Gönderen Konu: Din Sosyolojisi Ünite 1: Din Sosyolojisinin Doğuşu ve Gelişimi - Sorularla Öğren  (Okunma sayısı 3205 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Çevrimdışı Ders Hocası

  • Hocanın Biri
  • Administrator
  • Süper Mega üye
  • *******
  • İleti: 63863
  • +526/-0
  • Cinsiyet: Bay
    • Arif Arslaner
1. ‘Sosyoloji’ kelimesi ilk defa kaçıncı yüzyılda, kim tarafından kullanılmıştır? Etimolojisi nedir?
Cevap: Sosyolojinin sistemleşmesi, kurumsallaşması ve
kendini ‘felsefe’den sıyırarak bağımsız bir bilim haline
gelmesi 19. yüzyılın ortalarında gerçekleşmiştir. İlk defa
Aguste Comte (1839) tarafından kullanılan sosyoloji
kelimesi, Latince “socio” (toplum) ve Grekçe “logie”
(bilim) kelimelerinin birleşmesinden meydana gelmiştir.

2. Fransız Devrimi ile Sanayi Devrimi toplumları nasıl etkilemiştir?
Cevap: Fransız Burjuva Devrimi ile İngiltere’de ortaya
çıkan Sanayi Devrimi, Batı Avrupa ülkelerinde kısa
zamanda etkisini göstermiş, sadece devletlerin
anayasalarının değişmesiyle sınırlı kalmamış, toplumların
temellerini sarsan devrim ve ayaklanmaların patlak
vermesine, politik ve ekonomik çalkantılara, toplumsal
yapıda köklü değişikliklere, mülkiyet düzeninin alt–üst
olmasına, yeni bir sosyal tabakalaşmay
açıklamayı kendine konu edinmiştir. Örneğin, Hıristiyan
din sosyolojisi, Yahudi din sosyolojisi, İslam din
sosyolojisi vb.

YÖNTEM VE TEKNİKLER

9. Yöntem ve Teknik kavramları nedir?
Cevap: Yöntem (metot, usul); belli bir amaca, hedefe
ulaşabilmek için izlenilmesi gereken yol, süreç, sistem
anlamına gelir. Teknikler ise; seçilen yönteme
bağlı olarak belirlenen ve kullanılan bilgi edinme
araçlarıdır.

10. Din sosyolojisi yöntem ve teknikten nasıl
yararlanmaktadır?
Cevap: Din sosyolojisi, dinin toplumsal boyutunu, sosyal
gerçeklik olarak ele alıp incelerken genel sosyolojinin
yöntem ve tekniklerinden yararlanır. Başka bir ifade ile
din sosyolojisi, sosyolojinin yöntem ve yaklaşımlarının
dini-sosyal alana uygulanmasıdır. sosyolojik bir
araştırmada, doğal olarak din sosyolojisi incelemelerinde
de kullanılan üç aşamalı uygulamadan söz edilebilir.
1. Gözlemleme
2. Karşılaştırma
3. Açıklama

11. Dolaylı gözlem nedir?
Cevap: Tarihin verileriyle yani belgelerle yapılan
geçmişle ilgili bir gözlemdir. Tarihte kalmış,
toplumlardaki dini-sosyal olguların sosyolojik
araştırmaları klasik dönem din sosyolojisinde önemli bir
yer tutmaktadır. Batıda Max Weber, İslâm dünyasında İbn
Haldun başta olmak üzere pek çok din sosyologu bu tarihi
yöntemi kullanarak çalışmalarını gerçekleştirmişlerdir.

