Siyasî Mezhepler

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Çevrimdışı gece_mavisi

  • *****
  • Join Date: Eyl 2008
  • Yer: Bursa
  • 3684
  • +299/-0
  • Cinsiyet: Bay
    • Uyanan Gençlik
Siyasî Mezhepler
« : 22 Kasım 2010, 05:53:15 »
[b]Siyasî mezheplerin hepsi, en büyük imamlık olan «Hilafet» me­selesi etrafında dönüp dolaşırlar.

Bu vazifeyi üzerine alan ve müslümanlann en büyük idarecisi olan kişi, müslümanlann işini idare hususunda Peygamber Efendi­mizin (S.A.V.) halifesi sayıldığı için bu müesseseye «Hilafet» denil­miştir. Bu müesseseye «İmamet» de denilmiştir. Çünkü Halifeye -İmam» deniiliyordu. Ayrıca müslümanlar,.kendilerine imamlık ya­pan kişinin peşinde namaz kıldıkları gibi, işlerini yürüten Halifenin de peşinden gitmek zorundadırlar. Nasıl ki cemaat namazda imam­dan ayrılamazca, bunun gibi müslümanlar da Halifeye itaat etmek mecburiyetindedirler.

Peygamberlik Hilafeti müessesesi, müslümanîann işini yürüte­cek, kabul ettikleri dinlerini koruyacak, can, mal ve inanç hürriye­tini muhafaza edecek bir halifenin müslümanîann başında bulun­masını gerektirir.

İbn-i Haldun iktidarı üç kısma ayırır.

1 Tabii iktidar

2 Siyasî iktidar

3 Peygamberi iktidar,

1 Tabii iktidarda insanlar, şehevî arzuların ve şahsî çıkarla­rın isteklerine boyun eğidirilirler.

2 Siyasî iktidarda insanlar, dünyevî çıkarları elde edip zarar­ları uzaklaştırmak için akli görüşlerin gereklerine boyun eğdirilirler.

3 Peygamberi bir iktidar olan Hilafette ise insanlar uhrevi menfaatleri ve netice itibariyle âhiret´e hizmet eden dünyevî menfa­atleri hususunda şer-i şerifin görüşlerinin gerektirdiği yola sevkedilirler. Aslında dini bize gönderen Allah nazarında bu dünyanın bütün halleri âhiretin menfaatlerine yöneliktir. Esasında Halife­lik dini koruma ve dünyaya müteallik işleri yürütme hususunda şe­riatın sahibine vekil olmaktır.

Bundan anlıyoruz ki bu üç iktidar şeklini birbirinden ayıran nokta, yönetimin dayandığı temel prensiptir. Eğer yönetim baskıya dayanıyorsa böyle bir yönetim, tabii bir yönetimdir. Zira insanda yaradılıştan saltanatı sevme duygusu vardır. Böyle bir yönetimde te­mel düşünce baskı olduğuna göre bu yönetime, iktidarı ele geçirme arzusu hakim olur. Münafıklar bu arzuyu «büyük lütuf» olarak ad-landırsalar bile ...

Eğer yönetim, akli hükümlere dayanıyorsa, böyle bir yönetim siyasî bir iktidardır.

Şayet yönetimin temelini îslâm dini teşkil ediyorsa böyle bir yö­netimin adı «Halifelik» tir. Bu, güzel bir taksimdir. Ancak şunu ifa­de etmemiz gerekir ki îslâmın getirdiği peygamberi hilafette selim bir aklın hükmünün ye menfaatleri dikkate almanın da yeri vardır. Çünkü, devlet yönetimi siyaseti hakkındaki deliller sınırlıdır. Genel prensipler şeklindedir. Bunun içindir ki selim akim hükümlerinden istifada etmek, ve islâm devletini, şeriatın ışığı altında bu hükümle­rin gereklerine göre idare etmek icabeder. Diğer yandan devlet ida­reciliğinde menfaatleri dikkate almanın da büyük bir yeri vardır. "Ancak menfaatlerin, şer´i esaslarla çelişmemesi, onlara uygun düş­mesi gerekir.

İbn-i Haldun´un anlattığı şekildeki bir Hilafet ki onda men­faatlerle dinî emirler birbiriyle bağdaştırılır Hulefa-i Raşidin döminde gerçekleşmiştir. Hulefa-i Raşidin, (R.A.) İslâmın koyduğu cezalan ve diğer hükümleri tatbik ediyor ve bunların tam olarak tatbikini denetliyorlardı. İnsanları dine davet ediyor, dinde anlaşıl­ması güç olan meseleleri insanlara açıklıyorlardı. Bunun yanında, insanlann menfaatleri neyi gerektiriyorsa, o yönde durmadan çalı­şıyorlardı. Zira, gerçek menfaatler, dinen de menfaat kabul edilmiş­tir. Haram şeylerde bir takım faydalar bulunduğu iddiası bâtıldır, asılsızdır. Bunlar, görünüşte faydalı olduğu zanredilse bile aslında

zararlı şeylerdir.

Adaleti sağlayan, zulmü ortadan kaldıran, insanların gerçek menfaatleri için çalışan, dinî bir hilafet müessesesini ayakta tutmanın müslümanîar üzerine farz olduğu hakkında, bütün İslâm siyasî mezhepleri ittifak halindedirler. Bu hususta herhangi bir mezhep, di­ğerinden farklı düşünmemiştir.

