Ünite 10: Tasavvuf ve Edebiyat - Sorularla Öğrenelim

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Çevrimdışı Ders Hocası

  • Hocanın Biri
  • *******
  • Join Date: Eki 2016
  • Yer: Hatay
  • 63863
  • +526/-0
  • Cinsiyet: Bay
    • Arif Arslaner
TASAVVUF VE EDEBİYAT

1. Tasavvuf nedir?

Cevap: Tasavvuf, daha çok bir hâl ilmi olarak kabul
edilir. Sûfî, hâl sahibidir. Hâl sahibi, gönlü zengin, ruhu
temiz, ahlâkı düzgün, manevi yaşayışı güzel, Hakk’ın
rızasını ve sevgisini kazanan kişidir. Bu ise, zâhidâne
yaşantıyla sağlanacaktır. Hz. Peygamber’in yaşadığı
dönemde zâhidâne yaşayan pek çok sahabe vardı. Bu
hayat biçimi daha sonraki dönemlerde sistematik olarak
gelişecek olan tasavvuf düşüncesinin habercisi olarak
değerlendirilmektedir.

2. İlk sufî kimdir? Diğer önde gelen sufiler kimlerdir?

Cevap: Kûfeli Ebû Hâşim (ö. 150/768)dir. Daha sonra
Süfyânü’s-Sevrî (ö. 168/785), Zü’n-Nûn el-Mısrî (ö.
245/860), Horasanlı Bâyezid-i Bistâmî (ö. 261),
düşüncelerinden ötürü idam edilen Hallâc-ı Mansûr (ö.
309/922) ve Cüneyd-i Bağdâdî gibi sûfiler yetişmiştir.
Ebü’l-Kâsım Abdü’l-Kerim el-Kuşeyrî (ö. 465/1073) ve
İmâm-ı Gazzâlî (505/1112) gibi büyük âlimlerin tasavvufu
sistemleştiren eserler yazmalarıyla, bu cereyan kısa
zamanda halk arasında yayılmıştır.

3. Tasavvufun kurumsallaşması hangi yüzyılda olmuştur?

Cevap: Başlangıçta herhangi bir kurumsallaşma içerisinde
teşekkül etmeyen tasavvuf, IV. yüzyıldan başlayarak VI.
asra kadar İslâm dünyasının her bölgesinde çeşitli
isimlerle tarîkatler olarak kurumsallaşmıştır.

4. Zühdî hayatı doğuran sebep nedir?

Cevap: İlk Abbâsî asrındagörülen sosyo-ekonomik refah,
halk içerisinde zühdî hayatın gerekliliğine ilişkin bir
anlayışı da beraberinde getirmiştir.

5. İslâm tasavvufunun oluşumuna kaynak teşkil eden
etmenler nelerdir?

Cevap: Farklı mezheplerin ilk dönemlerden itibaren
yaydıkları itikatlar, eski Yunan filozoflarından yapılan
tercümelerle gelişmeye başlayan felsefî hareketler, Hind
ve İran’ın kültür ve dinî geçmişinden alınan bazı
nazariyeler, bilhassa Yeni Eflâtuncu varlık anlayışından da
ilham alınarak zenginleştirilen bu zühdî hayat İslâm
tasavvufunun oluşumuna kaynak teşkil etmiştir.

6. Tasavvuf dilinin oluşumuna katkıda bulunan sufiler
kimlerdir?

Cevap: İlk sûfî yazar Basralı Haris b. Esed el-Muhâsibî
(ö. 223/838)’den başlayarak, ünlü düşünür İbnü’l-Arâbî’ye
kadar bütün büyük sûfîlerin eserleri, tasavvuf dilini
oluşturmuş ve sûfi düşüncesinin varlık, bilgi ve ahlâk
anlayışını ortaya çıkarmıştır. Edebiyatımızda bilhassa
Horasan Melâmiliği ile İbnü’l-Arâbî ve Mevlânâ’nın tesiri
çok açıktır. Bunların fikirlerinin temelinde vücûdiye
mesleği (vahdet-i vücûd) olarak da ifade edilen varlık
düşüncesi egemen fikir olarak kabul edilebilir.

