Erdemler ve Mutluluk

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Çevrimdışı Ders Hocası

  • Hocanın Biri
  • *******
  • Join Date: Eki 2016
  • Yer: Hatay
  • 63863
  • +526/-0
  • Cinsiyet: Bay
    • Arif Arslaner
Erdemler ve Mutluluk
« : 29 Ocak 2018, 16:44:10 »
Erdemlerin amacı saadeti yakalamaktır. Bir başka ifadeyle erdemler mutluluğa
ulaştırmada araçlardır. Ahlâk ve hukukun hedefi de budur. Hatta
siyaset bilimi de bu gayeye hizmet eder. Erdemli bir toplum, dahası erdemli
bir hükümdarı İslâm ahlâkı ekseninde yorumlayan Yusuf Has Hacib’in
Kutadgu Bilig (Mutluluk Bilgisi) isimli eseri konumuzun bir tür tatbiki
yönünü temsil edeceği için, bu bağlamda onun düşüncesini somut örnek
olması bakımından alabiliriz.

Mutluluk Bilgisi’nde mutluluk-erdem ve bilgi ilişkisi öne çıkmaktadır.
Kaşgarlı Mahmûd’un Divanü Lugâti’t-Türk, isimli eseri de Yusuf Has
Hâcib’le mutabıktır. Onun Divan’ında da ‘bilik’ kelimesi kandil fitili olarak
karşılanmakta ve bilgi ile aydınlık ve ışık arasındaki bağlantı, kelimenin
etimolojisinde birleştirilmektedir.

Bilig, ilim anlamına gelirken; karanlığın kalkıp ışığın hâkim olması
demektir. Bilig, hem ‘ilm hem de akıl anlamlarını ihtiva ettiğinden ilim ve
aklın verilmişliğini ve aynı zamanda kazanılmışlığını aynı kelime üzerinde
görmek mümkündür. Bu kelime aynı zamanda ‘tanışmayı’ (bilişdi), ima
ettiğinden, insanın kendi farkındalığına ve kendini bilme düzeyine de işaret
etmektedir. Çünkü insan, karşılıklı ilişkiler ağı içinde kendini fark eder.
Muhatabımız bir bakıma bize ayna tutar. Ahlâklı olma veya olmama durumu
da tam olarak böyle bir sürecin hem başlangıcı hem de sonucudur. Zira
aydınlıkta kalan ahlâk bakımından da yükselecektir. Bu da iyinin aydınlık ve
huzur olarak idrak edilmesiyle doğrudan bağlantılıdır.

1017’de Karahanlı Devleti'nin Balasagun şehrinde dünyaya gelen, iyi bir
eğitim gören Yusuf Has Hacib, olması gereken veya ideal bir hükümdarı iyi
bir siyasetname örneği olan eserinde şöyle tasvir eder: İyi bir hükümdar,
adaletten ve doğruluktan şaşmaz; ağırbaşlı ve alçak gönüllüdür. Hırsızlık
yapmaz, yalan söylemez, içki içmez, dedikodu etmez. Son derece cömert ve
iyilikseverdir. Etrafındaki insanlara merhametli ve insaflı davranır. Adet ve
geleneklere, görgü kurallarına uygun hareket eder. Her şeyden de önemlisi
Yusuf Has Hâcib, bu ideal insan tipini soyut olarak ortaya koymaz; onu
cemiyet içine yerleştirerek fertlerin diğer fertlerle ve devletle olan
münasebetlerini inceler. Böylece eser, sosyoloji ve politikayı birleştirir.

Yusuf Has Hâcib hikâyesini, dört kavramı temsil eden dört şahsın
karşılıklı konuşmaları üzerine kurmuştur:

Hükümdar: “adalet”
Vezir: “baht/saadet”
Vezirin oğlu: “akıl”
Vezirin kardeşi: “kanaat”
Bu teşbihlerin anlamı ise şöyledir:

Doğruluğu” temsil eden hükümdar Gün Doğdu devamlı parlaklığı ve
herkesi aydınlatmasından dolayı güneşe benzetilir. “Saadeti” temsil eden
vezir ise aya benzetilir. Çünkü dünya saadeti ayın menzilleri ve ışığı gibi
inişli-çıkışlıdır. Vezirin halefi ve oğlu olan akıl, her şeyin hikmetini araştıran
birisi olarak “aklı”, diğer oğlu “kanaat”ı ve akibeti temsil ederler. Bunların
ahenkli çalışıması durumunda devletli bir sultandan veya mutlu bir devletten
bahsedilebilir. Esasında bu hikâye, her bir insan varlığı için geçerlidir. Temel
erdemlerin orta erdem olan adaleti gerçekleştirdiğini anımsarsak, mutluluk,
akıl ve sabır “bütün bir şahsiyetin” oluşumunu temin eder.