Bu mevzuda îbn-i Hazm şöyle der: «Bütün ehl-i sünnet velce-ma,at mezhebinden olanlar, mürcie mezhebine mensup olanlar ve Hariciye mezhebinden olanlar, hilafetin müslümanîar için farz oldu­ğu hakkında ittifak etmişlerdir. İslâm ümmetinin adaletli, müslü­manîar arasında Allah´ın hükümlerini tatbik eden ve müslümanları Resulûlîah (S.A.V.)´ın getirdiği şeriata göre idare eden bir Halifeye boyun eğmelerinin farz olduğu hakkında da ittifak etmişlerdir. Bu mevzuda sadece, Haricilerden olan «Necedat» fırkası itirazda bulun­muşlardır. «Necedat» lar «İnsanları Halife seçmeye zorlamak gerek­mez. İnsanlar kendi haklarını bizzat kendileri almalıdırlar» derler. Bu fırkadan olanlar, Yemameli «Necde bn. Uveymir El-Hanefî» adlı kişiye mensupturlar ve bugün onlardan herhangi bir kişinin kaldı­ğını tahmin etmiyorum. Bu fırkanın iddiası yersizdir. Yukarıda zik­rettiğimiz mezheplerin, bunların görüşlerinin hilafında ittifak etme­leri, bunlara cevap olarak kâfidir. Ayrıca Kur´an-ı Kerim ve sünnet-i seniyye, Hilafetin farz olduğunu beyan etmektedir. Allaf Tea-lâ´nm şu kelamı buna delildir: «Ey iman edenler Allah a itaat edin, peygambere ve sizden olan idarecilere de itaat edin.»[1]

Bu âyet-i kerimenin yanında Halifeye itaati emreden ve Hilafe­tin farz olduğunu beyan eden birçok sahih hadisler mevcuttur.

Müslümanlar sadece Peygamber Efendimiz (S.A.V.)´in vekilliği sayılan Hilafetin farz olduğu hakkında ittifak etmemişler, bunun yanında, Resulûllah´a Halife olmaya layık bir kişinin Halife yapıl­ması mümkün olmadığı takdirde hakem´e baş vurulmasının gerek­liliği hakkında da ittifak etmişlerdir. Bu nedenle Hz. Ali (R.A.) «Hü­küm ancak Allahmdir» diyerek kendisinden ayrılan Haricîlere ce­vaben şöyle demiştir: «Bu, kendisiyle bâtıl kastolunan hak bir söz­dür. Evet hüküm ancak Allahmdir, fakat bunlar bu sözleriyle (Emir­lik ancak Allahındır) demek istiyorlar. Halbuki insanlar için, mut­taki olsun, günahkâr olsun, mutlaka bir Emir gerekir ki müminler onun emrinde çaüşsin, kâfirler hayatlarını devam ettirsin, Allah onunla vadeleri tamamlasın, onun vasıtasıyla vergiler toplansın, düşmanlarla savaşılsın, yollar emniyete kavuşturulsun, zayıfın hak­kı güçlüden alnısın, böylece iyi insanlar huzura kavuşsun, kötü in­sanlardan da kurtuZunmuş olsun.»[2]

Hidayet rehberi Hz. ´Ali (R.´A.)´ın buyurduğu gibi emirlik mües­sesesi gerekli olduğu için âlimler, emirliği iki kısma ayırmışlardır.

1 __ Peygamberi hilafet şeklindeki emirlik: Bu tip emirlik, ile­ride izah edeceğimiz Peygamberi Hilafetin şartlarım haiz olan bir emirliktir.

2 __ Peygamberi olmayan emirlik, şayet Peygamberi hilafet şart­ları tahakkuk etmez de birisi ortaya çıkarsa, Peygamberi Hilafeti £jwceye kadar bu kişiye uyulur, inşallah ilerde bu meseleleri izah edeceğiz.[3]



Siyasî Mezheplerin İhtilaf Ettikleri Konular


Müslümanlar, bir kısım siyasî meseleler hakkında ihtilaf etmiş­lerdir. Genellikle ihtilaflar dört nokta etrafında toplanmıştır.

1 Ayni zamanda iki Halife caiz midir Yoksa Halifenin tek olması mı gerekir meselesi.

2 Halifenin, Kureyş kabilesinden olması meselesi.

3 Halifenin hiçbir zaman günah işlememiş olması veya gü­nahkâr olabilmesi meselesi.

4 Halifenin, Kureyş kabilesinin sadece belirli bir kolundan olması veya Kureyşin diğer kollarından da olabilmesi meselesi.

İşte ihtilafların mihveri bu hususlardı. Siyasî guruplardan bah­sederken bu ve diğer meseleler hakkında her gurubun görüşü or­taya çıkacaktır.

Anlatılan meselelere ilave edilmesi gereken bir husus daha var­dır. O da Halifenin seçim şekilleridir. Bu meseleyi de guruplardan herbirinin Hâlifenin seçimi hakkında uyulmasını gerekli gördükleri metodlarmı açıklarken izah edeceğiz.

Şu bir gerçektir ki; Hilafet hakkındaki ihtilaflar, başlangıçta mezhepler şeklinde ortaya çıkmamıştır. Çünkü herhangi bir mez­hebin ortaya çıkışı, bir gurup araştırmacı ilim adamlarının planla­dıkları ilmî metodlarm varlığını gerektirir. Öyle ki, ilim adamları düşüncelerini açık seçik olarak mezheplerine temel prensipler şek­linde yerleştirirler. Sonra her metodun kendine göre bir ekolü orta­ya çıkar, bu temel prensiplere inanır, onları savunur, çeşitli araştır­ma ve incelemeler yoluyla onları takviye etmöye çalışır.