7. Vahdet-i Vücûd (vücudiyye mesleği) kimlerin katkısıyla
gelişmiştir?

Cevap: Başlangıçta Bağdatlı Cüneyd, Bâyezid-i Bistâmî
ve Ebû Said Ebu’l-Hayr gibi sûfilerin söz ve
menkıbelerinde görülen vücûdiyye mesleği, İbn Sinâ,
Sühreverdi-i Maktûl gibi İşrâkî felsefeyi ve Yeni
Eflâtuncu düşünceleri yayan filozofların da katkısıyla
gelişmiştir. Horasan Melamiliği ile İbnü’l-Arâbî’nin
eserlerinde sistematik bir mahiyet kazanmıştır.

8. Vahdet-i Vücud hangi fikri işler?

Cevap: Vahdet-i Vücûd düşüncesinde vücûdun tek olduğu
fikri işlenmektedir. Vücûd tektir; yegâne sâhib-i vücûd,
Vücûd-ı Mutlak olan Allah’tır. Vücûd-ı Mutlak, aynı
zamanda mutlak hayır (hayr-ı mutlak) ve mutlak güzellik
(hüsn-i mutlak)tir. Hâdiseler âlemi olan dünya hayatının
kaynağı, O’dur.

9. Sufilere göre vahdet-i Vücûd’un sebebi nedir?

Cevap: Sufilere göre, zaman yaratılmazdan önce, mutlak
güzellik vardı; ancak o güzelliği temaşa edecek başkaca
bir göz yoktu. Hâlbuki güzellik (hüsn) doğası gereği
görülmek, takdir edilmek ister. İşte varoluşun sebebi,
güzelliğin kendini gösterme arzusudur.

10. Vücûd-ı Mutlak ile Adem’in ilişkisi nedir?

Cevap: Her şey zıddıyla bilinir. Bu itibarla Hüsn-i Mutlak
ve Hayr-ı Mahz olan Vücûd-ı Mutlak’ın bilinmesi, adem
ile gerçekleşir. Adem, yokluk, hiçlik demektir. Adem,
müstakil olarak mevcut değildir; zarûrî olarak Vücûd-ı
Mutlak’ta dahildir. Adem bir hayalden ibarettir; tecellî
dolayısıyla geçici bir süre için varlık evreninde bulunur.
Adem, Vücûd ile karşılaşınca, vücut bir aynada aksetmiş
gibi akseder. Bu akis gerçekte hayalden öte bir şey
değildir. Durgun bir göle akseden güneş gibi, göz
makamında olan insanda da mutlak güzellik akseder.

11. Fenâ ne demektir? Nasıl mümkün olur?

Cevap: insan adem unsurunu mümkün olduğu kadarıyla
yok etmeli (mâsivâ), Hakk’ın visâline ulaşmak için Hak
ile Hak olmalıdır. Bu, fenâ kelimesiyle anlam kazanır.
Fenâ, ancak nefsi adem, kubh ve şirkten arındırmakla
mümkün olacaktır.

12. Tasavvuf şiirinin gelişimi nasıl seyretmiştir?

Cevap: Tasavvuf şiiri, başlangıçta Halac-ı Mansûr’dan
başlayarak Mısırlı şâir Ömer b. Fâriz’e kadar Arap
edebiyatı içerisinde sınırlı bir daire dâhilinde gelişti. Ömer
b. Fâriz’in Kasîde-i Tâiyye isimli eseri tercüme, tahmis ve
şerh olunarak tasavvuf edebiyatı içerisinde bir çığır
açmıştır. İran’da İbn Sinâ’nın sûfiliğe ilham teşkil edecek
düşünceler serdetmesinin yanında, Şeyh Ebû Sâid Ebu’lHayr
da şiirleriyle bu çığıra katkıda bulundular. Bilhassa
rubaileri ile tanınan Ebû Sâid, Rudegi, Firdevsî, Hâkim
Senâî ve Feridüddin-i Attâr’ın müjdecisi olmuştur. Daha
sonraki dönemlerde eserlerini Farsça yazan Mevlanâ,
Abdurrahman Câmî ve Kâsimü’l-Envâr gibi büyük şairler
yetişmiştir.

