[b]Peygamberliğin İmkânı[/b] İslâm kaynaklarında nübüvvet olarak bilinen peygamberlik insan aklının mümkün göreceği bir şey olup imkânsız (muhal) olarak değerlendirilemez. Bu husus hem Allah Taâlâ’nın zatı hem de vahyin muhatabı bulunan insan açısından ele alınabilir.
[b]Allah Taâlâ Açısından[/b] Allah Taâlâ konuşan ve dileyen (kelâm ve irade sahibi) yüce bir varlıktır. O’nun yaratıcı oluşu nasıl kâinatı meydana getirmiş ve bu sıfatının bir tecellisi/tezahürü olmuş ise konuşan ve dileyen bir varlık oluşunun da açığa çıkması gerekir. İşte nübüvvet O’nun bu sıfatlarının yansıma ve tecellisidir. Nübüvvetin imkânsız olduğu ileri sürülürse Allah’ın konuşma sıfatının tecelli ettiğini söylemek imkânsız hâle gelir. İrade sıfatı da nübüvvetin imkânını ortaya koyar. Allah’ın yaratıklarına ilişkin iradesini de onlara nübüvvet aracılığıyla iletmesi mümkündür.
[b]İnsan Açısından[/b] Dünyadaki canlı-cansız çeşitli varlıkların çok farklı özellikler taşıdıkları bilinen bir gerçektir. Her birinin değeri ve fonksiyonu değişik olup özellikleri itibariyle çeşitlilik arz ederler. İnsanlar da doğuştan sahip oldukları kabiliyet ve özellikler bakımından birbirinden farklıdır. İnsanların çoğunluğu normal bir zekâ düzeyinde iken bir kısmı üstün zekâlı, diğer bir kısmı da normalin altında bir zekâ seviyesindedir. Yani her insan aynı fizikî ve ruhî özelliklere sahip değildir. Ortak noktaları bulunduğu gibi farklı tarafları da vardır.
Görme duyusundan yoksun bir insana nispetle bu duyuya sahip bulunan kişinin varlık ve olaylar hakkında daha fazla bilgilere ulaşması nasıl kavranabilir ise farklı kabiliyette yaratılan bir insanın metafizik âlemle irtibat kurması ve vahiy meleğini görüp ondan değişik bilgiler alması da aklın kabul edeceği bir şeydir. Bu noktaya işaret eden Kur’ân-ı Kerîm bizi “kör olanla görenin bilgi bakımından eşit tutulamayacağı hususunu” düşünmeye çağırmıştır (el-En’âm 6/50). Ayrıca peygamberlikle görevlendirilen insanların bedenî ve ruhî kabiliyetleri yönünden üstün bir yaratılışa sahip kılındıklarını, diğer insanların ise fizik ötesi âlemle irtibat kuramayacaklarını açıklamış (Hûd 11/28, 88), böylece nübüvvetin aklen mümkün bulunduğuna işaret etmiştir.
[b]Peygamberliğin Gerekliliği[/b]
[b]İnsan Fıtratı/Yaratılışı Açısından[/b]
Allah Taâlâ insanı yeryüzünde “halife”si kılmakla (el-Bakara 2/30) diğer yaratıklar arasında farklı bir konuma yerleştirmiştir. Kur’an’da insanın evrende başıboş, kendi haline terk edilmediği (el-Kıyâme 75/36), “Ben cinleri ve insanları, ancak bana kulluk etsinler diye yarattım” (ez-Zâriyât 51/56) âyetiyle de ona kulluk görevinin yüklendiği belirtir. Bazı âlimler bu âyetin “cinleri ve insanları benden başkasına ibadet etmeleri için yaratmadım” veya “onları başkasına değil, bana ibadet etmelerini emretmek için yarattım” şeklinde anlaşılması gerektiğini belirtmiştir.
Kur’an’da insanın bir takım zaaflarına da işaret edilmektedir. Onun sıkıntılara tahammül etmekte zayıflığı (en-Nisâ 4/28; Fussilet 41/49), aceleci (el-Enbiyâ 21/37) olduğu ifade edilmekte: “İnsana tarafımızdan bir rahmet (nimet) tattırır da sonra bunu ondan çekip alırsak tamamen ümitsiz ve nankör olur. Eğer kendisine dokunan bir zarardan sonra ona bir nimet ihsan edersek, bu defa “kötülükler benden gitti” der. Şu bir gerçek ki insan şımarık ve kibirli bir varlıktır” (Hûd 11/9-10) âyetiyle de nankörlüğü dile getirilmektedir.
