TASAVVUF VE EDEBİYAT
1. Tasavvuf nedir?
Cevap: Tasavvuf, daha çok bir hâl ilmi olarak kabul edilir. Sûfî, hâl sahibidir. Hâl sahibi, gönlü zengin, ruhu temiz, ahlâkı düzgün, manevi yaşayışı güzel, Hakk’ın rızasını ve sevgisini kazanan kişidir. Bu ise, zâhidâne yaşantıyla sağlanacaktır. Hz. Peygamber’in yaşadığı dönemde zâhidâne yaşayan pek çok sahabe vardı. Bu hayat biçimi daha sonraki dönemlerde sistematik olarak gelişecek olan tasavvuf düşüncesinin habercisi olarak değerlendirilmektedir.
2. İlk sufî kimdir? Diğer önde gelen sufiler kimlerdir?
Cevap: Kûfeli Ebû Hâşim (ö. 150/768)dir. Daha sonra Süfyânü’s-Sevrî (ö. 168/785), Zü’n-Nûn el-Mısrî (ö. 245/860), Horasanlı Bâyezid-i Bistâmî (ö. 261), düşüncelerinden ötürü idam edilen Hallâc-ı Mansûr (ö. 309/922) ve Cüneyd-i Bağdâdî gibi sûfiler yetişmiştir. Ebü’l-Kâsım Abdü’l-Kerim el-Kuşeyrî (ö. 465/1073) ve İmâm-ı Gazzâlî (505/1112) gibi büyük âlimlerin tasavvufu sistemleştiren eserler yazmalarıyla, bu cereyan kısa zamanda halk arasında yayılmıştır.
3. Tasavvufun kurumsallaşması hangi yüzyılda olmuştur?
Cevap: Başlangıçta herhangi bir kurumsallaşma içerisinde teşekkül etmeyen tasavvuf, IV. yüzyıldan başlayarak VI. asra kadar İslâm dünyasının her bölgesinde çeşitli isimlerle tarîkatler olarak kurumsallaşmıştır.
4. Zühdî hayatı doğuran sebep nedir?
Cevap: İlk Abbâsî asrındagörülen sosyo-ekonomik refah, halk içerisinde zühdî hayatın gerekliliğine ilişkin bir anlayışı da beraberinde getirmiştir.
5. İslâm tasavvufunun oluşumuna kaynak teşkil eden etmenler nelerdir?
Cevap: Farklı mezheplerin ilk dönemlerden itibaren yaydıkları itikatlar, eski Yunan filozoflarından yapılan tercümelerle gelişmeye başlayan felsefî hareketler, Hind ve İran’ın kültür ve dinî geçmişinden alınan bazı nazariyeler, bilhassa Yeni Eflâtuncu varlık anlayışından da ilham alınarak zenginleştirilen bu zühdî hayat İslâm tasavvufunun oluşumuna kaynak teşkil etmiştir.
6. Tasavvuf dilinin oluşumuna katkıda bulunan sufiler kimlerdir?
Cevap: İlk sûfî yazar Basralı Haris b. Esed el-Muhâsibî (ö. 223/838)’den başlayarak, ünlü düşünür İbnü’l-Arâbî’ye kadar bütün büyük sûfîlerin eserleri, tasavvuf dilini oluşturmuş ve sûfi düşüncesinin varlık, bilgi ve ahlâk anlayışını ortaya çıkarmıştır. Edebiyatımızda bilhassa Horasan Melâmiliği ile İbnü’l-Arâbî ve Mevlânâ’nın tesiri çok açıktır. Bunların fikirlerinin temelinde vücûdiye mesleği (vahdet-i vücûd) olarak da ifade edilen varlık düşüncesi egemen fikir olarak kabul edilebilir.
7. Vahdet-i Vücûd (vücudiyye mesleği) kimlerin katkısıyla gelişmiştir?
Cevap: Başlangıçta Bağdatlı Cüneyd, Bâyezid-i Bistâmî ve Ebû Said Ebu’l-Hayr gibi sûfilerin söz ve menkıbelerinde görülen vücûdiyye mesleği, İbn Sinâ, Sühreverdi-i Maktûl gibi İşrâkî felsefeyi ve Yeni Eflâtuncu düşünceleri yayan filozofların da katkısıyla gelişmiştir. Horasan Melamiliği ile İbnü’l-Arâbî’nin eserlerinde sistematik bir mahiyet kazanmıştır.