Yusuf Has Hâcib'e göre, mutluluğu kazanmak insanın yetilerini
kullanmakla doğrudan ilişkildir. Dahası ruhun irade, bilgi, eylem ve hissetme
gibi görünümleri arasında ahengi yakalamak “huzur” olarak karşımıza
çıkmaktadır. Dolayısıyla dünyada var olmanın amacı da bundan başkası
değildir. Yusuf Has Hâcip ve diğer İslâm ahlâkçılarına göre, ahireti
kazanmak için bu Dünya'dan el etek çekerek yalnızca ibadetle vakit geçirmek
doğru değildir. Çünkü böyle bir insanın ne kendisine ne de toplumuna bir
yararı vardır; oysa başkalarına yararlı olmayanlar ölülere benzer; bir insanın
erdemi, ancak başka insanlar arasındayken belli olur. Asıl din yolu, kötüleri
iyileştirmek, cefaya karşı vefa göstermek ve kusurları bağışlamaktan geçer.
İnsanlara hizmet etmek suretiyle faydalı olmak, bir kimseyi, hem bu
Dünya'da hem de Ahiret’te mutlu kılacaktır.

Yusuf Has Hâcib, kültürel dokuda/hâlihazır yapıda mevcut olan münzevî
zahit tipine karşı, insanın toplum içindeki yaşayışını savunuyordu. Toplumsal
yapıdaki zühd anlayışını, aklın önemini vurgulayarak eleştirmiştir: “Akıl
senin için iyi ve yeminli bir dosttur. Bilgi senin için çok merhametli bir
kardeştir.” Yine ona göre, insanların seçkini insanlığa faydalı olan insandır.
Halk, merhametli kişiyi sever. Öte yandan Yusuf Has Hâcib eserinde dil ile
düşüncenin ilişkisini açığa çıkarmıştır. Bu dil oyunu sayesindedir ki Kutadgu
Bilig felsefî yoruma daha uygun bir hale gelmiş ve bir tür hikmet kitabı
hüviyetine bürünmüştür.

Hükümdâr olabilecek kişi, hükümdâr olmakla, ancak kendini gerçekleştirebilir.
Bu gayeye eriştiğinde tamamlanmış olur ve aynı anda
mutluluğa da kavuşur. Zira mutluluğun önündeki en büyük engel 'eksiklik'tir.

Bu eserde, toplum içinde yaşayan insanları maddi ve manevi yönlerden mutlu
edecek yolun, iyi ve doğru bir yönetim olduğu anlatılmaktadır. İyi bir
yönetim sayesinde insanlar hem bu dünyada hem de ahiret hayatında mutlu
olacaktır. Eserin verdiği evrensel mesaj ise sosyal bir düzen içinde hukuk
prensipleri, yönetim disiplini ve insan hakları sistemleştirilerek, tüm
yöneticilere duyurulmalı ve yöneticiler bu kurallara uymalıdırlar. Eserde
işlenen esas konu “ideal insan”dır. Yusuf Has Hâcib kendi devrinde ideal bir
insanda bulunması gereken vasıfları şöyle sıralar: Bu insan, bütün kötü
vasıflardan arınmış ve iyi huylarla bezenmiş bir insandır. Allah’a sıkı sıkı
bağlı, takva sahibi bir mümindir. Zamanının bütün ilim ve hünerlerini
öğrenmiş bir âlim ve hâkimdir.

Bütün alfabeleri ve dilleri bildiği gibi şiir, belagat, hesap, hendese, tıp, vb.
ilimlere vâkıf olmanın yanında okçuluk,avcılık, satranç vb. hünerlere sahiptir.

Kısacası ahlâki bakımdan yetkinliği kişilik gelişimi için bir ölçüt olarak koyan düşünür,
tıpkı adaletin orta erdemolması gibi, adaleti gerçekleştirebilecek hükümdarı dolayısıyla
yönetme erkini de aklın kendini en üst düzeyde gerçekleştirebilmesi için bir güç alanı
olarak gösterir.

Böylece bu açıklamalar da göstermektedir ki, İslâm düşüncesi
ve ahlâkında bireysel ahlâkı toplumsal dokudan bütünüyle ayrı olarak analiz
etmek; yalıtmak mümkün değildir.