DİN
1. Din nedir? Cevap: Din bilginleri genellikle din kelimesinin Arapça deyn kökünden bir mastar veya isim olduğunu kabul ederler. Temel anlam olarak dinin; itaat, ceza, mükâfat, örf, adet, hüküm, tutulan yol ve usul kelimeleriyle karşılandığı ifade edilir.
2. Dinler nelere göre sınıflandırılmaktadır? Cevap: • Hak ve Batıl • Tek Tanrılı – Çok Tanrılı • Semavi – Beşeri
3. İslam Dini nedir? Cevap: Kur’an-ı Kerîm’de din kelimesi doksan iki yerde geçmektedir; ayrıca üç yerde de din kelimesinin değişik türevleri yer almaktadır. İslam’ın Mekke döneminde ilk zamanlar din insanın iman ve ameline uygun olarak hesaba çekileceği âhiret gününü ifade ederken, sonraları tevhid ve teslimiyet anlamına verildiği görülür. İnsanın sadece Allah’a kulluk etmesi ve O’na ortak koşmaması Mekke’de nazil olan ayetlerin din kelimesine yükledikleri etkin anlamlardır. Bu çerçevede insandan din adına istenen Allah’a karşı görevlerini yapması, O’ndan başka hiçbir varlığa mâbud olarak yönelmemesi, ihlâs ve samimiyet içinde bütün hayatını Yüce Allah’a vakfetmesi, bütün içtenliğiyle O’na ulaştıran yolda yürümesi ve O’na bağlanıp teslim olmasıdır. İnsanın Allah’a bütün samimiyetiyle yönelmesi sadece üzüntü ve sıkıntı zamanlarında değil her zaman sürmesi ve gafil bir hayat sürmemesidir.
4. Dinin kaynağı nedir? Cevap: Din, Allah tarafından konulur. O’ndan başkasının din oluşturma hakkı yoktur. Bu sebeple dinî hükümlerin kaynağı da Allah’tır. O’nun dışında hiç kimsenin dinî hükümleri değiştirme ve yürürlükten kaldırma yetkisi yoktur. Bu genel kuralın içine Peygamberler de dâhildir. Onlar da dine bir ekleme ve eksiltme yapamaz. İlahî vahiy doğrultusunda Allah’tan aldığı emir ve yasakları insanlara aktarır ve onların anlayabileceği şekilde bu emir ve yasakları onlara açıklar. Bu yüzden peygamberlerin dindeki konumu Allah’a bağlı dolaylı bir anlam taşır.
İNANÇ
5. İnanç nedir? Cevap: İnanç Türkçe’de “Bir düşünceye gönülden bağlanmak, Allah’a veya bir dine inanma, birine duyulan güven duygusu, bir kimse ya da şeyin doğruluğunu, büyüklüğünü ve gücünü sarsılmaz bir duygu ile benimsemek” anlamına gelir. Arapça karşılığı iman ve itikattır. Kelimenin hem Türkçe, hem de Arapça karşılıklarının hemen hemen aynı anlam ağırlığına vurgu yapması, dinin insanlık tarihindeki yerinin aynı akisleri taşıdığını göstermesi açısından önemlidir. Bu sebeple inanç kelimesi, dini kavram olarak Arapça’da iman kelimesiyle karşılandığı için bu konuya bağlı açıklamalar bu çerçevede yapılacaktır. Zira Türkçe’de inanç, inanış ve inanç esasları olarak karşılanmaya çalışılan bu kelime ve türevleri dini kavramın içeriğini bütünüyle yansıtma açısından yetersizdir. Türkçe’de bütün inanç çeşitleri bu kelime ile karşılandığı için tümüne birden inançlar demenin batıl itikatları da kapsadığı unutulmamalıdır.
6. İman, Müslim, Müslüman, Mü’min nedir? Cevap: İman Arap dilinde çok değişik manalara gelir. Bunların öne çıkarılması gerekenleri ise “Emniyet ve güven içinde bulunmak, ikrar etmek, kabul etmek, emin kılmak, sükûna kavuşmak, kalben müsterih olmak, vicdani güven duymak ve iç aydınlığı hissetmek” gibi anlamlardır. İslam düşüncesinde bir terim olarak iman “Hz. Peygamberin vahiy yoluyla getirdiği tüm hususlarda tereddütsüz tasdik etmek ve getirdiklerine inanmak” demektir. “Allah’tan alıp din adına tebliğ ettikleri kesin inanç ilkelerinde peygamberleri tasdik etmek ve onlara inanmak” şeklinde de tarif edilmektedir. Bu inancı benimseyen kişiye mü’min dendiği gibi, inancın gereklerini tam bir teslimiyetle yerine getiren kişiye de Müslim denir. Bunun Farsça’dan geçen çoğul ifadesine de Müslüman denir.