Evet, metodlar, mezhepler veya guruplar, ihtilafın başlangıcın­da teşekkül etmezler. Önce ihtilaf başlar, sonra zamanla düşünce­ler gelişir, kabul görür. Bu görüşlerden herbirine tâbi olanlar "birbir­leriyle tanışırlar, neticede mezhepler oluşur. İşte bu sebeple iki hu­susu aydınlığa kavuşturmamız gerekir.

a) Hilafet müessesesi etrafında meydana gelen ihtilaf aşamaları.

b) Bu aşamalarda üzerinde ittifak veya ihtilaf edilen hususlar.

İhtilaflar, Hulefa-i Raşidin devrinde olmuş, daha sonra gurup­lar ortaya çıkmış, Emevîler ve daha sonraki dönemlerde ise siyasî mezhepler oluşmuştur.[4]



Hilafet Meselesi Hakkındaki İhtilafın Aşamaları


Peygamber Efendimiz (S.A.V.)´den, kendisinin, vefatından son­ra yerine kimin Halife olacağına dair kesin bir delil veya açık bir işaret gelmemiştir. Bu hususta sadece, Peygamber Efendimiz (S.A.V.) ölüm hastalığında iken Hz. Ebubekir (R.A.)´in müslümanlara imam olmasını emretmesinden başka bir şey yoktur. Bir kısım in­sanlar, bu işaretten, Hz, Ebubekir (R.A.)´in müslümanlara Halife ol­ması gerektiği sonucunu çıkarmışlardır ve şöyle demişlerdir: «Re-sulûllah (S.A.V.) Ebubekir (R.A.)´i dinimiz hususunda seçmiş ve onu münasip görmüştür. Biz onu dünyamız için neden münasip gör­meyelim » Fakat bu, yorum gerektirmeyen bir olayı, gerektiriyor­muş gibi saymaktır. Çünkü dünya siyaseti, dinî işlere benzemez. Bu sebeple buradaki işaret açık değildir. Bunlara ilaveten «Sakife» top­lantısında Muhacirlerle Ensar, Halifenin hangi kabileden olacağı hu­susunda münakaşa ederlerken toplantıda bulunanlardan herhangi biri yukarıda ifade edilen delile dayanmamıştır.Toplantıda bulu­nanların, namazda imam olmakla, Halife olmak arasında bir bağ­lantı kurmadıkları anlaşılmaktadır. Ayrıca, bir işaret olduğu kabul edilse bile bu husus, sadece Hz. Ebubekir (R.A.)´m şahsına mahsus bir işarettir. Halifenin nasıl başa geçirileceği meselesini halletmiş sayılmaz.

Burada okuyucu: Kur´an-ı Kerim niçin Halifeliğin temel pren­siplerini zikretmemiştir ve sünnet-i seniyye, Halifeliğin şartlarını ve Halife olacak kişinin sıfatlarını neden beyan etmemiştir diye so­rabilir. Buna cevaben deriz ki: «Kur´an-ı Kerim, îslâmî yönetimin üç temel prensibini beyan etmiştir. Bunlar, «Adalet», «İstişare» ve ister istemez «emir sahibine itaat etmektir. Ancak, emir sahibi bir gü­nah işlemeyi emrederse onu dinlemek ve ona itaat etmek caiz değildir. Kdalet hakkında âyet-i kerimeler, mevcuttur. Bunların ada­lete delil olmaları kesindir, bu hususta hiçbir şüpheye yer yoktur.

İstişareyi, gökten kendisine vahiy gelen Peygamber Efendimiz (S.A.V.) emretmiştir. Onun hakkında da Allah Tealâ şöyle buyur­maktadır : «Onun her konuştuğu, Allah tarafından vahyedüen bir vahiyden başka bir şey değildir. Ona o vahyi, son derece kuvvetli bir melek Öğretti.»[5]

Yine Allah Tealâ peygamberine istişareyi emrederken şöyle bu­yurmuştur: «...İşlerde onlarla istişare et...»[6] Allah Tealâ istişareyi hakkında nass bulunmayan hususlarda müslûmanlann bütün işle­rinde umumî bir prensip kıldığını beyan ederek şöyle buyurmuş­tur : «Müslümanların işi, aralarında yapılan istişare ile halledilir.»[7]

îtaat ise, Kur´an-ı Kerim ile sabittir. Bu hususta Alllah Tealâ şöy­le buyurur: «Ey iman edenler, Allah´a itaat edin. Peygamber´e ve sizden olan idarecilere de itaat edin. Eğer Allah´a ve âhiret gününe iman ediyorsanız, aranızda herhangi bir şeyde anlaşmazlığa düştü günüz zaman onun hükmünü, Allah´a ve Pevgamber´e havale edin...»[8]

Peygamber Efendimiz de bu hususta şöyle buyurur: «Müslüman kişinin, istediği veya istemediği şeylerde emir sahibine itaat etmesi gerekir. Ancak günah bir iş emredilirse dinlemesi ve itaat etmesi caiz değildir.»[9]

İslâm şeriatı bu üç temel prensibi getirerek Islâmi bir yönetimin üzerine kurulduğu direkleri beyan etmektedir.

Şüphesiz ki idareciyi seçme, onun icraatını denetleme ve onun haklarını tayin etmede temel prensip sayılan istişare, toplumlara, milletlere ve çeşitli durumlara göre değişmektedir. İşte bu sebepler­le İstişare için belli bir usul tayin etmek caiz ve uygun değildir. Bu­nun içindir ki Peygamber Efendimiz (S.A.V.) Halifenin seçimi için belirli bir yol ve değişmez bir usul koymamıştır. Çünkü, en mükem­mel nizamlar bile milletten millete değişmektedir.

