İbadetin Amaç ve İlkeleri

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Çevrimdışı D®agon

  • Ezberletmez Öğretir
  • *******
  • Join Date: Mar 2008
  • Yer: Ankara
  • 11650
  • +524/-0
  • Cinsiyet: Bay
    • Arif Hocam
İbadetin Amaç ve İlkeleri
« : 23 Ocak 2018, 16:23:03 »
Dinin birinci ve temel kaynağı olan Kur’ân’da ibadetlerin nasıl ve ne şekilde
yapılacağı üzerinde ayrıntılı olarak durulmamıştır. İlgili ayetler, büyük
ölçüde ibadetin mahiyetini, ibadetin kime ve nasıl yapılacağını anlatmaktadır.
İbadetlerin nasıl ve ne şekilde icra edileceğini Hz. Peygamber’in söz ve
fiillerinden öğrenmekteyiz. Nitekim o, ibadetlerin nasıl yapılacağının
kendisinden öğrenilmesi gerektiğini açıkça ifade etmiştir. “Benim namaz
kılışıma bakın ve namazınızı öyle kılın” (Buhârî, “Ezân”, 18), “Haccın nasıl
yapılacağını benden öğrenin” (Nesâî, “Menâsik”, 220) gibi hadisler bu
duruma işaret etmektedir. Buna göre Kur’ân-ı Kerim’de adı geçen ve ana
çatısı oluşturulan ibadetlerin ayrıntılı biçimlemesini sünnetten
öğrenmekteyiz.

İbadet ancak Allah için yapılır. İbadet, Yüce Yaratıcı karşısında boyun
bükmenin zirvesi ve O’na olan sevginin bir sonucu ve göstergesidir. Onun
için ibadette temel amaç, Allah için yapmak, O’nun hoşnutluğunu kazanmak
ve nimetlerine şükretmektir. Allah’tan başkasına ibadet edilmez ve ibadette
aracı kullanılmaz. İbadet doğrudan Allah’a yapılır. Çünkü insanları yaratan,
eşsiz nimetlerle donattığı hayatı onlara veren ancak O’dur. Yaratılmışların
ibadet nitelikli saygı ve bağlılıklarını sunmaya Allah’tan başka lâyık bir
başka varlık da yoktur. “Ancak sana ibadet eder ve ancak senden yardım
dileriz” ayeti bu ilkeyi açıkça ifade etmektedir (el-Fâtiha 1/5).

Bir davranışın ibadet olabilmesi için, inanılarak, samimiyetle, iyi niyetle
ve dünyaya ait bir menfaat beklemeden yapılması gerekir. Buna taabbüd
anlayışı denilir. Taabbüd, ibadeti öncelikle sırf ibadet olduğu için ve Allah’ın
emrine olan bağlılığı ve saygıyı ifade etmek için yapmak demektir. Bu,
ibadetlerde temel bir ilkedir. Çünkü ibadet etmek hem imanın doğal sonucu
hem de insanın fıtratında var olan bir duygu ve ihtiyaçtır. İnsanlık tarihinde
bir şeye tapmayan insan yoktur. Putlara tapmak da aslında insanın ibadet
ihtiyacından doğmuştur. Ancak Allah’tan başkasına tapanlar bu ihtiyacı
yanlış yollardan karşılamaya çalışmışlardır. Bunun için Kur’ân’ın en çok
vurgu yaptığı husus ibadetin ihlâsla yani sadece Allah için yapılmasıdır (
Tâhâ 20/14; el-Beyyine 98/5; el-Kevser 108/2). Çünkü Allah’tan başka
ibadete layık olan gerçek bir mabud yoktur.

