Gönderen Konu: Mahmud Sami Ramazanoğlu (k.s.) Hayatı  (Okunma sayısı 12324 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Çevrimdışı yunushan

  • Paylaşımcı üye
  • ****
  • İleti: 251
  • +23/-1
  • Cinsiyet: Bay
Ynt: Mahmud Sami Ramazanoğlu (k.s.) Hayatı
« Yanıtla #5 : 12 Kasım 2010, 18:14:24 »
SÂDIKLARLA BERABER OLMAK

    Tevbe sûresinde Cenâb-ı Hakk: “Ey îmân edenler, Allâh’tan korkun da sâlih ve sâdıklarla beraber olun.” diye emrediyor. Sâlihlerden bu dünyâda istifâde olacağı gibi kabirde ve mahşerde de istifâde olunacağını tefsîr ve hadîslerden misâllerle anlatırdı, Hazret-i Sâmî (k.s.).

SÂLİH VE SÂDIKLARDAN DÜNYÂDAKİ İSTİFÂDE

    Bu husûsta kendilerine âid şu menkîbeyi anlatırlardı: “Çocukluğumda kız kardeşim yürüyemiyordu. Yakınlarımız Pozantı’ya yakın bir köyde Kaplanca Dede adlı bir zât var; kızı ona götürün; inşâallâh onun vesîlesi ile Allâh (c.c.) şifâ verir dediler. Ben, annem ve kız kardeşim o zâtın türbesine gittik. Geceyi orada geçirdik. Gece bir ara kız kardeşim bağırarak uyandı. Annem:
    “- Kızım ne var, ne oldu, niye bağırdın?” dedi. Kız kardeşim:
    “- Anne şu kabirdeki dede kalktı, geldi benim kalçamın üzerine oturdu” dedi. Bu hâlden sonra yürüyemeyen kız kardeşim Allâh (c.c.)’ün izni ile ayağa kalktı yürüdü. Ömrü boyunca da bir daha ayağı ağrımadı.”
    İşte sâlihlerden bi-iznillâh “kabirdeki istifâde”.

SÂLİH VE SÂDIKLARDAN MAHŞERDEKİ İSTİFÂDE

    Sâlih dostların birbirlerine olan yardımlarının Kıyâmet günü de devâm edeceğinin tefsîrde beyân edildiğini sohbetlerinde sık sık anlatırlardı:
    Kıyâmet günü hesâba çekilen bir kulun seyyiâtı hasenâtına denk geliyor. Mes’elâ, 1000 seyyiesi varsa 1000 de hasenesi var. Cenâb-ı Hakk azze ve celle hazretleri o kuluna anne babana git bir hasene iste, verirlerse bana getir seni cennete dâhil edeyim diye buyuruyor. O kul Mahşer gününün o sıkıntılı anında Allâh’ın lûtfu ile anne ve babasını bulup durumunu onlara anlatıyor. Onlar da evlâdım bugünkü günde biz kendimizi kurtaramadık ki sana bir faydamız olsun; sana bir şey veremeyiz diyorlar. O eli boş olarak, mahzûn bir hâlde Hakk’ın huzûruna varıyor. Annem babam bana bir şey vermediler yâ Rabbi diye durumu arz ediyor. Bunun üzerine Hakk Te‘âlâ ve tekaddes hazretleri o kuluna:
    “-Senin dünyâ hayatında benim rızâm için sevdiğin bir dostun yok mu idi?” diye soruyor. Cenâb-ı Hakk kulunun o anda hâtırına getiriyor ve evet yâ Rabbi, filân kulun ile biz dünyâ hayatında senin rızân için sevişirdik diyor. Allâh (c.c.)’un lûtfu ile o dostunu bulup durumunu ona anlatıyor. Kardeşi cevâben diyor ki:
    “-Ey kardeşim ne kadar hasene istersen alabilirsin. Ben kendimi kurtaramadım, bâri sen kendini kurtar” diyor. Hesâb veren kul, Cenâb-ı Hakk’ın huzûruna sevinçle geliyor ve durumu arz ediyor. Bunun üzerine Sübhân olan Rabbimiz:
    “-Yâ öyle mi; o böyle bir ızdırâblı gününde kardeşine acıyarak hasene veriyor; bense Cevvâdü Kerîmim, Erhâmü’r-Rahimînim, her ikinizi de affettim” buyuruyor.
Ne büyük tebşîrât-ı ilâhî. El-hamdü li’llâhi rabbî’l-‘âlemîn. Allâh (c.c.) cümlemize rızâsı için sevişmeyi nasîb etsin (Âmîn).
    Dünyâ hayatını Nebî-yi Ekrem (s.a.v.) Efendimizin buyurdukları gibi: “Benimle dünyânın misâli ağaç altında bir mikdâr dinlendikten sonra yoluna devâm eden yolcunun hâline benzer” diye ana rahmi ile kabir arasında bir sefer olarak görürdü; Hz. Sâmî Efendimiz. Ve bunu uzun bir ömürde her an tatbîk ettiler.

