Peygamber Efendimiz çocukları çok severdi, onların arasına katılır, selâmlaşır, onlarla konuşur ve şakalaşırdı. Bu sebeple çocuklar, bir yolculuğa çıkacağında onu uğurlar, dönüşünü de özlemle beklerlerdi.
Hz. Enes, çocukluk ve gençlik yıllarını onun yanında geçirdi. Ona göre Hz. Peygamber, çocukları sevmeyi, onlarla ilgilenmeyi, tehlikelere karşı onları korumayı cehennemden kurtuluşa vesile ve merhametli olmanın gereği sayardı. Peygamberimiz, iman, ibadet ve ahlâk bilgilerinin çocuklara seviyelerine uygun bir şekilde öğretilmesini isterdi. Kendisi de bu konuda örnek olur, torunları Hasan, Hüseyin ve kızı Zeyneb’ten torunu olan Ümâme’nin namazda omuzuna binmesini hoş görürdü. Özellikle yoksul, kimsesiz, hizmetçi ve öksüz çocuklarla ilgilenilmesini isterdi.
Bir defasında Peygamberimiz, küçük bir kızın ağladığını gördü. Sebebini sorduğunda evine un almak için yanında bulunan parasını kaybettiğini söyledi. Peygamberimiz, kaybettiği parayı ona verdi, ama çocuğun bu sefer de geciktiği için evdekilerin azarlamasından korktuğunu farketti ve unu aldıktan sonra çocuğu evine kadar götürdü. Ev sahipleri, Peygamberimizin evlerine kadar gelişine sebep olduğu için, çocuğa kızmak yerine memnuniyetlerini ifade ettiler.
Hz. Peygamber şehit yetimi olan çocuklarla özellikle ilgilenilmesini istemiştir. Hz. Hamza’nın yetimi olan bir kız çocuğunun bakımının üstlenilmesi hususunda çok istekli olan Hz. Zeyd b. Harise’ye, Hz. Cafer ve Hz. Ali’ye duyarlı davrandıkları için çok teşekkür etti ve teyzesiyle evli olması dolayısıyla onun eğitimini Hz. Cafer’e verdi. Hz. Peygamber, kız ve erkek çocuklar arasında ayırım yapılmasına karşı çıkardı. Hâlbuki İslâmiyetten önce Câhiliye çağında kız çocukları doğuştan potansiyel suçlu gibi algılanırlardı. Bu anlayış, kimi kabilelerin kız çocuklarını öldürmelerine sebep olurdu. Hz. Peygamber, bu Câhiliye anlayışını yıktığı gibi kız çocuklarına gereken önemin verilmesini emretmiş, onları eğitip hayata hazırlayanların büyük sevaba erişeceğini ve cennete gireceğini müjdelemiştir.
Peygamber Efendimiz, İslâm’ı yaymaya başladığı ilk günlerden itibaren gençlere değer vermiştir. Çünkü İslâm’a ilk girenler arasında çok sayıda genç vardı. Bu genç insanlar, çevreden gelen baskılara boyun eğmediler, yılgınlık göstermediler, sabırla engelleri aştılar ve İslâm’ın yayılmasında önemli hizmetler yaptılar. Hz. Ali, Abdullah b. Ömer, Zeyd b. Hârise, Zübeyr b. Avvam, Abdullah b. Mes‘ûd, Abdurrahman b. Avf, Talha b. Ubeydullah, Sa‘d b. Ebû Vakkas, Erkam b. Ebü’l-Erkam, Mus‘ab b. Umeyr, Cafer b. Ebû Tâlib, Hz. Osman, Ebû Ubeyde b. Cerrah bunlardan bazılarıdır.
Gençlerin İslâm’ın yayılmasına katkıları Medine döneminde de devam etti. Nitekim henüz hicretten önce Medine’ye öğretmen olarak görevlendirilen ilk şahıs, Mus‘ab b. Umeyr adlı bir gençti. Bir yıl içinde İslâm’ın Medine’de duyulmasına ve yayılmasına önemli katkı sağladı. Medine’de bu gençler arasına Zeyd b. Sâbit, Muâz b. Cebel gibileri eklendi. Özellikle Zeyd b. Sâbit, Hz. Peygamber’in isteğiyle İbranice, Süryanice ve diğer bazı yabancı dilleri öğrenerek yabancı konuklarla Peygamberimiz arasında tercümanlık yaptı.
