Yusuf ile Züleyha

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Çevrimdışı Black_house

  • *****
  • Join Date: Eyl 2008
  • Yer: A'raf şehri
  • 4502
  • +462/-0
  • Cinsiyet: Bay
  • Sen, Seni Sevdiğinle Bil Ey Can! "O" Seninledir.
    • Uyanan Gençlik
Ynt: Yusuf ile Züleyha
« Yanıtla #20 : 07 Şubat 2010, 19:44:16 »
[color=red]Firavn’ın Rüyası[/color]

Yûsuf’un rüyası, Züleyha’nın rüyası. Yûsuf’un tekrarlanan rüyası.

Şerbetçinin rüyası, ekmekçinin rüyası.

[html][/html]

Bu öykünün tamamlanabilmesi için nihayet rüyaların rüyası: Firavn’ın rüyası.

İster bir naz döşeği, ister taş bir zindan yatağı. Veya bir Firavn’ın, görkemin uyku hali anlamına gelen yatağı. Nerede görülürse görülsün, rüya rüyaydı. Rüya gelince akacak ter alında, çarpacak nefes yürekte durmazdı.

Şerbetçinin, efendisi yanında Yûsuf’u anmayı unutmasının üzerinden tam yedi yıl geçtikten sonra. Firavn’ın, ülkesinin zindanlarından birinde Yûsuf adlı bir fetâ yattığını bile bilmediği sabahlardan bir sabah. Sabahtan çok sabaha karşı. Ki henüz fecir, ipliklerini ne Nil’in sularına ne çölün kumlarına bırakmıştı. Firavn bir rüyanın ağırlığı altında kendisini uykusundan attı. Az kalsın haykıracaktı.

Başında bekleyen gecenin nöbetçileri birden dikkat kesildiler. Elleri kocaman kılıçlarına gitti, tedirgindiler. Yelpazeciler daha bir sıkı salladılar tavus kanatlarını. Kocaman gövdeli kocaman kuyruklu gri bir kedi tek kulağını dikti, tek gözünü açtı, uykusunun yarısından uyandı. Bir hizmetçi, temiz hayayla Firavn arasına giren ağır perdeleri kaldırdı. Günün hiçbir saatinde efendisini yalnız bırakmayan, hatta en mahrem anlarında bile, sessiz ve ölü bir gölge, uzak ama daima tetikte bir harem ağası; su, diye seslendi, şerbetçi su getirsin!

Firavn, firavnlığını simgeleyen ağır ve altın gerdanlığı âdet üzre uyurken çıkarmış olduğu için değilse de; yüreğine bir rüyanın ağırlığı kurşun gibi çökerken, kalbindeki çarpıntı ve alnındaki ter damlacıkları ile her insan kadar insandı. Onun da gözlerinde korku ve endişe vardı. Ama gördüğü, ancak hükümdarların görebileceği bir rüyaydı.

Şerbetçinin billûr bir bardakta getirdiği serin suyun ilk yudumunu aldıktan sonra Firavn, münecimlerimi çağırın, dedi, kâhinlerimi, rüya tabircilerimi. Geldiler, ânında. Mavi Salon’a geçtiler. Firavn, şimdi, ağır ve altın firavnlık gerdanlığı boynunda ve tahtında oturur vaziyette anlatmaya başladı. Nöbetçiler kulak kesildi, harem ağası, yelpazeciler, gözünün teki açık olan kedi kulak kesildi. Müneccimler, kâhinler, rüya tabircileri kulak kesildi. Kulağı olan yer, sağır olan saray duvarları, gizli bir lisan olan saray kulak kesildi.

Bir düş gördüm, diye başladı Firavn. Ben bu düşü görürken henüz güneş doğmamıştı ama sabah yakındı. Düşümde yedi besili ineği yedi zayıf ineğin yediğini gördüm. Sonra yedi dolgun başak, sonra da yedi kurumuş başak, böyle gördüm.

Sustu Firavn. Nefesini kesmiş dinleyenlere baktı. Kâhinler, müneccimler ve rüya yorumcuları, bu kadar mı, diye sordular, bu kadar mı? Firavn cevapladı: Bu kadar! Haydi, şimdi gördüğüm düşü bana yorumlayın, ne diyor içimdeki haberci, bana anlatın.

