Gönderen Konu: Ünite1: İslâm Öncesi Arabistan - Konu Özeti  (Okunma sayısı 2406 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Çevrimdışı Ders Hocası

  • Hocanın Biri
  • Administrator
  • Süper Mega üye
  • *******
  • İleti: 63863
  • +526/-0
  • Cinsiyet: Bay
    • Arif Arslaner
Ünite1: İslâm Öncesi Arabistan - Konu Özeti
« : 10 Ekim 2019, 09:40:44 »
Arap yarımadası İslâm tarihi açısından olduğu gibi dünya
tarihi açısından da yeryüzünün en önemli bölgelerinden
biridir. Âlemlere rahmet olarak gönderilen son peygamber
Hz. Muhammed (s. a. v.) Arap yarımadasının batısındaki
Hicaz bölgesinde yer alan Mekke’de doğdu. Çocukluğu ve
gençliğini burada geçirdi.

Kırk yaşında kendisine peygamberlik verildi ve
elli üç yaşında hicret edinceye
kadar Mekke’de yaşadı. Ömrünün son on yılını yine Hicaz
bölgesinin diğer bir önemli şehri olan Medine’de geçirdi
ve burada vefat etti. Bu süreçte Hz. Muhammed’e 610
yılında ilk vahyin gelişi ile Mekke’de doğan İslâm dini
Medine’ye ve ardından Arap yarımadasının tümüne
yayıldı. Bu bakımdan Hz. Peygamber’in hayatına
geçmeden önce onun doğup büyüdüğü yer ve İslâm’ın
beşiği olan Mekke’nin ve daha genelde Arap
yarımadasının İslâm öncesi tarihini, dinî ve sosyo-kültürel
durumunu kısaca ele almak faydalı olacaktır. Böylece
Câhiliye adı verilen İslâm öncesi dönem Arap toplumunda
İslâm’ın ve Hz. Peygamber’in gerçekleştirdiği değişim ve
dönüşümün değeri daha iyi anlaşılabilecektir.

Arap Yarımadası Asya, Afrika ve Avrupa kıtalarının
kesişme noktasında yer aldığı için büyük bir coğrafi
öneme sahiptir. Doğuda Basra Körfezi (İran Körfezi) ve
Uman Denizi, Güneyde Arap denizi ve Aden Körfezi,
Batıda Kızıldeniz ve Akabe Körfezi ile çevrilidir.

Arap Yarımadası'nın batı kesiminde Kızıldeniz kıyısında
genişliği yer yer 80-100 km.yi bulan dar bir kıyı ovası
olan Tihâme yer alır. Tihâme'nin doğusunda Hicaz bölgesi
bulunur. Bununla birlikte genellikle Tihâme Hicaz'a dahil
edilir. Mekke, Medine ve Tâif Hicaz'ın en önemli
şehirleridir. Hicaz'ın doğusunda ve Arap yarımadasının
ortasında Necid platosu yer alır. Necid'in güneydoğu
kesiminde Yemâme bulunur. Yemâme ile birlikte
Bahreyn'e el-Arûd adı verilir. Hicaz'ın ve Arap
yarımadasının batı kesiminin güneyinde Yemen vardır.
Yemen bölgesinin kuzey kısmında Necran, orta kısmında
San'a ve güneyinde Taiz yaylaları meşhurdur. İslâm'ın
doğuşuna yakın tarihlerde Arabistan'daki meşhur şehirler
şunlardı: Mekke, Tâif, Yesrib (Medine), Yenbû, Cüreş,
San'a, Hicr, Hayber, Suhâr, Debâ, Dûmetülcendel, Fedek,
Teymâ, Vadilkura ve Maknâ’.

[b]Arabistan’ın Siyasi Tarihi[/b]
En eski yerleşim yerlerinin başında gelen Arap
Yarımadası'nın güney ve kuzeyinde İslâm öncesi
dönemde çeşitli devletler kurulmuştur. Orta
Arabistan'daki Hicaz bölgesinde ise İslâm dönemine
kadar herhangi bir devletin kurulmadığı, bölgede
insanların çeşitli kabileler halinde yerleşik veya göçebe
olarak yaşadığı bilinmektedir.

[b]Güney Arabistan’da Kurulan Devletler[/b]
Güney Arabistan'da Maînliler, Sebeliler ve Himyerîler
hüküm sürmüş, ardından bölgeye Habeşliler ve Sâsânîler
hakim olmuştur.

