On dördüncü yüzyıl, Anadolu’da Türkçe’nin yazı dili haline gelmesinde bir dönüm noktasıdır. Selçuklular’ın yıkılmasından sonra Anadolu’da kurulan Beylikler, siyasi tarih bakımından olduğu kadar edebiyat tarihi bakımından da bir geçiş dönemini temsil ederler. Bu dönem, konuşulan ve yazılan dilin özellikleri itibarıyla Eski Anadolu Türkçesi veya Erken Dönem Osmanlı Türkçesi olarak adlandırılan Türk dilinin özel bir devresi kabul edilmiştir (Özkan, 1999).
İyi eğitimli Selçuklu sultanlarına göre Türkçe’den başka dil bilmeyen Beyler, etrafında toplanan âlim ve sanatkârlardan Türkçe eser yazmalarını istemişlerdir. Bu durum, Anadolu’da edebî dilin gelişmesinin itici gücü olmuştur. Bu yüzyılda yazılan ve Anadolu’daki çeşitli Beylere takdim edilen kısa surelerin (Yasin, Tebareke, Fatiha ve ihlâs sureleri) tefsirleri, Kısas-ı Enbiya ve Tezkiretü’l-evliyâ çevirileri Türk dilinin tarihi gelişimi bakımından kıymetli belgeler olarak değerlendirilmiştir (Levend, 1949).
On dördüncü yüzyıl dinî-tasavvufi edebiyatın verimli bir dönemi olarak göze çarpmaktadır. Bu yüzyılda eser vermiş olan müelliflerden biri Gülşehrî (ö. 1317’den sonra)’dir.
Kırşehir’in Gülşehir kasabasında yaşadığı için bu mahlası kulanmıştır. Asıl adı Süleyman’dır. Gülşehrî, Feridüddin Attar’ın Mantıku’t-tayr isimli eserini bazı ilave ve değişiklerle çevirerek Türkçe’ye kazandırmıştır. Eser, vahdet-i vücud anlayışını işleyen yaklaşık 5000 beyitlik bir mesnevidir. Gülşehrî’nin Türkçe ve Farsça başka eserleri de bulunmaktadır.
Yüzyılın önde gelen mutasavvıf şairlerinden biri, Garibnâme isimli eseriyle şöhret bulmuş olan Âşık Paşa (ö. 1332)’dır. Kırşehir’de doğmuş olup asıl adı Ali’dir. Soylu bir aileye mensuptur. Adı, Babaîler isyanına karışan Baba İlyas Horasanî’nin torunu; XV. Yüzyılın ünlü tarihçisi Aşıkpaşazâde’nin büyük dedesidir. Âşık Paşa, zahirî ve batınî ilimleri tahsil etmiş, babasının ölümü üzerine Kırşehir’deki zaviyede şeyh olmuştur.
Âşık Paşa’nın [b]Garibnâme[/b] isimli eseri aruzun fâilâtün fâilâtün fâilün kalı- bıyla yazılmış dinî- tasavvufî öğütler içeren bir mesnevîdir. Yazımı 1330 yı- lında tamamlanmıştır. Eserin matematiksel bir düzeni vardır. Başlıca on bö- lüme, her bölüm ayrı ayrı on kıssaya yer vermiştir. Beyit sayısı on iki bin olarak bilinmekle birlikte eser üzerinde çalışanlar farklı sayılar ileri sürmüşlerdir. Garibnâme’yi yayımlayan Kemal Yavuz 10.613 beyit tespit etmiştir (Yavuz, 2000).
Garibnâme, Allah aşkı, peygamber sevgisinden alimlere saygı ve muhabbete; hastalıklar ve çarelerinden aile, toplum ve devlet anlayışına uzanan oldukça geniş ve çeşitli konu kadrosuna sahiptir. Yavuz’un tepsilerine göre işlediği konu sayısı 550’yi bulmaktadır. Âşık Paşa’nın Garibnâme’den başka Fakrnâme, Vasf-ı Hal, Kimya Risalesi, Sema Risalesi ve Tasavvuf Risalesi adlı eserleriyle muhtelif şiirleri vardır.