Kâhinler, müneccimler ve rüya yorumcuları Mavi Salon’un en uzak köşesine çekildiler. Aralarında uzun uzun konuştular. Neden sonra içlerinden sözcü seçtikleri birisi sonucu değil ama sonuçsuzluğu bildirdi. Biz böyle düşleri yorumlayamayız, aynen böyle dedi. Neden, diye sordu, sükûnetle Firavn. Sözcü açık yüreklilikle cevap verdi. Dedi ki: Yorumladığımız düş yorumladığımız gibi çıkmazsa ulu Firavn, kime güveninizi kaybedeceksiniz? Düşlerinize mi, yoksa tabirciye mi?

Firavn gülümsedi, dedi: Firavn olduğum günden beri, her şeyim gibi gördüğüm düşlerin de hiçbiri tamamen bana ait değildi. Ben, halkım demektim çünkü aynı zamanda. Öyleyse yorumladığınız düş yorumladığınız gibi çıkmazsa, sadece kendi adıma görmediğim düşlerime güvenimi kaybetmem.

Konuşma bitmişti. Firavn Mısr’ın en ünlü rüya tabircilerine, kâhinlerine ve müneccimlerine, gidin dedi, haydi hepiniz gidin.

Aslında Firavn, erkin ve gücün Mısr üzerindeki muhteşem gölgesi, rüyasının tabirini değilse de rüyasına dair birkaç şey öğrenmişti. Biz böyle düşleri yorumlayamayız; bu cümle, bu yoruma değer bir düş değil, bir karabasan, bu anlama da gelebilirdi. Biz böyle düşleri yorumlayamayız; bu cümle, bu düş yorumlanır ama yorumu dile getirecek cesaretimiz yok, çünkü öylesine ağır, altında eziliriz, bu anlama da gelebilirdi.

Firavn herkesi gönderdi, bir iki bendesi kaldı yanında, içi yanmıştı. Ağır gerdanlığını çıkarıp, masanın üzerine, içinde ak zambaklar bulunan cam bir vazonun yanına bıraktı. Gözünün önünde, yedi besili ineği bir anda yutan gözü dönmüş yedi zayıf ineğin irkiltici görüntüsü. Yedi dolu başağın üzerine kâbus düşüren hastalıklı ve boş, bomboş yedi başağın korkusu.

Su, dedi, su getirin bana. Döşeğine uzandı. Tam o anda altın ayaklı kristal bir bardakta su getiren şerbetçi, gözünün önünden bir perde kalkmış gibi, âniden Yûsuf’u hatırladı. Onu, güzelliğini, rüyalar yorumlayışını, ve daima anlattığı Rabbini. Ve yedi yıl unuttuktan sonra efendisinin yanında Yûsuf’u andı. Aceleyle,. Aceleyle, beni, dedi, beni gönderin efendim. Bu bir hükümdar rüyası, bunu yorumlayacak bir kişi var onu da ben tanıyorum. Ve, kaderim yolumu neden zindandan geçirdi, bunu da şimdi anlıyorum.

Çevrimdışı Black_house

  • *****
  • Join Date: Eyl 2008
  • Yer: A'raf şehri
  • 4502
  • +462/-0
  • Cinsiyet: Bay
  • Sen, Seni Sevdiğinle Bil Ey Can! "O" Seninledir.
    • Uyanan Gençlik
Ynt: Yusuf ile Züleyha
« Yanıtla #21 : 07 Şubat 2010, 19:45:22 »
[color=red]Yûsuf’un Yorumu[/color]

Günün ilk ışıkları muhteşem yatağının içinde sıradan bir insandan farklı görünmeyen ama hükümdar rüyaları gören Firavn’ın üzerine düşerken, şerbetçi zindana doğru yola çıkarıldı. Kalbinin içinde hükümdarının rüyasına dair kuvvetli bir endişe, iki tarafı ağaçlıklı yoldan zindanın cümle kapısına doğru ilerledi. Yedi yıl içinde, özgürlüğü özgür olmayan taraftan ayıran zindan kapısından ikinci kez içeri girdi. İlkinde gecenin içinden korkulu haberler bekleyen bir mahkûm, şimdi ikbalin eteğine yeniden tutunmuş bir adamdı. Şerbetçinin içi titredi. Aydınlığın salkımlarına ilk çıktığı zamanda içini yakan ilk özgür nefesini aldığı eşikte bir an durakladı. Sekiz kapı, Firavn’ın hür şerbetçisi önünde teker teker ardına kadar açıldı. Fakat Firavn’ın hür şerbetçisi de olsa, önünde açılan her kapı arkasından sımsıkı kapandı. Çünkü şerbetçi hürse zindan tutsaktı.