8. Vahdet-i Vücud hangi fikri işler?
Cevap: Vahdet-i Vücûd düşüncesinde vücûdun tek olduğu fikri işlenmektedir. Vücûd tektir; yegâne sâhib-i vücûd, Vücûd-ı Mutlak olan Allah’tır. Vücûd-ı Mutlak, aynı zamanda mutlak hayır (hayr-ı mutlak) ve mutlak güzellik (hüsn-i mutlak)tir. Hâdiseler âlemi olan dünya hayatının kaynağı, O’dur.
9. Sufilere göre vahdet-i Vücûd’un sebebi nedir?
Cevap: Sufilere göre, zaman yaratılmazdan önce, mutlak güzellik vardı; ancak o güzelliği temaşa edecek başkaca bir göz yoktu. Hâlbuki güzellik (hüsn) doğası gereği görülmek, takdir edilmek ister. İşte varoluşun sebebi, güzelliğin kendini gösterme arzusudur.
10. Vücûd-ı Mutlak ile Adem’in ilişkisi nedir?
Cevap: Her şey zıddıyla bilinir. Bu itibarla Hüsn-i Mutlak ve Hayr-ı Mahz olan Vücûd-ı Mutlak’ın bilinmesi, adem ile gerçekleşir. Adem, yokluk, hiçlik demektir. Adem, müstakil olarak mevcut değildir; zarûrî olarak Vücûd-ı Mutlak’ta dahildir. Adem bir hayalden ibarettir; tecellî dolayısıyla geçici bir süre için varlık evreninde bulunur. Adem, Vücûd ile karşılaşınca, vücut bir aynada aksetmiş gibi akseder. Bu akis gerçekte hayalden öte bir şey değildir. Durgun bir göle akseden güneş gibi, göz makamında olan insanda da mutlak güzellik akseder.
11. Fenâ ne demektir? Nasıl mümkün olur?
Cevap: insan adem unsurunu mümkün olduğu kadarıyla yok etmeli (mâsivâ), Hakk’ın visâline ulaşmak için Hak ile Hak olmalıdır. Bu, fenâ kelimesiyle anlam kazanır. Fenâ, ancak nefsi adem, kubh ve şirkten arındırmakla mümkün olacaktır.
12. Tasavvuf şiirinin gelişimi nasıl seyretmiştir?
Cevap: Tasavvuf şiiri, başlangıçta Halac-ı Mansûr’dan başlayarak Mısırlı şâir Ömer b. Fâriz’e kadar Arap edebiyatı içerisinde sınırlı bir daire dâhilinde gelişti. Ömer b. Fâriz’in Kasîde-i Tâiyye isimli eseri tercüme, tahmis ve şerh olunarak tasavvuf edebiyatı içerisinde bir çığır açmıştır. İran’da İbn Sinâ’nın sûfiliğe ilham teşkil edecek düşünceler serdetmesinin yanında, Şeyh Ebû Sâid Ebu’lHayr da şiirleriyle bu çığıra katkıda bulundular. Bilhassa rubaileri ile tanınan Ebû Sâid, Rudegi, Firdevsî, Hâkim Senâî ve Feridüddin-i Attâr’ın müjdecisi olmuştur. Daha sonraki dönemlerde eserlerini Farsça yazan Mevlanâ, Abdurrahman Câmî ve Kâsimü’l-Envâr gibi büyük şairler yetişmiştir.
[b]TÜRK-İSLÂM EDEBİYATI VE TASAVVUF[/b]
1. Türk boylarında kendilerine tarihsel bir yer edinen ‘Baba’ ve ‘Ata’ nedir?
Cevap: Türk boylarının içine girip onların hem islamiyeti benimsemesine yol açıp hem de kendilerinin anlayacağı bir dille tasavvuf anlayışını sunan dervişlerdir. Bu kesimlerde şair-şamanların yerini dolduran Baba ve Ataların ilk temsilcileri, Korkut Ata ve Çoban Ata isimleriyle tanınan sûfîlerdir. Bu bölgelerde Muhammed Ma’şuk Tûsî ve Emir Ali Ebû Hâlis gibi sûfîler de yetişmiştir.