SURİYE'Lİ ŞEYH KETTÂNÎ'NİN SÖZLERİ

    1950’li yılların başında (1954 olabilir) Efendi hazretleri Suriye’ye gitmişlerdi. Orada meşâyıhtan epeyce bir zât var. Şeyh Kettânî, o zevâtın hepsini bir yerde toplamıştı. (Suriye’nin, Mısır’ın, Türkiye’nin şeyhleri de orada mevcuttu.) Kendi aralarında diyorlar ki, “Bir murakabe yapalım, Sâhibü’z-zamân kimdir? öğrenelim.” Şeyh Kettânî murâkabe anında gayr-i ihtiyârî “Vallâhi Sâhibü’z-zamân Şeyhu’l ekrattır (Türk Şeyhi)” diye bağırarak Sâhibü’z-zamân’ın Hz. Sâmî (k.s.) olduğunu beyan etmişler. (Allah’a hamd ü senalar olsun ki bizi öyle bir Zât’a evlâd olmayı nasip ve müyesser eylemiştir.)

Çevrimdışı yunushan

  • Paylaşımcı üye
  • ****
  • İleti: 251
  • +23/-1
  • Cinsiyet: Bay
Ynt: Mahmud Sami Ramazanoğlu (k.s.) Hayatı
« Yanıtla #6 : 12 Kasım 2010, 18:15:14 »
[color=red]MISIRLI ÂLİMİN SÖZLERİ[/color]

    Mısırlı bir âlim Türkiye’de İslâmî bir gençlik hareketi başlattığımızı duyunca, Medine-i Münevvere’de fakiri bularak görüşmek istemişler. Bu görüşmede “Kime mensûbsunuz, mürşidiniz kim?” diye sordular. “Sâmî Efendi” diye cevap verince daha önce ismini duymadığını söyleyip “Sâmî Efendinin hallerinden biraz bahseder misiniz?” diye sordu. Ben de Efendi Hazretleri ile ilgili şu kıssayı anlattım: Resûl-i Ekrem (s.a.v.) Efendimiz:
    “- Seferden döndüğünüzde hanımlarınızın yanına haber vermeden girmeyiniz.” buyuruyorlar.
    Hz. Sâmî (k.s.) hayatı bir sefer olarak gördüğü için her yerinden kalkmalarını bir sefer kabûl ediyorlardı. Abdest almak için lavaboya her gidişlerinde yol zevcelerinin odasından geçiyordu. Yarım asırdan fazla süren evlilik hayatlarında bıkmadan, usanmadan, seve seve her def‘asında zevcelerini haberdâr ederlerdi. O’nun “Efendi buyur!” diye sesini duyunca odaya girer ve diğer tarafa geçerlerdi. Bu hâl altmış küsûr yıl günde en az on def‘a devâm etti” deyince yabancı âlim ayağa kalkarak:
    “- Vallâhi bu zât Sâhibü’z-zamân’dır. Onun dışında hiç bir velî sünnet-i seniyyeyi bu kadar derin ve ihâtalı anlayıp tatbîk edemez, ancak o yapabilir” dedi.
    Tabî ki altının kıymetini sarraf bilir. Bu zat büyük bir âlim, ma’neviyat ehli bir kimse idi. Bu işleri de bildiği için bunu ancak Sâhibü’z-zamân yapabilir dedi. El-hamdü li’llâhi rabbi’l-‘âlemîn.

ŞERÎATE UYMAKTAKİ TİTİZLİKLERİ

    Hz. Sâmî (k.s.) Efendimizin sünnete, şer’-i şerîfe uymaktaki titizlikteki hassasiyetini gösteren bir başka menkıbesi şöyledir:
    Medine-i Münevvere’ye hicret edecekleri zaman, İstanbul’dan ayrılmadan amcasının kızı Sıddîka Ramazanoğlu (Allah gani gani rahmet eylesin) güle güle demek için, Bahçelievler’den Erenköy’e Efendi Hazretlerini görmeye gelmişti. Sıddîka Hanım teyze, kapı açık vaziyette kapının arkasında oturuyor. Efendi Hazretleri de yatağında… Oradan bu şekilde konuşarak vedâlaştılar. Yani Allah’ın emrine uymaktaki hassâsiyete bakınız. Kendisi sinn-i şeyhûhete gelmiş (Medine’de 5 sene yaşamıştı, Medine’ye geldiğinde 91 yaşında idi.) Kendileri 91 yaşında, Sıddîka hanım teyze 85 yaşında olmasına rağmen kapının arkasından görüşüyorlar. Bizler de Allah ve Resûlü (s.a.v.)’in emirlerine bu şekilde riâyet edersek “Ve’l âkıbetü li’l müttekîn - Âkıbet müttakîlerindir.” (Kasas s. 83) sırrına mazhar oluruz. Allah’ın dostumdur dediği mü’minlerden oluruz. Biz Allah’la beraber olalım da kim neyi isterse onunla olsun.
    Cenâb-ı Hakk dostlarının yanından, yolundan, izinden ayırmasın. Burada beraber ettiği gibi öbür tarafta da beraber etsin inşâAllah.

