Nasreddin Hoca Fıkralarından seçmeler

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Çevrimdışı busegül

  • *******
  • Join Date: Mar 2008
  • Yer: Adana
  • 20005
  • +360/-0
  • Cinsiyet: Bayan
  • Allah birdir ve Muhammed (s.a.v.) onun elçisidir.
    • Uyanan Gençlik
Nasreddin Hoca Fıkralarından seçmeler
« : 30 Ağustos 2012, 09:54:14 »
Nasreddin Hoca (d. 1208 - ö. 1284) Orta Çağ döneminde Akşehir ve Konya'da, Selçuklu veya Osmanlı Devleti döneminde var olduğuna inanılan mizah figürü.
Nasreddin Hoca, komik hikayeleri ve fıkralarıyla hatırlanan ve aynı zamanda popülist bir filozof olan bilgeydi.

[img width=276 height=400]http://uyanangenclik.com/resimler/kitap/nasreddinhoca.jpg[/img]

[color=red]Nasreddin Hoca Fıkralarından seçmeler[/color]

[color=blue]Hocanın kılıcı[/color]

Nasreddin Hoca zamanında, Akşehir´de silah taşıma yasağı ilan edilmiş. Hoca da bir kılıç kuşanıp, sokağa çıkmış. Bu işin kontrolü ile vazifeli memur, onu bu şekilde görünce yanına yaklaşıp:

    — "Neden böyle kılıçla dolaşıyorsun?"

diye sormuş.Hoca:

    — "Bu kılıç, medresede, kitaplardaki yazı hatalarını düzeltmeye yarar"

cevabını verince, memur alaylı alaylı:

    — "O işi küçük bir çakı da görür, bu biraz büyük değil mi?"

demiş. Bunun üzerine Hoca:

    — "Efendi efendi!" sen ne diyorsun, bazan öyle büyük hatalar oluyor ki, bu bile küçük geliyor"

cevabını vermiştir.

Tabii ki Nasreddin Hoca böyle söylemekle, ilmin ve ilim ehlinin önemini dile getirip, eğer ilim ehli doğruyu öğrenmez ve öğretmezse, cemiyetin karışacağını, hatta bu sebeple savaş bile çıkacağını bildirmiştir.

[color=blue]Utancımdan Saklandım:[/color]

Nasreddin Hoca’nın evine bir gün hırsız girmiş. Hoca dolabın içine saklanmış. Hırsız, evin içini, dışını iyice aramış ancak çalacak, işe yarar bir şey bulamamış. Bu sırada bir şey bulma umuduyla dolabı açan hırsız içeride saklanan Hoca’yı görmüş ve birden şaşırarak :
- Sen burada mısın?
Hoca, evet demiş, “Çalacak bir şey bulamayacağını bili­yorum da utancımdan saklandım.”

[color=blue]Papağan:[/color]

Nasreddin Hoca pazarda dolaşırken renkli bir kuşun on iki altına satıldığını görürmüş. Bu durum karşısında şaşıran Hoca yanındakilere sormuş:
- Bu kuş niçin bu kadar para ediyor?
- Bu papağandır, konuşur.
Hoca hemen evine gitmiş, hindisini koltuğunun altına alıp pazara getirmiş.
- Hoca’m bu hindi kaç para ? diye sormuşlar.
- On altın, demiş. Herkes şaşırmış:
- Bir hindi on altın eder mi?
- Görmüyor musunuz, papağanı on iki altına satıyorlar.
- Ama Hoca’m onun marifeti var, insan gibi konuşuyor. Senin hindi ne yapar ki?
- O konuşursa bu da insan gibi düşünür!

[color=blue]İpe Un Sermek[/color]

Bir gün komşusu, Hoca’dan urgan istemiş. Hoca içeriye girip çıkmış:
- İp boş değil, demiş. Hanım üstüne un sermiş. Komşu;
- Bu nasıl iş Efendi, demiş. Hiç ipe un serilir mi?
- Serilir elbette, vermeye gönlüm olmayınca ipe un da serilir.

[color=blue]Ayı Kurtardık[/color]

Hoca bir akşam su çekmek için kuyuya gider. Kuyunun kapağını açınca bir de ne görsün, kuyunun içinde koskoca ay… “Eyvah, ay kuyuya düşmüş hanım, koş çengeli getir, ay kuyuya düşmüş!” diye seslenir. Hanımı koşar, çengeli getirir Hoca, çengeli kuyuya atar, sallar sallar tutturamaz. Nihayet çengel bir taşa takılır. Hoca kuvvetle çekerken çengel kopar, kendisi de sırt üstü yere düşer. Göğe bakar ki ay gökyüzünde. “Oooh, çok şükür, düş­tük ama ay’ı da kuyudan çıkardık!”

