. Umarız, birgün bu prensiplere dönülür.