Doğrudan Dinî Kaynaklar - Kur’ân–ı Kerîm

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Çevrimdışı Ders Hocası

  • Hocanın Biri
  • *******
  • Join Date: Eki 2016
  • Yer: Hatay
  • 63863
  • +526/-0
  • Cinsiyet: Bay
    • Arif Arslaner
Doğrudan Dinî Kaynaklar - Kur’ân–ı Kerîm
« : 27 Şubat 2018, 14:02:22 »
Kur’ân-ı Kerîm, İslâmî Türk edebiyatına şeklinden, muhtevasına,
sanat değerinin belirlenmesini sağlayan edebi sanatlarla (belâgat)
ilgili ölçülerinden, bazı türlerin doğmasına
kadar hemen her alanda esas vasfını veren birinci ve en önemli kaynaktır.
Ayrıca Kur’an’ın belâgat yönüyle fevka’l-beşer, üstün bir îcaza sahip
olması, onu rehber edinen toplumların edebiyatları için de her yönüyle en
seçkin örnek kabul edilmesini sağlamıştır.

Öncelikle belirtmek gerekirse, Kur’an geniş ve zengin muhtevasıyla İslâmî
Türk Edebiyatının hemen bütün malzemesini teşkil etmiştir. Bunun
boyutlarını anlamak için Kur’an’ın Türk kültüründe yer etmiş en kapsamlı
tanımına kulak vermek açıklayıcı olacaktır. Aslında bağlamı farklı olmakla
birlikte halkın, Kur’an’ın muhteva bakımından hudutlarının genişliğini anlatmak
için bizzat bu ilâhî kitaptan aktardığı “kuru ve yaş her şey bu apaçık
kitapta mevcuttur” şeklindeki kapsayıcı bir ifade (el-En’am 6/59) dikkat çekicidir.
Bu tanımlama, hayatını, ilim, kültür ve sanatını Kur’an’a göre şekillendirmeyi
hedef alan müslüman topluluklar arasında özellikle de, müslüman
Türk halkının hayatında ve kültüründe ilâhî kitabın ne kadar çok yönlü ve kuşatıcı
bir yeri olduğunu en kapsamlı v şekilde ortaya koymaktadır. Tabii olarak
edebiyat ve sanat da bu geniş çerçevenin derin etkisi içinde kalmış ve ondan
büyük ölçüde faydalanmış ve edebî metinlerde yer verdiği kâinat, mahlûkat, geçmiş ümmet ve milletler, onların peygamberleri ile başlarından
geçmiş olaylar, ibret verici kıssalar v.b. gibi hemen bütün malzemeyi bu
kaynaktan derleyip işlemiştir.

Kur’an ayrıca, Türk edebiyatının günümüz ifadesiyle edebî sanatlar, eski
ve özel ifadesiyle de belâgat anlayışını temellendirmiştir. Çünkü Arap dilinin
belâgati, aslında kendisi de bir söz mucizesi olan Kur’ân-ı Kerim’den, onu
daha iyi anlama zaruretinden doğmuş, belâgat ilmi en güzel örneklerini ilâhî
kelâmın eşsiz ifadelerinden oluşturmuştur. Nitekim Osmanlı-Türk dünyasında
belâgat eğitimi, Cevdet Paşa’nın Belâgat-i Osmaniyye’yi (İstanbul 1209)
kaleme alarak ilk defa klasik İslâm belâgatini tam kadrosuyle veren ve örnekleri
Türkçe olan bir eser ortaya koymasına kadar, asırlarca hem Arapça hem
de misalleri Kur’an’dan ve Arap edebiyatından derlenmiş eserlerin telifi,
şerh, haşiye ve talikatlarının yazımı ve okutulmasıyle gerçekleştirilmiştir.
Kur’an’ın Türk dili tarihi bakımından çok önemli olan bir başka etkisi de,
Türkçe Kur’an tercümeleri sebebiyle ortaya çıkmıştır. Bu alanda oldukça geniş
bir malzeme ve bilgiye sahip olduğumuzu, bunu da Kur’an’a borçlu olduğumuzu
belirtmeliyiz.