İstişare yoluyla seçilen idareci, mutlak bir yetkiye sahip değil­dir. O, birinci olarak dinî hükümlerle bağlıdır. Zaten onları tatbik etmek, idareciliğin birinci gayesidir. İkinci olarak, idareci istişare ile bağlıdır. îdarecnin yanında, kendileriyle istişare edebileceği, hat­ta kendisini doğruya sevkedecek kişileri bulundurması gerekir.

Bütün bu izahlardan sonra deriz ki: Müslümanlar, yukarıda zikredilen sebeplerden dolayı, Peygamber Efendimiz (S.A.V.)´in ve­fatını müteakiben, müslümanları idare etme hususunda kimin Resulûllah´a Halife olacağı meselesinde ihtilafa düşmüşlerdir.

a) Ensar s Peygamber Efendimiz ve muhacirleri barındırma ve onlara yardım etme meziyetlerinden dolayı, Halifenin kendilerinden olması görüşünde idiler. Evet, Ensar, îslâmın koruyuculuğunu yap­mış ve Resulûllah (S.A.V.)´a yardım etmişlerdir.

Ensar, Resulûllah´m, Hilafeti, herhangi bir ´Arap kabilesi veya ailesine tahsis ettiği görüşünde değillerdi.

b) Başta Hz. Ebubekir ve Hz. Ömer olmak üzere diğer bir gu­rup ise Halifeliğin, muhacirlere ait olduğu görüşünde idiler. Çünkü onlar daha önce müslüman olmuşlardı. Bir de Araplar, ancak Ku-reyş kabilesine boyun eğerlerdi.

c) Üçüncü bir gurup ise Halifeliğin, Peygamber Efendimiz (S.A.V.)´in ailesi Haşimoğullarına ait olduğu görüşünü ileri sürdüler ve daha önce müslüman olması, zor durumlarda İslâmı savunması ve ilimde, dini anlamada ileri bir seviyede olması hasebiyle Haşim-oğullarınm en üstünü olan Ali b. Ebi Talib´in Halife seçilmesini is­tediler.

İhtilaf uzun sürmedi. Hz. Ebubekir ve Hz. Ömer´in katıldığı gu­rup Benî Saîde Sakifesi toplantısında ağır bastı ve Halifeliğe Hz. Ebubekir seçildi. Ensar´dan olan Sa´d îbn-i Ubade hariç, oy birliği ile Hz. Ebubekir´e biat edildi. Böylece bilinci görüş olan Ensarın gö­rüşü tarihe karıştı. Daha sonra bu görüşe davet eden herhangi bir mezhep görülmedi.

Üçüncü görüş ise, üçüncü Halifenin sonuna kadar yatışmış ola­rak kaldı.

Müslümanların Hilafet hakkındaki´ ihtilafları Hz. Ebubekir ye Hz. Ömer dönemlerinde ve Osman-ı Zinnureyn döneminin büyük bir bölümünde yatışmış vaziyette idi. Çünkü Hz. Ebubekir ve Hz. Ömer´­in şahsiyetleri ve Hz. Ömer´in müslümanlara karşı şefkatli, adalet­li ve titiz davranışı, ortaya fitnelerin çıkışını engellemede büyük rol oynamıştır. Buna ilaveten müslümanlar, Allah yolunda cihad etmekle ve îslâm iktidarının genişlemesine sebep olan fetihlerin or­ganizesi hususunda birbirleriyle yardımlaşma ile meşgul idiler. Bu sebeple Hz. Ebubekir ve Hz. Ömer dönemleri boyunca ve Hz. Osman döneminin büyük bir bölümünde tarih, Hilafet hakkında herhangi bir ihtilaf kaydetmemiştir. Ancak şehit Halife Hz..Osman (R.A.) dö­neminin sonundaki fitnelerle tekrar ihtilaflar başgöstermiştir.

Hz. Osman (R.A.) döneminde başgösteren fitnenin sebeplerinin izahına geçmeden önce, adıgeçen üç Halifenin Hilafete getirilme yol­larını zikredelim: Sahabe-i Kiram Halifelerin başa getirilmelerinde üç yol takibetmişlerdir. Her Halifenin başa getiriliş şekli, diğerlerin­den değişik olmuştur.

Birinci yol: Seçim usulüdür. Hz. Ebubekir Essıddıyk bu yolla Halife olmuştur. Seçim, müslümanlar arasında doğrudan yapılmış ve Benî Saide Sakifesinde derhal uygulanmıştır.

İkinci yol: Veliahd tayin etme yoludur. Hz. Ömer (R.K) bu yolla Halife olmuştur. Hz. Ebubekir (R.A.) Hz. Ömer (R.A.)´i seçmiş kendisinden sonra onu Halife tayin etmiş ve müslümanlardan biat almıştır.

Üçüncü yol: Başta bulunan Halifenin bir heyet seçip seçilen heyetin, aralarından birini tayin edip müslümânların biatma arzetmeleri yoludur. Bu yol, yaralanıp ölüm haline geldiğinde Hz. Ömer (R.A.)´m baş vurduğu yoldur. Hz. Ömer, Hilafet meselesini altı ki­şiden oluşan bir heyete bıraktı. Bunlar, ittifak ettikten sonra arala­rından birini Halife seçip, biat etmeleri için müslümaniara arzede-ceklerdi. Seçilen bu altı kişi, aralarından Hz. Osman (R.A.)´ı Halife seçtiler ve biat için müslümaniara aday gösterdiler. Müslümanlar da biat ettiler. Biat edenlerin arasında Mikdad bin Elesved gibi ihtilafla­rı önlemek için, istemeyerek biat edenler de bulunuyordu. Böylece Hz. Osman (R.A.) Hilafete getirildi. Ne var ki bu Halifenin dönemin­de büyük ihtilaflar başgösterdi, bu ihtilaftan deniz dalgaları gibi fit­neler doğdu. Bu fitneler, müslümânların siyasî yönden parçalanma­larının ve siyasî mezheplerin ortaya çıkmasının başlıca sebebi idi.