SOHBET ESNÂSINDA O HÂLLERİ
AYNEN YAŞIYORMUŞ GİBİ OLMALARI

    Hayatının tek gâyesi Resûl-i Ekrem (s.a.v.) Efendimiz Hazretlerinin sünnetine uymak ve onu ihyâ etmek olan Hz. Sâmî Efendimiz; daha önceki kitâblarda: “Kılıcı boynunda asılı Peygamber” olarak ta‘rîf edilen (s.a.v.) Efendimize bu husûsta da ittibâ edip gazâya iştirâk ederek “Gâzî” olmuşlardı. Bu husûsu kendileri şöyle anlatıyorlardı: “-Birinci Cihân harbinde Osmânlı ordusunda levâzım subayı olarak vazîfe gördüm. Alayımız Edirne’de vazîfe görüyordu. Açlık ve kıtlık son derece şiddetli idi. Askerlerimizin uzun süre yiyecek bulamadıkları oluyordu. Bu yüzden askerler ellerinin yetiştiği yere kadar kavak ağaçlarının kabuklarını yolarak onları çiğniyorlar ve böylece açlıklarını bir nebze olsun gidermeğe çalışıyorlardı. Hz. Ebû Bekir es-Sıddîk (r.a.) Efendimizin: “Cihâdı terk eden millet zillete düçâr olur.” sözünü bütün talebelerine ezberleten Hz. Sâmî (k.s.) Cenâb-ı Hakk’ın: “Niçin yapamadığınızı söylüyorsunuz?” Kavl-i şerîfini de bize kendileri yaşayarak öğretiyorlardı. Yaşayarak, tatbîk ederek bize cihâdı öğretiyorlardı. Harbe iştirâk ederek Gâzî olmuşlar, ve ömürleri boyunca İslâm için kılıç sallama arzusu ile yaşamışlardı. Mübârek ömürleri doksanı bulduğunda dahî sohbetlerinde Uhud harbinde Amr ibn-i Sâbit (r.a.)’in müslümân oluşunu anlatırken; onun lâkabını: “Asram lâkabı ile mülakkab; keskin kılıç saldırıcı, diye ta‘rîf ederken oldukları yerde dizleri üzerine doğrularak ellerini havaya kaldırarak elindeki kılıcı ile derhâl düşman üzerine saldıracakmış gibi olan hâlleri ancak görülmekle anlaşılabilirdi. Yaşıyor; ondan sonra anlatıyorlar; anlatırken de o hâli aynen yaşıyorlardı. Hayatı cihâddı Hz. Sâmî Efendimizin. Ömür boyu cihâd. Ve bu cihâdı elinde silâhı gazâda da yaşamış ve Gâzî olmuşdu Hz. Sâmî (k.s.).

MEŞHUR MUHADDİS "VEHB BİN MÜNEBBİH"

    Allâhü Azîmü’ş-Şân “Velîlerim kubbelerim altındadır. Onu benden gayrisi bilmez.” diyor. Bir gün bir yere bir muhaddis (Vehb bin Münebbih) gelmiş, orada sohbet ediyor. Genç bir çocuk da paltosunu kafasına çekmiş, yan tarafta oturuyor. Yaşlı bir amca da genci ikaz ederek:
    “Evlâdım bu muhaddis meşhur Vehb bin Münebbih’tir, bir daha bulamazsın gel istifâde et.” diyor.
    “Amca işine bak” diyor. Biraz sonra ihtiyar dayanamıyor. Tekrar:
    “Evlâdım bu Vehb bin Münebbih’tir. Büyük muhaddistir bir daha yolu buraya düşmez, şuradan istifâde et.”
    “Ya amca sen işine bak” diyor çocuk. Adamcağız dayanamıyor üçüncü defa genci ikaz edince genç:
    “Ben Vehb bin Münebbih’in Rabbinden dinliyorum.”  Yaşlı amca:
    “Vehb bin Münebbih’in Rabbinden mi?” deyince genç:
    “Evet! Rabbinden” diyor. Yaşlı amca:
    “Oğlum bu çok büyük bir iddiâ buna delil gerek.” Deyince genç diyor ki:
    “VAllahi bak amca senin Hızır (a.s.) olduğunu şurada herkese söylerim, senin yakanı paçanı koparırlar.” Hızır (a.s.):
    “Yarabbi sen, velîlerin isimlerini vermiştin, bu çocuğun ismi yoktu” deyince Hakk Te’âlâ Hazretleri:
    “O senin bildiklerin” buyuruyor.

Onun için Allah dostlarının kimler olduğunu yalnız Allah bilir. Hakîkî mü’minlik vasfını iktisâb edersek onu da elde etmiş oluruz. Uçmakla kaçmakla bir yere varılmaz. Kuş da uçuyor, balık da yüzüyor. Uçağa da binince 500 kişi havada gidiyor. Asıl iş hakîkî mü’min, müslüman olmak, Resûlullah (s.a.v.)’e ittibâ edip O'nun yolundan gitmektir. İşte sahâbenin hâli ortadadır. Hz. Sâmî (k.s.)’un hâli de ortada.

Çevrimdışı yunushan

  • Paylaşımcı üye
  • ****
  • İleti: 251
  • +23/-1
  • Cinsiyet: Bay
Ynt: Mahmud Sami Ramazanoğlu (k.s.) Hayatı
« Yanıtla #7 : 12 Kasım 2010, 18:16:09 »
MUZAFFER OZAK’IN TÜRBEYİ ZİYÂRETİ
   