2. Türk sûfîliğinin en önemli temsilcisi kimdir?
Cevap: Hoca Ahmed Yesevî (ö. 1167)’dir.
3. Türk illerinde gelişen tarikatler hangileridir?
Cevap: Ahmed Yesevî’nin tasavvufî anlayışıyla kurumsallaşarak bir tarikat hüviyetini kazanan Yesevîlik, her bakımdan bir Türk tarikatıdır. Bundan başka, Kübrevîlik ve Nakşîlik de Türk illerinde gelişen tarikatlardandır.
4. Yesevî dervişlerin Türk illerindeki faaliyetleri ne gibi sonuçlar doğurmuştur?
Cevap: Moğol istilasıyla birlikte Yesevî dervişleri olan Alperenler, Harezm, Horasan ve Azerbeycan yoluyla Türklerin yeni yurdu olan Anadolu’ya gelmişlerdir. Bu dervişlerin beraberinde getirdikleri Yesevîlik, bir yandan Anadolu’nun Türkleşmesi ve İslâmlaşmasına katkı sağladığı gibi, hikmetlerle oluşturulan edebî zevk de tasavvufî edebiyatın şekillenmesine imkân vermiştir. Böylece tasavvuf, kısa zamanda Türk toplumunda yaygınlık kazanmıştır.
5. Tasavvufun Türk edebiyatına iki şekilde etkisi nedir?
Cevap: 1. Divan şiirine etkisi: Tasavvuf, vezin, şekil ve muhteva itibariyle İslâm kültür coğrafyasının bir eseri olan, özellikle XVI. ve XVII. Yüzyıllarda gerçek anlamda hüviyetini kazanan divan şiirine etki etmiştir. Tasavvufun divan şiirine etkisi, tasavvufî mesnevîler, menâkıbnâme ve tezkiretü’l-evliyâ gibi türlerin doğmasına sebep olmuştur.
2. Halk şiirine etkisi: Bu etki, Ahmet Yesevî’nin başlattığı ve Yesevî dervişlerinin geliştirip yaydığı hikmet geleneğinde ortaya çıkmaktadır. Hikmet geleneği, halk dili, hece vezni ve milli formlara bağlı tasavvuf edebiyatı yahut tekke edebiyatı adıyla bilinen yeni bir şiir anlayışının doğmasına imkân vermiştir. Bu şiirde ele alınan konular, Acem kültürünün tesiri ile yazılan şiirlerden ayrı değildir; fakat gerek dil ve ifadede, gerekse üslup ve vezinde tamamıyla farklı ve orijinaldir. Başka bir ifade ile Farsça ve Acem etkisiyle tasavvufî düşüncelerini yazan büyük şair Mevlana (1207-1273) ile Türkçe ve hikmet geleneği etkisine bağlı olan Yunus Emre‘nin (1250-1320) şiirlerindeki ahlâkî öğreti ve felsefe aynıdır; dil, eda, vezin ve şekil farklıdır.
6. Tasavvuf edebiyatının tarihsel süreci nasıl seyretmiştir?
Cevap: Tasavvuf edebiyatı için XIII. asrın büyük önemi olduğu görülür. Bu dönem, tasavvuf edebiyatı açısından hem kuruluş, hem ihtişam çağı olarak değerlendirilebilir. Zira bu asırda, Türk edebiyatına hayat veren büyük şairler yetişmiştir. Padişahtan tebaaya; sanatkârdan rençbere her sınıftan insanın aynı his ve fikir çevresinde toplanmasını sağlayan tasavvufun, Yesevîlik, Haydarîlik, Kalanderîlik, Mevlevîlik ve Bektâşîlik gibi tarikatlarla birçok koldan tesir alanını genişleterek yeni yurdu sarmağa başladığı bu dönemde tasavvuf edebiyatı geniş bir sahada, büyük insan yığınları arasında itibar görmüştür. Moğol istilasıyla birlikte alperen, abdal yahut Horasan erenleri gibi adlarla tarihe geçen Yesevî ve Haydarî dervişleri, göçebe halk topluluklarına katılıp Anadolu’ya göç ederek buralarda yerleşmişlerdir. Bu dervişlerin getirdiği hikmet geleneği, Anadolu’da Yunus Emre ile yeni bir sese kavuşmuş ve yeni bir tarza bürünmüştür. Bu yeni tarz, bilahare Yunus muâkkibleri (takipçileri) olarak tavsif edilen sûfî şairler tarafından sürdürülmüştür.