[b]TÜRK-İSLÂM EDEBİYATI VE TASAVVUF[/b]

1. Türk boylarında kendilerine tarihsel bir yer edinen
‘Baba’ ve ‘Ata’ nedir?

Cevap: Türk boylarının içine girip onların hem islamiyeti
benimsemesine yol açıp hem de kendilerinin anlayacağı
bir dille tasavvuf anlayışını sunan dervişlerdir. Bu
kesimlerde şair-şamanların yerini dolduran Baba ve
Ataların ilk temsilcileri, Korkut Ata ve Çoban Ata
isimleriyle tanınan sûfîlerdir. Bu bölgelerde Muhammed
Ma’şuk Tûsî ve Emir Ali Ebû Hâlis gibi sûfîler de
yetişmiştir.

2. Türk sûfîliğinin en önemli temsilcisi kimdir?

Cevap: Hoca Ahmed Yesevî (ö. 1167)’dir.

3. Türk illerinde gelişen tarikatler hangileridir?

Cevap: Ahmed Yesevî’nin tasavvufî anlayışıyla
kurumsallaşarak bir tarikat hüviyetini kazanan Yesevîlik,
her bakımdan bir Türk tarikatıdır. Bundan başka,
Kübrevîlik ve Nakşîlik de Türk illerinde gelişen
tarikatlardandır.

4. Yesevî dervişlerin Türk illerindeki faaliyetleri ne gibi
sonuçlar doğurmuştur?

Cevap: Moğol istilasıyla birlikte Yesevî dervişleri olan
Alperenler, Harezm, Horasan ve Azerbeycan yoluyla
Türklerin yeni yurdu olan Anadolu’ya gelmişlerdir. Bu
dervişlerin beraberinde getirdikleri Yesevîlik, bir yandan
Anadolu’nun Türkleşmesi ve İslâmlaşmasına katkı
sağladığı gibi, hikmetlerle oluşturulan edebî zevk de
tasavvufî edebiyatın şekillenmesine imkân vermiştir.
Böylece tasavvuf, kısa zamanda Türk toplumunda
yaygınlık kazanmıştır.

5. Tasavvufun Türk edebiyatına iki şekilde etkisi nedir?

Cevap:
1. Divan şiirine etkisi: Tasavvuf, vezin, şekil ve
muhteva itibariyle İslâm kültür coğrafyasının bir
eseri olan, özellikle XVI. ve XVII. Yüzyıllarda
gerçek anlamda hüviyetini kazanan divan şiirine
etki etmiştir. Tasavvufun divan şiirine etkisi,
tasavvufî mesnevîler, menâkıbnâme ve
tezkiretü’l-evliyâ gibi türlerin doğmasına sebep
olmuştur.

2. Halk şiirine etkisi: Bu etki, Ahmet Yesevî’nin
başlattığı ve Yesevî dervişlerinin geliştirip
yaydığı hikmet geleneğinde ortaya çıkmaktadır.
Hikmet geleneği, halk dili, hece vezni ve milli
formlara bağlı tasavvuf edebiyatı yahut tekke
edebiyatı adıyla bilinen yeni bir şiir anlayışının
doğmasına imkân vermiştir. Bu şiirde ele alınan
konular, Acem kültürünün tesiri ile yazılan
şiirlerden ayrı değildir; fakat gerek dil ve ifadede,
gerekse üslup ve vezinde tamamıyla farklı ve
orijinaldir. Başka bir ifade ile Farsça ve Acem
etkisiyle tasavvufî düşüncelerini yazan büyük şair
Mevlana (1207-1273) ile Türkçe ve hikmet
geleneği etkisine bağlı olan Yunus Emre‘nin
(1250-1320) şiirlerindeki ahlâkî öğreti ve felsefe
aynıdır; dil, eda, vezin ve şekil farklıdır.

