İnsanın yaratılış amacı Allah’a kulluktur; namaz Allah’a kulluğun benzeri bulunmaz bir aracıdır ve dinin de direğidir. Normal hallerde müminler, farz vacip ve sünnetlerine riayet ederek namazlarını eksiksiz ve devamlı kılacaklardır. Bilinci yerinde olan her mümin, hastalık, yolculuk, savaş hallerinde bile, namazı terk etmeyecek imkânların elverdiği ölçüde –bazı rükünları eksilterek de olsa- bu görevi yerine getirecektir. Bu bölümde, hastalık, yolculuk ve savaşı da içine alan korkulu/tehlikeli hallerde, fertlere namazlarını edâ ederken tanınan kolaylık ve ruhsatlardan bahsedilecektir.
Kur’ân-ı Kerim’de, Allah’ın her şahsa, ancak gücünün yettiği kadar sorumluluk yüklediği (el-Bakara 2/286), dinde güçlük bulunmadığı (el-Hâc 22/78), hastalara her konuda kolaylıkların getirildiği (en-Nûr 24/61) ve ibadetin ayakta, oturarak ve yan üzere yatarak yapılabileceği (Âl-i İmrân 3/191) beyan edilmiştir. Hz. Peygamber de bedensel hastalığı bulunan bir kişiye: “Ayakta kıl, eğer buna gücün yetmezse oturarak, ona da gücün yetmezse yan yatarak kıl. Buna da gücün yetmezse sırt üstü yatarak kıl. Zira Allah kimseye gücünün üstünde bir şeyi yüklememiştir” (bk. Buhârî, “Taksîr”, 19; Ebû Dâvûd, Salât,175) buyurarak hastaların güçlerinin yeteceği şekilde namaz kılabileceklerini açıklamıştır.
Fıkıh bilginleri de, İslâm’ın kolaylık ilkesinden hareket ederek, ayakta durmaya gücü yetmeyen veya ayakta durması hastalığının uzamasına veya artmasına sebep olacağı anlaşılan bir hastanın, oturarak namazını kılabileceğini; oturmaya da gücü yetmeyenin, yanı üzerine veya arkası üstüne yatarak îmâ ile namazını kılabileceğini ifade etmişlerdir.“Îmâ”, namazda rükû ve secdeye işaret olmak üzere başı öne doğru eğmektir. Bu ayakta yapılabileceği gibi, oturarak, yanı veya sırtüstü yatarak da yapılabilir. Bir hasta, bir yere dayanarak namaz kılabildiği sürece, farz namazları oturarak kılamaz. Yine meselâ namazı bir süre ayakta kılabilecek gücü bulunan bir hasta, o kadar ayakta durur, bir miktar kıraatta bulunur, sonra oturarak namazını tamamlar. Hatta iftitâh tekbirini ayakta alabilen bir hasta, bu tekbiri ayakta alır, sonra oturup namazını kılar.
Oturarak namaz kılan kişi, rükû için başı ile eğilir ve secdeleri tam yapar. Ancak, böyle bir hasta, bedensel bir özrü bulunduğu veya hastalığı ağır olduğu için secdeye kapanamazsa, o takdirde rükû ve secdeleri îmâ ile yerine getirir. Oturarak namaz kılmaktan da aciz olan bir hasta, yüzü kıbleye gelecek şekilde sırtüstü veya yan yatarak îmâ ile namazını kılar. Ebû Hanîfe’ye göre, bir hasta başı ile îmâ yapmaya gücü yetmezse, gözü veya kalbi veyahut kaşları ile îmâ edemez; namazını erteler, iyileşince kazâ eder.
Ebû Yusuf’a göre bu durumda kalbi ile îmâda bulunamazsa da, gözleri ve kaşları ile îmâda bulunur. Bir grup fıkıh bilgini ise, îmâ ile namaz kılmaya dahi gücü yetmeyen bir hastanın aczi, bir gün ve bir geceden fazla sürerse, bu hastanın -aklı başında olsa bile- bu süreye ait namazlarının tamamen düşeceğini ileri sürmüşlerdir. Hanefîler’e göre bir gün ve bir geceden daha az süre baygın kalan kişi, bü süreye ait namazları kazâ eder. Bir gün ve bir geceden daha uzun süre baygın kalan kişinin ise, bu süredeki namazları düşer. Şâfiîlere ve Mâlikîler’e göre bu durum bir namaz vakti ile sınırlıdır. Hanbelîler’e göre ise baygınlık hali uzun da sürse bu halde kılınmayan namazlar kazâ edilir.
|