7. Mevlevîliğin Türk-İslam Edebiyatına katkısı nedir?
Cevap: Mevlevîlik adıyla bir tarikat hüviyetini kazanan Mevlana’nın açtığı çığır, ortak İslâm kültürünün ve bilhassa İran şiirinin etkisi altında, kendi elit zümresini oluşturma sürecinde önemli başarılar sağlamıştır.
8. XIV. Yüzyılda Türk tasavvufuna katkıda bulunan şairler kimlerdir?
Cevap: Türk halkına tasavvufî ilkeleri öğretmek amacıyla Garibnâme’yi kaleme alan Âşık Paşa (1272-1333), doğrudan doğruya tasavvufu konu edinen Fakrnâme ve Vasf-ı Hâl isimli mesnevîleri de telif etmiştir. Menâkıbnâme tarzının ilk örneği olan Menâkıbü’lÂrifîn’in yazarı Eflâkî (ö.1360), Hacı Bektâşî Velî’nin müridi olup Yunus tarzını bu muhit içerisinde en güzel temsil eden Said Emre ve Attar’ın Mantıku’t-Tayr isimli ünlü mesnevîsini Türkçe’ye kazandıran Gülşehrî’yi de bu dönemde anmak mümkündür.
9. Hurûfîlik Türk Edebiyatına ne zaman dahil olmuştur?
Cevap: XIV. yüzyılın sonlarında, şiirlerinde ele aldığı konular şeriata aykırı bulunan ve bu yüzden idam edilen Nesîmî (ö. 1404) ile birlikte, tasavvuf düşüncesi içerisinde bâtinî tevil ve tefsirleriyle başlı başına bir ekol olan Hurûfîlik de Türk edebî hayatına dâhil olmuştur.
10. Fatih Rönesansı nedir? Bu dönemde hangi sufî şairler yetişmiştir?
Cevap: XV. yüzyıl İstanbul fethedilerek Türk-İslâm kültürünün merkezi hâline dönüştürülmüştür. Bazı tarihçilerin Fatih Rönesansı olarak nitelendirdikleri bir süreci de içine alan bu dönem, fikrî, dinî, mimârî ve sanatsal açıdan tasavvufun geliştiği, merkezden muhite yayıldığı bir dönemdir. Bu gelişmelere paralel olarak tasavvuf edebiyatı da çığ gibi büyümüştür; bu bakımdan dönem, gerek şâir, gerekse eser yönünden oldukça zengindir. Nitekim dönem içerisinde, Mevlid türünün oluşmasını sağlayan Vesîletü’n-Necât’ın şâiri Süleyman Çelebi (ö. 1422), Somuncu Baba ismiyle bilinen Hamîd-i Velî (1325- 1413), Emir Sultan (1368-1429), Hâlilnâme’yi kaleme alan Abdülvâsî Çelebi, Ankara’yı merkez edinerek çiftçi ve esnaf üzerinde derin tesirler icra eden Bayramiye Tarîkatı’nın kurucusu Hacı Bayram-ı Velî (1332-1429), Fatih’inhocası Akşemseddin (1389-1458), hammediye’nin yazarı Yazıcıoğlu Mehmed (ö. 1451), Yazıcıoğlu’nun kardeşi ve Envâru’l-Âşıkîn’in müellifi Ahmed Bîcan (ö. 1466), Kaygusuz Abdal olarak da tanınan Alaiyeli Alaaddin Gaybî (ö. 1444), Eşrefoğlu Rûmî (ö. 1469), Dede Ömer Rûşenî (ö. 1487), Kemal Ümmî (ö. 1475), Cemâl-i Halvetî (ö. 1469) ve İbrahim Tennûrî (ö. 1482) gibi sûfi şairler yetişmiştir.