Şerbetçi, Yûsuf’un yanına vardı. Yûsuf aynı Yûsuf, zindan aynı zindandı. Şerbetçi, Yûsuf’un yanında, onu hatırlamayı kendisine unutturan şeyi düşünerek utandı. Ama üzerinde fazla durmadan bir çırpıda ve olduğu gibi Firavn’ın rüyasını anlattı.

Yedi zayıf inek, dedi, yedi besili ineği yiyormuş. Sonra yedi dolgun başak görünüyor ama ardından da yedi kuru başak görünüyormuş. Mısır ülkesinde hiçbir kâhin, hiçbir müneccim ve hiçbir rüya tabircisinin yorumlayamadığı bu düşü yorumlaman için geldim sana. Haydi Yûsuf, yorumla bu düşü. Bizim düşlerimizi yorumladığın gibi ve ne olduklarını bilmediğim başka düşleri de yorumladığın gibi. Yorumla bu hükümdar düşünü. Çünkü bilirsin hükümdar düşleri hükümdar kadar ülkenin de düşüdür.

Yûsuf bir müddet yere doğru baktı, düşündü, bu arada penceresinin demir paslı parmaklıklarının önünden şakıyarak mavi tüylü kuşlar geçti. İçinden geçen sesin söylediklerini sözcüklere çevirdi. Yûsuf, ve şerbetçiye, doğrudur, dedi. Bu, ülkeyi yöneten kadar ülkenin de üzerinden geçecek bir rûzigârın habercisi. Yedi, yılları haber veriyor. Arka arkaya yedişer yıllık iki zaman parçası geçecek Mısr’ın ve onun insanlarının üzerinden. Yedi semiz inek ve yedi dolgun başak ilk yedi yıllık sürenin bolluk ve bereket zamanı olacağını göstermekte. Zayıf ineklerin semiz inekleri yelesi ve kuru başakların dolgun başakların üzerinde görünmesi, bu da arkadan gelen yedi yıllık sürenin şimdiye kadar Mısr’da hiç olmadığı kadar kıtlık ve yokluk seneleri olacağını göstermekte. O kadar ki Nil hiç taşmayacak, yağmur hiç yağmayacak, yeni dalga hiç görünmeyecek demek. Halk, hatta zenginler, hiç olmadıkları kadar yoksul düşecekler. Ama dikkatli davranılırsa bu zor yılları atlatmanın da yolu var.

Şerbetçi erken bolluk yıllarının değil, geç kıtlık yıllarının korkusuyla gözleri büyümüş, nedir o, diye fısıldadı. İçinde, ekmekçinin rüyası yorumlanırken duyduğu korkuya benzer bir korku vardı. Söyle, diye yineledi, ey Yûsuf güzeli, ey güzeller güzeli. O yol nedir, söyle ki bütün Mısır, üzerinde yürüyelim.

Yûsuf anlatmaya başladı: İlk yedi yıl, dedi, her şey çok bol olacak. Arkadan gelecek yedi yılın tedbiri bu zamanda alınmalı. Hiç ara vermeden ve hiç boş bırakmadan tarlalar ekilmeli, cömert tarlalar bu yorgunluğa katlanır, endişeniz olmasın. Ekinin ancak ihtiyaç duyulan kadarı yensin, geri kalanı başağında saklansın. Bu, saklanan tahılın rutubet almasını ve bozulmasını önleyecektir. Arkadan gelen görülmemiş kıtlık yıllarında, saklanan tahıl Mısr’ı ölümden kurtaracaktır. Hatta belki komşu ülkeleri de! Elbette ki sıkıntı ve acı olacaktır ama Mısr yok olmayacaktır. Sonra Firavn’ın düşüne girmeyen bir yıl daha gelecek ve ki her şey kendisini artık esirgemeyen Nil’in bereketi ve gökyüzünün gönderdiği yağmurlar altında eski haline dönecek.

Şerbetçi, akşam olmadan Firavn’ın huzurundaydı. Firavn, Mavi Salon’un mavi camlı pencerelerinden süzülen ışığın yumuşak salkımı altında, siyah ve gür takma saçlarını çıkarmış, yorgun ve yaşlı bir adamdı. Şerbetçi duyduklarını olduğu gibi ve teker teker anlattı. O anlattıkça Firavn’ın gözünün önünden rüyasıyla arasına giren bir perde kalktı. Tamam, dedi, işte bu benim rüyam.

