Ezan: Farz namazların vaktinin girdiğini müslümanlara duyurmak amacıyla, bilinen cümlelerle okunan metindir.
İcrası bakımından “dış ezan” ve “iç ezan” olmak üzere ikiye ayrılan ezanın minarede okunanına dış ezan, cuma namazının farzından önce cami içerisinde okunanına ise iç ezan denir.
Türk din mûsikisinde ezan, okunduğu namaz vaktine göre seçilmiş bir makamla, kendine özgü bir icra ve üslûp çerçevesinde, herhangi bir besteye bağlı kalınmaksızın serbest (irticâlî, doğaçlama) olarak okunur.
Ezanın okuma şekli şöyledir.
a) Hangi makamda okunacaksa başlangıç tekbirlerinin ilk ikisinde, o makamın pest perdelerinden birkaçı gösterilir. Devamında tekrar edilen tekbirlerde de, okuyanın ses genişliği ölçüsünde makamın zemin nağmeleri icra edilir.
b) “Eşhedü en lâilâhe illallah” cümlelerinde, ikinci defa okunan tekbirlerdeki perdelerin birkaç ses tiz veya pest bölgelerinde gezinilerek asma karar ve karar perdelerinde kalınır.
c) “Eşhedü enne Muhammeden Resûlullah”larda, makamın meyâna gelmeden önceki seyrini gösteren nağmeler yapılır.
d) “Hayye ale’s-salâh”, ezanın orta kısmı olması nedeniyle “meyan” sayılır. Burada meyana özgü perdelerde çoğunlukla tiz seslerde dolaşılır, uygun makam geçkileri gösterilir. İkinci tekrarda ise karara gidilir.
e) “Hayye ale’l-felâh”larda, yine meyan nağmelerinde seyredilir ve karar verilir.
f) Son “tekbirler”de ilk iki tekbirdeki perdeler seslendirilir.
g) “Tehlîl”de ise çoğu defa inici nağmelerle ezan bitirilir.
Ezan okuyuşlarında, dinî mûsikinin kendine özgü ağır başlı ve mistik tavrını korumaya özen gösterilmelidir. Ayrıca müezzinlerin ses renkleri, seslerindeki perde genişlikleri ve özellikle mûsiki bilgilerinin önemli rolü vardır.
Osmanlı döneminde selâtin camileri, geniş bir imam ve müezzin kadrosuna sahip olup bu göreve getirilecek kişilerin güzel sesli ve mûsiki bilgisine sahip iyi bir icracı olmaları ön planda tutulurdu. Ayrıca Osmanlı saray teşkilâtında müezzinliğin ayrı bir yeri vardı. Nitekim Enderun’a alınan güzel sesli ve kabiliyetli gençler burada mûsiki eğitimi görerek yetiştirilir, aralarında müezzinliğe yatkın olanlar seçilir ve zamanla “hünkâr müezzinliği”ne getirilirlerdi.
Eskiden İstanbul, Bursa, Konya, İzmir gibi önemli kültür merkezlerinde özel ezan okuma tavırları gelişmiştir. Bunlar arasında “saray tavrı” adı da verilen “İstanbul tavrı”nın özel bir yeri vardı. Saray müezzinleriyle bazı paşaların özellikle ramazan aylarında selâtin camilerinde müezzinlik yapmaları sebebiyle halk arasında yerleşmiş ve yaygınlaşmış olan bu tavır zamanla İstanbul dışında da önemsenmiş ve “İstanbul ezanları”, Osmanlı coğrafyasında daima örnek alınmıştır.
Ezanlar, müezzinin mûsikideki yeteneğine göre her makamdan okunabilir. Ancak yukarıda da ifade edildiği gibi, Türk mûsikisinin “ağır başlı” olarak nitelendirilen daha çok lirik karakterli makamlarından ezan okumak âdeti yerleşmiştir.
Eskiden İstanbul’da sabah ezanının sabâ, dilkeşhâverân; öğle ezanının hicaz, rast; ikindi ezanının hicaz, uşşak; akşam ezanının segâh, rast ve dügâh; yatsı ezanının ise uşşak, nevâ, rast ve hicaz makamlarından okunması bir gelenek haline gelmişti.
İki kişi tarafından karşılıklı olarak okunan ezanlara “çifte ezan” denilir.
Bu uygulamada müezzinler, birbirlerine karşılıklı perde göstererek ezanı okurlar.
Osmanlı döneminde, sarayda başmüezzinlik görevine yükselmiş meşhur mûsikişinaslar vardır.
XIX. yüzyılın ünlü mûsikişinaslarından Hamâmîzâde İsmail Dede Efendi, Rifat Bey, Hâşim Bey ve Şâkir Ağa bunlardan bazılarıdır.
Ayrıca XX. yüzyılda okudukları ezanlarla âdeta sembolleşmiş isimler de mevcuttur. Bunlar arasında Süleymaniye Camii müezzinlerinden Hâfız Şevket ve Hâfız Kemal’den, Üsküdar Yeni Valide Camii müezzini Hâfız Süleyman Karabacak’dan, Aksaray Valide Camii başmüezzini Hâfız Cemal’den, son dönemde ise Hâfız Yusuf Gebzeli, Hâfız Kâni Karaca’dan özellikle söz etmeliyiz.
|