Kur’ân-ı Kerîm’de bazı peygamberlere verilen mûcizelere temas edilmiştir. Hz. İbrahim, kavminin tapınmakta olduğu putları gizlice kırınca kavmi, daha önce sarfettiği bazı ifadelerden zaten bu işe niyetli olduğunu bildiklerinden, onu sorumlu tutmuşlar ve cezalandırmaya karar vermişlerdir. Bu cezalandırmayı da ateşte yakmak suretiyle belirlemişler ve onu yaktıkları büyük bir ateşe atmışlardır. Fakat Allah: “Ey ateş! İbrahim için serinlik ve esenlik vesilesi ol!” buyurmak suretiyle onu ateşin yakıcılığından kurtarmıştır. Böylelikle Cenâb-ı Hak, putperestlerin Hz. İbrahim’e tuzak kurma teşebbüslerini hüsrana uğratmış, İbrahim’i Lût ile birlikte kavimlerinin bulunduğu yörelerden alarak daha emin ve daha bereketli bölgelere ulaştırmıştır (el-Enbiyâ 21/68-71).
Hz. Salih Semûd kavmini Allah’a karşı gelmekten sakınmaya ve O’na itaat etmeye çağırmış, fakat onlar bu çağrılara kulak vermeyip kendisini büyülenmiş olmakla suçlamış ve bir mucize getirmesini isteemişlerdir. Bunun üzerine Salih mucizesini şöyle sunmuştur: “İşte (mucize) bu dişi devedir; onun bir su içme hakkı vardır, belli bir günün içme hakkı da sizindir. Ona bir kötülükle ilişmeyin, yoksa sizi büyük bir günün azabı yakalayıverir” dedi.” Deve kavmin içinde belli bir süre yaşamış fakat bir süre sonra içlerinden kötü niyetli bazı insanlar deveyi kesmişler, bunun üzerine şiddetli bir zelzele ile mahvedilmişlerdir (eş-Şu’arâ 26/141-156).
Kur’an’da Hz. Ya’kub ile ilgili olarak da bir harikulâde olaydan bahsedilir. Ya’kub’un oğulları yıllardır ayrı oldukları ve kendisinden de hiç haber alamadıkları kardeşleri Yusuf’u belli merhalelerden sonra bulurlar. Bunu babalarına müjdelemek için Mısır’dan ayrıldıklarında onlardan çok uzakta bulunan Ya’kub etrafındakilere: “Eğer bana bunamış demezseniz inanın ben Yusuf’un kokusunu alıyorum!” demiş. “Onlar da: “Vallahi sen hâlâ eski şaşkınlığını bırakamadın” diye karşılık vermişlerdir. Nihayet Yûsuf’un gömleğini taşıyan müjdeci gelip onu Ya’kub’un yüzüne koyunca âma gözleri hemen görmeye başlamıştır (Yûsuf 12/94-96).
Hz. Musa’nın da İsrailoğullarını Mısır’dan çıkararak Firavun’un elinden kurtarmak için verdiği mücadeleler esnasında pek çok mucize gösterdiği belirtilir. Allah Mûsâ’yı Firavun’a göndermeden önce onu bir anlamda bu göreve hazırlamış ve kendisine asâ mûcizesi ile parlayan el (yed-i beyzâ) mûcizelerini vermiştir (Tâhâ 20/17-23; en-Neml 27/12; el-Kasas 28/32). Firavun ve etrafındakiler Hz. Musa’nın göstermiş olduğu mucizeleri sihir olarak nitelendirip kendi sihirbazları ile yarışmaya davet etmişlerdir.
Düzenlenen bir yarışmada sihirbazlar maharetlerini sergilemişler, ip ve sopaları koşuyor gibi göstermeyi başarmışlardır. Gördüğü manzaralar karşısında içinden korkmaya başlayan Musa’ya Allah Teâlâ korkmamasını, üstün gelecek olanın kesinlikle kendisi olduğunu bildirmiş ve ona: “Sağ elindekini at da, onların yaptıklarını yutsun. Yaptıkları, sadece bir büyücü hilesidir” buyurmuştur. “Bunun üzerine sihirbazlar secdeye kapanmış “Harun’un ve Musa’nın Rabbine iman ettik” demişlerdir (Tâhâ 20/65-70).
Musa hakkında Kur’an’da yer alan bir başka harikulâde olay da asası ile denizi yarmasıdır. O, İsrailoğullarını Mısır’dan gizlice kaçırmış, fakat Firavun ve adamları arkalarına düşerek kendilerine yetişmiştir. İsrailoğulları bir ara nerede ise yakalandıklarını sanmışlardı. Bunun üzerine Allah: “Asan ile denize vur!” diye vahyetmiş, Musa Allah’ın emrini yerine getirince deniz yarılmış ve kavmi karşıya geçip kurtulmuştur. Ötekiler de İsrailoğullarını yakalamak düşüncesiyle denize girmiş ancak hepsi de boğulmuştur (eş- Şu’arâ 26/63-66).