Falih Efendi Medine-i Münevvere’de devlet büyüklerinin Türbe-i Saadet’i ziyaretinde mihmandârlık yapan, Türbe-i Saadet’in kapısını açarak onları Türbe-i Saadet’in içine dâhil eden Suudi Arabistan devletinin resmi memuru idi.
    Efendi Hazretleri’nin eski hac ziyaretlerinden birinde Falih Efendi, Efendi Hazretlerini ziyaret ederek “Efendi Hazretlerinin kendisi ile beraber birkaç ihvânı Türbe-i Saadet’in içine dâhil ederek ziyâret ettirebileceğini" söylemişti. Bu hâdiseyi Rahmetli babam anlatıyor:
ALLÂH DOSTLARININ ARKASINDA BİRKAÇ ADIM
    Efendi Hazretleri ile beraber hac ziyâretinde Harem’in arka tarafında olan Teysir otelinde kalıyorduk (Şimdi o otel yıkıldı Harem-i Şerîf hududları içinde kaldı). Fâlih Efendi, Hazret-i Mahmûd Sâmî (k.s.) Efendimizi ziyârete götürmek için “Yatsıdan bir müddet sonra sizi otelden alırım” diyerek kendisini beklemelerini söyledi. Yatsıdan sonra Fâlih Efendi söylediği gibi Teysir oteline geldi. Lobide oturan Efendi Hazretleri’ni ziyâret için da’vet etti. Efendi Hazretleri ile beraber ziyârete gitmek için kalkıp hareket ettik. O sırada lobide ihvânıyla beraber bulunan Muzaffer Ozak,  Efendi Hazretleri’nin kalktığını görünce ayağa kalkarak yanında bulunanlara  “Bakın arkadaşlar şu gördüğünüz Zât, hakîkî bir Allâh dostudur. Gelin biz de onun arkasında teberrüken birkaç adım atalım” demiş. Arkadaşları ile beraber Hazret’in arkasından bu şekilde yürüdüler.
    Efendi Hazretleri de Harem’e doğru yürürlerken  “Mehmed Bey Muzaffer Efendi’nin de kendisini çağırın. O da bizime beraber ziyârette bulunsun” dediler. Ben de Muzaffer Efendi’ye gittim selâm verdim. “Üstâdımız sizi de çağırıyor siz de geleceksiniz” dedim ve bu şekilde Türbe-i Saadet’in içine Muzaffer Efendi de girdi.
    Tabi Muzaffer Efendi o zaman da Hazret-i Mahmûd Sâmî (k.s.) Efendimizden daha medyatik biriydi. Çok kimse tarafından bilinir ve tanınırdı. Tâ Amerika’dan Avrupa’dan mürîdleri vardı.
    Bir Allâh dostunun arkasından birkaç adım attığı için çok nâdir kimselere nasîb olacak büyük bir devlet Muzaffer Efendi’ye de böylece nasîb oldu.

MENFUR BİR HÂDİSE

    1978 senesi Ramazan ayının bir Cuma’sı Suadiye Camii’nde Efendi Hazretleriyle birlikte Cuma namazını kıldık. Oradaki menfur hadiseye çok üzüldüler.
    Askeri istihbaratta çalışan emekli bir astsubay terbiyesizlik etti. Efendi hazretleri namazdan sonra biraz oturur, çabuk çıkmazdı. Cuma’dan sonra okuyacak şeyleri vardı. Okuduktan sonra kalkarlardı. Hazret otururken emekli astsubay geldi tam önünde durdu. Hazreti işaret ederek, “Burada herkese şeyh diyorlar” dedi ve bir sürü saçma sapan şeyler söyledi ve (va’z kürsüsünün altında oturan Hüseyin Pilavcı’yı kastederek) “İşte bu Hüseyin Pilavcı’dır. Zamanın kutbudur. Hakîkî şeyhtir.” dedi. Bu arada millet de bana bakıyor. Tabi benim yapacağım bir şey yok. Hazret’ten bana bir işaret gelirse icabına bakılır ama bir şey demedi. Çıktık eve geldik.
    Evde âile efradını toplayıp “Bundan sonra Suadiye Camiine hiçbir zaman gitmeyeceğiz. Bundan böyle bütün Cuma namazlarına beni sadece Ömer Öztürk götürecek. O hangi camiye gidileceğine kendisi karar verecek ve kimseye söylemeden dilediği camiye bizi götürecek ve buyurun inin deyince o camide namaz kılacağız.” buyurmuşlardır. “Duydunuz mu, anladınız mı” diye birkaç defa tekrar ettiler. Bunu tebliğ etmek üzere o sırada askerden izinli bulunan Mahmûd’u bahçeye gönderdiler. O sırada Fakir de bahçede Mahmûd Gezer ile oturuyordum. Torun Mahmûd bu emri, Mahmûd Gezer ağabeyin yanında Fakir’e tebliğ ettiler.

