Dinin ahlâk ile irtibatı zahir olmakla birlikte, bunun nasıl anlaşılıp, anlatılacağı, yani temellendirileceği hususunda farklı tavırlar gelişmiştir. Bu tavırları, netice olarak aynı değerleri, aynı ahlâki hükümleri geçerli ve doğru kabul etmekle birlikte, bunların nasıl temellendirileceği hususunda geliştirilen tavır olarak, birbirinden tefrik etmek mümkündür. Bu cihetten iki ayrı ahlâk anlayışının, kendi içlerinde yine çeşitlilik arz ederek, çok sayıda ahlâk eserinin telifinde açığa çıksalar da, mevcut olduğu söylenebilir.
1. Faziletlerin kazanılması ve faziletli olma olarak ahlâk; 2. Kurallı yaşama ve kurallara uygun davranma olarak ahlâk. İslâm tarihinde bu iki anlamı ile de ahlâk bahis mevzuu edilmiştir. Birinci manası ile önce sufilerin “zühd” adı verilen hayatında ameli bir şekilde “dile” gelmiş ve daha sonra da felsefi ahlâk içerisinde nazari olarak temellendirilmiştir.
İkinci manası ile ahlâk, bir taraftan muhaddisler, diğer taraftan da fukahanın ilgi alanına girmiş; muhaddisler daha çok ayet ve hadisler üzerinden ahlâki hayatın kurallarını dile getirirken fukaha bununla ilgili sorunları özellikle fıkıh usulü eserlerinde ve kelam alimleri de kelam ve akaid kitaplarının muhtelif bölümlerinde nazari olarak ele almış ve ahlâki iyi ve kötünün semantik ve mantıki tahlilini yapmışlardır. Mesela: Nebî (s.a.v.)`in şöyle buyurduğu rivâyet olunmuştur: “İslâm câmi`asından bir müslüman bir ağaç diker de, onun mahsûlünden bir insan, yâhut bir hayvan yerse muhakkak o yenilen şey, ağaç sâhibi için sadakadır.”
Bu rivayette ağaç dikmenin “ahlâki bir fiil” olduğu ifade edilmiştir. Ağaç dikmek, bir fiildir. Bu fiili ahlâki kılan, bu fiil ile insanlar ve diğer canlıların bir irtibatıdır. Bu irtibat “yeme”dir. Yemek ise insanın canlılığını sürdürmesi için gerekli olan gıdanın alınması anlamına gelmektedir. Yani bir ağacın meyvesini yemek demek, varlığını sürdürmek için gıda almak demektir. O halde meyve veren bir ağaç dikmek, dolaylı olarak, insanların varlığını sürdürmeleri için bir şey yapmak anlamına gelmektedir. İnsan ağaç dikerken başka insanların ondan istifade etmesini düşünmüş olabilir veya olmayabilir; ancak dikilen ağaç, eğer bir meyve ağacı ise ve bu ağaç bir gün meyve verdikten sonra, bu meyveyi bir canlı yese, o zaman bu meyve o ağacı diken tarafından verilmiş bir sadaka konumuna yükselir.
“Bir hayra vesile olan, onu gerçekleştiren gibidir” hadis-i şerifi de bunu farklı bir cihetten ifade etmektedir. Yine benzer bir şekilde aşağıdaki Hadis-i Şerif’te böyle bir kuralı dile getirmektedir:
Rivâyete göre, Nebî (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: “Allah`a ve âhiret gününe îmân edip inanan kişi, komşusuna ezâ etmesin ve Allah`a, ahîret gününe îmân eden her kişi misâfirlerine ikram etsin ve Allah`a, âhiret gününe îmân eden her kişi hayır söylesin, yâhut sussun.”
Bu rivayette de, komşu, misafir ve insanın kendi konuşma imkanı ile irtibatı ahlâki bir mevzu olarak ele alınmaktadır. Hadis-i Şerif’in manası açıktır: mü’min komşusuna eziyet etmemeli, misafirine ikram etmeli ve konuştuğu zaman, hayırlı şeyler söylemeli. Burada dikkat edilecek olursa üç ayrı mesele ile ilgili üç kural zikredilmektedir.
Birinci kural kısaca: “komşuna eza etme” veya “komşuya eza etmek, mü’nine yakışmaz” veya “komşuya eza etmek, kötü bir davranıştır” şeklinde; İkinci kural: “misafirine ikram et” veya “mümine yakışan misafirine ikram etmektir” veya “misafire ikram etmek, iyi bir davranıştır” şeklinde; Üçüncü kural da benzer bir şekilde.
“konuştuğunda hayır söyle” veya “mü’mine yakışan konuştuğunda hayır söylemesi veya susmasıdır” veya “konuştuğunda hayır söylemek, eğer hayır söylemeyecekse, konuşmamayı tercih etmek, iyi bir davranıştır” şeklinde ifade edilebilir.
Bir insanın bu hadis-i şerifi her defasında hatırlayarak bu kurallara uygun davranması, ahlâklı davranması anlamına gelir. Ama eğer bu hadis-i şerife ittiba ederek yeterince uzun süre bu kurallara uymuş ve sonra, herhangi bir düşünceye ihtiyaç hissetmeksizin komşusuna eza etmeyen, misafirine ikram eden ve konuşurken lafına ve sözüne dikkate ederek, ya hayır söyleyen veya konuşmayan bir insan haline gelmişse, bu durumda da bu insan ahlâklı davranan bir insandır. İyi fiillerin insanda yerleşerek meleke haline gelmesi, kısaca bunu ifade etmektedir.
Her iki halde de ahlâk, Hz. Peygamber’de “en güzel örnek” bulunduğu ilkesine racidir. Birinci manası ile ahlâki yaklaşım, Hz. Peygamber’in görünen ve algılanan, zâhir fiillerinin anlamını ve bu anlamın dayandığı düzeni veya doğrudan anlamın düzenini tespit ederek, bu anlamlar üzerinden benzer durumlarda benzer bir şekilde davranmayı, benzer hallerde benzer fiilleri gerçekleştirmenin yöntemini araştırmışlardır. İkinci manası ile ahlâki yaklaşım ise, Hz. Peygamber’de zuhur eden fiillerin, onun derûnî halinin tabii bir neticesi olduğunu, benzer durumlarda benzer fiilleri gerçekleştirmenin, benzer bir hale sahip olmakla mümkün olacağını ifade eder.
|