Yine Kur’an’da, “Gerçekten insan, pek hırslı ve sabırsız yaratılmıştır. Kendisine fenalık dokunduğunda sızlanıp feryat eder. Bolluk ve nimet geldiğinde ise yoksullara vermeyip cimri davranır” (el-Me’âric 70/19-22) beyanıyla da insanın hırsına işaret edilir. Böylelikle bazı beşerî özellikler ve sosyal şartlar karşısında kişinin değişik tutumlar sergileyebileceği gerçeğine dikkat çekilmek istenmiştir. Bunun da hedefi insanın nübüvvete, peygamberlerin yol göstericiliğine olan fıtrî ihtiyacının temellerini ortaya koymaktır.
[b]İnsanın Hidayeti Açısından[/b] Peygamberlik asıl hedefi “insanlığın hidayetine/Allah’ın rızasına uygun olan doğru yolu bulmasına vesile olmak”tır. Son Peygamber’in tebliğ ettiği Kur’an’ın öncelikle “O, müttakîler için bir yol göstericidir” (el-Bakara 2/2) şeklinde nitelenmesi ilginçtir. Allah Kur’an’da kendilerini de hidâyete ulaştırdığını belirttiği peygamberler hakkında “Her toplumun bir yol göstericisi vardır” (er-Ra’d 13/7), “Onları emrimizle doğru yolu gösteren önderler yaptık” (el-Enbiyâ 21/73) buyurmaktadır. Peygamberlerin Allah’ın dînini tebliğ etmek suretiyle insanların hidayetine vesile olmaları “Nitekim kendi içinizden, size âyetlerimizi okuyan, sizi mânevî kirlerden arındıran, kitap ve hikmeti ve bilmediklerinizi öğreten bir Resûl gönderdik” (el-Bakara 2/151) meâlindeki âyetle dile getirilmiştir.
[b]İnsanlar Arasındaki İhtilaflar[/b]
Peygamberliği gerekli kılan bir başka husus da insanlar arasındaki çeşitli görüş ayrılıklarıdır. Kur’an’da geçmiş ümmetlerin dinî olabileceği gibi, insanlar arasında adaletle hükmedilmeyi gerektirecek muhtelif dünyevî meselelerde de fikir ayrılıklarına düştükleri anlatılır. Kur’an bu noktada peygamberi bütün yanlış anlaşılmaları ve fikir ayrılıklarını âdil bir hükümle giderici bir konumda takdim etmektedir.
İnsanların çeşitli sebeplerle fikrî ihtilaflara düşebileceğine şu âyetle işaret edilmekte: “İnsanlar tek bir ümmet idi. Sonra Allah, müjdeleyici ve uyarıcı olarak peygamberleri gönderdi. İnsanlar arasında, anlaşmazlığa düştükleri hususlarda hüküm vermeleri için, onlarla beraber hak yolu gösteren kitapları da gönderdi. Ancak kendilerine kitap verilenler, apaçık deliller geldikten sonra, aralarındaki zulüm ve hasetten ötürü dinde anlaşmazlığa düştüler. Bunun üzerine Allah iman edenlere, üzerinde ihtilafa düştükleri gerçeği izniyle gösterdi...” (el-Bakara 2/213) ve oluşan fikir ayrılıklarının, doğruyu/hakkı gösteren kitaplarla gönderilmiş peygamberler tarafından bertaraf edildiği vurgulanmaktadır.
Öte yandan insanlar asıl görevleri olan Allah’a kulluğu gereğince yerine getirebilmek için tabii olarak peygamberlere ihtiyaç hissederler. Buna geçmiş ümmetlerin gerek itikadî gerekse amelî konularda fikir ayrılıklarına düşmeleri ilave edilirse bu ihtiyacın daha da arttığını söylemek gerekir. İnsanda en iyi ve en güzel olanı elde etme ve buna sadece kendilerinin lâyık olduğu düşüncesi vardır. Anlaşmazlık halinde konuyu çözmek için yardımına müracaat edilecek, tarafların gönüllerini ve sözlerini birbirine yakınlaştıracak her hangi bir kimse bulunmazsa onların birbirine düşüp fesat ve bozgunun başlaması hızlanır. Dolayısıyla Allah katından gönderilecek emir ve nehiyleri toplumlara tebliğ edecek olan bir peygambere ihtiyaç kaçınılmaz bir husustur.
Sonuçta insan Allah’ın varlığını, bazı şeylerin iyi, bazılarının da kötü olduğunu kendi aklı ve düşüncesi ile bulsa da Allah’a nasıl kulluk edileceğini ve dinî hükümlerin tamamını kendi gayretiyle bilemez. Peygamberler Allah’ın iradesini tebliğ ettikleri halde zamanla o konularda da ihtilaflar ortaya çıkmış ve insanlık tekrar tekrar ikaz edilmek durumunda kalmıştır. Üstelik kişinin psikolojik yapısı zaman zaman onu yanlış şeyleri tercih etmeye de sevketmiştir. Dolayısıyla fert ve toplumların düzeltilp geliştirilmesini gaye edinen, aralarında adaletle hükmeden ve onlara “güzel bir örnek” oluşturan peygamberlere olan ihtiyacı kaçınılmazdır.
|