7. İman-Tasdik ilişkisi nedir? Cevap: İman öncelikle kalbin tasdik etmesi, yani onaylamasıdır. İman kalbin fiili olması nedeniyle insanın inançla ilgili hususları (mümen’ün bih) kalben kabullenmesin şarttır. Buradaki kalp ve tasdik sözüne de açıklık getirmek gerekirse, insanın karar verme mekânının kalp olduğu, bunun da mecazî bir anlam taşıdığı belirtilmelidir. Çünkü insanın bütün kararlarının kalpten çıktığını söylemek mümkün değildir. Bu anlamın ona yüklenmesinden maksat, insanın karar merkezinin yani değerler dünyasının kalp ile ifade edilmiş olmasıdır. Öte yandan hadislerde kalbin insan bedeninde günahlarla kirlenebilen bir organ olarak nitelenmesi de bu hususun mecâzi olduğunu teyit etmektedir.
8. İman-İkrar ilişkisi nedir? Cevap: İkrar, içten hissedilenlerin dil ile ifade edilmesine denir. Kişinin kalben kabul ettiği iman esaslarını dışa vurmasının önemi bellidir. Sebepsiz olarak onu terk etmemesi gerekir. Ancak Mürcie ve Kerramiyye mezheplerinin imanı tanımı “inanılması gereken inanç esaslarını kalbin tasdiki olmaksızın, dil ile ikrar etmek yeterlidir” şeklindedir. Bu mezhepler, Hz. Peygamber’in şu hadisini görüşlerine delil olarak göstermektedirler: “İnsanlar Allah’tan başka tanrı yoktur. Muhammed O’nun elçisidir deyinceye kadar onlarla mücadele etmekle emrolundum. Eğer bunu söylerlerse, kanlarını, canlarını ve mallarını benden korumuş olurlar. Ancak dinin verdiği cezalar bunun dışındadır. İç yüzlerini hesaba çekmek ise Allah’a aittir” (Buhârî, “Cihad”, 102; “İman”, 17; Müslim, “İman”, 8) Söz konusu mezhepler bu hadisi imanın sadece dil ile ifadesinin yeterli olduğu şeklinde değerlendirmişlerdir. Hâlbuki bu hadis inanç esaslarını dile getiren kişinin Müslüman sayılmasını ve ilgili hükümlerden faydalanmasını konu edinmektedir.
9. İman-Amel ilişkisi nedir? Cevap: âlimlerin çoğunluğu günah işlemiş kimselere Allah Teâlâ’nın Kur’an’da mümin ifadesinin kullanıldığını, kişinin çeşitli sebeplerle ameli ihmal veya terk etmesinin onun imandan çıkmasını gerektirmediğini savunmuşlardır. Nitekim Kur’an’da, “iman edenler ve yararlı iş yapanlar” ifadelerinin sıkça tekrar edilmiş olması, imanla amel arasındaki sıkı bağın bulunduğunu hissettirmek içindir. Ayrıca bugüne kadar Müslümanlar ameli terk eden veya büyük bir günah işleyen mümine kâfir dememiştir.
10. İmanın oluşumu nedir? Cevap: İslâm dininde bir kimsenin mümin olabilmesi için tevhid veya şehâdet kelimelerini kalben kabul edip dillendirmesi yeterlidir. Bu imanın en kısa ve kestirme yoludur. Tevhid yani “Lâ ilâhe illAllah Muhammedün Rasûlullah yani Allahtan başka ilah yoktur. Muhammed O’nun resûlüdür” veya şehâdet yani “eşhedü en lâ ilâhe illAllah ve eşhedü enne Muhammeden abduhû ve rasûluh yani Ben Allah’tan başka ilah olmadığına ve Muhammed’in O’nun kulu ve resûlu olduğuna şahitlik ederim” sözlerini inanarak söylemek mümin olmanın kapısını açmak demektir. Bu ifadeler İslam’a göre insanı kurtuluşa götürür. Bunu içten ve samimiyetle kabullenen kişilerde iman oluşmuş demektir. Bu kapıdan giren insan Allah katında en değerli kimselerden olmuştur. Artık bundan sonra söylenen sözün ağırlığı hissedilerek bunun üzerine ilave şeyler koymak gerekir. Onlar da Allah’ın birliğine, O’nun sonsuz güç ve kudret sahibi olduğuna, Hz. Peygamber’in O’nun gönderdiği son elçi olduğuna şeksiz şüphesiz inanmaktır. Bu şekilde iman etmeye toptan (icmalî) iman denilir. Allah’ı, O’nun elçisini ve vahyini toptan kabul etmeyi gerektiren bu iman peygamber aracılığıyla gelen bütün ilâhî mesajları kabul etmeyi içine alır.