12. Sosyoloji/din sosyolojisi araştırmaları için dolaylı
gözlem materyalleri nelerdir?
Cevap: Sosyoloji / din sosyoloji araştırmalarında dolaylı
gözlem yapacak araştırmacı için üç çeşit materyal vardır:
1. Sözlü gelenekler
2. Yazılı belgeler
3. Şekillenmiş anıtlar

13. Dolaysız gözlem nedir?
Cevap: Günümüz toplumlarını doğrudan doğruya veya
birinci elden yerinde izlemek ve incelemektir. Bilim
dalımız açısından, dini hayatın, dini-sosyal gerçekliğin
dolaysız / aracısız gözlenmesidir.
Dolaysız gözlem, kendi içinde ikiye ayrılır. Geniş
toplulukların dini hayatları için örneklem kullanılırsa bu
yolla derinlemesine bir analiz yapılamayacağından, yaygın
bir gözlem yapılmış olur ki, buna “yaygın gözlem”
denir. Dar, küçük toplulukların dini-sosyal hayatlarının
daha yakından incelenmesi için yapılan gözleme de
“yoğun gözlem” denilmektedir. Bu durumda niceliksel
olarak alandan/genişlikten kaybedilmekle birlikte
derinlemesine bir analiz gerçekleştirmek mümkün olur.

14. Dolaysız gözlemde kullanılan teknikler nelerdir?
Cevap: Dolaysız gözlemde üç teknik kullanılır.
1. Öğrenme: İyi bir gözlemcinin, gözlemini yaptığı
toplumu tanıması gerekir. O, araştırma yaptığı
toplumla ilgili tarihinden diline, oradan günlük
hayatına kadar birçok konuda bilgi sahibi olmalıdır.
Bu tanıma da, ancak o toplum içinde uzun bir zaman
yaşamakla gerçekleşir.
2. Hazırlanma: Gözlem için ikinci aşamada, hazırlığa
gereksinim vardır. Hazırlık neyi, nasıl yapacağını
bilmekle ilgilidir
3. Sezme/Sezgi: Dolaysız gözlemde üçüncü aşamadır.
Gözlemin iyi olması, doğru çıkarsamalar yapabilmesi
için gözlemcinin anlayışlı ve sezgili olması önemlidir.

15. Başlıca araştırma tekniklerini sıralayınız.
Cevap: Alan (Saha) Araştırması: Alana çıkılarak veri
toplanması ve bunların yorumlanmasıdır. Le Play’a göre,
sosyologlar masa başı sosyoloji yapmamalı, halkın içine
karışmalıdırlar.
Monografi: Sınırları belirlenmiş, tek bir konunun, küçük
grupların ya da örnek bir olayın tüm değişkenleriyle dar
boyutlu ve derinlemesine incelenmesidir.
Anket: Sosyoloji’de olduğu gibi din sosyolojisi
araştırmalarında da sıkça kullanılmaktadır.
Anket (soru kâğıdı); araştırma konusu ile ilgili
sistemleştirilmiş sorulardan oluşur.
Mülakat: Araştırmalarda kullanılan başka bir teknik de
‘mülakat’ yani ‘görüşme’dir.

DİN SOSYOLOJİSİNİN KISA TARİHİ

16. Dinin tarihsel açıdan önemi nasıl
değerlendirilmektedir?
Cevap: İnsanlık tarihi araştırmaları, dinin insan ve toplum
hayatında “fıtri” (doğuştan yatkın) bir gerçeğe sahip
olduğunu göstermektedir. Dünya üzerinde dinden ve dini
yaşayıştan uzak bir toplumun yaşadığı bilinmemektedir.
İnsanlık tarihinin dinle başladığı, kutsal kitaplar kadar
felsefe ve bilim araştırmalarının da bize öğrettiği bir
gerçektir. Hans Freyer’in de belirttiği gibi, insanlığın ne
kadar eski zamanlarına, önceki dönemlerine inersek
inelim, her zaman din olgusuyla karşılaşırız. İnsan, nasıl
en basit kültürlerde bile bir takım sosyal gruplar içinde
yaşamışsa, bir dinde de yaşamıştır. Henri Bergson, bu
durumu şöyle ifade eder: Geçmişte olduğu gibi,
günümüzde de, bilimden uzak, sanatsız, felsefesiz insan
toplumları vardır, fakat hiç bir zaman dinsiz bir toplum
var olmamıştır.