Hz. Peygamber, gençlerle olduğu kadar yaşlılarla da iyi ilişkiler geliştirmiştir. Nitekim, “Küçüklerimize merhamet etmeyen, büyüklerimize saygı göstermeyen bizden değildir” diyerek çocuklara şefkatın, yaşlılara da hürmetin ne kadar önemli olduğunu vurgulamıştır. (Tirmizî, “Birr”, 15) Allah Resûlü, herkese, en başta ana babaları olmak üzere yaşlılara saygılı davranmalarını tavsiye ederdi. Yaşlı kimselere ikramda bulunmanın Allah’a itaatın bir eseri olduğunu söylerdi. Bir gün huzuruna biri genç, biri orta yaşlı ve biri yaşlı olmak üzere üç kişi gelmişti. Söze ilkönce en genç olan başlamak isteyince Peygamberimiz yaşlı şahsı göstererek ilkönce onun konuşmasının daha doğru olacağını belirtti. Yine bir gün Peygamber Efendimiz, yanında bulunanlara süt ikram ediyordu. Kâseye sütü koyup önce en yaşlı olana sundu ve “Buyurunuz, bereket büyüklerimizdedir” buyurdu. Hz. Peygamber, hanımlarla da sağlıklı ilişkiler geliştirmiş, bu da hanımların İslâm’ın yayılmasına büyük katkı sağlamalarına vesile olmuştur. Unutulmamalıdır ki, İslâm tarihinde ilk Müslüman, Hz. Peygamberin hanımı Hz. Hatice’dir. İslâm tarihinde Allah yolunda şehitlik derecesine erişen ilklerden birinin Sümeyye hanım olması da dikkat çekicidir. Hicret aşamasında eşinden ve çocuğundan ayrı kalmaya zorlanan Ümmü Seleme’nin Medine’ye hicreti de önemlidir.
Mekke dönemi itibariyle Hz. Âişe ve ablası Esma gibi hanımlar ve anneleri, Hz. Ömer’in kız kardeşi Fâtıma Hanım gibileri İslâm’a önemli hizmet vermişlerdir. Hicret sürecinde Hz. Esma’nın, Babası Hz. Ebû Bekir’in ve Peygamberimizin erzak torbalarını kuşağından kopardığı iplerle bağlayarak onları Sevr mağarasına uğurlaması önemli bir hizmet olarak İslâm tarihine geçmiştir.
Hanımların İslâm’a hizmeti Medine döneminde artarak devam etmiştir. Ensardan Ümmü Süleym’in hizmet için oğlu Enes’i Peygamber Efendimize getirip bırakması ve sahip olduğu küçük bir hurma bahçesini Müslümanların kullanımına sunması oldukça anlamlıdır.
Ümmü Umâre, Uhud Savaşı’nda kocası ve iki oğlu ile birlikte savaşırken yaralanmıştı. Savaşın ardından düşmanı takip için hazırlanan birliğe de katılmak istedi. Ancak Hz. Peygamber, yaralı olması sebebiyle buna izin vermedi. Peygamberimizin, düşman takibinden döndükten sonra ilk sorduğu kişi, Ümmü Umâre oldu. Yine Uhud Savaşı’nda kocası, kardeşi ve oğlunu şehit vermiş olan Sümeyra Hanım, sürekli Peygamberimizi sorup araştırmış, onu sağ olarak görünce de, “Değil mi ki sen sağsın, bütün musibetler bana hiç gelir” diyerek sevincini dışa vurmuştur.
Ashâb’ın eşleri ve kızları arasında okuma yazma bilenlerle Peygamberimizin eşleri Hz. Âişe ve Hz. Hafsa gibileri, İslâm’ın özellikle hanımlara öğretilmesinde önemli hizmetler yapmışlardır. Hz. Peygamber’in sağlığında hanımlar, istedikleri zaman Cuma ve bayram namazlarına gidebiliyorlardı. Peygamberimiz, hanımlardan gelen istek üzerine Mescid-i Nebevî’de onlara haftada bir gün sohbet etmiştir. Hz. Peygamber’in sağladığı imkânlarla hanımlar, İslâmî dönemde savaşta ve barışta her zaman önemli sorumluluklar üstlenmişlerdir.
Resûl-i Ekrem, tüm toplum kesimleriyle ilişki kurmuş, herkesin yeteneğine uygun ilerleme yollarını açmış, hiç kimseyi ihmale ve ilgisizliğe terk etmemiştir. Sosyal hayatı oluşturan kesimler arasında onun ilgi ve şefkatinden sadece çocuklar, gençler, yaşlılar ve hanımlar değil, yoksullar, muhtaçlar, işsizler, iş sahipleri, işçiler, hizmetçiler, öksüzler, şehit aile çocukları ve özürlüler de nasibini almıştır. O, toplumda her kesimle ilgilenmiş, insanlara moral, sevinç, ümit ve huzur veren projelerinden her kesimi yararlandırmıştır. Dolayısıyla hiçbir yoksul, hiçbir yetim, -başta Abdullah b. Ümmü Mektûm olmak üzere- hiçbir özürlü onun geliştirdiği toplumda ilgisizliğin ve duyarsızlığın karanlığına terk edilmemiş, onun rehberliği sayesinde hayatlarını hep bir ümit, neşe ve moral içinde yürütüp gitmişlerdir.
|