Kur’ân’da Sevgi

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Çevrimdışı Uyanan Gençlik

  • ******
  • Join Date: Kas 2010
  • Yer: HATAY
  • 7462
  • +547/-0
  • Cinsiyet: Bay
Kur’ân’da Sevgi
« : 28 Mayıs 2018, 19:32:35 »
Çağımızda, bireysellik hâkim olmakta; buna bağlı olarak, ruh sağlığı giderek
önem kazanmaktadır. Bireyleri, aileleri, bir milleti ve nihayet bütün ulusları
birbirine bağlayan unsurların başında karşılıklı sevgi, şefkat, sevecenlik, saygı ve
hoşgörü gelmektedir. Saygı ve hoşgörü, birbirini seven insanlarda görülen
hasletlerdendir. Birbirini sevmeyen, sevemeyen, birbirine şefkat göstermeyen
insanların birbirlerine saygı duymaları da beklenmemelidir.
“Sevgi” mesajlarıyla yüklü olan Kur’ân-ı Kerîm, özellikle “sevgi”
açısından incelenmesi gerekir. Zira tefsîrler, yazıldıkları dönemde yaşayan
insanların problemlerine çözüm arayışından doğan ihtiyaç üzerine kaleme alınmışlardır.
Müfessirler, bizatihî Kur’ân’ı okuyup anlamaları sebebiyle, kendileri
için tefsîr yazmamışlardır. Onlar, içinde yaşadıkları toplumun ihtiyaçlarına cevap
vermek, problemlerin çözümüne katkıda bulunmak amacıyla, Kur’ân’ı yeniden
yorumlamaya gayret etmişlerdir. Çağımız ise, bireyin ön plana çıktığı ve
insanlığın bireyselleştiği bir çağdır. Dolayısıyla XXI. yüzyılda yazılacak tefsirler,
özellikle bireyin psikolojisiyle yakından ilgilenecektir. Günümüzde bireyi
tanımaya ve onun toplum hayatındaki etkinliğini artırmaya yönelik çalışmalar
gündeme gelmektedir. Ayrıca bireyi tanımadan, toplumsal olayları açımlamamız/
tefsîr mümkün değildir. (Kırca, 1995). Şu halde “sevgi”nin ne olduğu sorusuna cevap vermemiz gerekir.

[color=red][b]Sevgi Nedir?[/b][/color]

Kur’ân’ın önemli kavramlarından birisi olan “sevgi”, insanın doğasında
bulunan, bireylerin sevdikleri objelere göre pozitif ya da negatif yönlerde
değişebilen bir duygudur. Bu duygu, sadece dilsel olarak ifade etmekten
ibaret değildir. Sevgi, yaşanarak hayata aktarılan ve kalbin dinamiklerinden
olan bir ruh halidir. Yaşanmadıkça bilinemeyen bu duygunun tam mânâsıyla
tanımını yapmak pek mümkün gözükmemektedir. Sevgi, insanoğlunun
mayasında bulunan fıtrî bir duygudur.

İnsanlık düşünce tarihi boyunca sevgi gibi izâfî/göreli bazı kavramların
tam ve mutlak mânâda tanımları yapılamamıştır. Sevgi, başta psikoloji,
felsefe, edebiyat, tıp gibi birçok bilimin ilgi alanına girmektedir. Söz konusu
bilimler, “sevgi” yi kendi bakış açılarına göre tanımlamaya çalışmışlardır.
Neticede gerek Batı’da ve gerekse İslâm Dünyası’ndaki düşünürlerin
üzerinde fikir beyan ettikleri “sevgi” hakkında değişik tanım denemeleri
yapılmış ise de, sevginin, ittifakla kabul edilmiş bir tanımı yapılamamıştır. 