17. Eflatun’un din hakkındaki görüşlerine değininiz.
Cevap: Eflatun, sofistlerin “Her şeyin ölçüsü insandır.”
ilkesinin aksine “Her şeyin ölçüsü Tanrı’dır.” diyerek işe
başlamakta ve bu görüşü üzerine bütün bir felsefe, ahlak,
ve siyaset sistemini kurduktan sonra, bu sistemin temeline
de dini yerleştirmektedir. Çünkü, kurmak istediği yeni
toplum düzeninin dinsiz yaşayamayacağına inanmaktadır.
Eflatun’un din sosyolojisi açısından dikkati çeken iki
önemli eseri vardır; “Devlet” ve “Kanunlar”. Özellikle
“Kanunlar” adlı eseri alanımız itibarıyla daha da
önemlidir. Eflatun bu kitabında, günün sosyal şartlarına
uygun bir devlet ve anayasa planını çizdikten sonra,
koyduğu kanunların sadece maddi yaptırımlarla
tutunamayacağını, asıl manevi yaptırımlar gerektiğini,
bunu da ancak dinin verebileceğini söylemektedir.
Toplumda rastlanan her türlü bozukluğun dinsizlikten,
inançsızlıktan ileri geldiğini, dolayısıyla iyi bir toplum
düzeninin kurulabilmesi için, ilkin dinsizlikle savaşmak ve
bunun için de birçok devletin yaptığı gibi, dinsizlik
aleyhinde kanunlar çıkarmak gerektiğini ifade etmektedir.
Ona göre, dinsizliği önlemek için kanun çıkarmak da
yeterli değildir. Çünkü, dinsizliğin asıl sebebi maddi değil,
manevidir, halktan değil filozoflardan kaynaklanmaktadır.
Böylece o, dinsizliğe götüren materyalist felsefeye karşı,
spiritualist bir felsefe kurmak gerektiğini belirterek,
düşünce tarihinde ilk olarak sağlam bir İlahiyat (Teoloji)
sistemi kurmaktadır.

18. Eflatun ile Aristo’nun din konusundaki görüşlerini
karşılaştırınız.
Cevap: Eflatun, dinde, inanç, amel, eğitim ve yaptırımın
önemini anlatmakta ve bunların bir toplumun var olma,
yaşama şartlarından biri olduğunu belirtmektedir.
Eflatun’un din-toplum ilişkilerini çeşitli yönlerden
ayrıntılı bir şekilde incelemesi, din sosyolojisinde tarihsel
anlamda gerçek bir öncü olduğunu göstermektedir.
Sosyolojinin öncülerinden hatta ilk kurucularından biri
olarak kabul edilen Aristo’nun din üzerine görüşleri daha
çok metafizik ve psikolojik temellere dayanmaktadır. Din
ve toplum ilişkileri konusuna ise genel sosyolojik
görüşlerinden başka bir şey söylememektedir.

19. Hıristiyan teolojisi nasıl doğmuştur?
Cevap: Hıristiyanlık, doğuşu ve geniş Roma topraklarına
yayılışı ile birlikte, kendini anlamak ve anlatmak istediği
zaman, Yunan felsefesinin, özellikle Helenistik
dönemin ünlü iki felsefi akımı olan Stoacılık ve Yeni
Eflatunculuğun yardımına başvurmuştur. Dinin inanç
sistemini felsefi bir şekilde açıklamak ihtiyacından
Hıristiyan Teolojisi doğmuştur. Böylece bütün Ortaçağ
boyunca, din bilgisi ve din bilimi aşağı yukarı Teoloji’den
ibaret kalmıştır.

20. Saint Augustin’in bakış açısına göre Ortaçağ
Hıristiyan dünyası nasıl ele alınmıştır?
Cevap: Saint Augustin (354–430) “Tanrı Sitesi” adlı
eserinde Ortaçağ Hıristiyan dünyasındaki mistik görüşün
esaslarını anlatmaktadır. Ona göre, içinde yaşadığımız bu
dünya toplumları (siteleri) gelip geçicidirler. Buna karşılık
görünmeyen, değişmeyen ve sonsuz olan öbür âlemdeki
mükemmel site, gerçek sitedir. Ancak, bu site yere
indirilebilir. İnsan ideal sitenin hemşerisi olabilir. Tanrının
emirlerine uyan ve sevgisini kazanan kişi Tanrı sitesinin
hemşerisi demektir ve O’nun sofrasında yemek yer.