11. XVI. Yüzyılın sufî şair temsilcileri kimlerdir?
Cevap: Molla Câmi’nin ünlü eseri Nefehatü’l-Üns’ü tercüme eden Nakşî şeyhlerinden Lamiî Çelebi (1473- 1532), İbnü’l Arâbi’nin ünlü eseri Fusûsu’l-Hikem’i tercüme eden Nev’î Yahyâ (ö. 1599), Gencine-i Râz ve Şâh u Gedâ isimli ahlâkî ilkeleri telkin edici mesnevîlerin yazarı Dükâkinzâde Taşlıcalı Yahya (ö. 1582), Kerbela faciasının destanı olarak nitelendirilmesi mümkün olan Hadîkatü’s-Süedâ isimli makteli ve mecazî aşktan hakîkî aşka geçişi anlatan Leylâ vü Mecnûn ile dinî edebiyata dair Hadîs-i Erbaîn Tercümesi’ni yazan Fuzûlî (1480- 1556) ve sultânü’ş-şu’arâ olarak kabul edilen Bakî (1526- 1610) yetişmiştir. Bunlardan başka Kara Fazlî, Hilye-i Hakânî ve Hadîs-i Erbâin Tercümesi ile haklı bir şöhrete ulaşan Hakânî Mehmed Bey (ö. 1606), Dükâkinzâde Ahmed (ö. 1557), Halvetîlik içinde Gülşeniyye kolunun kurucusu olan İbrahim Gülşenî (ö. 1533), Ahmet Sarban (ö. 1545), Vahib Ümmî, Üftâde (1477), Şemseddin Sivâsî (ö.1597), Seyyid Seyfullah (ö. 1601), Hurûfî şâir Arşî ve şathiyyesi ile tanınan Azmî Baba dönemin sûfi şairleri olarak kabul edilmektedir.
12. Tekkelerde şiir ve mûsikînin ön plana çıktığı ve hecearuz ayrımı yapılmaksızın bol miktarda tasavvufî şiir örneklerinin verildiği yüzyıl hangisidir? Temsilcileri kimlerdir?
Cevap: XVII. yüzyıl. Dönemin sûfî şairleri içinde, Muhyî (ö. 1611), İdrisi Muhtefî (ö. 1615), Zâkirî (ö. 1622), Hüseyin Lâmekânî (ö. 1624), Derviş Osman (ö. 1627), Aziz Mahmûd Hüdâyî (ö. 1628), Şeyhî (ö. 1639), Abdulehad Nûrî (ö.1650), Akkirmanlı Nakşî (ö. 1651), Zâkirzâde Abdullah Biçâre (ö. 1657), Cahîdî (1659), Sarı Abdullah Abdî (1584-1660), Sinan-ı Ümmî (ö. 1664), Sunu’llâh-i Gaybî (ö. 1676), Divitçizâde Mehmed Talib (ö. 1679), Derviş Himmet (ö. 1683), Niyâzi-i Mısrî (ö. 1693) ve Mehmed Nazmî (ö. 1700)’yi zikredilebilir.
13. XVIII. Asır tasavvuf şairleri kimlerdir?
Cevap: Mesnevî Tercümesi ile tanınan Süleyman Nahifî (1648-1738), tasavvufî yaşantıyı kendine şiar edinen Şeyh Galib (1757- 1799), onun ünlü müridi Esrar Dede (ö. 1796), Mirâciye ve Rûh-ı Mesnevî gibi pek çok eser bırakan Bursalı İsmail Hakkı (ö. 1724), Edirne’de Sezâî-i Gülşenî (ö. 1738), Nakşî mürşidlerinden Neccarzâde Rıza (1679-1746) ve Mârifet-nâme adlı ansiklopedik eseriyle tanınan Erzurumlu İbrahim Hakkı (1703-1772) gibi şairler de yetişmiştir. Bunlardan başka, Mahvî, Mehmed Nasûhî, Mehdî, Hasan Senâyî, Mustafa Azbî, Süleyman Zâtî, Cemâleddîn-i Uşşâkî, Üsküdarlı Hâşim, Fahreddin Fahrî ve Mustafa Zekâî de tasavvufî şiir vadisinde eserler ortaya koymuş şairlerdir.
14. XIX. asırda tasavvuf edebiyatının temsilcileri kimlerdir?
Cevap: Târifü’s-Sülûk isimli eserin müellifi Nazif Dede (1794- 1861), Kuddusî (1760-1848), Sivaslı Sûzî (1765- 1830), Bektâşî mürşitlerinden Mehmed Ali Hilmi Dede (1842-1907), Edib Harâbî Baba (ö. 1918), Hanya Mevlevîhânesi dedelerinden Kara Şemsî (1828-1884), Terzi Baba adıyla anılan Hayyat Vehbî (ö. 1847), âşık tarzındaki deyişleriyle tasavvufî duygularını ifade eden Dertli, Seyrânî ve Türâbî gibi şahsiyetler bu asırda yetişmiştir.
