Vazife ile hürriyet arasındaki dengenin muhafaza edilebilmesi için vazifenin içeriğinin bir “fayda” boyutunun olması gerekir. Vazife, fayda esasında değil, fayda, vazifeyi yerine getirmenin bir neticesi olarak gerçekleşmelidir. O zaman vazife, faydayı sağlar. Böylelikle, vazifeyi sırf hayr (iyi) olduğu için yapabilecek olgunluğa henüz ulaşamamış insanlar da, onu ifa etmenin ne gibi faydalar sağladığını, en azından başka insanlarda görerek öğrenip ve bu cihetten faydayı düşünen insanların da vazifeye talip olması mümkün olabilir.
Burada hemen bir şeyi sırf hayr olduğu için yapma anlamındaki saf ahlâki tavır ile hayrı gerçekleştirmeye bazı faydaların yöneltmesi buluşmuş olmaktadır. Zaten en yüksek hayrın varlığı, özellikle insani varoluşu muhafaza ederek, onu Yaratıcısına yaklaştırma olduğunu dikkate aldığımızda, bunun aynı zamanda en büyük ve en yüksek fayda olduğu ortaya çıkar. Klasik faydacı ahlâk anlayışlarında ferdin ilkel çıkarlarının vurgulanması ve bunu daha sonra toplumsal fayda ile irtibatlandırarak, toplum için faydalı olanı ahlâki bir ilke olarak savunmalarını, hayrı dikkat dışı tutmaları sebebi ile yeterince ahlâki bulmayanlar, çok haksız da sayılmazlar.
Zaten hayır da esas itibariyle varlık ile irtibatlı olduğu ve mutlak hayrın varlık olduğu dikkate alındığı takdirde, hayrın aslında varlığı muhafaza etme anlamıyla mutlak faydayı içerdiği de ortaya çıkar. İslâm dininde mesela mekasidü’ş-şerî’a olarak ifade edilen beş maksad, esas itibariyle hep “muhafaza”ya işaret eder. Bunlar aklı muhafaza, dini muhafaza, nesli muhafaza, nefsi muhafaza ve nihayet malı muhafazadır. Dikkat edilecek olursa dinin amaçları olarak belirlenmiş olan ilkelerin hepsi, elde olanı muhafaza etme ve güçlendirip geliştirmeye matuftur. Bu durum hayr veya iyinin İslâm ahlâkı tarafından belirlendiği haliyle, sadece formel bir talep olmayıp, çok güçlü formel bir kısmı/ciheti olmakla birlikte, insanların hakiki menfaatlerini muhafaza eden bir muhtevasının da olduğu ortaya çıkmaktadır.
Son olarak Hilmi Ziya Ülken’in ahlâki değerleri de anlama konusunda epeyce ufuk açıcı olan bir ifadesini buraya alalım.
“Ortak duyu anlamıyla değer veya kıymet deyince bizim kendisine muhtaç olduğumuz, kendisini aradığımız, bizi tamamlayan bir şey anlarız.” (Hilmi Ziya Ülken, Bilgi ve Değer, Ankara: Kürsü Yay., ty., s. 218)
|