[b]Maînliler[/b]
M. Ö. 1400-650 yılları arasında Yemen’de hüküm süren
Maîn krallığının merkezi San‘a’nın doğusunda harabeleri
bulunan Maîn şehri idi. Daha ziyade ticarete önem veren
Maînliler Arabistan ürünleriyle Hindistan ve Çin’den
gelen ticaret mallarını Suriye, Filistin ve Mısır’a satarak
büyük gelir elde ederlerdi.

[b]Sebeliler[/b]
Güney Arabistan’da kurulan devletlerin ikincisi Maîn
Devleti’nin yıkılmasından sonra tarih sahnesine çıktığı
tahmin edilen Sebe Devleti’dir. Merkezi Me’rib şehri olan
Sebeliler ticaretin yanında tarıma önem vermiş ve bu
amaçla bazı su bendleri inşa etmişlerdir.

[b]Himyerîler[/b]
Sebeliler’den sonra Güney Arabistan’da hüküm süren
Himyerîler, Araplar’ın Kahtânîler koluna mensuptur.
Maînliler ve Sebeliler’in aksine savaşçı bir politika izleyen
Himyerîler sınırlarını m. s. III. Yüzyılın sonlarına doğru
Hadramut ve Orta Arabistan’a kadar genişlettiler. Askeri
bakımdan Arabistan’ın en güçlü devleti haline gelen
Himyerîler Habeşliler ve İranlılarla da mücadele ettiler.
Arabistan’da Hıristiyanlıkla Yahudiliğin rekabet ettiği IV.
yüzyılda Himyerîler yahudileri desteklerken Habeşliler ve
Bizanslılar hıristiyanları desteklemekteydi. Yahudiliği
kabul eden son Himyerî hükümdarı Zû Nüvâs, hıristiyanları da
yahudiliği kabul etmeye zorladı ve kabul
etmeyen birçok Necran’lı hıristiyanı “uhdûd” adı verilen
ateş çukurlarında diri diri yaktı. Kur’ân-ı Kerim’de bu acı
olaya işaret edilmekte ve bunu yapanlar şiddetle
kınanmaktadır (Burûc 85/4-9).

[b]Kuzey Arabistan’da Kurulan Devletler[/b]
Kuzey Arabistan'da İslâm'dan önce Nabatîler,
Tedmürlüler, Gassânîler, Hireliler (Lahmîler) ve
Kindeliler devlet kurmuşlardır.

[b]Nabatîler[/b]
Nabatî krallığı muhtemelen m. ö. IV. yüzyılın sonlarında
kurulmuş, Filistin’in güneyinde Akabe körfezi ile Lût
gölü arasında hüküm sürmüştür. Devletin merkezi Petra
şehriydi.

[b]Tedmürlüler[/b]
Kuzey Arabistan devletlerinin ikincisi Tedmür
Krallığı’dır (Palmirliler). Tedmür şehri Suriye çölünün
ortasındaki bir vahada, Humus’un 145 km. doğusunda,
Şam’ın 260 km. kuzeydoğusunda yer alır. Palmyra adıyla
da anılır. II. ve III. Yüzyıllarda en parlak dönemini
yaşayan Tedmürlüler günümüze kitâbeleriyle birlikte
harabeleri de ulaşan birçok görkemli yapı inşa etmişlerdir.
Başkent Tedmür uluslararası ticaretin önemli
duraklarından biriydi.

[b]Gassânîler[/b]
Gassânîler, Arapların Kahtânîler koluna mensup olup III.
Yüzyılda Yemen’den Suriye bölgesine göç ettiler ve
burada Cefne b. Amr liderliğinde devlet kurdular. Bizans
İmparatorluğu’nun etkisiyle Hıristiyanlığı kabul ettiler.

[b]Hireliler (Lahmîler)[/b]
Kuzey Arabistan’da kurulan diğer bir devlet Hireliler
veya Lahmîler adıyla bilinmektedir. Kahtânîler’in bir kolu
olup Me’rib seddinin yıkılmasından sonra güneyden
kuzeye göç eden ve Irak’a yerleşen Lahmîler tarafından
III. Yüzyıl ortalarında Hire’de kurulmuştur.

[b]Kindeliler[/b]
Kuzey ve Orta Arabistan’da hüküm süren Kindeliler’in
genellikle Kahtânîler’den oldukları kabul edilmektedir.
Kindeliler III. Yüzyıldan itibaren güneyden kuzeye doğru
ilerleyerek Orta Arabistan’a Necid bölgesine geçmişler,
ardından Mezopotamya, Filistin ve Suriye’yi içine alan
geniş bir alana dağılmışlardır.