Bu fitnelerin veya Hz. Osman devrinde ortaya çıkan şiddetli ih­tilafın bir çok sebebi vardı:

1) Bu sebeplerden birincisi Hz. Osman (R.A.)´ın sahabe-i ki­ramdan muhacir ve mücahitlerin ileri gelenlerinin çeşitli-şehirlere dağılmalarına müsaade etmesidir. Bunlar Hz. Osman devrinde çe­şitli islâm beldelerine dağıldılar. Halbuki Hz. Ömer (R.A.) valilik ve­ya ordu komutanlığı vazifesi yapanların dışında sahabe-i ´kiramın ileri gelenlerini Medine´de tutmuş ve dışarı çıkmalarına müsaade etmemişti. Bunun sebebi Hz. Ömer, sahabe-i kiramın ileri gelenleri­ni yanında tuttu, eleştirilerinden bizzat kendisi istifade etmek istedi.

Hz. Osman (R.A.) sahabe-i kiramın îslâm şehirlerine yayılması­na izin verince bunlar, gittikleri yerlerde gerek Halifeyi gerekse di­ğer idarecileri eleştirmeye başlamışlardır. Hz. Ebu Zer el-Gıfarî´nin Şam´da şöyle söylediği rivayet edilir: «Allah´a yemin olsun ki hiç bilmediğim bir takım işler ortaya çıktı. Allah´a yemin olsun ki bu yapılanların ne Allanın kitabında ne de peygamberinin sünnetinde yeri vardır. Vallahi ben, çiğnenen haklar ve diriltilen bâtıllar, ya­lanlanan doğru kimseler, muttaki olmayanların tercih edilişi ve gayr-i meşru olarak biriktirilen mallar görmekteyim.»[10]

Bu sözlerde büyük bir şahabının açıkça ve acı bir eleştirisini görmekteyiz. Şüphesiz ki bu eleştirinin kamu oyunda büyük bir te­siri olur, özellikle iktidardan şikâyetçi olan ve nizam ve intizama alışık olmayan kişiler üzerinde etkisi daha fazladır. Bunu hisseden Habîb el Fihri o zaman Şam valisi olan Hz. Muâviye´ye şöylü demiş­tir. «Ebu Zer Şam´ı aleyhinize kışkırtıyor. Eğer gerekli görüyorsan onu ailesine ulaştır.» Bunun üzerine Hz. Muaviye Ebu Zer´i Hz. Os­man´a şikâyet etti. O da Ebu Zer´i önce Medine´ye çağırdı, daha son­ra da Rebze´ye sürgün etti.

Böyle bir sahabinin sürgün edilmesinin şüphesiz ki büyük bir tesiri vardın Ebu Zer, Şam´dan uzaklaştırıldıysa da diğer sahabiler Şam´ın dışındaki yerlerde tesirlerini gösteriyorlardı. Buna ilaveten sahabileri dinleyenler arasında İslama yeni girmiş, kalbleri îslâm sevgisiyle doymamış kişiler vardı. Bunların içinde insanları fitneye davet edenler de mevcuttu. Bunların davetine uyan kimseler de vardı.

2) Sebeplerden biri de Hz. Osman´ın (R.A.) akrabalarını sev-mesiyle meşhur olması idi. Aslında akrabayı sevmede ne bir günah vardır ne de bir kınanma... Fakat Hz. Osman, vazifeleri akrabaları­na verdi, çevresine onları yaklaştırdı, devlet işlerinin bir çoğunda onlarla istişare etti. Halbuki bunların içinde kendilerine güvenilme­yen kişiler de vardı. Hz. Osman, akrabalarıyla çokça istişare ederken Hz. Ömer´in istişare ettiği, Ali b. Ebi TaIib,,Sa´d bn. Ebi Vakkas, Talha ve benzeri büyük sahabîlerle az istişare ederdi.

Hz. Osman´ın akrabaları olan Emeviler, işleri ellerinde toplamak . istiyorlar, Hz. Osman´ı, kınayanların kınamasına ve eleştiricilerin tenkidlerine aldırış etmemeye teşvik ediyorlar.

Bu hususta şu rivayet vardır: Hz. Osman aleyhine ayaklanan­lar, Mısır ve Kûfe´den gelip onun çevresini kuşatınca Hz. Osman, Mısırlıların uzaklaştırılması için Hz. Ali´den yardım istedi. Bunun üzerine Hz. Ali Mısırlıları uzaklaştırdı ve Hz. Osman´a, kendisini dinleyecekleri bir şekilde konuşmasını, kalbinde taşıdığı iyi niyeti­ne Allah´ı şahit tutmasını tavsiye etti. Bunun üzerine Hz. Osman konuştu. Orada bulunanlar coştu hatta birçokları ağladı, nefret eden kalbler yatıştı, nerdeyse kılıçlar kınına girmek üzereydi. Fe­nalık duyguları daha hücrelerindeyken ölüyorlardı... Fakat o an­da Hz. Osman´ın yanına1 Mervan bn. Hakem geldi ve O´na şunları söyledi: «Babam anam sana feda olsun! Allah´a yemin olsun ki bu söylediklerini, sana dokunamayacakları güçlü bir durumdayken söylemeni arzu ederdim. O zaman söylediklerini en önce ben kabul eder ve sana yardım ederdim. Fakat sen söylediklerini, kemer me­melerin ucuna, sel tepelerin burnuna dayandığı yani bıçak kemiğe dayandığı ve iş çığırından çıktığı ve alçaklar, planı sana uyguladık lan zaman söyledin. Allah´a yemin olsun ki af dilenilecek bir hata da ısrar etmek, o hatadan korkutularak tevbe etmekten daha güzel­dir. Sen dileseydin tevbe ederek Allah´a yakın olur ve hata ikrarın­da bulunmazdın. Kapının önüne dağlar gibi insan yığılmış...»