6. Tasavvuf edebiyatının tarihsel süreci nasıl seyretmiştir?

Cevap: Tasavvuf edebiyatı için XIII. asrın büyük önemi
olduğu görülür. Bu dönem, tasavvuf edebiyatı açısından
hem kuruluş, hem ihtişam çağı olarak değerlendirilebilir.
Zira bu asırda, Türk edebiyatına hayat veren büyük şairler
yetişmiştir. Padişahtan tebaaya; sanatkârdan rençbere her
sınıftan insanın aynı his ve fikir çevresinde toplanmasını
sağlayan tasavvufun, Yesevîlik, Haydarîlik, Kalanderîlik,
Mevlevîlik ve Bektâşîlik gibi tarikatlarla birçok koldan
tesir alanını genişleterek yeni yurdu sarmağa başladığı bu
dönemde tasavvuf edebiyatı geniş bir sahada, büyük insan
yığınları arasında itibar görmüştür. Moğol istilasıyla
birlikte alperen, abdal yahut Horasan erenleri gibi adlarla
tarihe geçen Yesevî ve Haydarî dervişleri, göçebe halk
topluluklarına katılıp Anadolu’ya göç ederek buralarda
yerleşmişlerdir. Bu dervişlerin getirdiği hikmet geleneği,
Anadolu’da Yunus Emre ile yeni bir sese kavuşmuş ve
yeni bir tarza bürünmüştür. Bu yeni tarz, bilahare Yunus
muâkkibleri (takipçileri) olarak tavsif edilen sûfî şairler
tarafından sürdürülmüştür.

7. Mevlevîliğin Türk-İslam Edebiyatına katkısı nedir?

Cevap: Mevlevîlik adıyla bir tarikat hüviyetini kazanan
Mevlana’nın açtığı çığır, ortak İslâm kültürünün ve
bilhassa İran şiirinin etkisi altında, kendi elit zümresini
oluşturma sürecinde önemli başarılar sağlamıştır.

8. XIV. Yüzyılda Türk tasavvufuna katkıda bulunan şairler
kimlerdir?

Cevap: Türk halkına tasavvufî ilkeleri öğretmek amacıyla
Garibnâme’yi kaleme alan Âşık Paşa (1272-1333),
doğrudan doğruya tasavvufu konu edinen Fakrnâme ve
Vasf-ı Hâl isimli mesnevîleri de telif etmiştir.
Menâkıbnâme tarzının ilk örneği olan Menâkıbü’lÂrifîn’in
yazarı Eflâkî (ö.1360), Hacı Bektâşî Velî’nin
müridi olup Yunus tarzını bu muhit içerisinde en güzel
temsil eden Said Emre ve Attar’ın Mantıku’t-Tayr isimli
ünlü mesnevîsini Türkçe’ye kazandıran Gülşehrî’yi de bu
dönemde anmak mümkündür.

9. Hurûfîlik Türk Edebiyatına ne zaman dahil olmuştur?

Cevap: XIV. yüzyılın sonlarında, şiirlerinde ele aldığı
konular şeriata aykırı bulunan ve bu yüzden idam edilen
Nesîmî (ö. 1404) ile birlikte, tasavvuf düşüncesi içerisinde
bâtinî tevil ve tefsirleriyle başlı başına bir ekol olan
Hurûfîlik de Türk edebî hayatına dâhil olmuştur.