[b]Hicaz Bölgesi ve Mekke[/b]
Tarihin ilk dönemlerinden itibaren Hicaz, Suriye bölgesi
ile Yemen'i birbirine bağlayan ana ticaret yolunun
üzerinde idi. Yemen'den başlayıp Akabe körfezine ulaşan
ticaret yolu Mekke ve Medine'den (Yesrib) geçerek
Akabe körfezinden Akdeniz limanlarına bağlanmaktaydı.
Hicaz' ın en önemli şehirleri Mekke, Medine ve Tâif'ti.

[b]Mekke[/b]
Arabistan'ın İslâm tarihi bakımından en önemli bölgesi
Hicaz olduğu gibi bu bölgenin en önemli şehri de
Mekke'dir. Mekke'nin bilinen tarihi Hz. İbrahim (a.s.)
dönemine kadar inmekte, daha önceki tarihi hakkında
fazla bilgi bulunmamaktadır.

[b]Hz. İbrahim ve Kâbe'nin İnşâsı[/b]
Yeryüzünde Allah'a kulluk maksadıyla yapılmış ilk mâbed
olan Kâbe, inşâ edildiğinden günümüze kadar Kur'ân-ı
Kerîm'de de ifade edildiği gibi Allah'ın evi (Beytullah)
olarak bilinen en kutsal ve en güvenilir mekândır. Aynı
şekilde Kâbe'nin bulunduğu Mekke ve çevresi de Hz.
İbrahim'in duâsında dilediği üzere Yüce Allah tarafından,
insanların manevî olarak temizlenip arındığı her türlü
tecavüzden korunmuş kutsal ve güvenli bir yer (harem)
olarak ilân edilmiştir.

Başlangıçta Hz. İsmail tarafından yürütülen Mekke ve
Kâbe'nin idaresi ondan bir nesil sonra Cürhümlüler'in
eline geçti. Önceleri Hz. İsmail'in tebliğ ettiği dini
benimsemiş olan Cürhümlüler zamanla sapıklığa düştüler;
Kâbe'ye saygı göstermediler, gizli açık her türlü
ahlâksızlığı yapmaya başladılar. Kâbe'ye takdim edilen
hediyelere el koydukları gibi hac maksadıyla şehre
gelenlere de kötü davranmaya başladılar.

Huzâalıların Mekke Hakimiyeti ve Amr b. Luhay
Cürhümlüler'in Mekke hakimiyeti sırasında Güney
Arabistan'daki sel felâketi (seylü'l-arim) yüzünden kuzeye
göç ederek Mekke civarına gelen Huzâa kabilesi, Amr b.
Luhay liderliğinde Cürhümlüler'le yaptıkları savaşta onları
mağlup ederek şehirden çıkardı. Cürhümlüler
Hacerülesved'i yerinden söküp bir yere gömdükten ve
Zemzem Kuyusu'nu kapatıp yerini belirsiz hale
getirdikten sonra tekrar ilk yurtları olan Yemen tarafına
gittiler.

Kureyş 'in Mekke Hakimiyeti ve Kâbe Hizmetleri
Huzaâlılar'dan sonra Mekke idaresi ve Kâbe hizmetleri
Kureyş kabilesinin eline geçti. Hz. İsmail'in torunlarından
Adnân'ın soyundan gelen Kureyş kabilesi, uzun süre Benî
Kinâne'den olan akrabalarıyla birlikte dağınık gruplar
halinde Mekke dışındaki çadırlarda yaşadı. .

Kusay liderliğindeki Kureyş kabilesi, Kinâne ve Kudâa
kabilelerinin de yardımıyla, Mekke hâkimiyetini elinde
bulunduran Benî Huzâa ile mücadele etti ve sonunda
Mekke hâkimiyeti Kâbe ile ilgili hizmetlerle birlikte
Kusay'ın şahsında Kureyş kabilesine intikal etti.

• Dârünnedve: İlk defa Kusay tarafından yaptırılan ve
kapısı da Kâbeye doğru açılan Dârünnedve, Kureyş
kabilesinin önemli meseleleri görüşüp karara
bağladığı toplantı yeriydi.

• Kıyâde: Sözlükte "reislik, önderlik ve kumandanlık"
gibi anlamlara gelen kıyâde kelimesi Câhiliye
devrinde Mekke'de ordu kumandanlığını ve kafile
başkanlığını ifade etmek için kullanılmaktadır.

• Livâ: Bu görevi yürüten kimse Kabileye ait sancağın
muhafazasından sorumluydu.