Türkçe Kur’an tercemeleri ve bunların Türk dili ve edebiyatı bakımından önemi
hakkında geniş bilgi için bu konuda kıymetli araştırmalar yapmış olan
Abdülkadir İnan’ın Makaleler ve İncelemeler (Ankara 1991, s.128-186) adlı
eserine bakılmalıdır. 

Elde mevcut en eski yazmaları on üç ve on dördüncü asırlara ait olan ve
XI. yüzyılda tercüme edilmiş bu metinler, özellikle Türk dilinin kelime kadrosu
ve gramerine ait zengin araştırma alanlarından birini, “Türkçe Kur’an
Tercümeleri” sahasını teşkil etmektedir. Bu arada, son yıllarda belirli bir ilgiye
mazhar olsa da henüz yeterince incelenmemiş bir diğer alan olarak Türkçe
tefsirlerin de aynı öneme sahip oldukları, araştırmacıların ilgisini bekledikleri
belirtilmelidir.

Ferişteoğlu ve Kanun-ı İlâhî vb. gibi Kur’an lügatleri de yine Kur’an’ın
etkisiyle, onu en iyi şekilde anlama niyetinden ortaya çıkmış ve Türk dili tarihi
bakımından eski ve değerli malzemelerin bir araya toplanmasına imkân
vermiştir.
Edebiyatımıza kazandırdığı başlıbaşına manzum tür ve eserlere geçmeden
önce Türk nesrinde Kur’anın örnek alınışına da dikkat çekmek gerekmektedir:

Eski Türk edebiyatında inşâ adıyla anılan nesir dilinde Kur’anın, cümle
kuruluşundan metnin örgüsüne kadar geniş bir etkiye sahip olduğu görülmektedir.
Nitekim “sözlerin en güzeli” olan bu mukaddes ve taklid edilemez örnek
ana özellikleriyle Türk nesrine aktarılarak ta Dede Korkut Hikayeleri’ndeki
sade nesirden başlayarak, Sinan Paşa ve emsâli gibi büyük sanatkârlar
elinde çok âhenkli ve zevkle okunup-dinlenen eserler vermiştir. Banarlı
bunun sebebini, “Kur’an diliyle daha iyi anlaşan ve sözün mûsıkîleşmesinden
büyük zevk alan Anadolu Türkçesi’nin Türk halk edebiyatındaki kafiye ve aliterasyon
an’anesinden istifade etmesidir.” şeklinde açıklayarak, Kur’an âyetlerindeki
ahengin en önemli unsurunu teşkil eden fasılaların seci adıyla Türkçe
cümlelerin iç yapısıyla sonlarındaki ahenge etkisinden kaynaklandığını
izah etmektedir.

Kur’an’ın Türk nesri üzerindeki bir başka önemli etkisi de âyetlerin asıl
ibâreleriyle Türkçe’nin cümle yapısına girmiş olmasıdır. İktibas, istişhad denilen
edebî sanatlara başvurarak manayı en güzel, en kuvvetli ve etkileyici
biçimde kullanılma olarak vasıflandırılacak bu anlayış Kutadgu Bilig’in mukaddimesiyle
başlayıp Rabgûzî’nin Kısasü’l-enbiyâ’sı ile gelişerek Anadolu
sahasında Behçetü’l-hadâik, Merzuban-nâme, Tazarru’ât gibi eserlerle gelişmiştir.
Hatta Veysî ve Nergisî’den Namık Kemal, Muallim Nâci ve Ziya
Paşa’nın eserlerine kadar her devirde çeşitli örnekleri görülen bu ifade tarzı,
mânayı en güzel ve kesin bir şekilde anlatmak bakımından önemlidir.
Kur’an’ın Türk şiir ve nesrine kazandırdığı bu ifade tarzının daha iyi anlaşılması
için şu örnekler izerinde düşünmek yeterlidir:

“Hâk-i pâyin olduğum gördü dedi kâfir rakîb
Taş ile bağrın döğüp ‘yâ leytenî küntü türâb”

beytinde “aşığı sevgilisinin ayağı altındaki toprak olarak gören kâfir rakibin”
kıskançlığını ve pişmanlığını ifade için, tıpkı Nebe Sûresindeki (78/40) âyette
yer alan, kıyamet gününde, dünyadayken yaptıklarına pişman ‘kâfirler gibi’
taşlarla bağrını döğüp ‘keşke toprak olaydım’ diye döğünmesini ifade eden
‘yâ leytenî küntü türâb’ kısmı vezne uygun bir şekilde mısraa yerleştirilerek
beytin mânası te’kid edilmiş, itiraza yer kalmayacak şekilde kuvvetlendirilmiştir.

“Nağme-i bülbül yine remz eyledi gülşende kim
Hâzihî cennâtü adnin fe’dhulûhâ hâlidîn”

beytinde Ahmed Paşa, Tâhâ sûresindeki (20/76) ‘cennâtü adnin / adn cennetleri’
kelimelerinin başına Arapçada ‘bu’ mânasına gelen ‘hâzihî’ kelimesini
eklemiş, ardından da ‘fe’dhulûhâ hâlidîn / ebedî olarak kalmak üzere
oraya girin’ mânasında Zümer sûresinde yer alan (39/73) âyetin bir parçasını
öncekiyle birleştirerek son beyti meydana getirmiştir. Böylece Sultan
Bâyezid için yazılmış olan bu bahariyyedeki beytin mânası “Bahar geldiğinde
gül bahçesinde öten bülbüllerin nağmeleri ‘işte bu bir cennet bahçesidir.
Haydi oraya girin ve ebedî olarak kalın’ mânasını vermektedir” demek olur.

Kur’an âyetleri beyitlerde bazan sadece meâlen veya mânaya telmih olarak,
bazan “rahmet âyeti, fetih âyeti, secde âyeti” gibi isimleriyle, bazan “tâ-
hâ, ve’l-leyl, ve’d-duha, yâsîn, kevser, ihlâs, Yusuf, neml” gibi sûre adlarıyla,
bazan da “elif lâm, elif lâm mîm, nûn ve’l-kalem” gibi sûre başlarında
yer alan ve mukattaât denilen, rumuzlu mânalar taşıyan harflerin anılmasıyla,
bazan ise sadece mânalarının iktibasları sûretiyle yer almıştır.

Aydınlı Dede Ömer’in tevşih olarak bestelenmiş meşhur na’tinin makta
beyti olan:

“Ve’d-duhâ virdine ve’l-leyl okuram sünbülüne
Rûşenî virdi budur küllü gadâtin ve aşiy”

beytinde adları zikredilen Duhâ (93) ve Leyl (92) sûrelerinde Hz. Peygamber’in
İslâmiyet’i insanlara getirişi karanlıktan aydınlığa geçişe benzetilerek
anlatıldığından, şair tarafından da ismen beyte yerleştirilmiştir. İkinci mısraın
sonundaki Arapça cümle ise “küllü” kelimesi hariç En’am (6/5) ve Kehf
(18/28) sûrelerinden kısmen iktibas edilmiş âyet parçalarıdır. Nesîmi’nin bir
na’tindeki:

“Vasfını ve’n-necmi, ve’ş-şemsi, tebârek söyledi
Şânına Tâ-hâ vü Yâ-sîn geldi Hak’dan beyyinât”

beytinde ise Hz. Peygamber’le alâkalı belli başlı sûre adları zikredilerek onun
vasıflarının, isimleri anılan sûrelerde topluca anlatıldığı ifade edilmek istenmiştir.

