Hz. Hasan, çocukluğunu Hz. Peygamber’in yanında geçirmiş ve ondan etkilenmiş bir insandı. Daha kendisine biat edilirken, biat edenlerden barışta ya da savaşta kendisini desteklemelerini istemesi, taraftarlarından koşulsuz itaat etmeleri hususundaki beklentisinin yanı sıra, barışa meyilli kişiliğini göstermektedir. Hz. Hasan’ın kendisine biat edildikten sonra iki aya yakın bir süre geçtiği halde savaş hazırlığı yapmaması, barış taraftarı olduğunu gösteren bir başka delildir.
Müslümanlar arasında meydana gelebilecek bir savaşın sorumluluğunu üstlenmek, bu savaşta taraf olmak bir Müslüman’ın, hele Hz. Hasan gibi birisinin rahat bir şekilde yapabileceği bir şey değildi. Bu savaş, sonucu tahmin edilemeyen, hatta getireceği şeylerin götüreceklerinden daha fazla olduğu bilinen bir savaş ise, bu hususta karar vermek daha da zorlaşmaktadır. Hz. Hasan, babasının hilâfet döneminde birçok olaya bizzat şahit olmuş ve iç savaşların bir çözüm olmadığını, Müslümanların gücünün zayıflamasından başka bir sonuç getirmediğini görmüştü. Burada fedakârlık yapması gereken birisi lazımdı. Bu fedakârlığı kendisi üstlenerek hilâfet hakkından vazgeçti. Hz. Hasan’ın hilâfete gelişinden hemen sonra bazı olaylar meydana gelmişti ki, bu olaylar barış sürecini hızlandırmıştır: Hz. Ali’nin Kûfe’de, planlanmış bir suikast sonucu öldürülmesi, Medâin’de Hz. Hasan’ın çadırına saldırılarak malının talan edilmesi ve yaralanması, onun barış yapma düşüncesini pekiştirmiştir.
Hz. Hasan Kûfelilerin, arzularını yerine getiren bir halife istediklerini, talepleri yerine getirilmezse onu yalnız bırakacaklarını anlamıştı. Kûfelilerin Sıffîn’de babasına karşı takındıkları tavrın onun bu düşüncesine destek olabilecek ve bizzat kendisinin de yaşadığı olaylardan biri olduğu söylenebilir. Hz. Hasan’ın Kûfelilere karşı duyduğu güvensizliği oradan ayrılırken kendisine, “Niçin böyle yaptın?” diye sorulduğunda, “Dünyadan tiksindim ve baktım ki kim Kûfelilere inanırsa yenilgiye uğrar. Çünkü hiçbir hususta birbirleriyle anlaşamıyorlar. Sürekli ihtilaf halindeler; iyilikte de kötülükte de birlikleri yok. Babam onların yüzünden büyük güçlüklere uğradı.” diyerek ifade etmiştir.
Hz. Hasan’ı Muâviye ile barış yapma düşüncesine sevk eden olaylardan biri Muâviye’nin, Hz. Hasan’ın komutanı Ubeydullah b. Abbas’la kurduğu temas sonucu Ubeydullah’ın Muâviye tarafına geçmesi olmuştur. İktidar mücadelesinin çirkin yüzünü gören Hz. Hasan’ın komutan olarak tayin ettiği bir yakını tarafından terk edilmesi, barış ile ilgili düşüncelerini pekiştirmiş olmalıdır.
Hz. Hasan, siyasî birikimi açısından Muâviye’den zayıftı. Muâviye, Mekke’nin siyasetle uğraşan bir ailesinde büyümüş; Hz. Ömer zamanından beri Suriye’de valilik yapmış; Hz. Ali gibi Müslümanların ekseriyetinin biatini almış bir halifeyle mücadele etmeyi göze almış birisiydi. Üstelik yaşça da Hz. Hasan’dan büyüktü.
Hz. Hasan iktidara geldiğinde siyasî koşullar onun aleyhineydi. İç kargaşa sebebiyle babasının baş edemediği Muâviye ile kendisinin baş etmesi pek mümkün görünmüyordu. Öte yandan taraftarlarının samimiyeti hususunda ciddi kuşkuları vardı. Böyle bir ortamda toplumu daha da gerecek adımlar atmanın yanlış olduğunu gören Hz. Hasan, büyük bir fedakârlık göstererek hilâfetten ayrıldı ve Muâviye’ye biat etti. Hz. Peygamber’in Hz. Hasan hakkında şöyle bir hadisi nakledilir: “Bu benim oğlumdur; şeref sahibi bir efendidir. Umarım ki Allah, oğlum sebebiyle yakında müslümanlardan iki büyük fırkanın arasını ıslah eder.” (Buhârî, “Fedâilu ashâbi’n-nebî” 22; “Sulh” 9; “Fiten” 20; “Menâkıb” 25).
Muâviye b. Ebû Süfyân’ın halife olmasıyla Hulefâ-yi Râşidîn dönemi sona ermiş, doksan yıl sürecek olan Emevîler devri başlamıştır. Bu yeni dönemde Muâviye’nin, oğlu Yezid’i veliahd tayin etmesiyle hilâfet saltanata dönüşmüştür.
|