• Hicâbe (veya Sidâne): Hicâbenin sözlük anlamı
"örtmek, birinin bir yere girmesine engel olmak"tır.
Bu görevi üstlenen kişi temelde Kâbe'nin bakımı,
kapısının ve anahtarlarının muhafazasından sorumlu
idi. Hâcib adı verilen görevli, Kâbe'nin anahtarlarını
elinde bulundurur ve belirli zamanlarda ziyaretçilere
açar, ondan izinsiz kimse Kâbe'ye giremezdi.
• Sikâye: Kâbe'yi ziyarete gelen hacılara su temini
görevi demektir.
• Rifâde: Hacıları ağırlama ve yiyecek ihtiyaçlarının
karşılanması görevini ifade eden rifâde de temel
hizmet ve görevlerin başında gelmekteydi.

[b]Kan Yalayanlar ve Koku Sürünenler[/b]
Milâdî 480 yılı civarında öldüğü tahmin edilen Kusay’dan
sonra Mekke ve Kâbe ile ilgili hizmetler büyük oğlu
Abdüddâr’a intikal etti. Ancak daha sonra
Abdümenâfoğulları Abdüşems, Hâşim, Muttalib ve Nevfel
sayıca ve itibar bakımından daha üstün olduklarını,
dolayısıyla bu görevlerin artık kendilerine verilmesi
gerektiğini ileri sürdüler. Görevlerin taksimi konusunda
çıkan anlaşmazlık sonucu Kureyşliler üç guruba ayrıldı.
Aynı görüşte olan kabileler, kendi aralarında birbirlerini
sonuna kadar desteklemek ve yalnız bırakmamak üzere
yemin ettiler. Abdümenâfoğulları'nın oluşturduğu
topluluğun üyeleri, bir kaba konulmuş güzel kokulu bir
sıvıya ellerini batırarak Kâbe duvarına sürdüler; bundan
dolayı onlara "mutayyebîn" (güzel kokulular), yaptıkları
ittifak ve yemine de "Hilfü'l-mutayyebîn" denildi.
Abdüddâroğulları ve müttefikleri de birlikte hareket
edeceklerine dair ant içmişlerdi. Bundan dolayı
kendilerine "ahlâf" (yeminliler), yaptıkları ittifaka da
"Hilfü'l-ahlâf" denilmiştir. Ayrıca bunlara, kestikleri bir
hayvanın kanını bir kaba koyarak ellerini batırıp yalamak
suretiyle yemin ettiklerinden dolayı "leakatü'd-dem" (kan
yalayıcıları), yaptıkları ittifak ve yemine de "Hilfü
leakati'd-dem" adı verilmiştir.

[b]Araplarda Dini ve Sosyo-Kültürel Hayat Dini Hayat[/b]
Arabistan yarımadasının genelinde putperestlik (şirk)
hâkimdi. Yarımadanın çeşitli bölgelerinde put evleri
denilebilecek tapınaklar inşâ edilmişti. Bunlara genellikle
beyt, kübik olanlarına da kâbe denilmekteydi. Putperestlik
ve çok tanrıcılığın yaygın olduğu Câhiliyye döneminde
kabilelerin kendilerine mahsus putları vardı. Mekke'deki
Kâbe'ye ve Lât, Menât, Uzzâ ve Zülhalasa gibi putların
bulunduğu diğer tapınaklara yapılan bu ziyaretler birer
bayram görünümündeydi. Mekke'de sayıları az olmakla
birlikte Hz. İbrahim'den gelen tevhid inancına sahip
Hanîfler de bulunuyordu. Bunlar putperestliği
reddettikleri gibi dönemin iki önemli dini olan Yahudilik
ve Hıristiyanlığı da benimsemeyen tevhîd inancına bağlı
kimselerdi. Araplar arasında Allah ile akraba olduklarına
inandıkları cinlere, yıldızlara ve Allah' ın kızları olarak
kabul ettikleri meleklere tapanlar da bulunuyordu.
Câhiliye döneminde müşrik Arapların taptığı, Mekke’de
ve Arabistan’ın diğer bölgelerindeki önemli putlardan
bazıları şunlardır: Hübel, İsâf ve Nâile, Lât, Menât, Uzzâ.

