Peygamber Efendimiz'in (s.a.v) Çocukluğu

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Çevrimdışı Ders Hocası

  • Hocanın Biri
  • *******
  • Join Date: Eki 2016
  • Yer: Hatay
  • 63863
  • +526/-0
  • Cinsiyet: Bay
    • Arif Arslaner
Peygamber Efendimiz'in (s.a.v) Çocukluğu
« : 14 Ocak 2018, 15:21:24 »
Doğumun ardından Peygamberimizi birkaç gün annesi, bir süre de Ebû
Leheb’in cariyesi Süveybe emzirdi. Süveybe Hz. Peygamber’in amcası
Hamza’yı da emzirdiğinden Hz. Peygamber bu amcasıyla aynı zamanda süt
kardeşi olmuştur.

[b]Süt Annesi Halîme’ye Verilişi[/b]

Şehirlerde yeni doğan erkek çocukların emzirilmek ve belirli bir yaşa kadar
büyütülmek üzere havası ve suyu temiz, hayat tarzı da sade olan çöle
gönderilmesi Kureyş ve diğer Araplar arasında yaygın bir gelenekti. Süt
annesine verilmesinde temel sebep çocukların şehir yerine daha sağlıklı olan
çöl havasında büyümelerini sağlamak, ayrıca konuşma çağında fasih Arapça
öğrenmelerine imkân vermekti. Peygamberimiz de bu geleneğe uyularak
Hevâzin kabilesinin Sa‘d b. Bekir koluna mensup Halîme bint Ebû Züeyb’e
verilmiştir. Arap dilini en güzel bir şekilde konuşmakla tanınan Benî Sa‘d b.
Bekir, Araplar arasında cömertlik ve şerefiyle de bilinmekteydi.

Kaynaklarda bildirildiğine göre Halîme, kendisi gibi sütanneliği yaparak
geçimini sağlayan on kadar kadınla ve kocası Hâris b. Abdüluzzâ ile birlikte
Mekke’ye doğru yola çıktı. Süt emme çağında olan oğlu Abdullah’ı da
yanlarına aldılar. Halîme ve kocası bineklerinin zayıf ve güçsüzlüğü
yüzünden kafileden geri kaldığı için Mekke’ye onlardan sonra varabildi.
Mekke’ye önce gelen diğer kadınlar genellikle tercih edildiği üzere zengin
birer aile çocuğu bulmak ve böylece aileler arasında kurulacak dostluktan
istifadeyle daha fazla maddî imkana kavuşmak ümidiyle Mekke sokaklarında
dolaştılar. Bu arada Âmine ve Abdülmuttalib de uygun süt anne arayışında
idiler. Abdülmuttalib Benî Sa‘d b. Bekir kabilesine mensup kadınlara Hz.
Muhammed’i vermek istemişse de kadınlar onun yetim olduğunu öğrenince
“bu yetim çocuğun annesi ve dedesi bize ne kadar ihsanda bulunabilir ki”
diyerek kabul etmediler ve başka ailelerin çocuklarını aldılar. Halîme ve
Hâris ise Mekke’de gün boyu dolaştıkları halde henüz bir çocuk
bulamamışlar, bu kadar zahmetten sonra evlerine eli boş dönme endişesi
duymaya başlamışlardı. Nihayet Abdülmuttalib’le karşılaştılar. Hz.
Muhammed’in yetim olduğunu öğrenmekle birlikte eli boş dönmemek için
kabul ettiler. Âmine Halîme’yi çocuğun bulunduğu odaya götürdü. Halîme
devamını şöyle anlatır:

“Odaya girdiğim zaman çocuk sütten daha ak bir yün kumaşa sarılmış,
altına da yeşil ipekten bir sergi serilmişti. Sırt üstü yatırılmış vaziyette mışıl
mışıl uyuyor, misk kokusu etrafa yayılıyordu. Sevimliliğine ve yüzünün
güzelliğine hayran oldum. Uykudan uyandırmaya kıyamadım. Ellerimi
göğsünün üzerine yavaşça koyduğumda gülümsedi ve bana bakmak için
gözlerini açtı. Hemen iki gözünün arasından öperek kucağıma aldım.”
(Köksal (1987), II, 30).

Halîme ve Hâris çocuğu aldıktan sonra vedalaştılar. Yolda çocuğu
emzirmek için göğsüne doğru yaklaştıran Halîme sütünün birden arttığını
hissetti. Öte yandan Hâris az da olsa süt elde etmek maksadıyla yaşlı
devesinin yanına gittiğinde hiç ummadığı bir şekilde devenin memelerinin
süt dolu olduğunu gördü. Deveyi sağıp doyuncaya kadar içtikten sonra onlar
da uyudular ve rahat bir gece geçirdiler. Sabahleyin Hâris hanımına şöyle
dedi: “Halîme şunu bil ki, sen çok mübarek ve hayırlı bir çocuk almış
bulunuyorsun”. Halîme de “Umarım öyle olur” diyerek eşinin bu kanaatine
iştirak etti.
Yola koyulduklarında Halîme’nin zayıf merkebi bu sefer o kadar hızlı
gidiyordu ki bir süre sonra Mekke’den kendilerinden önce ayrılmış olan
arkadaşlarına yetiştiler, hatta onları geçtiler. Halîme sonrasını şöyle
anlatmaktadır: “Benî Sa‘d topraklarındaki çadırlarımıza ulaştık.Yeryüzünde
burası kadar çorak ve verimsiz toprak olacağını sanmıyorum. Fakat biz
çocuğu beraberimizde getirdikten sonra sürümüz her defasında karnı tok ve
sütle dolu olarak eve dönüyordu. Çocuk iki yaşına gelip ben onu sütten
kesinceye dek Allah’ın bu lütfu, hayır ve bereketi devam etti.”