TASAVVUF EDEBİYATINDA ZÜMRELER
1. Sûfi şairi diğer herhangi bir şairden ayıran özellik nedir?
Cevap: Tasavvufî tecrübedir. Bu tecrübe, içinde bulunulan tasavvufî ekollerin (tarikat) metotlarındaki (usûl ve erkân) çeşitlilik sebebiyle farklılık arzeder. Bu yüzden de manevi yolculuğun (seyr ü sülûk) gerçekleştiği tekkelerin her biri birer edebi muhit olarak nitelendirilir.
2. Edebi Muhite nedir?
Cevap: Edebiyatçının içinde yetiştiği, izini süreceği ustaların şiirlerini ve sohbetlerini dinlediği, kendi şiirlerini okuduğu ve icabında eleştiriler alarak yetiştiği ortamlardır. Şairin içinden geldiği edebi muhit, ona ortak dil, tecrübe ve üslup kazandıran bir okuldur. Bu bakımdan sanatkâr, yetiştiği muhitin sesidir.
3. Edebi Zümre nedir?
Cevap: Sûfi şairin muhiti, içinde yetiştiği tekkedir. Tekkenin tarihi, yolun rehberlerinin tecrübelerini aktaran yazılı ve sözlü menkabeler, burada okunan kitaplar ve şiirler, dervişlerin (sâlik, tâlib, cân) bir birleriyle olan ilişkileri, hayat ve dünya görüşleri, algıları, tasavvurları, konuları ele alış biçimleri, problemlere getirdikleri çözümler ve çözüm yolları gibi hususlar bir gelenek oluşturur. Bu gelenek, o muhit içinde yetişen şairi etkiler. Bu etki, muhit farklılığının yanında edebi zümreleri de oluşturur.
4. Tasavvuf edebiyatı gelişimi bakımından kaça ayrılır?
Cevap: Tasavvuf edebiyatı iki ana koldan gelişmiştir: • Tasavvufî halk edebiyatı: Yesevî’nin hikmet geleneğiyle gelişen edebiyattır. Bu edebiyat, hece vezniyle, mâni ve koşma gibi nazım şekilleriyle oluşur ve hikmetten başka, ilâhî, nefes, nutuk, devriye, şathiye, destûr, medednâme ve düvaz imam gibi türleri içerir. • Klasik tasavvuf edebiyatı, Mevlana çizgisinde gelişen bir edebiyattır. Bu edebiyat, aruz vezniyle, gazel, kasîde, kıt’a, musammat, terkîb- bend, tercîbend, rubâî, tuyuğ ve mesnevi gibi nazım şekilleriyle oluşur ve tevhid, münacat, na’t, mevlid, hilye gibi dinî edebi türleri içerir.
6. Tasavvuf edebiyatı konularının ele alınışı bakımından kaça ayrılır?
Cevap: Üç temel zümreden bahsetmek mümkündür. Bunlar; • Zühdî edebi zümre, daha çok dinî ve tasavvufî düşünceyi telkin eden eserleri içerir. Bu zümrede, ne Melâmî-Hamzavî edebiyatındaki irfan, vahdet inancı, aşk ve cezbe; ne de Alevî-Bektaşî edebiyatının karakteri vardır. Bu edebiyat içinde daha çok, ibadetlerden, peygamberlerin ve Hz. Muhammed'in hayatından, hac yollarından, dünyanın geçiciliğinden, ölümden, cennet ve cehennemden bahseden, bu arada bazı sahabenin ve velilerin menkabelerinden söz eden eserler yazılmıştır. • Vahdetçi aşkın zümre edebiyatı, vücûdun birliği ilkesini (vahdet-i vücûd) benimseyen, aşk ve cezbeyi esas alan tasavvufî çevrelerin eserlerini içermektedir. Bu zümre içinde daha çok lirik ve coşkun bir üslupla eserler yazılmıştır. Bu eserleri, tecelli, vâridât ve sunuhât gibi tasavvufî kavramlarla, doğrudan doğruya ilâhî aşkın, mânevî sarhoşluğun ve cezbenin eserleri olarak nitelendirilir. Bu zümre içerisinde vahdet neşesini tatmış, kalender- meşrep ve âşık şairler eser vermiştir. Bu türden şairlere hemen her sûfi ekol içinde rastlamak mümkünse de, daha çok Bayramî-Melâmî muhitten geldiklerini söylemek mümkündür. • Bektaşî zümre edebiyatı, bir yönüyle vahdetçi aşkın zümre edebiyatını andırmakla birlikte, kendisine has karakteri olan bir edebiyattır. Bu özel karakter, bir yönüyle Bektâşiliği öne çıkartmanın yanında, esas itibariyle ata ve baba adlarıyla anılan Yesevî dervişlerinin edasına dayanan köklü bir geleneği ifade eder. Bu eda, rindâne söyleyişi mûsikî ile buluşturur.