Türk-İslâm edebiyatının en zengin türlerinden biri olan Tevhidler ile
Münacaatlar hakkında ileride geniş bilgi verileceğinden şu kadarını söyleyebiliriz.
Bu türler, özellikle tevhid Kurân’ın tebliğ ettiği ana fikirden doğmuştur.
Yani doğrudan Kur’andaki Allahın varlığı, birliği, esmâ ve sıfatı ile
bunları kâinattaki tezahürleri karşısında insanın aczi ve Allah’a sığınması,
dua ve münacatta bulunması hakkındaki âyetlere dayanmakta, bunların mana
ve lafızlarından hareketle şair ve ediplerin hayal-hanelerinden süzülerek beslenen
estetik unsurlarla lafza aktarılmış, nazma yahut nesre çekilmiştir.

Kur’an hakkında, bu mukaddes kitabın tanınması, sevilmesi, emir, yasak
ve tavsiyelerinin benimsenmesi hakkında kaleme alınmış müstakil manzumeler
de bir hayli yekûn tutar. Bu şiirler Kur’an’ın bizzat kendisi hakkında sanatkârın
muhayyilesine ilham ettiği düşüncelerin edebiyatımızın estetik ölçü-
leriyle harmanlanmasından doğmuştur.

İsmail Safa’nın:
“Bir şâhika balasına inseydi kitabın
Ey kahir-i mübdi’
Eylerdi serâpâ cebeli havf-i hitâbın
Hâşi’, Mütesaddi’

mısralarıyla başlayan Kitabullah şiiri bunların son devirde kaleme alınmış en
güzellerinden biridir. Şair bu mısralarda Haşr suresinin (59) 21. âyetini nazmen
ve çok güzel bir şekilde tercüme etmiş, ayetteki hâşi’ ve mütesaddi’ kelimelerini
son mısraya ustaca yerleştirerek güzel bir iktibas örneği de vermiştir.

Mehmed Âkif’in yayımlanan ilk şiirlerinden biri:
Ey nüsha-i cânı ehl-i dînin
Ey nâsih-i şânı münkirînin”

mısralarıyla başlayan 28 beyitlik Kur’ân’a Hitab’tır. Bu şiiri dışında seçtiği
âyetlerin mânasını müstakil manzumeler halinde nazma çekerek bu tarzı geliştiren
Mehmet Âkif, Safahât’ında bu tarz bir çok şiire yer verdiği gibi, pek
çok beytinde de Kur’anı anlatan, geleneksel çizgide beyitler kaleme almış, bu
yüzden Kur’an şairi olarak tanınmıştır.

Türk-İslâm edebiyatı metinlerinin büyük çoğunluğu doğrudan veya dolaylı
olarak tasavvufla bağlantılıdır. Tasavvufî düşünce ve yaşama biçiminin
esası, Kur’anda zühd ve takva kavramları etrafında yer almıştır. Bu konulara
temas eden birçok sûre ve âyet, manzum-mensur, lirik-didaktik tasavvufî veya
edebî pek çok esere ve metne intikal etmiştir. Bu durum âyetlerin tasavvufî
manalarının daha geniş çevrelere yayılmasına, mutasavvıf şairler yanında,
sanatkâr hüviyetleri gereği, sözün yoruma açık söylenmesinden hoşlanan diğer
şuarayı da farklı ölçülerde etkilemesiyle neticelenmiştir. Hatta tasavvufla
irtibatı olsa da olmasa da bütün şairler, bu âyetlerden istifade etmek; telmih,
iktibas, istişhad, irsal-i mesel gibi sanatların gösterilmesinde bu malzemeden
faydalanma imkânı bulmuştur. Bir başka deyişle tasavvuf edebiyatımıza
her yönüyle önce Kur’an kaynaklı olarak girmiştir.

Kur’an’ın dışındaki kaynaklar da yine onunla yakın irtibatlı ve
Kur’an’dan geniş çapta etkilenmiş, onu tamamlayan ve daha iyi anlaşılması-
na imkân veren kaynaklardır. Bu kaynakların başında Hadis veya sünnet
gelmektedir.