Kalbi önce açıldı, yedi yıl açılmış gibi. Sonra sıkıldı, yedi yıl sıkılmış gibi. Sonra Firavn’ın kalbi son kez açıldı. Bir yangından kavmini kazasız belâsız kurtarmanın kendisine ne kadar çok acı, kalbine ne kadar yük armağan edeceğini kavradı. Ama başka türlü olmazdı. Halkını kurtaracak kendi çilesine talipti Firavn. Ve şimdi o birden bire gençleşmiş bir adamdı.

Getirin, dedi bu rüya tabircisini, benim düşümü benden daha iyi bileni. Dahası, aynı anda hem düşleri hem gerçekleri bileni. Bilmediğim kadar maliye, bilmediğim kadar ziraat, bildiğim kadar yönetim bileni. Kimdir göreyim, makam mevki isterse hemen vereyim!

Güneş battı.

Mısır uykuya daldı.

Gri kedi uyandı.

Çevrimdışı Black_house

  • *****
  • Join Date: Eyl 2008
  • Yer: A'raf şehri
  • 4502
  • +462/-0
  • Cinsiyet: Bay
  • Sen, Seni Sevdiğinle Bil Ey Can! "O" Seninledir.
    • Uyanan Gençlik
Ynt: Yusuf ile Züleyha
« Yanıtla #22 : 07 Şubat 2010, 19:53:04 »
Yusuf dedi Züleyha;

”Sevdim seni, seni sevdiysem, bir eşikten geçtiğimdendir. Bir kentin içine düştüğümden ve bir kenti içime düşürdüğümden. Ben ki tüm savaşlarımda hem kumandan hem neferdim. Bu yüzden seni sevdim.

Ve biliyor musun, seni sevdiysem, bütün ruhların yaratıldığı ve henüz ruhlara cesetlerin biçildiği o mecliste, senin yanında yer almış olduğumu hatıramda taşıyor olduğumdandır bu. Bunca kolay terkediyorsam varlığımı senin varlığına o şimşek parıltısı anın anısını gözbebeklerimde saklıyor oluşumdandır.

Bu kadar tanıdık buluyorsam kalbimi kalbine, o ezeli uğultuyu hala kulaklarımda taşıdığımdandır.”

‘’Zaman bir masal gibi geçti. Bir masal bir zamanı kendine seçti.

çok zordu yusuf’u görmeyen gözün züleyha’yı anlaması!
çok kolaydı yusuf’u görmeyen gözün züleyha’yı kınaması!”

Çevrimdışı Black_house

  • *****
  • Join Date: Eyl 2008
  • Yer: A'raf şehri
  • 4502
  • +462/-0
  • Cinsiyet: Bay
  • Sen, Seni Sevdiğinle Bil Ey Can! "O" Seninledir.
    • Uyanan Gençlik
Ynt: Yusuf ile Züleyha
« Yanıtla #23 : 07 Şubat 2010, 19:56:57 »
"Yusuf, dedi Züleyha...

Kelamım artık sende hükümsüz.
Ama kelamımın hükümsüz kaldığı bu yerde beni küçümseme.."

Çevrimdışı Black_house

  • *****
  • Join Date: Eyl 2008
  • Yer: A'raf şehri
  • 4502
  • +462/-0
  • Cinsiyet: Bay
  • Sen, Seni Sevdiğinle Bil Ey Can! "O" Seninledir.
    • Uyanan Gençlik
Ynt: Yusuf ile Züleyha
« Yanıtla #24 : 07 Şubat 2010, 20:07:22 »
ELEST MECLİSİNDE ALLAHA SÖZ VEREN RUHLARA ...

Züleyha, kalbi acının anlamına dair sınırlarda dolaşmaya başlayınca Yusuf’a bir mektup yazmaya karar verdi. içindeki hallere tercüman olacak sözcükleri bulup da yusuf’ a göstermek istedi. Dedi, her vasfın karşılığı bir sözcük var nasılsa. Bende halimi arz edeyim sözcüklerle Yusuf’uma.
Papirüsten ezilmiş kağıdı, sivri kalemi aldı eline.
Yusuf diye yazdı, namenin en başına, sayfanın tam ortasına.
İçinden binlerce Yusuf ses verdi.
Ey içimdeki yıldızlar mütercimi, ölü olmayan kuşlarım benim
Mısır’ın ruhuna mürekkebinin kokusunu uçuran Yusuf’um.

Nil sularına dökülmüş kandillerin aydınlığı
Gizli bahçelerden geçen yeşillerin ıslak çoğulluğu.
Konuşan ağacım bana, konuşan ırmağım benim.
Işıklı yağmurum.
Gözlerimle gören ey, gözleriyle gördüğüm.