[b]TASAVVUFÎ TÜRLER[/b]
1. Tasavvufî eserleri genel olarak kaç kategoride incelenebilir?
Cevap: 1- Tasavvufî düşünceyi öğretmeyi amaçlayan eserler. 2- Hâl dilinin dışa yansıdığı eserler.
2. Tasavvufî düşünceyi öğretmeyi amaçlayan eserler nasıl bir yol izler?
Cevap: Uyarıcı, telkin edici, yolun usul ve erkânını öğretici eserlerdir. Bunlar başta tasavvufî mesneviler olmak üzere, tezkiretü’l-evliya, menakıbnâme, evliyânâme velâyetnâme ve mansûrnâme gibi tekke geleneğini ve tarihini aktaran manzum ve mensur eserler; nasihatnâme, sohbetnâme, ibretnâme, faziletnâme, tenbihnâme, minbernâme ve vasiyetnâme gibi yolun esaslarını telkin eden eserler; telkinnâme, erkannâme, tâcnâme ve tarikatnâme gibi edeb ve erkânını gösteren eserlerdir. Bunlardan başka, vahdetnâme, vücûdnâme, şathiye ve devriye gibi tasavvuf düşüncesinin temel konularını açıklayan eserleri; şefaatnâme, desturnâme ve istimdadnâme gibi ululardan yardım dilemeyi salık veren eserleri; besmelenâme, ihlâsnâme ve ayetnâme gibi sûfiyi Kur’anın anlamıyla buluşturan eserleri ve salatnâme, oruçnâme, ramazannâme, hacnâme, kıyametnâme, mahşernâme ve fetvanâme gibi dinî görevleri ve temel hukuki meseleleri öğreten eserleri de zikretmek gerekir. Ayrıca istihracnâme gibi geleceğe ilişkin çıkarımlar yapan manzumeleri, tahassürnâme gibi gafletle geçen zamanın muhasebesini yapan eserleri de bu grupta değerlendirebiliriz.
3. Hikmet nedir? Kimin eserine ad olmuştur? Gayesi nedir?
Cevap: Hikmet, etimolojik olarak, herhangi bir konuda hüküm vermek ve yargılamak anlamına gelir. Türkçede, mefhumları en iyi ve en doğru bilgiyle bilmek anlamına gelir. Bu bilgi, tecrübe ve test edilen bir bilgidir. Daha doğrusu, varlığı, eşyayı olduğu gibi bilmektir. Diğer bir anlamı ise, düşünme melekesinin itidal hâlinde olmasıdır. Bu anlamda hikmet, daha önceleri felsefe kelimesinin yerinde kullanılmıştır. Filozofa ise, hakîm denmiştir. Hikmet, öncelikle Ahmed Yesevî'nin manzumelerine verilen isimdir. Zaten onun eseri, Divan-ı Hikmet adıyla bilinmektedir. Ahmed Yesevî, hikmetleri İslâm’ın ve tasavvufun ilkelerini öğretmek için yazmıştır.
4. Hikmetler hangi konular üzerine söylenir?
Cevap: Hikmetler, felsefe, tasavvuf, zühd, şeriat, ahlâk, adab, gelenek, adetler gibi konular üzerine söylenir.
5. İlâhî nedir?