21. Akinaslı Saint Thomas’ın dini konulara dair görüşleri
nelerdir?
Cevap: Akinaslı Saint Thomas (1225–1274) ise, skolâstik
dünya görüşü ve toplum anlayışının esaslarını ortaya
koyduğu “İlahiyat Mecmuası” adlı eserinde; toplumun
temeli ve düzeni olan kanunları aklın ilkelerinden
çıkarmakta ve skolâstik düşünce ile aklın kurallarını
İncil’in emirleri ile uzlaştırmaya çalışmaktadır.

22. Felsefi ve teolojik karakterli dini sosyal düşünce
anlayışı Ortaçağda nasıl etkilenmiştir?
Cevap: Skolâstiğin egemen olduğu Hıristiyan ortaçağı
boyunca felsefi ve teolojik karakterli dini sosyal düşünce
anlayışı, İslam bilginlerinin ve Antik Yunan
düşüncesinin eserlerinin Latinceye çevrilmesi, Batılıların
haçlı seferleri nedeniyle İslam kültür ve uygarlığıyla
tanışmaları ve 15. yüzyıldan itibaren gerçekleştirilen
büyük coğrafi keşiflerin etkileriyle derin sarsıntı geçirdi.
Bütün bu ve benzeri etmenler, Avrupa ortaçağının
karanlığını, cehalet ve düşünsel durgunluğunu sona
erdirirken, yeniçağın başlangıcından itibaren de
Avrupa’da büyük değişim ve dönüşüm hareketlerine
zemin hazırlamış oldu.

23. Rönesans ve reform hareketlerinin din üzerindeki
etkisi nedir?
Cevap: Rönesans ve Reform hareketleri, bilimsel ve
teknik buluşlar, İngiltere, Fransa ve Almanya’daki
Aydınlanma hareketi, Fransız ve Sanayi devrimleri
gibi olay ve olgular, toplumların siyasi, sosyo-ekonomik
ve kültürel hayatlarında büyük değişmeler meydana
getirdiği gibi kilisenin ve halkın din ve
dünya görüşü de sorgulanmaya başlanmıştır. Çünkü Kilise
doğa bilim araştırmaları ve yeni buluşlar karşısında, bilim
adamlarına karşı (örneğin, Galile,1564–1642,
hatırlanabilir) olumsuz tutum takınmıştır. Kilisenin bu
yanlış tutumu din karşıtlığını arttırmıştır. Bu durum
materyalist felsefelerin gelişmesine ve dini-sosyal hayatın
alt üst olmasına neden olmuştur. Böylece aydınlanma
hareketi, geleneksel din anlayışından uzaklaşarak hem
kiliseyle hem de halkla inanç ve düşünce yönünden
ayrılmıştır. Aydınlanma dönemi (17. ve
18. yüzyıl) filozofları, (Hint, Çin, Asya gibi) farklı
coğrafyalardaki toplumların dinlerini incelediler. Dinleri
birbirleri ile ve özellikle de Hıristiyanlıkla karşılaştırdılar.
Bütün dinlerde benzer ve ortak yönlerin varlığı
düşüncesinden hareketle de “Tabii (Doğal) Din” adıyla
yeni bir felsefi-dini hareket başlatmış oldular.