[color=blue]Timur’un Filleri[/color]

Timur, Akşehir’e bir erkek fil getirmiş. Başıboş gezen fil, ekili alanları silip süpürmüş, bağlara bahçelere zarar vermiş. Üstelik, yiyeceğini de Akşehirliler sağlıyormuş. Kısacası, fil şehrin başına bela olmuş.
Sonunda Akşehirliler Hoca’ya gidip;
-Hoca Efendi Timur’a ancak sen söz geçirebilirsin. Şu­nun bir çaresine baksan.
- Haklısınız, yarın benimle birlikte on-on beş kişi gelsin, hep birlikte gidip Timur’a derdimizi anlatalım.
Ertesi gün Hoca önde, diğerleri arkada, yola koyulmuş­lar. Fakat yol boyunca gruptakiler birer ikişer ayrılmış. Ti­mur’un otağına yaklaştıklarında Hoca dönüp ardına bir bak­mış, kimse yok… Hepsi korkudan kaçmışlar. Timur’un yanı­na gelen Hoca:
- Efendim, biz Akşehirliler getirdiğiniz fili çok sevdik. Ama hâline acıyoruz. Zavallı hayvan tek kaldı. Akşehirliler bir de dişisini getirtmeniz için beni yolladılar.
Timur bu sözlerden hoşlanmış;
- Akşehirlilere selam söyle, isteklerini yerine getireceğim.
Hoca oradan çıkıp kendisini dört gözle bekleyen Akşe­hirlilerin yanına varınca;
- Muştular olsun! Belanın dişisi de geliyor!

[color=blue]Ah Gençlik[/color]

Hoca bir gün ata binmek istemiş. Hayvanın boyu epey yüksekmiş. Hoca bir türlü atin üstüne sıçrayamamış. Yanın­dakiler duyacak şekilde sesini yükseltip, söylenmiş:
-Ah gençlik ah! Gençliğimizde böyle miydik? Sonra sesini alçaltarak kendi kendine mırıldanmış:

- Ben senin gençliğini de iyi bilirim Nasreddüinn!

[color=blue]Ya Tutarsa[/color]

Hoca bir gün biraz yoğurt mayası alıp Akşehir Gölü’ne gitmiş, mayayı göle bırakmış. Birisi bunu görüp sormuş:
- Ne yapıyorsun öyle Hoca?
- Hiç, göle maya çalıyorum. Adam şaşırıp kalmış:
- Hoca’m hiç göl maya tutar mı?
- Ben de biliyorum tutmayacağını. Ama ya tutarsa?

[color=blue]
Tarifi Bende[/color]

Günlerden bir gün Hoca’nın canı ciğer istemiş. Kasaptan ciğeri alan Hoca evine giderken dostlarından birine rastlamış. Adam:
- Hoca’m o ciğeri nasıl pişireceksin?
- Bilmem.
Dostu, bir çeşit ciğer yahnisi tarif etmiş. Hoca:
- Bu uzun sürdü, aklımda kalmaz, sana zahmet bu tarifi bir kâğıt parçasına yazıver.
Hoca, tarifi cebinde, ciğeri elinde dalgın dalgın giderken bir çaylak süzülüp inmiş, ciğeri kapıp havalanmış. Hoca bir müddet koşmuş, bakmış ki koşmakla gökteki kuşu tutmaya imkân yok. Elindeki tarifi havaya doğru sal­layıp çaylağa bağırmış:
- Boşuna heveslenme, ağız tadıyla yiyemeyeceksin, tari­fi bende.

[color=blue]
Kazan Doğurdu[/color]

Hoca bir gün komşusundan ödünç bir kazan ister. İşini bitirdikten sonra kazanın içine bir tencere koyup komşusuna götürür. Komşu, tencereyi görünce:
- Hoca bu nedir böyle?
- Sorma komşu kazan gebeymiş. Anlayacağın senin ka­zan doğurdu.
Bu duruma sevinen adam kazanı tencereyle beraber alır.
Bir zaman sonra Hoca, aynı komşusundan kazanını ge­ne ister. Aradan epey zaman geçer; fakat bu sefer Hoca ka­zanı geri vermez. Sonunda komşusu Hoca’nın evine gidip kazanı ister. Hoca, üzgün bir şekilde:
- Aah komşum, başınız sağ olsun, kazan sizlere ömür…
- Aman Hoca’m ne diyorsun? Hiç kazan ölür mü?
- A komşucuğum, kazanın doğurduğuna inandın da öl­düğüne mi inanmıyorsun?