Cevap: İlâhî, kelime olarak, ilâha ait, tanrısal demektir. Türk-İslâm edebiyatının bir kavramı olarak ilâhî, Allah aşkıyla dile getirilmiş her türlü şiire denir. Diğer bir ifadeyle, ilâhî; sûfi şairlerin Allah aşkıyla söylediği dinî ve ahlâkî manzumelerdir. Daha çok Allah'ın varlığını, birliğini, azamet ve kudretini, ilâhî aşkı ve muhabbeti anlatan veya telkin eden eserlerdir.
6. Tekkelerde farklı isimlerde anılan ilahi türleri nelerdir?
Cevap: • Âyin: Genel olarak dinî tören anlamına gelen âyin, Mevlevi tekkelerinde zikir ve semâ sırasında okunmak üzere çeşitli makamlarda bestelenen şiirlerdir. Âyinleri okuyan kişilere âyinhan adı verilir. • Tapuğ: Gülşenî tekkelerinde zikir esnasında mûsikî eşliğinde okunan ilâhîlerdir. • Nefes: Alevî-Bektaşî ve Melâmî şairlerin vahdet telkin eden ilâhîlerine verilen addır. • Duraklar: Ekseriyetle Halvetî tekkelerinde ve zikrin iki faslı arasında bir veya iki zâkir tarafından okunan ilahîlerdir. • Cumhûr: Tekkelerde cemaat hâlinde okunan ilâhîlere verilen addır.
7. Devriyye nedir?
Cevap: Devir kelimesi; dönme, bir şeyin kendi mihveri üzerine hareketi, bir şeyin etrafında dolaşma, bir memleketin her tarafını gezip dolaşma, bir şeyin diğerine teslimi, askerî bölük veya takımın teftiş ve güvenlik için dolaşması, zaman ve asır gibi anlamlara gelir. Kelime tasavvufta iki farklı anlamda kullanılmaktadır: Bunlardan ilki, bazı tarîkatlarda dervişlerin dönerek icrâ ettikleri zikir ve semâ’ı ifade etmektedir. İkincisi ise, varlıkların Hak’tan gelişini ve tekrar ona dönüşünü açıklayan tasavvufî bir nazariyedir. Esâsen semâ ve devrân da Hak’tan gelip ve yine O’na gidişi sembolize eder. Tasavvuf şiirinde meleklerin arş, hacıların Kâbe ve gezegenlerin güneş etrafında dönmeleri de devran mefhûmuyla ifade edilmektedir.
8. Ferşiyye ve arşiyye nedir? Örnekleri nelerdir?
Cevap: Devriyeler işledikleri konulara göre ikiye ayrılmaktadır: Bunlardan dünyaya gelişi (kavs-i nüzûl) anlatanlara ferşiyye, insanın ahlâken olgunlaşarak hakîkate ermesini (kavs-i urûc) anlatanlara ise arşiyye adı verilmektedir. Ferşiyyelerde mutlaktan ayrılarak âlem-i süflîye geliş; arşiyyelerde ise dünyadan tekrar yüce âleme doğru yapılan seyâhat anlatılmaktadır. Üsküdarlı Hâşim Baba (ö. 783/1371)’nın Devriye-i Ferşiyye’si ferşiyyelerin; ünlü mutasavvıf ve şâir Niyâzî-i Mısrî (ö.1694)’nin Devriye-i Arşiyye’si de arşiyyelerin en tanınmış örnekleridir.
9. Gülbank nedir?
Cevap: Gülbank kelimesi; Farsça kökenlidir, gül sesi anlamına gelir. Terim olarak, tekkelerde ayinlerde, bazı dinî ve resmî törenlerde belli bir makamla okunan dualara denir. Gülbanklar, yapılacak işin hayırlı, uğurlu olması veya sağlık, esenlik dileğiyle ve kalıplaşmış bir ifade tarzıyla Allah'a yalvarıp yakarmayı dile getiren dua metinleridir.
10. Menâkıbnâme nedir?
Cevap: Menâkıb, kelime olarak öğülecek iş, hareket ve meziyet anlamına gelir. Terim olarak, din büyüklerinin manevî hallerini ve durumlarını anlatan rivayetleri ifade eder. Menâkıbnâme ise, bir velinin hayatının çevresinde oluşmuş menkabe veya kerametleri anlatan eserlerdir.
|