Temel ilke bu olmakla birlikte ibadetin hem bireysel hem de toplumsal bir
takım faydaları da vardır. Fakat bunlar ibadetin amacı değil sonucudur.
Müslümanlar bu faydaları elde etmek için ibadet etmezler. Allah’ın rızasını
kazanmak için yaptıkları ibadetler bu güzel sonuçları doğurur. Bunlara
ibadetlerin sırları ve hikmetleri denilir. Mesela namaz kişiyi Allah’a yaklaştırır,
ruhu ve iradeyi güçlendirir, insanı sabra ve şükre alıştırır. Özellikle cemaatle
kılınan namaz topluluk bilincini geliştirir, sosyal dayanışmaya katkı sağlar.
Oruç, insan sağlığını olumlu yönde etkiler, yoksullara yardım duygularını
geliştirir ve yokluk içinde yaşayan insanların halini daha iyi anlamamızı sağlar.
Zekât insanın cimrilik ve bencillik gibi olumsuz duygularından kurtulmasına
yardımcı olur. Bu bakımdan ibadet emrine muhatap olan kişinin, o emri yerine
getirirken taşıdığı hikmetleri düşünmesi ve anlamaya çalışması insana farklı
bir bilinç kazandırabilir.

İbadetlerde gönüllülük esastır. Baskı altında ve içten gelmeden yapılan
ibadetler insana gereken hazzı vermez. İnsan Allah’ın kulu olduğu için O’na
ibadet etmeye mecburdur. Fakat bu mecburiyeti aklı sayesinde kendisi
hissetmelidir. İnsanı özgür bırakan Allah kimseyi ibadete zorlamamaktadır.
Aksine, önemini ve güzel sonuçlarını anlattığı ibadete onların kendilerini
zorlamalarını istemektedir.

İnsanlar arasında bireysel farklılıkların olduğu bir gerçektir. Aynı işi
yapan iki kişinin bile farklı duygular yaşadıkları olur. İbadetin hikmet ve
faydaları da bireylere, onların sahip olduğu dinî bilinç ve seviyeye göre
farklı olabilir. Bazı insanlar için ibadetin amacı sadece kulluk imtihanını
kazanmaktır. Başka bir seviyedeki insan için ibadetin amacı nefsin terbiye
edilmesi ve disiplin altına alınmasıdır. Daha üst bir seviyede olanlar için ise
Allah’a ibadet, bunların da üstünde ve ötesinde anlamlar taşır. Mesela bu
seviyede olanlar ibadet ettikleri zaman gönüllerinde üstün bir zevk,
ruhlarında Allah’a kavuşma duygusu ve manevi bir mutluluk yaşarlar. Hz.
Peygamber'in ''Benim mutluluğum namazdadır” (Nesâî, “Işratü’n-nisâ”, 1)
sözü, ibadetin bu yönüne ve Hz. Peygamber’in seviyesine ışık tutmaktadır.
Çünkü Hz. Peygamber ibadeti en üst seviyede ve en yoğun duygularla
yapıyordu. Bu sebeple de onun namazı, yüce yaratıcı ile bir buluşma ve
O’nun huzurunda bir yakarışa dönüşüyordu. Buradan da anlaşılmaktadır ki,
ibadetler, bizzat amaç olmayıp, özü itibariyle yüksek amaçlara basamak
niteliğindedir. Aynı zamanda da dine bağlılığın ve bir anlamda dindarlığın
dışa yansıyan bir göstergesi durumundadır.

İbadetler dinin değişime açık olmayan sahasını oluştururlar. Bu sebeple
ibadet, Kur’ân’ın emrettiği, Hz. Peygamber’in de uygulamalarıyla şekil ve
sınırlarını çizdiği biçimde yapılmalıdır. Çağların geçmesi ve şartların
değişmesi, hiç kimseye namazın şeklini, orucun mahiyetini, haccın icra
biçimini değiştirme yetkisi vermez. Konumu ve bilgi seviyesi ne olursa
olsun, Peygamber dışında hiçbir kimsenin böyle bir yetkisi yoktur. Bunun
için “çağa uydurma ve kolaylaştırma” adıyla ibadetlerin mevcut şekillerini
değiştirmeye çalışmak, fayda yerine zarar vermektedir. Çünkü dinin temelini
oluşturan ibadetlere yapılacak bu gibi müdahaleler insanların dine
bağlılıklarını ve samimiyetlerini zedelemekte ve sarsmaktadır. Hz.
Peygamber tarafından belirlenen biçim ve şekiller ibadetlerde birliği, düzeni
ve aynı zamanda yapılabilirliği sağlamaktadır. Aksi halde her insana ve her
çağa göre bir namaz şekli ortaya çıkar. Bu da dinin kuşatıcılığına ve
ibadetlerin birleştiriciliğine gölge düşürür. Buna göre mevcut ibadet
şekillerinin korunup içlerinin doldurulması gerekir. Bu da, ibadet bilincinin
geliştirilmesi, ibadetin kazandırması gereken manevi ve ahlaki faydaların
artırılmasıyla olur.

