Gönderen Konu: Dürer ve Gurer Musannıfı Kimdir? Konusu Nedir?  (Okunma sayısı 4710 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Çevrimdışı kardelen

  • Administrator
  • Tecrübeli üye
  • *****
  • İleti: 3198
  • +238/-0
  • Cinsiyet: Bay
Dürer ve Gurer Musannıfı Kimdir? Konusu Nedir?
« : 14 Şubat 2017, 12:50:12 »
Dürer-ül Hükkam fi Şerhi Gureril Ahkâm (Dürer ve Gurer) kitabının musannıfı: Molla Hüsrev hazretleridir.

[b]Konusu: [/b]Fıkıh ilmine dâir olan ve sık sık müracaat edilen bu en önemli eseri, asırlardır Osmanlı medreselerinde şerhleri ile beraber ders kitabı olarak tâkib edilmiştir.
Molla Hüsrev’in 1477 yılında Fâtih Sultan Mehmed Han’a takdim etmiştir.

"Molla Hüsrev, kıymetli eseri Gurer ve Dürer Mukaddimesi’nde şöyle buyurmaktadır:
"Dünyâ ve âhırette insanın şerefi ve iki âlemde üstün derecelere nail olması, ancak doğru i’tikâdda (Ehl-i sünnet i’tikâdında) olmak ve sâlih amel işlemesiyledir.”
Allahü teâlâ, Peygamberimizi (s.a.v) Peygamberlerin sonuncusu ve en doğru yolu gösterici olarak gönderdi. O’ndan sonra da O’nun ümmetinden büyük âlimler yarattı. Bu âlimler de, O’nun bildirdiklerini, insanların anlıyacakları bir şekilde îzâh ettiler. Allahü teâlâ, bu âlimlerden dört mezheb imamını seçti. Bu büyüklerin ihtilâfını rahmet kıldı. Diğer fıkıh âlimleri de bu âlimlerin mezheblerine göre fetvâ verdiler. Allahü teâlâ, bu büyük âlimler arasında da, en büyük İmâm ve yüksek himmet sahibi, ümmetin ve dînin kandili İmâm-ı a’zam Ebû Hanîfe Nu’mân bin Sâbit’i seçti. Onun yaptığı hizmet sebebiyle, Allahü teâlâ onun makamını Cennetin en yüksek derecesinden eylesin. Şüphesiz ki, Ebû Hanîfe’nin dînî hükümlere dâir bildirdiği şeyler, dalgaları birbirlerine çarpan bir deniz, hattâ sapıklığın karanlığını gideren parlak bir kandildir.”

[b]KİTABIN YAZARI MOLLA HÜSREV KİMDİR HAYATI HAKKINDA BİLGİ:[/b]
Hanefî mezhebi fıkıh âlimi ve üçüncü Osmanlı şeyhülislâmı. İsmi, Muhammed bin Feramuz (Feramerz) bin Ali er-Rûmî’dir. Sivas ile Tokat arasındaki Kargın köyünde doğdu. Doğum târihi kesin olarak bilinmemektedir. Babası, bir Fransız subayı iken müslüman olmuştur. Kızını Osmanlı emirlerinden Hüsrev adında bir zâta verdi. Babasının genç yaşta ölmesi üzerine, eniştesi Hüsrev Bey’in yanında kaldı ve büyüdü. Bu sebeple Hüsrev kayını diye çağırılırdı. Daha sonra kayını kelimesi kaldırılarak, Molla Hüsrev adıyla meşhûr oldu. 885 (m. 1480) senesinde İstanbul’da vefât etti. Namazı Fâtih Câmii’nde, kılındıktan sonra, Bursa’ya götürülüp, Emîr Sultan’ın doğusunda kendi yaptırmış olduğu medresenin bahçesine defnedildi. Mezar taşında, Menbâ-ı ilmü hüner, Vârisü ulûmu Hayr-ül-beşer, Fâzılı hurşidi. Eser, Sâhib-üd-dürer vel-gurer Mevlânâ Muhammed Hüsrev” kitabesi yazılıdır.