11. İmanda artma ve eksilme olabilir mi? Cevap: Âlimlerin çoğunluğu bu hususa temkinli yaklaşarak Hz. Peygamber döneminde inanılacak hususlarda artma ve eksilmenin olabileceğini kabul ederler. Ancak ondan sonra inanılması gereken inanç esasları artmaz ve eksilmez. Çünkü imanda herhangi bir değişikliğin olması tereddüt haline işaret eder. Daha önce de bahsettiğimiz gibi imanda şüpheye yer yoktur. Bu bakımdan imanda tereddüt, kesin kabulün gerçekleşmemesi sayıldığından imanda artma ve eksilmeyi reddederler. Ancak şu da unutulmamalıdır ki iman sayı yönünden artıp eksilmese de nitelik yönünden bir derecelendirmeye tabi olabilir. İmanın oluşumu başlığında da söz edildiği gibi müminlerin imanlarında bir derecelendirme vardır. Yani kiminin imanı zayıf, kiminin imanı daha kuvvetlidir. Bazı kimselerin imanı tam ve kâmil, bazılarınınki de zayıftır. Bazı kimseler iman için artı kanıtlar isterken bazıları buna ihtiyaç hissetmezler. Kur’an’da Hz. İbrahîm’in ölülerin diriltilmesi konusunda kalbinin mutmain olması için Allah’tan kanıtlar istediğinin bildirilmesi buna işaret eder (el-Bakara 2/260) Hz. Peygamber’in imanı ile diğer kişilerin imanı arasında inanılması gereken hususlar açısından değil de nitelik açısından büyük farkların bulunması tabiidir. Onun iman ettiği hususlara gösterdiği titizlik ve metanetin diğer müminlerde aynı oranda bulunmadığı açıktır.
12. İman-İslam ilişkisi nedir? Cevap: İman ve İslam kelimeleri Kur’ân’da bazen eş anlamlı, bazen tamamen ayrı bazen de iç içe girmiş anlamlarda yer alır. Bu nedenle İslam âlimleri de bu konu üzerinde farklı görüşleri savunmuşlardır. Ameli imanın bir parçası kabul edenler, iman ve İslam ayrımı dini metinlerde olsa da iman ve İslam aynıdır, birdir görüşündedir. İmam Mâtüridî’ye göre, Kur’ân ve Sünnet’te ayrı zikredilse da iman ve İslam aynıdır. Çünkü imandan çıkan İslam’dan çıkmış olur, İslam’dan çıkan da imandan çıkmış olur. Kaldı ki iman ve İslam bazı ayet ve hadislerde aynı manaya kullanılmaktadır: “Musa dedi ki: Ey kavmim, eğer Allah’a iman ettiyseniz (mümin) ve O’na teslim olduysanız (Müslim) sadece O’na güveniniz” (Yûnus 10/84). Bu ayette her iki kelime de birbirinin anlamına kullanılmakta ve aralarında bir fark gözetilmemektedir. Yine hadislerde de bu anlam bütünlüğünü gösteren kullanımlar vardır. Meselâ İslam’ın beş şey üzerine bina edildiğini belirten hadiste Hz. Peygamber, Kelime-i tevhîd’i İslam içinde zikretmiştir (Buhârî, “Îmân”, 1, 3) Bu görüşe göre aralarında fark olmadığı için mümin olan herkes Müslim ve Müslim olan herkes de mümindir. Diğer taraftan bu iki kavramın ayrı olduğunu belirten bilginler de kendilerine ayet ve hadislerden destek bulmuşlardır. Onlara göre iman ve İslam iki farklı kavramdır. İman içten bağlılık, İslam ise dıştan boyun eğmek demektir. İman kalp, İslam organ işidir. İmam Eş’arî bu görüştedir ve İslam’ın imandan daha geniş olduğunu ve İslam’ın imanı kuşattığını söyler. Bazılarına göre de iman başlangıç, İslam işin ortası ve ihsan ise işin kemalidir. Bunların delilleri arasında Bedevîlerin halini konu edinen (el- Hucûrât, 49/14) ayet yer alır. Allah Teâlâ onların durumunu Hz. Peygamber’e haber vererek inandık demiş olmalarına rağmen teslim olduklarını ve imanın kalplerine girmediğini haber vermiştir. Yine Cibril hadisinde (Buhârî, “İman”, 37) iman, İslam ve ihsan kavramları ayrı ayrı Hz. Peygamber’e sorulmuş ve her birine farklı cevaplar alınmıştır.