Garibnâme’nin sanat düşüncesinden ziyade okuyanları bilgilendirme amacına yönelik olarak yazıldığı aşikârdır. Bununla birlikte şairin samimi üslubu okuyucularda tesir uyandıracak niteliktedir. Garibnâme ayrıca, Süleyman Çelebi’nin mevlid manzumesine kaynaklık eden eserlerden biridir. Âşık Paşa’nın Türkçeye verdiği değer onun eserinin kıymetini artırmaktadır. Türk dilinin hakir görüldüğü bir dönemde her türlü eleştiriye göğüsleyerek, halkı Hak’tan mahrum etmemek için eserini Türkçe yazmıştır.
Âşık Paşa’nın oğlu Elvan Çelebi (ö. 1368) de mutasavvıf bir şairdir. Bugün Çorum’un Mecitözü ilçesine bağlı, kendi adıyla anılan köyde yaşamıştır. Menâkıbü’l-kudsiyye isimli 2081 beyitlik bir mesnevisi bulunmaktadır. On dördüncü yüzyılda yetişen dinî edebiyatın temsilcilerinden biri Erzurumlu Kadı Mustafa Darîr’dir. Gözleri görmediği için anadan doğma kör anlamına gelen “Darîr” lakabını kullanmıştır. Hafıza gücüyle ilimleri tahsil ederek kadılık makamına ulaşmıştır. Onun en mühim eseri, İbn Hişam, Vakıdî gibi siyer müelliflerinin eserlerinden yararlanarak meydana getirdiği altı ciltlik Siretü’n-Nebî‘dir. Himayesinde bulunduğu Mısır meliki Mansur Ali’nin isteği üzerine yazmıştır. Eser, mensur olmakla birlikte zaman zaman manzum parçalar da ihtiva etmektedir. Konusu itibarıyla Türk İslâm edebiyatında siyer türünün müstakil bir örneğidir.
Âşık Paşa’nın eseri gibi Süleyman Çelebi’nin mevlid manzumesine kaynak oluşturmuştur. Darîr’in Siretü’nNebî’den başka Fütuhu’ş-Şam Tercümesi, Yüz Hadis Tercümesi ve Kıssa-i Yusuf isimli eserleri vardır.
Türk İslâm edebiyatına dair bu yüzyılda eser veren diğer temsilcilerini de şöylece sıralayabiliriz. Âzeri sahasında olmakla birlikte Seyyid Nesimî (ö. 1404) Türk tasavvuf edebiyatının bu asırdaki en büyük şairlerinden biridir. Hurufiliğin kurucusu Fazlullah-ı Hurufî (ö. 1393)’ye intisap etmiş, onun fikirlerini savunmuştur. İnancı yüzünden Halep’te derisi yüzülerek öldürülmüştür.
Divan şiirinin öncülerinden olan Ahmedî (ö. 1412), İskendernâme isimli meşhur mesnevisine dinî edebiyata ait bir tür olan “Mevlid” manzumesini eklemiştir. Yine Ahmedî’nin kardeşi Hamzavî’nin Hz. Muhammed’in amcası Hz. Hamza’nın kahramanlıklarını konu edinen Hamzanâme isminde mensur bir eseri vardır. Bunlardan başka yüzyılın dikkate değer simaları arasında Kıssa-i Yusuf isimli mesnevisi ile Sulu Fakih’i, Hz. Ali Gazavatnâmeleri ve Muhammed Hanefi Cenknâmeleri’nin müellifi Dursun Fakih (ö. 1331’den sonra)’i, Hacı Bektaş-ı Veli’nin Makalât’ını Türkçeye tercüme ettiği rivayet edilen ve Yunus tarzı şiirleriyle tanınan Said Emre’yi ve Hacı Bektaş’ın takipçilerinden olup Nasihatnâme’siyle tanınan Abdal Musa’yı sayabiliriz.
|