Bunun üzerine Hz. Osman «Git onlara sen konuş, ben onlara tekrar konuşmaktan utanıyorum.» dedi.

Mervan dışarı çıktı. Halk kalabalıktan, nerdeyse birbirini ezi­yordu. Onlara şöyle hitap etti. «Ne istiyorsunuz Niçin buraya top­landınız Sanki yağmaya gelmişsiniz! Yüzünüz .kara olsun! Herkes arkadaşının kulağına birşelyer fısıldıyor. Anlaşıldı, iktidarımızı eli­mizden almak için geldiniz. Haydi gidin! Allah´a yemin olsun ki eğer bize saldırırsamz, tarafımızdan sizin başınıza gelecek hadiseler sizi. asla sevindirmeyecektir. Bu niyetinizin akıbetinin hoş olacağını san­mayın. Haydi evlerinize dönün!.. Allah´a yemin olsun ki biz, elimiz­deki iktidarı, mağlup olarak başkalarına verecek adamlar deği­liz!..»[11]

3) Hz. Osman´ın akrabalarından valiler tayin etmesi: Hz. Osman´ın bu tutumu, O´nu tarafgirlikle suçlayanların suç­lama sebeplerini daha da artırdı. Vali tayin edilenlerin bir kısmı İslâmda pek gayret göstermiş kimseler değildi. Hatta bunlardan bi tanesi, islâm´a girip tekrar irtidat ettiği için Resulûllah (S.A.V.) ta­rafından kanı mubah sayılan Abdullah b. Sa´d b. Ebî es-Sürh idi. Hz. Osman bunu Amr b. el-As´m yerine Mısır´a vali tayin etmişti. Bu sebeple Amr b. el-As insanları Hz. Osman aleyhine kışkırtıyor ve şöyle diyordu: «Vallahi bir çobanla dahi karşılaşsam onu, onun aley­hine kışkırtacağım.»

Abdullah b. Sa´d´in vali tayin edilmesi üeziren bu kişinin aley­hine dedikodular çoğaldı, artık günün hadisesi haline geldi. Halk «Bu şahıs önce müslüman olmuş sonra dinden dönmüş ve Resûlul-lahı yalanlamıştır» diye konuşuyordu.

Abdullah b. Sa´d, Hz. Osman´ın diğer valisi olan Muaviye gibi merhametli ve siyasî değil, bilâkis sert, katı kalbli, Hz. Osman´a kar­şı gelmekte cesaretli biriydi. «El İmame Vessiyase» adlı kitapta bu konuda şunlar anlatılmıştır.

Mısır halkı Hz. Osman´a gelip valileri olan Abdullah b. Sa´d´i ona şikâyet etmişlerdir. Bunun üzerine Hz. Osman, Abdullah´a onu tehdit eden ve onu azarlayan bir mektup yazdı. Abdullah b. Sa´d, Hz. Osmna´ın yasakladığı şeyleri yapmakta ısrar etti. Hz. Osman´ın yanından dönen Mısırlılardan bazılarını döverek öldürdü.»

Şüphesiz ki böyle bir valinin yaptığı işler, müminlerin emiri Hz. Osman (R.A.)´a karşı halkı galeyana getirecekti. Ve getirdi de... Zi­ra Hz. Osman´ı kuşatmak için Medine´ye gidenlerin önde gelenleri de Mısırlılardı. Çünkü Abdullah b. Sa´d´in yaptıkları halkı, adale­tin sağlanması hususunda ümitsizliğe düşürdü. Adaletin sağlanma­sından ümitsizliğe düşmek, fitne ve fesadın, cinayet ve savaşın kapı­larını açar. Çünkü fitnelerin kopmasına mani olan sur, yapılan işle­rin adaletli olduğunu hissetmektir.

4) İhtilaf sebeplerinden biri de Hz. Osman (R.A.)´ın yumuşak huylu oluşudur.

Hz. Osman´ın, adaletli olsun adaletsiz olsun, valilerine karşı yu­muşak davranışı, insanları kendi adaletinden ümit kesmeye sevket-miştir. Hz. Osman, valilerine karşı Hz. Ömer gibi dikkatli ve titiz de­ğildi. Bahusus, akraba ve taraftarlarına karşı davranışlarında... Hz. Ömer (R.A.)´in bu husustaki şian şu idi: «Benim için hergün valiyi vazifesinden almak, salinTblr valiyi bir an için bile yemde tutmak­tan daha hayırlıdır.

Hz. Osman (R.A.) kendisine karşı isyan eden, evine hücum eden ve minberde iken kendisini taşlayan kişilere karşı kesin tavır alıp ciddi davranmadı. Eğer Hz. Osman, fitne başkaldırıp ayaklanmalar ortaya çıktığı zaman bu güruha karşı sert tedbirler alsaydı, onlar fitne ve fesadın meseleleri halletmeyeceğini anlayacaklar, ondan sonra işler yoluna girecekti. Yine Hz. Osman,´ zalim valileri vazife­den alsaydı bu tutumu, kendisinin kurtulmasına, müslümanlarm gü­venliğinin sağlanmasına ve ihtilafların ortadan kaldırılmasına se­bep olurdu.