13. Mukallid İmanı nedir? Cevap: Bir kimsenin çevresindeki ana, baba, kardeş, komşu, hoca ve değer verdiği diğer kişilere bakarak, hiçbir araştırma yapmadan inanmasına taklit, bu tür imana da taklidî iman denir. Böyle bir kişiye de mukallit adı verilir. İslam dini, insana sevk ettiği inanç esaslarını araştırıp, delil, akıl, tefekkür ve düşünceye dayandırarak iman etmesine önem vermiştir. Böyle iman türüne tahkikî iman, bu imanâ sahip kişiye de muhakkik adı verilmiş ve en yüksek iman etme şeklinin bu olduğu belirtilmiştir. Kur’ân, insanın üzerinde en çok hak sahibi olan ana ve babanın dahi inançta taklit edilmesini yasaklamış, körü körüne ataları taklit etmenin yanlışlığını sıkça tekrarlamıştır (el-Bakara 2/170; et-Tevbe 9/23; el-A’râf 7/70, 173).
14. İmanın şartları nelerdir? Cevap: • İman son nefeste veya ihtimallerin tükendiği ümitsizlik (ye’s) anıyla sınırlı olmamalıdır. Bu kimselerin imanının kabul olunmayacağı hem ayetlerde hem de hadislerde belirtilmiştir: “Azabımızı gördükleri vakit imanları kendilerine fayda vermeyecektir” (el-Mü’min 40/85) ayeti ile “Güneş batıdan doğmadıkça kıyamet kopmaz. Güneş batıdan doğup insanlar bunu görünce toptan iman edecekler fakat önceden iman etmemiş kişilerin imanlarının artık kendilerine fayda vermediği zamandır” (Buhârî, “Fiten”, 25; “Rikak”, 40) hadisi ümitsizlik halinde iman etmenin geçersizliğini bildirmektedir. Akıl ve beden sağlığı yerindeyken, karar ve davranışları kendi irade ve kontrolünde bulunurken iman etmeyenin çaresizlik halinde buna yeltenmesi iç dünyasının tam olarak yansıtmayabilir. Allah Teâlâ, gerçek ve samimi olan davranışları kabul eder. • Kişide mümin niteliğinin devam etmesi için dinin esas ve hükümlerini yok sayan veya yalan ve sahteliğe kaçan bir davranış sergilememelidir. Dini hükümler hafife alınmamalı, alay konusu yapılmamalı ve üzerinde ulu orta konuşulmamalıdır. Mümin, kesin inanç esaslarını veya farz olduğu bilinen hususlardan birini inkâr etmemelidir. Kötü bir alışkanlık olarak devam ettiği içki içmeye besmele ile başlamak veya namazın, orucun farz olduğunu inkâr etmek gibi. • Hz. Peygamberin getirdiği dini hükümlerin tamamını hiç yüksünmeden bir bütünlük içinde kabul etmelidir. İslam’ın inanç ve ibadetleri arasında bir ayırım yapmadığı gibi ahlâk ve muamelat hükümleri arasında da bir ayırım yapmamalıdır. Dinî gerekleri yerine getirirken büyüklük göstermemeli, gururla dini esaslardan birini veya birkaçını inkâr sayılabilecek bir inanç veya davranış içinde olmamalıdır. İlahî emir ve hikmet gereği gönderilen dinî esasların hepsini severek ve isteyerek yerine getirmelidir. • Mümin olan kimse alçakgönüllü olmalı, Allah’ın azabı bana isabet etmez, diye düşünmemelidir. İbadet ve taatim yerinde, Allah benden daha iyi kul mu bulacak? gibi düşünmemelidir. Allah tarafından hiç kimsenin yaptığı zayi edilmeden münasip karşılık verileceğinin idraki içinde davranmalı, azabından emin olmamalıdır. Buna mukabil, Allah’ın rahmetinden ümit kesmemelidir. Benim kurtuluş ümidim kalmadı gibi düşüncelere kapılmamalı ve Allah’ın kullarına merhametinin çok olduğunu unutmamalıdır. Ayetlerde kulun durumu ne kadar ümitsiz olursa olsun Allah’ın onu af edebileceğini hatırlanmalıdır. Nitekim bir âyette “ De ki: Ey kendi nefisleri aleyhine haddi aşan kullar! Allah’ın rahmetinden ümit kesmeyin. Çünkü Allah bütün günahları bağışlar. Şüphesiz O, çok bağışlayan ve çok esirgeyendir” (ez- Zümer 39/53) denilmektedir.
|