Medine döneminin 4. yılında inmiştir. 24 ayettir. Sure ismini 2. ayetinde geçen haşr ifadesinden alır. Ahirete ilişkin olarak kullanıldığında ‘toplanma’ anlamına gelen haşr, bu surede olguya uygun olarak ‘kalkışma, ayaklanma, savaş için toplanma’ anlamlarına gelmektedir. Diğer taraftan, İbn Abbâs gibi bazı sahabî bu sureden ‘Benî Nadîr Suresi’ olarak bahsetmişlerdir.
Surenin ilk ayeti ile son üç ayetinde, bütün varlıkların Allah’ı eksikliklerden tenzih ettiği, O’nun birliği, yüceliği, ilminin sınırsızlığı, rahmet ve şefkatinin enginliği, irade ve gücünün mutlaklığı, eşsiz yaratıcı olduğu belirtilmektedir.
Bununla kalplere tevhid inancının, Allah sevgisi ve saygısının yerleştirilmesi hedeflenmektedir. 2 ila 10. ayetlerde antlaşmalarını bozan bir Yahudi kabilesinin başına gelen sürgün felâketi örnek gösterilip bundan ibret alınması istenmektedir. Müslümanlara toplum olarak elde edilen imkânların paylaştırılması konusunda yol gösterilip ideal mümin tipiyle ilgili tasvirler yapılmaktadır. 11 ila 17. ayetlerde Müslüman göründükleri halde ahitlerini bozan Ehl-i kitap’la gizli ilişkiler kurarak türlü entrikalar çeviren münafıkların ve yandaşlarının bazı zaaflarına değinilerek Müslümanlar hem bu tür davranışlardan sakındırılmakta hem de kendilerine moral verilmektedir. Daha sonraki ayetlerde her insanın yapması gereken nefis muhasebesinin, ebedî hayat için hazırlıklı olunmasının önemine ve sonuçlarına dikkat çekilmektedir.
Kur’ân’a muhatap olmanın ne büyük bir şeref olduğunu ama aynı zamanda ne büyük bir sorumluluk getirdiğini de hatırlatan bir örnek verilmektedir.
Surenin büyük bir kısmı, doğrudan veya dolaylı olarak, Medine’deki İslâm toplumu ile üç Yahudi kabilesinden biri olan Benî Nadîr (Nadîroğulları) arasındaki çekişmeyi ve antlaşma şartlarını ihlal eden bu kabilenin daha sonra Medine’den sürülmesini konu edinmektedir. Nadîroğulları’nın Medine’ye gelişi çok eskilere dayanmaktadır. Bu kabile Medine’nin tarım ve ziraatını elinde tutuyordu. Surenin iniş nedeni de bu durumdur. Hz. Peygamber, Medine’ye hicretlerinden bir süre sonra Medine Yahudileri ile bir ittifak sözleşmesi (Sahîfe) imzaladı. Buna göre Yahudiler, lümanlar ile müşrik Kureyşliler arasındaki çatışmada tarafsız kalacaktı. lümanların H. 2. yılda Bedir Savaşı’nda kazandıkları zaferden sonra söz su Yahudi kabilelerinin liderleri, kendiliklerinden, Hz. Peygamber’in gerçekten Tevrat’ta geleceği haber verilen Peygamber olduğunu ilan ettiler. Ama bir yıl sonra, Müslümanların Uhud’da yenilgisinin ardından Yahudiler, Resûl-i rem ile yaptıkları antlaşmaya ihanet ettiler. İslâm toplumunu kesin bir şekilde ortadan kaldırmak niyetiyle Mekkeli Kureyşlilerle de ittifak oluşturdular.