İbadetlerin ifası sırasında maddi ve ruhi hayat arasındaki dengeyi
gözetmek ve aşırılıktan kaçınmak esastır. Zira İslâm bir denge dini olduğu
için din ile dünya arasında da gerekli dengeyi kurmayı emretmiştir. Bu ilkeye
göre ne dünya dine ne de din dünyaya feda edilir. Aksine bunlar arasında
makul bir denge kurulur (el-Bakara 2/200-202; el-İsrâ 17/18; el-Kasas
28/77). Bir Müslümanın günlük, haftalık, aylık ve yıllık yapmak zorunda
olduğu ibadetler belirlenmiştir. Bu gibi ibadetlerin yerine getirilmesi farz
veya vaciptir. Bunlar dışında kalanlar genel olarak nâfile ibadet adını alır.

Esasen nâfile ibadetleri yerine getirip getirmemekte, az veya çok yapmakta
mükellefler serbest bırakılmıştır. Bir Müslüman zorunlu olmayan nâfile
ibadetleri imkân ve gücüne göre dilediği kadar yapabilir. Yaptığı oranda da
Alla’a yakın olur, ibadet hazzı almış ve ahlaken daha olgun duruma gelmiş
olabilir. Ancak bu gibi ibadetler aile, iş ve toplumsal hayatı aksatacak
aşırılıkta olmamalıdır. Bu konuda da en büyük örnek Hz. Peygamber’dir. O,
aşırılığa kaçmadan dengeli bir dinî hayat yaşamış, ümmeti için de bunu
önermiştir. Dünya ve ibadet hayatı arasında olması gereken dengeyi
kuramayıp aşırılığa kaçan bazı arkadaşlarını uyarmıştır. Onları uyarırken,
insanın üzerinde kendisinin ve aile fertlerinin hakkı olduğunu ifade etmiştir.
Kendi hayatında söz konusu dengeyi nasıl kurduğunu anlatırken de, Allah’tan
en çok sakınan ve O’na en çok ibadet eden birisi olarak hem ibadet ettiğini,
hem dinlendiğini hem de ailesiyle ilgilendiğini söylemiştir (Buhârî, “Nikâh”,
1; Müslim, “Nikâh”, 5). Hz. Peygamber’in şu hadisleri dinde dengenin
gerekliliğine işaret etmektedir: “Ey insanlar! Dinde aşırılıktan sakınınız”
(Nesâî, “Menâsik”, 217), “Ey insanlar! Siz orta yolu takip edin” (İbn Mâce,
“Zühd”, 28).

İbadetlerdeki ilkelerden biri de kolaylık sağlamak ve insanları zora
sokmamaktır. Din, insanları dara sokmak, eziyet etmek ve hayatlarını
çekilmez hale getirmek için değil, rahmet olmak içindir. Kur’ân ve Hz.
Peygamber de ancak insanlara rahmet olmak için gönderilmiştir (Tâhâ 20/2-
3; el-Enbiyâ 21/107). İbadetlerin amacı da zorluk ve sıkıntı getirmek değil,
insanları maddeten ve manen temizlemek ve arındırmaktır (el-Mâide 5/6, elHac
22/77-78). Namaz, oruç, hac gibi ibadetlerde hastalara ve yolculara
getirilen kolaylıklar bu ilkeye dayanmaktadır.