Halîme iki yıl dolunca başarılı bir gelişme gösteren ve akranlarına göre
daha gösterişli bir yapıya kavuşan çocuğu sütten kesti ve kocası ile birlikte
annesine teslim etmek üzere Mekke’ye getirdi. Ancak ondan gördüğü saadet,
hayır ve bereket dolayısıyla kalbi onu vermeye razı değildi. Onun bir müddet
daha yanında kalmasını istiyordu. Âmine’ye çocuğun durumundan bahsedip
ne kadar hayırlı bir evlat olduğunu anlattıktan sonra büyüyünceye kadar
yanında kalması için izin istedi. O sırada Mekke’de veba salgını vardı. Çöl
havasının oğluna yaradığını gören Âmine, hem Halîme’nin ısrarını kırmamak
hem de oğlunu veba tehlikesinden korumak için teklifi kabul etti.

Hz. Muhammed dört veya beş yaşına kadar sütannesinin yanında kaldı.
Yukarıda belirtildiği gibi onun sütbabası Hâris b. Abdüluzza, sütkardeşleri de
Abdullah, Üneyse ve Şeymâ idi. Peygamberimizin sütannesinin yanında
bulunduğu dönemde “şakk-ı sadr” (göğsün yarılması) adı verilen hadisenin
vukû bulduğu kaynaklarda zikredilmektedir. Buna göre Hz. Muhammed dört
yaşında iken bir gün erkek süt kardeşiyle çadırın arka tarafında kuzularla
beraber bulunuyorlardı. Bu sırada süt kardeşi büyük bir heyecan içinde anne
ve babasına koşarak geldi ve “koşun, beyazlar giymiş iki kişi gelip kardeşimi
aldılar, yere yatırdılar ve göğsünü açtılar, elleriyle göğsünü karıştırıyorlar”
dedi. Halîme ve Hâris koşarak çocuğun bulunduğu yere geldiler. Etrafa
bakındılar, ancak kimsecikler yoktu. Çocuğun göğsünü kontrol ettiler:
Herhangi bir yara izi göremediler. Yaşananlara bir anlam veremeden
çadırlarına döndüler.

Peygamberlik döneminde bazı sahabîler “Yâ Resûlallah! Bize biraz
kendinizden bahseder misiniz?” dediklerinde o bu olayı da anlatmış ve şöyle
demiştir: “Ben babam İbrahim’in duâsı ve kardeşim İsa’nın müjdesiyim.
Annem bana hamile kaldığı günlerde kendisinden çıkan bir nurun Suriye
saraylarını aydınlattığını görmüş. Ben Sa‘d b. Bekir kabilesine mensup bir
sütanneye verildim. Erkek sütkardeşimle birlikte evimizin yanında
hayvanlarımızı otlatırken beyazlar giymiş iki adam yanımıza geldi. Ellerinde
karla dolu altın bir tepsi vardı. Sonra beni yatırıp göğsümü açtılar ve kalbimi
dışarı çıkardılar. Kalbimi ikiye ayırıp içinden siyah bir pıhtıyı alarak attılar.
Daha sonra kalbimi ve göğsümü karla yıkadılar. İlgili rivayetlerden
anlaşıldığına göre iki melek tarafından göğsü açılmış, kalbi yarılıp
kötülüklerden arındırılmış ve semâvî bir su ile yıkandıktan sonra yerine
yerleştirilmiştir. Halîme ve Hâris baştan beri birçok olağanüstü yönüne şahid
oldukları Hz. Muhammed hakkında, olup biteni izah edememekten
kaynaklanan bir endişe yaşamaya başladılar ve çocuğu ailesine iade etmenin
daha doğru olacağı düşüncesiyle Mekke’ye getirdiler.

Âmine, çocuğu yanında tutmak için daha önce ısrarlı davranan
Halîme’nin niçin fikir değiştirip çocuğu teslim ettiğini merak ediyordu.
Halîme bir süre gerçek sebebi gizlemeye çalıştıysa da Âmine’nin ısrarı
üzerine gördüğü olağanüstülükleri ve özellikle “şakk-ı sadr” olayını anlatıp
ailece çocuk için duydukları endişeyi dile getirdi. Âmine, sütanneyi teskin
ederek hamilelik sürecinden itibaren yaşadıklarını onunla paylaştı ve “Benim
küçük oğlumda büyük harikalar gizli” diye ekledi. Halîme çocuğu yanında
tutmaya razı olmuştu. Fakat bu kez Âmine çocuğuna kendi bakmaya karar
verdi. Sütannesine “Çocuğu benimle bırak ve selametle evine dön” diyerek
teşekkür etti.