24. Tabii (Doğal) din ile ulaşılmak istenen şey nedir?
Cevap: “Tabii (Doğal) Din yaklaşımı ile insanda din ve
Tanrı duygusunun doğal olarak var olduğunu ön kabulü
ile, bir din kurmak istemişlerdir. Buna göre;
tarihi dinlerde yalnız bu tabii duyguya uygun olanlar
alınıyor ve dinin tabii akla uygun olmayan yerleri sadece
bir gelenek olarak kabul ediliyordu. Böylece, aklın ürünü
bir din anlayışı oluşturdular. Kendilerine “Deist” (Tanrıcı)
adını veren bu Aydınlanma dönemi filozofları, ilk çağda
olduğu gibi bir tür felsefi bir dine bağlanmış oldular. 18.
yüzyılın bu rasyonalist filozofları, ilkin kiliseye karşı
yaptıkları eleştirilerini daha sonra da dine çevirmişler ve
dinin tarihi rolünü oynadığı ve sonunun geldiği savını ileri
sürmüşlerdir.

25. Feuerbach’ın din hakkındaki görüşleri nedir?
Cevap: Feuerbach’a göre din, insanın kendi düşüncesinin
insanlar üstü bir plana aktarılışıdır. Başka bir ifade ile, din,
kültürel gelişme sürecinde insanların ürettiği düşünce ve
değerlerden oluşmakta, fakat bunlar yanlış bir şekilde
ilahi güçlere ya da tanrılara mal edilmektedir. İnsanların
ruhun ölmezliğine inanmaları ve ilahi adaletin tecellisine
inançları, yine insanların adalete susamışlıklarının soyut
bir plana aktarılması, dünya ötesi bir insani isteğin
şekil değiştirmesinden ibarettir. Yine Feuerbach’a göre,
insan, dini düşüncelerinin kendi iç hayatının bir izdüşümü
olduğunu anladığı anda, artık kendi doğasının dışında bir
ölçü, değer aramayacak, kendi kişiliğini idrak etmeye
çalışacaktır. Feuerbach bunu daha açık bir şekilde şöyle
belirtir: “Hıristiyanlık, aslında yalnız insanların Us’undan
değil, bizzat hayatından da uzun zamandan beri yok
olmuştur. Hıristiyanlık, artık yangın ve hayat
sigortalarımızla, demiryollarımız ve buhar gemilerimizle,
resim ve heykel galerilerimizle, askeri ve endüstri
okullarımızla, tiyatro ve bilimsel müzelerimizle
tam bir zıtlık halinde olan bir sabit fikirden başka bir şey
değildir”.

26. Fuerbach’tan etkilenen Maks’ın din hakkında
görüşleri nelerdir?
Cevap: Marks’a göre din, ünlü deyişiyle söylersek, halkın
afyonudur. Şerif Mardin, bu ifadenin Feuerbach’ın
düşüncelerinin etkisi altında yazıldığını söyler. Cümlenin
tamamı ise şöyledir: “Din, baskıya tabi yaratıkların iç
çekmesi, kalpsiz bir dünyanın kalbi, ruhsuz olayların
ruhudur, halkın afyonudur”. Ona göre, din bu dünya
şartlarına müdahale etmeyi bir yana bırakmayı
öğretmekte, mutluluk ve ödülleri ölümden sonraki hayata
ertelemektedir. Böylelikle de dikkatlerin bu dünyadaki
eşitsizlik ve adaletsizlikler üzerinde yoğunlaşması
önlenmekte, insanlar öteki dünya vaadiyle avutulmaktadır.
Din, aynı zamanda güçlü bir ideolojik öğeye sahiptir: Dini
inanç ve değerler, servet ve güç dağılımındaki
eşitsizlikleri makul göstermeye yaramaktadır. Örmekse,
“yumuşak başlı kişilerin dünyanın varisi olacağı”
yolundaki inanış, azla yetinmeyi ve baskıya
boyun eğmeyi önermektedir.
Marks’a göre din, toplumsal değişimden çok, statükonun
ve egemen sınıfların çıkarlarının devam etmesine hizmet
eder. Ona göre, Hıristiyan düşüncesi, 18. yüzyılın
rasyonalist düşüncelerine mağlup olurken; feodal
toplum, onun ölü birliklerini devrimci burjuvaziye karşı
savaşa sürüyor ve böylece eski toplumsal konumunu
devam ettirebilmek için değişime karşı verdiği
mücadelede dini kullanıyordu.