Sahabe-i kiramın ileri gelenleri ona yardım etmeye hazırdı. Bun­lar her silaha sarıldıklarında Hz. Osman onları yatıştırdı. Raviler şunu anlatırlar.- Sahabe-i kiramdan savaşçı sekizyüz kişi silah kul­lanmaya hazır idiler. Bunların hepsi de usta birer savaşçı idiler. Hz. Osman, huzurun bozulmamasını tercih ettiği, müslümanlarm birbir­leriyle savaşmalarını önlemek istediği için bu hususta Sahabe-i ki­rama mani oldu. Fakat ne yazık ki, bu tutumunun ilk kurbanı ken­disi oldu. Hz. Osman´ın şehid edilişi, müslümanlarm, içine düştükle­ri ilk felaket olmuş, deniz dalgaları gibi her tarafa yayılan fitne ka­pısının açılmasına sebep olmuştur.

5) Sebeplerin biri ve en büyüğü de, müslümanlarm arasında İslâma kin besleyen, müslümanlara ve lalamın gölgesinde yaşayan­lara tuzak kuran kimselerin bulunmasıydı. Bu güruh îslâm için çok titiz olduklarını göstermeye çalışıyorlardı. Halbuki bunlar zahiren müslüman görünüyorlarsa da aslında kâfir idiler. Bunlar, Hz. Os­man´ın aleyhinde kötü sözler yayıyor, Hz. Ali´nin hakkında ise iyi şeyler söylüyorlardı. İslâm ülkelerinde insanları kışkırtıyorlar, bazı valilerin yaptıkları hoş olmayan şeyleri de propagandalarına vasıta yapıyorlardı. Bunların en azılısı da Abdullah b. Sebe idi. Bu adam hakkında İbn Cerir et Taberî şöyle der:

«Abdullah b. Sebe Sanalı (Yemenli) bir Yahudi idi. Annesi si­yah bir cariyeydi. Hz. Osman döneminde müslüman oldu. Müslüman­ları yoldan çıkarmak için çeşitli îslâm ülkelerinde seyahatlarda bu­lundu. Önce Hicaz´dan başladı. Sonra Basra´ya daha sonra Şam´a gitti. Şamlılardan hiçbir kimseyi istediği şekle sokamadı. Şamlılar bunu oradan uzaklaştırdılar. Nihayet Mısır´a geldi. Orada halka söy­lediklerinin bir kısmı da şunlardı. «Hz. İsa´nın tekrar döneceğini ka­bul edipte Muhammed´in tekrar döneceğini yalanlayanlara şaşarım.

Halbuki Allah Tealâ şöyle buyurmuştur: «Ey Muhammed, şans Kur´an´m tebliğini farz kılan Allah, seni dönülecek yere döndürecek­tir...»[12] Aynca, tekrar dönmeye Muhammed, İsa´dan daha lâyık­tır... Sözlerine devamla şöyle dedi: «Bin peygamber vardı ve her peygamberin bir vekili vardı. Muhanamed´in vekili de Ali´dir Mu­hammed, peygamberlerin sonuncusu, Ali de vekillerin sonuncusu­dur.» Daha sonra şunları ilave etti: «Osman, hilâfeti haksız olarak aldı. İşte Resulüllah´m vekili burda. Bu iş için ayaklanın, meselenin üstüne gidin. Âmirlerinizin kötülüğünü yayarak işe başlayın. Halkı kendinize çekebilmek için, iyiliği emrediyor, kötülüğe mani oluyor-muşsunuz gibi görünün.»

Abdullah b. Sebe propagandacılarını her tarafa yaydı. Çeşitli ülkelerde baştan çıkardığı kimselerle mektuplaşıyordu. Onlar, gizli olarak kendi dâvalarını yayıyor, görünüşte ise iyiliği emrediyor, kö­tülüğe mâni oluyorlarmış gibi davranıyorlardı. Çeşitli şehirlerde va­lilerin ayıplarını ortaya koyan mektuplar yazıyorlar, arkadaşları da aynı hususlarda kendilerine cevaplar veriyorlardı. Yeryüzünde ge­niş çapta bir propagandaya girişmişlerdi. Halbuki açığa vurdukları­nın dışında asıl niyetlerini gizliyorlardı.»

Görüldüğü gibi, tarihçilerin hocası Taberi, bu güruhun, nıüslü-manlari baştan çıkarmak için nasıl oyunlara giriştiklerini, ayaklan­maya teşvik için Hz. Osman´ın bazı valilerinin yaptıklarından şikâ­yet etmeyi amaçlarına vasıta kıldıklarını ve müslümanları bölen sa­pık düşünceleri yaydıklarını beyan ediyor.

İşte bütün bu sebepler birleşti, birbirlerine destek oldu ve neti­cede fitne kopup Osman-ı Zinnureyn şehid edildi. Hz. Ali CR.A.) dö­neminde fitne kapılan sonuna kadar açıldı, îslâm siyaseti sahasın­da köklü bir ihtilaf ortaya çıktı ve bu alanda çeşitli mezhepler tü­redi.

İşte bu fitnenin gölgesi altında Şii mezhebi ortaya çıktı. Şiiler ve taraftarları her ne kadar Şiiliğ.in temelinin Resulullah (S.A.V.)´in vefatı anma dayandığını söylerse de...