[b]Sosyo-Kültürel Hayat Ekonomik Hayat[/b]
Coğrafî şartlar yüzünden tarıma elverişli olmayan
Mekke'de ekonomik hayatın temelini ticaret
oluşturmaktaydı. Mekke'de "sûk" (çoğulu esvâk) adı
verilen çarşı ve pazar yerleri mevcuttu. Mekke çevresinde
genellikle hac mevsimi ve haram aylar dikkate alınarak
peşpeşe kurulan panayırların (esvâku'l-'Arab), yarımada
için olduğu gibi Mekke ticareti açısından da büyük önemi
vardı.

[b]Ukâz:[/b] Kureyş’in devamlı katıldığı ve Mekkelilerce
desteklenen Ukâz panayırı Tâif-Nahle arasında Mekke’ye
üç günlük mesafede Zilkâde ayının başında kurulur ve
yirmi gün devam ederdi.

[b]Mecenne: [/b]Mekke yakınlarındaki Merruzzahrân denilen
yerde Ukâz panayırının ardından zilkâde ayının son on
gününde kurulurdu.

[b]Zülmecâz:[/b] Arafat’a bir fersah (yaklaşık 6 km.)
mesafedeki Zülmecâz adlı yerde kurulan bu panayır,
Zilhicce ayının ilk sekiz günü devam ederdi. Hacılar
Mecenne panayırının ardından buraya gelip sekiz gece
kaldıktan sonra tevriye günü (8 Zilhicce), Arafat’a gitmek
üzere buradan ayrılırlardı.

[b]Hubâşe:[/b] Hicaz-Yemen kervan yolu üzerinde receb ayının
başında kurulan ve üç veya sekiz gün devam eden Hubâşe
panayırı, bölgedeki Arap kabilelerinin katılımyıla sınırlı
kaldığı için mahallî bir özellik taşıyan ikinci derecede bir
fuardı.

[b]Arap Kabileleri ve Kabile Yapısı[/b]
Arabistan'ın asıl sakinleri Araplar'dır. Genel olarak
bakıldığında düzenli bir siyasî birliğin ve devletin söz
konusu olmadığı Arap yarımadasında Araplar kabileler
halinde yaşıyorlardı ve kabile hayatı sosyal yapının
temelini oluşturmaktaydı. Kabile başkanlarına reis, şeyh
veya seyyid denilmekte olup cesur, cömert ve birleştirici
olmaları istenirdi. Kabile reisinin kabile için taşıdığı
merkezî önemden dolayı savaşlarda kabile reisleri hedef
alınırdı. Kabile reisinin öldürülmesi büyük bir felâket
olacağından taraftarlarınca özel olarak korunurdu. Arap
toplumunda göçebe veya yerleşik hayat hâkimdi. Çöl ve
vahalarda (bâdiye) develeriyle birlikte konar göçer olarak
çadırlarda yaşayanlara bedevî (ehlü'l-bâdiye, ehlü'l-veber),
köy, kasaba ve şehirlerde kerpiçten yapılmış evlerde
yerleşik hayat yaşayanlara hadarî (ehlü'l-meder)
denilmekteydi. Kabile şairlerinin toplumda önemli yeri
bulunmaktaydı. Kabile veya kabileler birliğinin sözcüsü
olarak siyasi müzakerelere katılan heyetlerde şairin yeri ve
vazifesi vardı.

Arap toplumu hürler, mevâlî ve kölelerden oluşmaktaydı.
Hürler de eşrâf ve avam olmak üzere ikiye ayrılırdı.
Arabistan'ın diğer bölgelerinde olduğu gibi Mekke'de de
kölelik yaygındı. Köle ve cariyeler toplumun en alt sınıfı
olup efendilerine itaatle yükümlü idiler. Genel olarak
bakıldığında, Câhiliye denilen İslâm öncesi dönemde Arap
toplumunda şirk, sosyal adaletsizlik ve ahlakî çöküntü
hakimdi. İyilik, adalet, doğruluk, hukuk vb. kavramlar
bilinmekte ve bu hususlara riayet eden insanlar da
bulunmakla birlikte bu değerler toplumda etkin bir
mahiyet taşımamaktaydı. Zengin ve güçlüler, fakir ve
zayıflara haksızlık etmekten çekinmezdi. Kabileler arası
savaşlar, kan davaları, içki, fuhuş, kumar, ribâ (faiz),
yağmacılık ve çapulculuk almış yürümüştü. Şüphesiz
benzer problemler Araplar'ın dışında dönemin diğer
toplumları için de söz konusuydu. Bu sebeple İslâm
kaynaklarında yahudi ve hıristiyanlar başta olmak üzere
birçok insanın toplumu bu tür kötülüklerden kurtaracak bir
peygamber beklentisi içinde olduğu belirtilmektedir.


 

Voiser