ABDURRAHMAN GÜRSES HOCAYI ZİYÂRETLERİ

        Efendi Hazretleri ile beraber Amiral Bristol Hastanesi’ne (Amerikan Hastanesi’ne) gittik. Başhekim M. Es’ad Alpaytaç Bey bizleri karşıladılar. Es’ad Bey Müslüman bir kimse idi. Babası Tarsus Müftüsü Enis Bey’in Es’ad Erbilî Hazretleri’ne sonra da Sâmî (k.s.) Efendimize müntesib olması münâsebetiyle çok ilgi gösterdi, bizi odasına da’vet etti. Es’ad Bey Sâmî (k.s.) Efendimize: “Efendim, buraya kadar teşrif etmişsiniz. Eğer arzu buyurursanız, hoca efendinin yanına sizi götüreyim, ziyâret edin. Ama siz hassas insansınız. Hoca efendinin hâlini görürseniz üzülürsünüz. O vaziyette hoca efendiyi görmeyin. Her tarafına hortumlar takılmış; gıdasını bile hortumla veriyoruz’ dedi.
        Hazreti Sâmî (k.s.): “İnşâAllah Hakk Te’âlâ Hazretleri bir kolaylık ihsan eder. Müsâitse ziyâret edelim, bir selâm verelim” dedi.
        Sâmî Efendimiz hoca efendinin odasına gittiler. Onun bu hâlini görünce çok müteessir oldular. Abdurrahman Gürses Hoca, Efendi hazretlerinin bu ziyâretinin sürûrundan ağladılar.
        Hoca gençliğinde Pir Efendimizin (Es’ad Erbilî Hazretleri’nin) bir sohbetine gitmiş Ramazan günü. Pir Efendimize demişler ki: “Abdurrahman Hoca iyi bir hâfızdır, sesi de güzeldir. Müsâade buyurursanız bir aşr-ı şerîf okusunlar.” Hoca efendi de bir aşr-ı şerîf okumuş. Es’ad Erbilî Hazretleri de çok beğenmişler ve “Bu sene Ramazan’da terâvihi Abdurrahman Efendi kıldırsın” demişler ve o Ramazan terâvihi Abdurrahman Efendi kıldırmış. Bundan dolayı Abdurrahman Hoca Menemen hâdisesine dâhil edilmiş ve belli bir süre de hapis yatmıştır.

        Bu ziyaret sırasında Sâmî (k.s.) Efendimiz, yaptığı her işte olduğu gibi, yine sünnete uyarak hoca efendinin sağlığına kavuşması için: “İnşâAllah Cenâb-ı Hakk’ın lûtfü ile şifâ bulursunuz” dedikten sonra şu cümleyi ilâve etti: “İnşâAllah Cenâb-ı Hakk lütfeder, yüzlerce talebe yetiştirirsiniz” dediler.
        Abdurrahman Hoca o zamana kadar hiç talebe yetiştirmemişti. Kendisi Beyazıt Camii’nin imamıydı. Cuma namazında sıhhati müsâid ise, hutbeye kendisi kılıçla çıkardı. (İhtilâlden sonra hutbeyi kılıçla okumayı kaldırdılar.) Celâlli bir kimse idi. Bir gün hutbe okunurken birisi girdi ve namaz kılmaya başladı. Hoca Efendi hutbeden o kişiye: “Şimdi sünnet kılınmaz, selâm ver bakayım” diye bağırdı. Allahü Te’âlâ gani gani rahmet eylesin.
        Hazreti Sâmî (k.s.)’un şu “İnşâAllah yüzlerce talebe yetiştirirsiniz” duâsı bereketiyle yüzlerce talebe yetiştirdi.

Çevrimdışı yunushan

  • Paylaşımcı üye
  • ****
  • İleti: 251
  • +23/-1
  • Cinsiyet: Bay
Ynt: Mahmud Sami Ramazanoğlu (k.s.) Hayatı
« Yanıtla #8 : 12 Kasım 2010, 18:17:06 »
HAZRETİN HAYÂTINI BÖYLE YAZACAKSAN HİÇ YAZMA DAHA İYİ!

    Hazretin hayatıyla ilgili yazılan birçok kitap var. Bazıları doğru ise de birçoğu yakıştırma tarzında olmuştur. Hazretin hayatını yazan bir kitabda şu şekilde geçiyor:
    Sâmî Efendimizi Kayseri Yahyalı’da Yeşilhisar İçmecesi denilen şifalı suların bulunduğu bir köyden, Yahyalı’ya Ekşi Ali nâmındaki bir adam götürüyor. Yolculuk esnâsında mezarlığın yakınından geçerlerken Ekşi Ali gönlünden “Böyle insanlar kabir hâline vakıf olurlarmış derler, acaba bu zât da bilir mi?” diye geçirmiş.
    Sâmî Efendi yavaşça dönüp “Ali Efendi, onu küçük Veli bilir…” demiş.
    Bu kitabı yazan karıştırmış “Velâyetin ilk basamağında olan Veli, ehli kuburun hâlini bilir” demek istemiş. Bunun ma’nâsı : “Biz büyük veliyiz çok daha iyi biliriz.” demektir. Sâmî Efendimizi yüzüne karşı “Efendim siz şöylesiniz, böyle büyüksünüz, büyük bir Allah dostusunuz” diye övdüklerinde; Efendi Hazretleri sağına soluna bakarlar bu sözleri kimin için söylediklerini anlamaya çalışırlardı. Bütün büyük velîler gibi toprak gibi mütevâzi bir zât idi Sâmî Efendimiz…
    Hâşâ Efendi Hazretleri Allah muhâfaza etsin böyle bir lafı nasıl söyler?
    O hayatı öyle yazacağına hiç yazma daha iyi.

İSİMLER ÖNEMLİ

    Hazreti Sâmî Efendimizin evini Cihad Sarpkaya adında ihvandan biri kiralamak istediğinde Hazret “Allah Allah hem sarp hem de kaya imiş.” dedi. Ömer Kirazoğlu abiye “Yâhu Ömer abi bak Hazret beğenmedi” dedim. Ömer abi de “Yâ nereden çıkarıyorsunuz beğenmediğini.” dedi. Hazretin o sözüne rağmen O’na evi kiraya verdiler.  Adam ihvan olduğu halde ne kirayı verdi ne de zam yaptı. En sonunda adamı evden zorla çıkarmak zorunda kaldık. 