[color=blue]İsa Ne Yer ?[/color]

Hoca, ramazan ayını geçirdiği köyde vaaz verirken bir ara Hz. İsa’nın göğe çekildiğinden söz etmiş. Camiden çıkın­ca yaşlı bir kadın yanma yaklaşıp:
- Hoca’m, İsa Peygamber göğe çekildi, dedin. Acaba o orada ne yiyip ne içer ?
Hoca da zaten köyde ilgisizlikten dertlidir:
- Bre kadın, günlerdir bu köydeyim, bir gün olsun şu za­vallı Hoca ne yer ne içer demediniz de gökyüzünde Allah’a kavuşmuş peygamberin ne yiyip içtiğini mi soruyorsun!

[color=blue]Cenazede[/color]

Hoca’ya sormuşlar:
- Cenazede tabutun önünden mi yürümeli, arkasından mı? Hoca:
- İçinde olmayın da, demiş, önünden de gitseniz olur, ar­dından da…

Eşeğe mi İnanıyorsun Bana mı

Bir sabah komşularından biri Hoca’ya:
- Efendi, demiş, değirmene gidip geleceğim. Bugün eşe­ğini bana ödünç verir misin?
Hoca kestirip atmış:
- Evde değil.
Tam o sırada ahırdaki eşek anırmaya başlamış. Komşu:
- İşte bak eşek ahırdaymış. Yazıklar olsun komşu bir eşe­ği esirgedin benden.
Hoca sesini yükseltmiş:
- Yahu sen ne biçim adamsın? Ak sakalımla benim sözü­me inanmıyorsun da eşeğin sözüne mi inanıyorsun!

[color=blue]Parayı Veren Düdüğü Çalar[/color]

Hoca pazara giderken mahallesindeki çocuklar etrafına toplanmışlar. Her birisi çarşıdan kendileri için bir şeyler al­masını istemiş. İçlerinden bir çocuk da parasını vererek ken­disi için bir düdük almasını istemiş. Hoca: ‘
- Peki, peki getiririm, demiş.
Akşamüstü pazardan dönerken çocuklar Hoca’nın yolu­nu kesmişler. Hepsi siparişlerini sormuş. Hoca sadece para veren çocuğa düdüğünü uzatmış ve demiş ki:
- Parayı veren, düdüğü çalar!

[color=blue]Kedi Nerede[/color]

Hoca bir gün evine et götürmüş. Hanımına eti vererek akşama bir güzel pişirmesini tembih etmiş. Hanımı da eti pi­şirip komşularıyla bir güzel, afiyetle yemiş. Akşam et yeme ümidiyle eve gelen Hoca’ya da:
- Efendi sorma etin başına gelenleri. Bizim kedi senin ge­tirdiğin eti kapıp kaçtı. Arkasından koştum ama yetişemedim, Anlayacağın hain kedi senin eti yedi.
Hoca hemen oracıkta duran cılız kediyi tutmuş ve tart­mış. Kedi iki okka gelmiş. Hanımına:
- Hatun, bu kedi ise benim et nerede, bu et ise bizim ke­di nerede?

[color=blue]Keramet Kavukta İse[/color]

Adamın biri Iran taraflarından gelen bir mektubu Ho-ca’ya vermiş:
- Hoca’m, sana zahmet şu mektubu bir okuyuver.
Hoca bakmış, yazı hem okunaksız, hem de Farsça yazıl­mış. Hoca mektubu getiren kişiye:
- Bunu siz başkasına okutun.
Adam ısrar edince açıklamak zorunda kalmış:
- Ben Farsça bilmem. Türkçe de olsa yazı okunaklı olma­dığı için yine okuyamazdım.
Adam bu durum karşısında sinirlenmiş:
- Başında kocaman kavuk, üstünde şu cübbenle şu mek­tubu okuyamıyorsun, bir de hocayım diye geçinirsin!
Hoca kavuğunu cübbesini çıkarıp adamın önüne koy­muş:
- Keramet kavukla cübbedeyse, buyur sen giy, mektubu da sen oku!