Burhâneddîn Haydar Hirevî ve zamanının diğer âlimlerinden ilim tahsil etti. Tahsilini tamamladıktan sonra Edirne’de Şah Melik Medresesi’nde ve sonra da kardeşinin vefâtıyla boşalan Çelebi Medresesi’nde müderrislik yaptı. Sultan İkinci Murâd Hân devrinde Varna Savaşı’ndan önce, 832 (m. 1429) senesinde Kadıaskerliğe ta’yin edildi. Molla Hüsrev, Fâtih Sultan Mehmed Hân tahta geçince de bu göreve devam etti. Memleketi iç ve dışta huzûra kavuşturduktan sonra, Sultan İkinci Murâd Hân tahttan çekilmiş, yerine oğlu Fâtih Sultan Mehmed’i oturtmuştu Ancak düşmanlar, Sultan’ı çocuk yaşta görüp, bir takım huzûrsuzluklar çıkarmak istediler. Bunun üzerine İkinci Murâd tekrar tahta geçti ve Fâtih Sultan Mehmed’i Manisa’ya gönderdi, ilim adamlarından çoğu, birer behâne ileri sürerek, Manisa’ya gitmek istemediler. Molla Hüsrev, kadıaskerlikten istifâ ederek, Şehzâde ile birlikte Manisa’ya gitmeye karar verdi. Fâtih, onun bu kararını duyunca; "Vazifenize devam edin, zira memleketin size ihtiyâcı var” dediyse de, Molla Hüsrev hazretleri; "Tahttan ayrılıp Manisa’ya giderken sizi yalnız bırakmam uygun olmaz, müsâade buyurun geleyim” diyerek samimiyetini bildirdi ve birlikte Manisa’ya gitti. Fâtih Sultan Mehmed bu muhterem âlimden çok faydalandı ve ondan bir kısım ilimleri tahsil etti.

Fâtih Sultan Mehmed Hân tekrar tahta geçince, o da İstanbul’a geldi. İstanbul’da Galata ve Üsküdar kadılıklarına ta’yin edildi. Bu arada Ayasofya müderrisliğini de yürüttü. Bir ara Bursa’ya gidip bir medrese kurarak ilim öğretmekle meşgûl olduğu sırada, Fâtih Sultan Mehmed Hân tarafından İstanbul’a da’vet edilerek, İkinci Osmanlı şeyhülislâmı Fâhrüddîn-i Acemî’nin vefâtı üzerine, 865 (m. 1460)’de şeyhülislâmlığa ta’yin edildi. Molla Hüsrev, yirmi sene, adâlet ve hakkaniyetle şeyhülislâmlık vazîfesini yürüttü.

Fâtih Sultan Mehmed Hân, Molla Hüsrev’i çok takdîr ederdi. Molla Hüsrev’den söz ettiği zaman; "Zamanımızın Ebû Hanîfe’sidir.” diyerek, teveccüh ve sevgisini belirtirdi. Bir defasında bir düğün yemeğinde, hocası Molla Gürânî’yi sağ yanına, Molla Hüsrev’i sol yanına alarak oturmak sûretiyle iltifâtta bulunmuştu.

Molla Hüsrev; orta boylu, gür sakallı, kıymetli elbise giyen, başında küçük bir sarığı olan, heybetli, tevâzu sahibi bir zât idi. Güzel ahlâk sahibi, vakûr, yüksek ilmiyle İslâm dînine uymakta gayretli ve titiz idi. Bu sebeple, halkın ve devlet adamlarının sevgisini ve hayranlığını kazanmıştır. Medresede derse gideceği zaman talebeleri onun evinin önünde toplanır, saygı ve ta’zimle onu medreseye götürür ve yine o şekilde evine getirirlerdi. Büyük âlim, yalnızlığı ve kendi işini kendisi görmeyi severdi. Konağında birçok hizmetçiler olduğu hâlde, Molla Hüsrev hiçbirini kendi hizmetinde kullanmaz, odasını kendisi süpürür, lâmbasını kendisi yakardı.