TREN KATARI

    Yahyalılı Hacı Hasan Efendi naklediyor:
    Efendi hazretleri Kayseri’de demiryolunun kenarındaki bir evde sohbette bulunuyorlar. Sohbette bulunan samimi ihvanlardan biri, içinden şöyle geçirmiş:
    “Ya, Allah bize ne büyük bir devlet nasip etti. Böyle bir zatın evladı olduk, sohbetinde bulunuyoruz. Yüz yüze, karşı karşıya oturma şerefine nail oluyoruz. Ama boş bir adamım ben. Hiçbir şey yok bende, keşke bazı istifâdelerimiz olsa idi.”
    Bu sırada Hz. Sâmî (k.s.) treni göstererek; “Bakın şu katara. Bütün vagonları çekiyor. Bir kısmı dolu, bir kısmı da boş.” Böylece o ihvana cevabını vermiş oluyor. Allah şefaatlerine nâil eylesin.

EFENDİ HAZRETLERİNİN 1963 HAC SEYAHATİ

    Efendi Hazretlerinin 1963 Hacc yolcuğunu rahmetli babam, Muhterem Merhum Mehmed Öztürk anlatıyor:
    Baas partisinin Suriye’de iktidara geçtiği zamanki Hacc yolculuğunda ben yoktum. Efendi Hazretleri ile beraber ihvandan dört kişi (Babam, Atasayar Amca, Musa Amca ve Alemdar Amca) 1963’te Hac için yola çıktık. Efendi Hazretleri hayatı boyunca hiç yemek lafı etmemiş bir insandı; ama İstanbul’da yola çıkarken bize “yanınıza yiyecek alsanız” dedi. Yol arkadaşlarıma “Üstadımız şimdiye kadar hiç böyle bir şey demedi. Bunda bir hikmet olsa gerektir. Yanımıza yiyecek bir şeyler alalım” dedim.
    Sonra yol arkadaşları “Uçakta zaten yiyecek verecekler. Şam’da da buradaki yiyeceklerin çok daha iyisi var. O zaman yiyecekleri uçaktan iner inmez Şam’dan alalım.” deyince ben de bir şey demedim.
    Şam’da uçaktan inip hiçbir şey almadan otele gittik. Şam’da Tebuk oteli vardı. Efendi Hazretleri Şam’a gidince o otelde kalırlardı. Otele yerleştikten sonra namazı kılıp istihareye çekildik. Sabaha karşı toplar patlamaya başladı. Otel idaresine ne olduğunu soruca “Suriye’de ihtilal oldu. (Baas Partisinin ihtilali) Sakın ha otel kapısından dışarı adım atmayın. Dışarıya adım atana “vur emri” verilmiştir. Dışarı çıkarsanız vururlar sizi… Şuan ihtilal neticesini bekleyeceğiz.” dediler.
    Tabi bundan 40 sene önce otelde de ne olacak? Ne yiyecek bir şey ne de içecek su var. Sadece abdest aldıkları sudan içebiliyorduk. Tam üç gün hiçbir şey yemeden içmeden otelde kaldık.
    Böylece de neden Efendi Hazretlerinin yanınıza içecek ve yiyecek alın dediği meydana çıkmış oldu.
    Tabi Hak Teâlâ Hazretleri, Allah dostu kişilere çeşitli vesilelerle kişinin kalbine, manevi derecesine göre çeşitli ilhamatlar gönderir. Hazret bu ilhamatlara rağmen kendi ihtiyacı olmadığından yanına bir şey almamış, değil 3 gün 13 gün olsa Allahın izniyle yemeden durabilir ama yanında bulunan kişilerin yemek hususundaki durumunu bildiği için “yanınıza yiyecek alsanız” demişti.
    Sami Efendi Hazretleri sözünü tutmamız bizim dünya ve ahret saadetimiz içindir. Hak Teâlâ Hazretleri her hususta Hazreti Sami’ye uyup O’ndan istifade etmeyi nasip etsin. (Amin)