Yine Hz. Musa kavmiyle birlikte Mısır’dan çıkıp çölde ilerlerken suya ihtiyaç duyulmuştu. Allah’ın emriyle asasını taşa çarpmış, taştan oniki göze su fışkırmıştır. Yine onlara Allah tarafından kudret helvasıyla bıldırcın eti indirilmiş ve bunlarla beslenmişlerdir (el-A’râf 7/160). Hz. Süleymân hakkında da karıncanın konuşmasını anlaması, kuşlarla konuşması, Sebe’ melikesinin tahtının çok kısa bir süre içinde getirilmesi gibi hârikulâdeler zikredilmiştir (en-Neml 27/18-42).
Hz. İsa’nın mucizeleri genelde tıbbî konularda cereyan etmiştir. Çamurdan yaptığı kuşa üflediğinde canlanması, körü ve alacalıyı iyileştirmesi, ölüleri diriltmesi, insanların evlerinde ne yeyip, ne biriktirdiklerini bilmesi, havârîlerine gökten sofra indirmesi Kur’an’da onun nübüvvetinin doğruluğuna delil teşkil eden mûcizeler olarak anlatılmıştır (Âli İmrân 3/49; el-Mâide 5/110-115).
Son peygamber Muhammed aleyhisselâmın en büyük mucizesi ise Kur’ân-ı Kerîm olmuştur. Kur’an’ın çeşitli âyetlerinde benzerini getirmek yönünde insanlara meydan okumalar tekrarlanmış, Allah Teâlâ’dan başka her hangi bir kimsenin de Kur’an’a denk olan bir metin getirmesinin mümkün olmadığı kesin bir şekilde ifade edilmiştir (Yûnus 10/38; el-Bakara 2/23-24).
Müslüman âlimler Kur’an’ın Hz. Peygamberin en büyük mucizesi olduğu hususunda görüş biriliğine varmışlardır. Hatta bu konuda “ i’câzü’l-Kurân” isimli müstakil eserler kaleme alınmıştır. Kur’an açısından bakıldığında Mekkelilerin Hz. Muhammed’den önceki peygamberlerin gösterdiği gibi hissî mucizeler göstermesi yönündeki isteklerinin geri çevrildiği anlaşılır. Hatta muhtelif âyetler onların talep ettiği mûcizelerin türünü de haber vermektedir:
“Onlar: Sen, dediler, bizim için yerden bir kaynak fışkırtmadıkça sana asla inanmayacağız. Veya senin bir hurma bahçen olmalı; öyle ki, içlerinden gürül gürül ırmaklar akıtmalısın. Yahut iddia ettiğin gibi, üzerimize gökten parçalar yağdırmalısın veya Allah’ı ve melekleri gözümüzün önüne getirmelisin. Yahut da altından bir evin olmalı, ya da göğe çıkmasılın...”( elİsrâ 17/90-93).
Bu konuda Kur’an’ın genel tavrı ilginçtir. Bu tür isteklere karşı önceki milletlerin inkârcılığı hatırlatılmış, her türlü mucizeye karşı inatlarından vazgeçmeyecekleri bildirilmiş, Kur’an’ın bir mucize olarak yeterliliğine ve ebedîliğine dikkat çekilmiştir. Öte yandan diğer hissî mucizelerin geçicilikleri, belli bir zaman ve mekâna bağımlılıklarının yanında Kur’an’ın i’câzının devamlılığına işaret edilmiş, her türlü mucizeden daha önemli olduğu hususu önemle vurgulanmıştır.
Kur’an’daki verilerden hareket edildiğinde Hz. Peygamber mucize olarak aklî mahiyet taşıyan Kur’an’ı takdim ettiği sonucu çıkmakla birlikte âlimlerin çoğu ona bir takım hissî mucizeler de atfetmektedirler. Bunun yanında Kamer Sûresi’nin “Kıyâmet yaklaştı ve ay yarıldı” (el-Kamer 54/1) şeklindeki ilk âyeti diğer kaynaklarda Resûl-i Ekrem’e atfedilen “ayın yarılması” mûcizesine delâlet ettiği yönünde yorumlanmıştır.
İsrâ ve Mi’râc olayına gelince Kur’an sadece İsrâ’yı (Peygamberimizin Mescid-i Haram’dan Mescid-i Aksâ’ya naklini) (el-İsrâ 17/1) haber vermektedir. Mi’râc (göklere çıkış) hadisesi ise hadislerle sabit olmuştur. Son dönem âlimleri, öncekilere göre hissî-aklî mûcize ayrımına daha çok vurgu yapmış ve aklî mucizelere önem vermişlerdir.
Kur’an’da mucizeyle ilgili olarak üzerinde durulması gereken diğer bir nokta mucizenin tamamen Allah’ın iradesine bağlı olarak cereyan etmesidir (er-Ra’d 13/38). Mucize göstermek peygamberlerin istediği anda kullanabildikleri bir kabiliyet değildir, onlar her konuda olduğu gibi bu hususta da Allah’ın iradesine teslim olmak durumundadırlar. Nitekim Kur’an’da inkârcıların mûcize taleplerinin, bunun ilâhî kudret çerçevesinde olduğu zikredilerek geri çevrildiği görülmektedir (el-En‘âm 6/109: elAnkebût 29/50-51).
|