Dil bilginleri şeytan kelimesinin “yanmak, helâk olmak, aşırı derecede kızmak” anlamlarına gelen “şeyt” mastarından ya da “uzak olmak, muhalefet etmek” anlamlarına gelen “şatn” kökünden gelebileceği üzerinde durmaktadırlar. Hangisinden gelirse gelsin kelimenin olumsuz bir mana ihtiva ettiği açıktır. Birinci kökten geldiği takdirde şeytan, “ateşten yaratılmış, helâke uğramış, yüzü sararmış ve kanı çekilmiş varlık”, ikinci kökten türediği kabul edildiğinde ise “hayırdan ve rahmetten uzaklaştırılmış, şerde ileri giden, haddi aşan varlık” anlamına gelmektedir. Terim olarak ise şeytan; “ateşten yaratılan, insanları saptırmaya çalışan, azgın, kibirli ve gözle görülmeyen ruhanî varlık” şeklinde tanımlanmaktadır.
Kur’ân-ı Kerîm’de bu manada geçen İblis kelimesinden iki önemli olay etrafında bahsedilmektedir. Bunlardan ilki, Hz. Adem’in yaratılması sırasında meleklerin Allah’a secde etmesinin emredilmesi, ancak buna karşılık İblis adındaki varlığın kibirlenerek bu emre itaatsizlik etmesi ve bu sebeple Allah’ın rahmetinden kovulmasıdır. Diğeri ise İblis’in Cennet’te Adem ve Havva’yı kandırarak yasak meyveden yemelerini temin etmesi ve bunun üzerinde onların Cennet’ten kovularak yeryüzüne inmelerine sebep olmasıdır (bk. el-Bakara, 2/34-38; en-Nisâ, 4/118-120; el-A’râf 7/11-25).
Kur’ân’da İblîs’in mahiyeti hakkında fazla bilgi verilmemekle birlikte ateşten yaratıldığı vurgulanmaktadır. O, şeytan cinsinin ilk ferdi olarak Âdem’e secde etmeme nedeni sorulduğunda; ateşten yaratıldığını ve bu nedenle Âdem’den üstün olduğunu belirtmektedir (el-Hicr 15/32-35). Kur’an’da İblis’in cinlerden olduğu belirtilmekle birlikte İslâm âlimleri bu konuda farklı görüşler ileri sürmüşlerdir. Bir görüşte şeytanın başlangıçta melek iken Allah’ın emrine karşı gelmesi sonucu bu rütbeyi kaybettiği belirtilmektedir. Bir diğer görüşte ise onun cinlerin atası olduğu iddia edilmektedir. Bazı âlimler ise şeytanın melek ve cin dışında üçüncü bir tür ruhanî varlığı nitelediğini söylemekte, İblîs’i ise bu türün ilk örneği olarak göstermektedirler.
İnsanoğluna, onu yüksek ve ruhanî bir seviyeye yükseltecek ulvî duygular yanında onu aşağıların aşağısına düşürecek türden süflî duygular da verilmiştir. Allah Teâlâ hayat sarkacının bu iki tarafına karşılık, insanları iyiye ve güzele yöneltmesi için melekleri, kötülüğe sevketmesi için ise şeytanları yaratmıştır. Şeytanın vazifesi insanda mevcut olan bu arzuları uyandırmaktır. Kur’an’da onun bu durumu şöylece haber verilmektedir: (Şeytan) Dedi ki: "Senin izzetin adına andolsun, ben, onların tümünü mutlaka azdırıp kışkırtacağım. Ancak onlardan muhlis olan kulların hariç! (Allah), "İşte bu haktır ve ben hakkı söylerim" dedi. Andolsun, senden ve içlerinde sana tabi olacak olanlardan tümüyle cehennemi dolduracağım!" (Sâd, 38/81-85).
Buna karşılık insanın, tümüyle şeytanın aldatmasına terk edilmediği, ilâhî vahye gönül bağlayanların onu mağlûp edebilecekleri bildirilmektedir: “Âdem, Rabbinden birkaç kelime telakki ederek tövbe etti. Allah da tövbesini kabul etti. Benden size ne zaman bir hidayet rehberi gelir de kim onun izinde giderse, onlara bir korku yoktur, onlar mahzun da olmazlar” buyurmaktadır” (el-Bakara 2/37).
Kur’ân-ı Kerîm’de şeytan kelimesi bir yerde cinlere ve insanlara nispet edilmiştir (el-En‘âm 4/112). Burada geçen “cin şeytanları” müminlerin yanında bulunarak onlara vesvese vermeye çalışan cinler; “insan şeytanları” ise insanlara vesvese veren, onlara küfür telkin eden, azgın ve aldatıcı kişilere işaret etmektedir. Bazı hadislerde, açık kaplara ve esneme sırasında insanın ağzına şeytanın girebileceği, bunun gibi onun insanın damarlarında gezinebileceği bildirilmektedir (Müslim, “Zühd” 56; Tirmizî, “Radâ” 17). Bu ifadelerden hareketle şeytanı, insan fıtratında mevcut olan kötülüğü emreden nefs-i emmâre olarak yorumlayanlar da olmuştur. Kur’an ve hadislerde yer alan bilgilerden, şeytanın dış âlemde varlığı bulunan bir yapıya sahip olduğu ve buradan insanları etkilemeye çalıştığı anlaşılmaktadır. Hâlbuki nefis insanın içindedir ve ona dışarıdan telkinde bulunmak söz konusu olamaz.
Şeytan, Allah’ın huzurundan kovulduktan sonra, Cenâb-ı Hak’tan cezasının kıyamet gününe ertelenmesini istemiş, bu isteğinin kabul edilmesi üzerine Hz. Âdem’den itibaren insanları hak yoldan uzaklaştırmak için elinden geleni yapacağını belirtmiştir. Kur’an, şeytanın insanoğlunun apaçık bir düşmanı olduğunu ve bu durumun kıyamete kadar devam edeceğini bildirmektedir. Şeytan bu sürede insanı Allah’ın yolundan çevirmek için çaba harcayacaktır. Bu amaçla o, insanlara fark edemeyecekleri bir yönden yaklaşmakta, dört bir taraftan kuşatarak ona kötülükleri güzel göstermektedir. Ayrıca şeytan boş kuruntular ve yalancı vaatlerde insanı kandırarak Allah’ın emirlerini çiğnetmeye çalışmakta, onu haram işlere teşvik etmekte, vesvese vermek, hile ve tuzaklar kurmak suretiyle insanları birbirine düşürmektedir.
Kur’an onun vesvese ve tuzaklarından Allah’a sığınmayı tavsiye buyurmaktadır (bk. en-Nâs 114/1-6).
Şeytanın ilmihal kitapları ile vaaz ve nasihate dair eserlerde karşı durulmaz bir güç olarak tasvir edilmesi ise doğru değildir. Bu türden bir anlayış insanları cebir ve ümitsizliğe iteceği için yanlıştır. Halbuki Kur’an’da onun tuzaklarının zayıf olduğu ve insanlar üzerinde bir yaptırım gücünün bulunmadığı bildirilmektedir (en-Nisa 4/76).
|