ADANALI HASAN EFENDİ AMCA

    Efendi Hazretlerinin tam icazetli hakiki halifesi idi. 1969 ‘de Adana’da vefat etti.
    Son nefesinde yanında idim. Onun da anlatılacak çok kerameti var ama bana son nefesinde “şurada gördüklerini başka bir ferde anlatırsan ahirette on parmağım yakanda olur. Hiç kimseye anlatmayacaksın” dedi. Onun için o gördüklerimizi maalesef anlatamıyoruz.
Yalnız başkaları tarafından anlatılan herkesçe de bilinen şu hallerini anlatayım: Vefatından on beş gün önce Adana’ya gitmiştim. Bir hafta iyi, son bir hafta hastalanmış yatıyor idi. Geceleri ağarlaşınca doktor getiriyorduk. Getirdiğimiz doktor dahiliye mütehassısı Adil Bey bir seferinde tansiyonunu ölçtü. Tansiyonu dörde düşmüş… Tansiyonu ölçerken bir taraftan da Hasan Amca görmesin diye eliyle tansiyon aletini kapatıyordu. Hasan Amca yataktan başını kaldırarak:
    “Yahu doktor bey sana da zahmet veriyoruz. Bu çocuk illa doktor getirelim dediği, onun hatırı için seni çağırdık yoksa sana ihtiyaç yok. Benim Rabbim öyle bir Allah ki, tansiyon dörde değil sıfıra bile düşse yaşatacaksa beni yaşatır. Öldürecekse de kaç olduğu mühim değil.” dedi. Yani doktor gizlese de tansiyonunun dörde düştüğünü biliyordu. Allah gani gani rahmet eylesin. Şefaatine nail eylesin.
    Doktor “yanına kesinlikle kimse girmesin” demişti. Refik Efendi diye bir zat vardı kapısında bekçilik eden… Fakirden başkasını da içeriye almıyorlardı. Bir gün yaşlı pirani bir amca gelip yanına oturdular, birbirlerinin ellerini tuttular epeyce bir zaman da sohbet ettiler. Sonra Hasan Efendi Amca Refik Efendiye “Yahu neden aşağıda hırıltı çıkardın. Sana üç kere gösterdim hala misafirimi tanıyamadın sen” demiş. Meğer ziyaretine gelen, elini tutarak sohbet ettikleri pirani amca Hızır (a.s.) imiş.
Allah şefaatlerine nail eylesin. Hasan Efendi amca böyle bir adam idi. Bunlar dışarıya başkaları tarafında çıktığı için anlatmış oldum. Beni gördüklerime de kendileri yasak koyduğu için anlatamıyorum.
   
Efendi hazretlerini tahta kaledeki dükkanda muhasebecilik yaptığı zamanlarda Hasan Efendi Amcaya “Bundan sonra bana Mahmud Sami denmesi emrolundu. İhvana bildiriniz.” diye buyurdular. Bu tebşirât da; kendisine şefaat makamının Allah Resulü (s.a.v) tarafından verildiğinin beyanıdır. Allah hepimizi şefaatlerine nail eylesin. (Âmin)

Çevrimdışı yunushan

  • Paylaşımcı üye
  • ****
  • İleti: 251
  • +23/-1
  • Cinsiyet: Bay
Ynt: Mahmud Sami Ramazanoğlu (k.s.) Hayatı
« Yanıtla #9 : 12 Kasım 2010, 18:17:59 »
[color=red]ADANALI HASAN EFENDİ AMCA’NIN CELAL SIFATIYLA İHVANI YOLA GETİRMESİ[/color]

    Hazreti Sami efendimizin kızıp kaşlarını çatma diye bir huyları yoktu. Hoşlarına gitmeyen bir hal zuhur etse bile kızamazlar, kaşlarını dahi çatamazlardı.
Adanalı Hasan Efendi Amca Sami Efendimize “ Efendim ihvanın içerisinde çok azanlar var. Celal sıfatınızı bir takınsanız da şunları bir yola getirseniz” deyince Efendi Hazretleri “ Hasan o bizde yok maalesef, Allah onu bize vermedi. O işi sen yap.” buyurmuşlardı. Onun üzerine Hasan Efendi Amca, Sami Efendimizin buyurdukları gibi Celal sıfatıyla ihvanı terbiye etmeye başlamışlardı.
YEDİ OSMANLAR

    Mürşidi kâmil kişinin manevi olarak çekebileceği zikri bilir ve ona göre ona vazife verir. Kişinin yapacağı zikir de okuyacağı evrad da ve diğer dersler de mürşidinin bilgi ve kontrolünde olmalı…
    Bu Yedi Osmanlar denen gurup kendilerine verilen üç bin adet zikri az bulup, on biner zikir çekmeye başlamışlar. Gönül yönüyle bu mertebeye gelmeden bu zikirleri çekip, eşyanın hakikati kendilerine gösterilince şaşırmışlar ve kendilerine şeytan rehber olmuş.
Hasan Efendi Amca diyor ki “Bir gece şeytan Yedi Osmanları Adana’dan Pozantı’ya (Adana’ya 70–80 km uzaklıkta) götürmüş çamurun ve çirkefin içine atmış. Gece onları bulundukları o çamur çirkefin içinden aldım Adana’ya getirdim.(gece yarısı hiçbir vasıta yokken 70–80 km uzaklıktan insan nasıl getirilir? Hasan Efendi Amcanın maneviyatı)
Hasan Efendi Amca’nın oğlu rahmetli Selahaddin Abi diyor ki “ babam bana dükkândaki kızılcık sopalarını getirmemi söyledi. Sopaları getirdim. Bana ayaklarını bağlattırdı ve sabaha kadar onları dövdü”
    Yedi Osmanların üç tanesi tövbekâr oldular ama maalesef dört tanesi imansız gitti. Düşünün Mürşidinin verdiği tesbihâtı beğenmeyip, kendince onu yükseltmek ne kadar tehlikeli... Allah muhafaza etsin (Âmin)