Hz. Ali (R.A.) hilafeti dönemi boyunca devam eden bu fitnenin bir yankısı olarak Harici mezhebi de ortaya çıktı.

Üçüncü Halife Hz. Osman (R.A.) dönemi, inşallah yakında izah edeceğimiz gibi, birbirlerine zıt «Şii» ve «Haricî» diye adlandırılan iki mezhebin ortaya çıkışıyla sona erdiyse de bu iki mezhebin arasında orta yolu tutan ve itidalli davranan ve tarihin «Ehl-i sünnet ve´l Ce­maat» diye adlandırdığı bir mezhep de ortaya çıkmıştır.[13]



İslâmdaki ´Siyasi Mezhepler Bieee Dînî Mezheptir


Şu, noktayı hatırdan çıkarmamak gerekir ki siyasî ihtilaflar ve­ya siyasi mezhepler, her nekadar siyasî eğilimlerle ortaya çıkmış­larsa da İslâm siyasetinin tabiatı icabı devamlı din ile bağlı kalmış, bu siyasetin temelini din teşkil etmiştir. Bu sebeple îslâm siyasî mez­hepleri dinin etrafında meydana gelmiş, bazan ona çok yaklaşmış bazan da îslâm prensiplerinin dışına çıkarak ondan uzaklaşmıştır.

Siyasî mezhepler, dinin temel prensipleri olan itikadî meselele­re temas etmiş, inanç ve iman hakkında kendilerine has görüşler or­taya koymuşlardır. Diğer yandan bu mezhepler, sadece itikad´ mese­lelerini incelemekle kalmamış, fer´î meselelere de değinmişler, bu me­seleler hakkında mükemmel araştırmalar yapmışlardır. Bir siyasî mezhebin inanç hakkındaki görüşleri yanında fer´î meseleler hakkın­da fıkhî görüşleri bulunduğunu da görürüz. Fıkhî görüşlerinin, ta­rihî açıdan siyasî görüşlerinden daha etkili olduğu görülmüştür. Me­selâ; Şiî mezhebinin dine uygun veya aykırı siyasî görüşleri yanın­da bu mezhebin inanç meselelerini incelemesi hususunda özel bir metodu vardır. Şiîler, itikadî metodlarında bazı itikadî îslâm mez­heplerine yaklaşmışlar, bazıları ile de birleşmişlerdir. îlerde bu hu­sus izah edilecektir.

Bu ikili görüşlerin yanında siyasî mezheplerin, îslâm hukuku sahasında geniş tesirleri olmuştur. Bu siyasî mezhepleri benimseyen­lerden çok kere, dört mezhebin fıkhî görüşlerine yaklaşan ve genel­likle şehirlerde yaşayan fukahanın görüşlerine yakın olan bir kısım güzel fıkhî görüşler kalmıştır.

İslâm fıkıh mezheplerini inceleyenlerin her zaman görebilecek­leri fıkhî mezheplerden bazıları şunlardır.

a) Caferi fıkhı: Bu mezhebin birinci imamı, Muhammed Bakır´ın oğlu îmam Cafer es-Sadık (R.A´.)´dır.

b) Zeydiye fıkhı: Bu mezhebin birinci İmamı da Cafer es-Sadık´m amcası, Zeyd b. Ali Zeynel Âbidin (R.A.)dır.

c) Hariciye mezhebinde «İbadiye fıkhı» vardır. Bu fıkhî mezhep çok derin, çok ince ve birçok hususlarda dört mezhepe yaklaşan bir mezheptir.

İnşallah, fıkhî mezhepleri açıklarken bunları izah edeceğiz.

Bu izahlardan sonra, üç ana kısma ayrılan, Şiilik, Havaric ve ehl-i sünnet (başka bir deyimle fıkıh ve hadis ehli) diye adlandırılan üç siyasi mezhebi açıklamaya çalışalım.[14]





--------------------------------------------------------------------------------



[1] Nisa suresi âyet; 59

[2] Şerhi Nehcül Belağa Li İbn-i Ebil Hadid, C. 2, S- 307. Isa Elbabi El Halebi baskısı.

[3] İslamda Siyasî Ve İtikadî Mezhepler Tarihî Prof. Muhammed Ebu Zehra, Hisar Yayınevi: 1/24-27.

[4] İslamda Siyasî Ve İtikadî Mezhepler Tarihî Prof. Muhammed Ebu Zehra, Hisar Yayınevi: 1/28-29.

[5] Necm suresi âyet, 3-5

[6] Âli îmran sûresi âyet, 159

[7] Şûra suresi âyet, 38

[8] Nisa suresi âyet, 59

[9] İslamda Siyasî Ve İtikadî Mezhepler Tarihî Prof. Muhammed Ebu Zehra, Hisar Yayınevi: 1/29-30.

[10] Buhari, Kitabül Cihad bab; 108/Ebu Davud, Kitabül Cihad bab; 87/Neseî, Kitabül Bey´ bab; 34/ İbn-i Mâce Kitabül Cihad, bab; 40. Not: Hadisin, asıl kaynaklardaki metnine itibar edilmiştir.

[11] Taberî Tarihi C. 4, S. 363 Darül Maarif baskısı.

[12] Kasas suresi, âyet; 85.

[13] İslamda Siyasî Ve İtikadî Mezhepler Tarihî Prof. Muhammed Ebu Zehra, Hisar Yayınevi: 1/30-37.

[14] İslamda Siyasî Ve İtikadî Mezhepler Tarihî Prof. Muhammed Ebu Zehra, Hisar Yayınevi: 1/38.[/b]