İbadetlerde devamlılık esastır. Müminin ibadet yükümlülüğü ölünceye
kadar devam eder (el-Hicr 15/98-99). İbadet hayatını kesintiye uğratmamak
için az da olsa devam etmek gerekir. İnsan kulluk mertebesinde ne kadar
yükselirse yükselsin, ibadet yükümlülüğü sona ermez.

İslâm’ın ibadet kapsamında gördüğü hususlardan biri de duadır. Hz.
Peygamberin hadislerinde, ibadetin özünün dua olduğu bildirilmiştir
(Tirmizî, “Deavât”, 1). Duada temel ilke, Allah’a yönelik olması, uygun
talepler içermesi, içten gelerek ve samimi niyetlerle yapılmasıdır. Duanın dili
açısından herhangi bir sınırlama yoktur. Herkesin kendi dilinde dua yapması
ve yakarışını istediği gibi îfâ etmesi esastır. Çünkü herkes isteğini en iyi
kendi diliyle veya en iyi bildiği dille ifade edebilir. Kur’ân’da ve hadislerde
yer alan dualar bu konuda birer örnek sunmaktadır. Namaz da aslı itibariyle
dua olmakla birlikte bu ibadetin özgün dili Arapçadır. Çünkü namazda
herkesin Kur’ân’dan kolayına gelecek kadar okuması emredilmiştir (elMüzzemmil
73/20). Kur’ân Arapça olduğuna göre namazda da ondaki
cümlelerin özgün haliyle Arapça okunması temel bir ilkedir. Dil, ibadette
öncelikle şekil birliğini sağlayan, duygu birliğine ise yardımcı olan
araçlardan biridir. Bu anlamdaki şekil birliği ancak ortak dil kullanılarak
sağlanabilir. Bu genel olarak imkânsız bir şey de değildir. İmkânsız olan
duygu birliğidir. Duygular bireylere göre farklı olabilir. Bu sebeple de duygu
birliği şart değildir. Fakat ortak dilin, mesela Fâtiha’nın herkes tarafından
Arapça olarak okunmasının duygu birliğine katkı sağlayacağı da inkâr
edilemez. Özellikle cemaatla edâ edilen ibadetlerde, duygu birliğinin
oluşabilmesi ve evrenselliğin korunabilmesi için vahiy dili olan Arapçanın
korunması gerekir. Ayrıca, namazda sûre ve ayetlerin tercümelerinin
okunması kabul edilse bile, herkesin kabul edebileceği bir tercüme üzerinde
anlaşma sağlanması son derece zordur. Bu zorluk aynı dili konuşan
Müslümanlar arasında da geçerlidir. Birden çok Türkçe ve İngilizce Kur’ân
meâlinin bulunduğu düşünülürse konu daha iyi anlaşılır. Tercümenin hiçbir
zaman orijinal metnin içerdiği anlamı tam olarak veremeyeceği de bir
gerçektir. Tercüme metnin ezberlenmesi, orijinalinin hazzını veremeyeceği
gibi ayrıca zorluklar da taşımaktadır. Bunun yanında ibadetten alınacak
manevi zevk biraz da kutsal metinlerin özgün dilinin ses ve ahengi içinde
gizlidir. Namazda okunacak ayet ve duaların Arapçasını bilme ve öğrenme
imkânı olmayanlar için fıkıh kitaplarında alternatif çözümler sunulmuştur.

İbadetlerde değişiklik yapılamayacağı ilkesi, ibadetin icrası için çağın
imkânlarından yararlanmaya engel değildir. Daha geniş kitleye duyurulması
amacıyla, ezan okurken, büyük ve geniş mekânlarda namaz kılınırken
hoparlör kullanılması, Kâbe’yi tavaf esnasında özürlülerin tekerlekli
sandalyelerden yararlanması örnek olarak verilebilir.