Molla Hüsrev, Edirne’de Şah Melik Medresesi’nde müderris iken, Sa’deddîn Teftâzânî’nin "Mutavvel” adlı eserine haşiye yazmıştı. Seyyid Ahmed Kırımî Edirne’ye geldiğinde, o beldenin ileri gelen âlimleriyle ilmî sohbetlerde bulundu. Molla Hüsrev, yazmış olduğu haşiyeyi Seyyid Ahmed Kırımî’ye götürünce, Seyyid Ahmed Kırımî, kitaba tenkid gözüyle bakıp, ba’zı yerlerine i’tirâz işâretleri koydu. Bu duruma üzülen Molla Hüsrev, Edirne’nin bütün âlimlerini, Seyyid Ahmed Kırımî’nin bulunduğu bir ziyâfete da’vet etti. Yemekten sonra kendinin ve Kırımî’nin sözlerini tahkîk edip, tatlı bir lisanla Kırımî’nin sözlerinin uygun olmadığını anlattı. Bunun üzerine Seyyid Ahmed Kırımî’ Molla Hüsrev’in yazdığı sahife ve satırların doğru olduğunu tasdik edip, hatâsını i’tirâf etti. Böylece Molla Hüsrev’in ilmî üstünlüğü isbatlanmış oldu.

Molla Hüsrev, birçok talebe yetiştirmiş olan kıymetli bir fıkıh âlimi olduğu gibi, bir şâir olarak da tanınmıştır. Molla Hüsrev, önceki âlimlerin kitaplarından hergün iki yaprak yazmayı âdet hâline getirmişti. Vefât ettiği zaman terekesinde (geriye bıraktığı şeyler arasında) kendi el yazılarıyla yazılmış pekçok nefis eserler çıkmıştır. Ömrünü ilim öğretmek ve yazmakla geçiren Molla Hüsrev’in, birçok kıymetli eserleri vardır. Bu eserlerinin önemlileri şunlardır: 1- Dürer-ül-hükkâm fî şerh-i Gurer-il-ahkâm: Fıkha dâir olan, sık sık müracaat edilen bu en önemli eseri, bütün Türk Osmanlı medreselerinde şerhleri ile beraber ders kitabı gibi ta’kib edilmiştir. Molla Hüsrev, bu eserini 877 (m. 1472) senesinde yazmağa başlamış, 883 (m. 1477) senesinde bitirerek Fâtih Sultan Mehmed Hân’a takdim etmiştir. Kendi el yazısıyla Fâtih Sultan Mehmed’e hediye ettiği "Dürer” nüshası, İstanbul’da Köprülü Kütüphânesi’ndedir. 2- Şerh-ül-miftâh, 3- Şerhu Telvîh, 4- Şerhu Usûl-ül-Pezdevî, 5-Hâşiyetü Evâili Tefsîri Kâdı Beydâvî, 6- Hâşiyetü Mutavvel lit-Teftâzânî, 7-Mir’ât-ül-usûl fî şerh-i mirkât-ül-vüsûl, 8- Mirkât-ül-vüsûl fî ilm-il-usûl, 9-Nakîd-ül-efkâr fî redd-il-enzâr, 10- En’âm sûresi tefsîriyle ilgili risale, 11- Şerhu Telhis el-Miftâh lil-Kazvînî.

Molla Hüsrev, kıymetli eseri Gurer ve Dürer Mukaddimesi’nde şöyle buyurmaktadır:

"Dünyâ ve âhırette insanın şerefi ve iki âlemde üstün derecelere nail olması, ancak doğru i’tikâdda (Ehl-i sünnet i’tikâdında) olmak ve sâlih amel işlemesiyledir.”

Allahü teâlâ, Peygamberimizi (s.a.v) Peygamberlerin sonuncusu ve en doğru yolu gösterici olarak gönderdi. O’ndan sonra da O’nun ümmetinden büyük âlimler yarattı. Bu âlimler de, O’nun bildirdiklerini, insanların anlıyacakları bir şekilde îzâh ettiler. Allahü teâlâ, bu âlimlerden dört mezheb imamını seçti. Bu büyüklerin ihtilâfını rahmet kıldı. Diğer fıkıh âlimleri de bu âlimlerin mezheblerine göre fetvâ verdiler. Allahü teâlâ, bu büyük âlimler arasında da, en büyük İmâm ve yüksek himmet sahibi, ümmetin ve dînin kandili İmâm-ı a’zam Ebû Hanîfe Nu’mân bin Sâbit’i seçti. Onun yaptığı hizmet sebebiyle, Allahü teâlâ onun makamını Cennetin en yüksek derecesinden eylesin. Şüphesiz ki, Ebû Hanîfe’nin dînî hükümlere dâir bildirdiği şeyler, dalgaları birbirlerine çarpan bir deniz, hattâ sapıklığın karanlığını gideren parlak bir kandildir.”

 

Voiser