27. Comte sosyal statik ve sosyal dinamik terimlerini nasıl
açıklamaktadır?
Cevap: Comte’nin sosyolojisi sosyal statik ve sosyal
dinamik olmak üzere iki bölümden oluşur. Sosyal statik,
bir toplumu kuran ve yaşatan temel öğelerin
ve bunların birbirleriyle olan ilişkilerini düzen halindeki,
durgunluk içindeki yasalarını tespit eder. Sosyal dinamik
ise bu temel öğelerin tarih boyunca
gelişmesini, dinamiğini, ilerlemesini inceler. Ona göre
sosyal statik, toplumsal düzenin, sosyal dinamik de
ilerlemenin bilimi idi. Ancak her iki bölümün
de temel öğesi dindi. Statik açıdan toplumu meydana
getiren üç temel öğe; aile, devlet ve dindir. Bunlarsız bir
toplum kurulamaz. Toplum düzeninin tam veya eksikliği,
iyi veya kötü olması bunlar arasındaki ilişkiye bağlıdır.
Din, aile ve devlet gibi insanın doğasından çıkan ve
toplum halinde yaşayan insan için zorunlu bir kurumdur.

28. Durkheim’ın din hakkında önemsediği konu nedir?
Cevap: Durkheim, dinlerin evriminden daha çok, dinin
kökeni (origine, menşei) sorununu araştırır. Kendinden
önce dinin kökeni üzerine ileri sürülen en dikkate değer
kuramları (animizm, naturizm) eleştirdikten sonra kendi
kuramını ortaya koyar. Ona göre din, toteme tapınma
(totemizm) şeklinde başlamıştır. Onun kaynağını da
toplumun kolektif vicdanından aldığını iddia etmektedir.
Yani dinin kaynağı topluluğun kendisidir. Başka bir
deyimle, topluluk heyecanı, topluluk ruhudur. Durkheim,
dinin toplumun kolektif bilincinden doğduğunu öne
sürerek, din gibi özünde insan ve toplumu aşan, aşkın bir
gerçekliği tekrar insan ve topluma dönüştürmekle dinin
öznesi ile nesnesini, tapanla tapılanı birbirine
karıştırmakta ve hataya düşmektedir.

29. Max Weber dini nasıl değerlendirir?
Cevap: Weber, din sosyolojisinin 19.yüzyılda olduğu gibi,
dinin kökenini, gelişimini araştıran bir bilim değil, dini
davranışların ya da dinden kaynaklanan sosyal
davranışların bilimi olması gerektiğini söyler. Aynı
şekilde dinisosyal davranışlar incelenirken dinin
yadsınması ve gelişen toplumlarda anlamını tamamen
yitiren bir olgu olarak görülmesi de söz konusu değildir.
Weber’in, din olaylarını incelediği yöntemi de
öncekilerden farklıdır. Rickert ve Dilthey’den
yararlanarak “Anlayıcı Sosyoloji “geleneğini
olgunlaştırmış, öteki sosyal olaylar gibi din olaylarını da,
nedenleri ve etkileri açısından “anlayış” yöntemiyle
yorumlamıştır. Diğer yandan ona göre; deneysel sosyal
bilimler olanı araştırmalıdır, felsefenin ye da sosyal
felsefenin yaptığı gibi olması gerekeni değil. Bu nedenle,
kişisel değer yargılarından uzak durulmalı, sınırları kesin
kavramlar kullanılmalı ve bilimsel açıklamalar
birden çok nedene dayandırılmalıdır. Bu nedenlerle

30. Weber ile din sosyolojisi arasında bir bağ kurulabilir
mi?
Cevap: Weber, sosyolojinin olduğu kadar din
sosyolojisinin de kurucusu sayılmaktadır. Çünkü o, din
sosyolojisinin felsefeden sıyrılarak objektif ve deneysel
bir dini-sosyal olaylar bilimi olarak, bağımsız ve
sistematik bir disiplin haline gelmesinde çok büyük pay
sahibidir. Weber, dini inançların toplumların ekonomik
hayatlarını ne yönde etkilediğini araştırır.

 

Voiser