ZİKREDENE ZİKREDEREK BASILIR

    Adana’da köşkerlik yapan ihvandan Kadir Efendi diye bir zat var idi. (Adana’da ayakkabı tamircisine köşker derler) Bir gün sabahleyin kalkmış hanımına “hanım bak vAllahi ben şu yerlerin, duvarların, taşı, toprağın, her yerin zikrettiğini duyuyorum ve görüyorum, seslerini işitiyorum. Dolayısıyla ben bunlara basamam, buradan da çıkamam” demiş.
    Tabi o zamanlar yokluk zamanı… Adam gidip bir iki ayakkabı dikecek ki akşam eve ekmek getirsin. Bunun üzerine evin hanımı telaşlanıyor ve o telaşla hac anneye koşuyor. Hacı Anneye “ aman Hacı Anne! bizim adam her yerin Allah’ı zikrettiğini duyup gördüğünü söylüyor, bu zikredenlere de basamam diyor, ne olur bize bir imdat eyle, Efendi Hazretlerine bir şey söyle” diyor.
    Hacı Anne gidip Efendi Hazretlerine durumu anlatınca, Sami Efendimiz “Zikreden zikredene basabilir. Kadir Efendiye söyleyin zikrederek bize doğru gelsin.” buyurmuşlar.
Köşker Kadir Efendi de zikrederek Sami Efendimize doğru gelince o hal üzerinden alınmış oluyor.
SARAYBURNUNDA GEMİLERİ DURDURMAK MI ZOR? YOKSA…

    Osmanlının son zamanlarında yetişmiş en büyük âlimlerden birisi olan Bekir Haki Efendi, Sami Efendimiz için şöyle diyordu: “ Sarayburnu’nda gemileri akıntıya karşı durdurmak ne kadar zor… Sami Efendi Hazretleri sohbetlerinde bu zenginleri, bu makam ve mevki sahiplerini saatlerce tahiyyat oturuşunda oturtuyor ya Sarayburnu’nda gemileri akıntıya karşı durdurmaktan daha zor.”
İLİMDEN MAKSAT

    Ve yine son devrin Osmanlı âlimlerinden, bu devirde de yaşamış ilmihal sahibi, altı ay diyanet işleri başkanlığı da yapmış Ömer Nasûhi Bilmen, Sami Efendimizi bir ziyaretinden sonra çıkarken şöyle diyordu: “ Bizim elde ettiğimiz ilimden maksat şu Zatın halini iktisâb (elde) etmektir”

TAM HAZRETİ SÂMÎ CEVÂBI

    Şeyhliğini, kutupluğunu, gavslığını ilan etmiş bir şeyh taslağı müteşeyyih (yalancı şeyh), Efendi Hazretlerine bir adam göndermiş. “ Bana bütün dünyanın kutupluğu, gavslığı verildi. Sen de benden gel ders al” diyor. Bunun üzerine verdiği cevap tam Hazreti Sami cevabı: “ Fakire manen bir şey bildirilmedi. Eğer bildirilirse gelip intisap ederim.” Böylece o gelen kişiye de kibarca şeyhinin doğru söylemediğini yalan, söylediğini de söylemiş oluyor.

DÜŞMANI BİLE ONA “ADAM GİBİ ADAM” DER

    Erenköy Tüccarbaşı’nda Said Efendi adında bir manav vardı. Aynı zamanda mutfak tüpü de satardı. Onun mutfak tüplerini taşıyan Çanakkale plakalı kamyonu olan İhvandan bir zat vardı. (Allah rahmet eylesin) O zat anlatıyor:
    Benim bir oğlum var Yeşilköy’de Hava Harp okulu son sınıfında okuyan… İki de bir bana gelir “Baba siz gericisiniz, yobazsınız, tarikatçısınız, sizi şikâyet edeceğim, sizi içeri attıracağım vs” der beni tehdit eder, sürekli beni rahatsız ederdi.
Bir gün çocuk geldi dedi ki “Baba beni şu şeyhine götürür müsün?”
Ne yapacaksın oğlum sen benim şeyhimi deyince “gidip elini öpeceğim, senin şeyhinin duasını alacağım” dedi.
Oğlum sen şaşırdın mı? Şimdiye kadar Sami Efendi Hazretleri için, bizim için ağza alınamayacak şeyleri söylüyordun. Şimdi bunları söylemene sebep ne deyince bana şöyle cevap verdi:
    “Harb okulunun son sınıfında rejime düşman akımlar anlatılıyor. Bu ders için Ankara’dan Hava Tümgenerali bir paşa geldi. Rejime düşman akımları anlatmaya başladı. Sıra İslami cemaatlere gelince Türkiye’deki çeşitli cemaatleri ve tarikatları saydıktan sonra dedi ki “ Bu akımların içerisinde bir tane adam var. O da Sami Efendi adında Erenköy’de oturan bir zat… Bu zatın vazifesi gelen müntesiplerine Allah dedirtmektir. Siyaset ve başka bir şeyle de uğraşmaz sadece Allah dedirtmeye çalışır. O adam gibi bir adamdır.”
    Ben bunun için senin şeyhinin elini öpmek duasını almak istedim”
    Yani sen Allah yolunda olursan nasıl Ebu Cehil Allah Rasulu (s.a.v)’e “ben sana yalancı demiyorum.” dediyse; bu gibi adamlar da senin doğruluğunu, dürüstlüğünü tasdik eder.
    Ebû Medyeni Mağribî
    Ebû Medyeni Mağribî hazretleri Abdülkadir Geylani Hazretleriyle aynı asırda yaşamış büyük bir veli… Abdülkadir Geylani Hazretleri Bağdat’ta kürsüde vaaz ederken “benim ayağım bütün ehlullahın boynunu üstündedir” deyince ta Endülüs’te bulunan Ebû Medyeni Mağribî hazretleri de O’nu tasdik sadedinde boynunu bükerek “evet doğru söyledin Ya Abdülkadir Geylani! hepimizin boynu senin ayağının altındadır.” der imiş.

 

Voiser