Bunun üzerine Hz. Peygamber önlerine iki alternatif koydu: Ya savaş yahut bütün mallarıyla Medine’yi terk. Eğer bu ikinci ihtimali kabul ederlerse, her sene dönüp kendi mülklerinde kalacak olan hurma ağaçlarının ürününü toplayabileceklerdi. Görünüşte bu ikinci şıkkı kabul eden Yahudiler, on günlük bir mühlet istedi ve bu istekleri kabul edildi. Bu arada, başlarını Abdullah b. Ubeyy’in çektiği Medine Arapları arasındaki münafık bir grup ile gizlice bir tuzak hazırladılar. Abdullah b. Ubeyy, onlara, şehrin kenar mahallelerindeki sağlam meskenlerinde kalmaları hâlinde 2 bin savaşçı ile silahlı destek vereceğini vaat etmiş ve şöyle demişti: “O zaman evlerinizi terk etmeyin; eğer Müslümanlar size karşı savaşırlarsa sizinle omuz omuza savaşırız, onlar sizi sürmeyi başarırlarsa sizinle birlikte biz de Medine’yi terk ederiz”.
Nadîroğulları bu tavsiyeye uyarak Hz. Peygamber’e isyan edip silaha sarıldılar. Müslümanlar, onların kalesini -fiili bir savaş olmadan- 21 gün ca kuşatma altında tuttular. Abdullah b. Ubeyy’in adamlarından vaat edilen dım gelmeyince Nadîroğulları H. 4. yılın Rabî‘ul-evvel ayında lim oldu ve barış teklif ettiler. Medine’yi terk etmeleri, bütün taşınabilir mallarını beraberlerinde götürmeleri, ama silahlarını almamaları şartıyla barış teklifi kabul edildi. Kabile mensuplarının çoğu, yaklaşık 600 develik bir kervan ile Suriye’ye göç ettiler. Evlerini kendi elleriyle yıkıp kapı ve relerine varana dek tüm mallarını da yanlarında götürdüler. Yalnızca iki aile Hayber sına yerleş- meyi tercih etti. Birkaç kişi de Aşağı Mezopotamya’daki Hîra’ya kadar gitti. Surede anılan fey, Nadîroğulları’nın bıraktığı taşınmaz mallardır.
‘Ganimet’ anlamında kullanılan enfâlden ayrı olarak ‘Barış yoluyla elde edilen savaş gelirleri’ anlamına gelir. Nadîroğulları’nın tarlalarına ve ağaçlarına el konularak Medine’yi terk edişinden sonra 7 ve 8. ayetlerde geçtiği üzere, inançları uğruna yurtlarını terk eden muhacirler arasında paylaştırıldı. Bu malların muhacirlere verilmesinin gerekçesi, tüm zamanlarda geçerli olan şu ilkeye dayanmaktadır: “Ganimetlerin aranızdaki varlıklı kimselerin tekelinde olan bir servet ve güç kaynağına dönüşmemesi için Allah dağıtımın böyle olması gerektiğine hükmetmiştir.”
Münafıklarla Nadîroğulları arasındaki gizli görüşmeleri mucizevî bir ihbar ile açıklayan ayetler, kâfirler arasındaki dayanışmanın, özünde nasıl kırılgan olduğunu dile getirir.
Surenin sonu, Allah’a inanıp güvenen herkesi kapsayan bir sorumluluk çağrısıdır. Sorumsuzlukların en büyüğü ise, vahye karşı duyarsız kalmaktır. Surenin son üç ayeti, Allah’ın kendi zatı hakkında konuştuğu bölümdür. Resûl-i Ekrem, Allah’ı tanıtan bu ayetlerin her günün sabahında okunmasını tavsiye eder. Bu tavsiyede, söz konusu ayetlere başlarken istiâze okunması da yer alır. Bunun anlamı, Mutlak Hakikat olan Allah hakkında düşünürken Allah’a sığınma tavsiyesidir. Amacı, insan aklının mutlak zatını kavramaktan aciz olduğu Allah’ı isim ve sıfatlarıyla bilmek, tanımak ve anlamaktır. Bütün bu isim ve sıfatlarla verilmek istenen mesaj, dünyanın fâni, Allah’ın ise baki olduğudur.
|