İbadetin Yükümlü Olma Şartları

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Çevrimdışı D®agon

  • Ezberletmez Öğretir
  • *******
  • Join Date: Mar 2008
  • Yer: Ankara
  • 11650
  • +524/-0
  • Cinsiyet: Bay
    • Arif Hocam
İbadetin Yükümlü Olma Şartları
« : 23 Ocak 2018, 16:28:13 »
İbadet insanın yaratılış gayesidir. Evrendeki bütün varlıklar yaratıcı olan
Yüce Allah’a ibadetle yükümlüdürler. Bunlar arasında insanın özel ve önemli
bir yeri vardır. Allah’ın esas muhatabı da insandır. Çünkü en geniş anlamıyla
akıl nimeti sadece ona verilmiştir. Aynı zamanda nimet ve imkânlarla
donatılmış olan evren onun istifadesine sunulmuştur. İnsan güçlü bir varlık
olsa da, her şeye gücü yetmemektedir. Belli noktalarda yetersizliği
bulunduğu için her zaman yaratıcısına, O’ndan yardım almaya ve iletişim
kurmaya muhtaçtır. İnsanın, sahip olduğu üstün özellikleriyle yetersizlikleri
arasında dengeyi sağlayacak en temel eylem ibadettir. Bu sebeple Kur’ân
insanın yaratılış gayesinin Allah’a ibadet olduğunu açıkça ifade etmektedir
(ez-Zâriyât 51/56). Aynı zamanda ibadetin en doğru yol ve yöntem olduğu da
Kur’ân’da defalarca anlatılmaktadır (Âl-i İmrân 3/51; Meryem, 19/36). Buna
göre insanın yaratılış gayesini yerine getirmesi için yapması gereken temel
görev, geniş ve özel anlamıyla ibadettir. İslâm’da ibadetin alanı geniş
tutulmuştur. Ancak keyfiliğe yer bırakmamak için namaz, oruç gibi
sistematik ibadetler denilen bir takım yükümlülükler belli özellikleri taşıyan
Müslümanlar için zorunlu kılınmıştır.

[b]Mükellef ve Şartları[/b]

İbadet önemli bir dinî yükümlülük olduğu için bunu yerine getirebilecek
nitelikteki kişilerden istenmektedir. İbadetle yükümlü ve sorumlu olan
kimselere “mükellef” yani yükümlü denir. Yükümlü olabilmek için akıl ve
beden bakımından belli bir olgunluğa erişmek gerekir. Buna âkil ve bâliğ
olma şartı denilir. Mükellef olabilmek için akıllı ve ergin olmak gerekir.

Bunun yanında mükellef olma ile ilgili başka bir kavram da ehliyettir.
Ehliyet, kişinin dinî ve hukukî bakımdan sorumluluk taşımaya elverişli
olmasıdır. Bu durumda olan kimseler artık kendi iradeleriyle hareket
edebilecek olgunluğa eriştikleri için yaptıkları fiillerden, söz ve
davranışlardan da kendileri sorumlu olurlar. Yaptıkları iyi işlerin sevap ve
mükâfatı, kötü işlerin ise günah ve cezası kendilerine ait olur. Dinin emir ve
yasaklarına muhatap olacak ehliyete sahip olmak için bir takım şartlar vardır.
Yaşıyor olmak bunların başında gelir. Diğer bir şart, akıl ve temyiz sahibi
olmaktır. Temyiz, iyiyi kötüden, yararlıyı zararlıdan ayırt etme özelliğidir.
Bunlar yanında teklif edilen dinî yükümlülüğü yerine getirecek güç ve
imkâna sahip olmak da gereklidir.

Kendi iradesiyle hareket edebilecek yaş ve olgunluğa gelmiş olan
mükellef kimselerin söz, fiil ve davranışları dinî bakımdan değerlendirmeye
tabi tutulur. Bu değerlendirme sonucunda her bir davranışa bir değer yargısı
ya da nitelik verilir. Mükellefin davranışlarına “mükellefin fiilleri” (ef’âl-i
mükellefîn), bu davranışlara dinin verdiği nitelik veya değer yargısına ise
“hüküm” denilir.

[b]Teklîfî Hükümler[/b]

Hükümler, fiilin mükellefin gücü dâhilinde olup olmaması ve hükmün
oluşmasında mükellefin katkısı bakımdan iki kısma ayrılır. Allah ve Resulü,
mükellef adı verilen sorumlu kimselerden bir fiili yapmalarını veya
yapmamalarını ister. Bazen de bir fiili yapıp yapmama arasında onları serbest
bırakır. Yapılması veya yapılmaması istenen fiil mükellefin gücü dâhilinde
ise, yani onu yapma veya yapmama imkânına sahipse bu gibi fiillere verilen
hükümler “teklîfî hüküm” adını alır. Mesela, “namaz kılmak farzdır”, “yalan
söylemek haramdır” gibi ifadeler birer teklîfî hüküm bildirmektedir. Burada
teklif, hükmü veren tarafından gelmektedir. Mükelleften istenen, emredilen
fiili yapması, yasaklananı ise yapmamasıdır. Meydana gelen fiilde mükellefin
gücü ve katkısı önemli değilse bu gibi hükümlere de “vad’î” hüküm denilir.

“Abdestsiz namaz kılınmaz”, “Ramazan ayı girmeden ramazan orucu
tutulmaz” gibi hükümler vad’î hükmün örneklerindendir. Bu örneklerde
namaz için abdestin, oruç için ramazan ayının girmesinin şart olduğunu
belirleyen Allah ve Resulüdür. Bu konuda mükellefin hiçbir katkısı yoktur.
Burada konumuz bakımından doğrudan ilgili olduğu için sadece teklîfî
hükümler ele alınacaktır.