Psikoloji ile ilgili kaynaklarda, sevgi, “Duygunun, heyecan ve hazzın bir
türü.” olarak tanımlanırken, tasavvufî açıdan sevgi; “Bir şeye tabiatın, nefsin
meyletmesidir” diye tarif edilmiştir. Bazı filozoflara göre “sevgi” sadece
insanlara ait bir özellik değildir. Bütün varlıklarda sevginin bulunduğunu
iddia eden bu filozoflara göre varlıkların yapılarındaki unsurların kıvamı ve
bu varlıkların devamı sevgi ile olacaktır.
Sevgi, pasif bir duygu değil, bir etkinliktir ve bu kavramın temelinde
“almak” değil “vermek” vardır. Sevgi, sevgi üreten bir güçtür; güçsüzlük,
sevgi üretememektir. Sevginin, tutku haline gelerek kalbi sarmasına “aşk”
denir. Dolayısıyla “sevgi” ile “aşk” kavramlarını birbirlerinin yerine kullanmak
doğru değildir.

Sevgi, temelde bilgi ve sorumluluk demektir; insanın fıtratında vardır.
Ama bilgi yoksa sevgi olmaz. Sorumluluk duygusu yoksa sevgiden söz
edilemez. Bir kişiye, varlık veya nesneye karşı duyulan güçlü bir yakınlık ve
bağlılık olan sevgi, güvenin temelini teşkil eder. Sevgi, gözle görülmeyen
ama hissedilen güçlü bir bağdır.

“Sevgi” ile “korku”nun bir arada telakkî edilmesi, iki farklı kavramın bir
arada düşünülmesi demek değildir. Sevgi, nasıl Allâh’a inanıp, O’nu tanımanın, marifetin bir sonucu ise, korku da bu bilginin tabiî bir sonucudur. Mü’minler için ne bu dünyada ne de âhirette korku vardır. Onlar Allâh’a derin bir saygı duydukları için, bu saygı, ta’zîm ve hürmetten dolayı, kalplerinde bir ürperti (iclâl) ve korku (heybet) duyarlar. Sevgi nasıl birleştirici bir rol üstlenen duygu ise, nefret de bunun tam aksine ayırıcı, uzaklaştırıcı bir duygu, bir ruh halidir. Bir başka deyişle sevgi reaksiyonunun zıddı nefrettir. Kin ve nefret gibi duygular, olumsuz, yapıcı olmayan sevgilerdir. Çünkü bundaki sevgi duygusu ile nefret edilen şeyin iyiliği değil, kötülüğü istenir ve o şeyin/kimsenin kötü duruma düşmesinden haz duyulur. (Gezgin, 2010).

İnsan, kâinattaki güzel şeyleri sever. Bu güzel olan şeylerden hareketle,
ilâhî güzellik mutlaktır. Eşyada gördüğümüz güzellikler ise, Hakk’ın
güzelliğinin bir tecellîsidir ve O’ndan pay aldıkları nisbette güzel olabilirler.
Hülasa, sevgi, yoğun bir çaba ve emek neticesinde oluşan bir duygudur.
Zira belli bir gayret göstermeden bir anda doğan sevgiler, gelişmeden saman
alevi gibi çabucak sönmekte, yerlerini nefrete bırakmaktadırlar. Sevgide esas
olan kalıcı ve devamlı olmasıdır. Sevginin sürekli olabilmesinin şartı ise,
belli bir emeğin sonunda doğmasıdır.

Bütün bu mülahazalar neticesinde diyebiliriz ki, “sevgi” geniş perspektiften
bakılmasını gerektiren bir kavramdır. Bu özelliği nedeniyle sevgi, tarihî süreç
içerisinde, felsefe, psikoloji, tasavvuf ve edebiyat gibi daha pek çok disiplinin
temel konuları arasında yer almıştır. Dolayısıyla, bu kavramın Kur’ân
bütünlüğünde de incelenmesi, Kur’ânî perspektifinin de ortaya konulması önem
arzetmektedir. “Sevgi” kavramının Kur’ân’daki adı “حب/Hubb”tur. Kur’ân’da
türevleriyle birlikte doksan beş âyette geçen (Gezgin, 2010) “Hubb” kelimesinin semantik analizi yapılmadan söz konusu kelimenin anlamı ve sevginin Kur’ânî boyutu gereği gibi ortaya konulamaz. Bu yüzden öncelikle “Hubb” kelimesinin semantik analizini yapmakta yarar vardır.