10. Fatih Rönesansı nedir? Bu dönemde hangi sufî şairler
yetişmiştir?

Cevap: XV. yüzyıl İstanbul fethedilerek Türk-İslâm
kültürünün merkezi hâline dönüştürülmüştür. Bazı
tarihçilerin Fatih Rönesansı olarak nitelendirdikleri bir
süreci de içine alan bu dönem, fikrî, dinî, mimârî ve
sanatsal açıdan tasavvufun geliştiği, merkezden muhite
yayıldığı bir dönemdir. Bu gelişmelere paralel olarak
tasavvuf edebiyatı da çığ gibi büyümüştür; bu bakımdan
dönem, gerek şâir, gerekse eser yönünden oldukça
zengindir. Nitekim dönem içerisinde, Mevlid türünün
oluşmasını sağlayan Vesîletü’n-Necât’ın şâiri Süleyman
Çelebi (ö. 1422), Somuncu Baba ismiyle bilinen Hamîd-i
Velî (1325- 1413), Emir Sultan (1368-1429), Hâlilnâme’yi
kaleme alan Abdülvâsî Çelebi, Ankara’yı merkez edinerek
çiftçi ve esnaf üzerinde derin tesirler icra eden Bayramiye
Tarîkatı’nın kurucusu Hacı Bayram-ı Velî (1332-1429),
Fatih’inhocası Akşemseddin (1389-1458), hammediye’nin
yazarı Yazıcıoğlu Mehmed (ö. 1451), Yazıcıoğlu’nun
kardeşi ve Envâru’l-Âşıkîn’in müellifi Ahmed Bîcan (ö.
1466), Kaygusuz Abdal olarak da tanınan Alaiyeli
Alaaddin Gaybî (ö. 1444), Eşrefoğlu Rûmî (ö. 1469),
Dede Ömer Rûşenî (ö. 1487), Kemal Ümmî (ö. 1475),
Cemâl-i Halvetî (ö. 1469) ve İbrahim Tennûrî (ö. 1482)
gibi sûfi şairler yetişmiştir.

11. XVI. Yüzyılın sufî şair temsilcileri kimlerdir?

Cevap: Molla Câmi’nin ünlü eseri Nefehatü’l-Üns’ü
tercüme eden Nakşî şeyhlerinden Lamiî Çelebi (1473-
1532), İbnü’l Arâbi’nin ünlü eseri Fusûsu’l-Hikem’i
tercüme eden Nev’î Yahyâ (ö. 1599), Gencine-i Râz ve
Şâh u Gedâ isimli ahlâkî ilkeleri telkin edici mesnevîlerin
yazarı Dükâkinzâde Taşlıcalı Yahya (ö. 1582), Kerbela
faciasının destanı olarak nitelendirilmesi mümkün olan
Hadîkatü’s-Süedâ isimli makteli ve mecazî aşktan hakîkî
aşka geçişi anlatan Leylâ vü Mecnûn ile dinî edebiyata
dair Hadîs-i Erbaîn Tercümesi’ni yazan Fuzûlî (1480-
1556) ve sultânü’ş-şu’arâ olarak kabul edilen Bakî (1526-
1610) yetişmiştir. Bunlardan başka Kara Fazlî, Hilye-i
Hakânî ve Hadîs-i Erbâin Tercümesi ile haklı bir şöhrete
ulaşan Hakânî Mehmed Bey (ö. 1606), Dükâkinzâde
Ahmed (ö. 1557), Halvetîlik içinde Gülşeniyye kolunun
kurucusu olan İbrahim Gülşenî (ö. 1533), Ahmet Sarban
(ö. 1545), Vahib Ümmî, Üftâde (1477), Şemseddin Sivâsî
(ö.1597), Seyyid Seyfullah (ö. 1601), Hurûfî şâir Arşî ve
şathiyyesi ile tanınan Azmî Baba dönemin sûfi şairleri
olarak kabul edilmektedir.

12. Tekkelerde şiir ve mûsikînin ön plana çıktığı ve hecearuz
ayrımı yapılmaksızın bol miktarda tasavvufî şiir
örneklerinin verildiği yüzyıl hangisidir? Temsilcileri
kimlerdir?

Cevap: XVII. yüzyıl. Dönemin sûfî şairleri içinde, Muhyî
(ö. 1611), İdrisi Muhtefî (ö. 1615), Zâkirî (ö. 1622),
Hüseyin Lâmekânî (ö. 1624), Derviş Osman (ö. 1627),
Aziz Mahmûd Hüdâyî (ö. 1628), Şeyhî (ö. 1639),
Abdulehad Nûrî (ö.1650), Akkirmanlı Nakşî (ö. 1651),
Zâkirzâde Abdullah Biçâre (ö. 1657), Cahîdî (1659), Sarı
Abdullah Abdî (1584-1660), Sinan-ı Ümmî (ö. 1664),
Sunu’llâh-i Gaybî (ö. 1676), Divitçizâde Mehmed Talib
(ö. 1679), Derviş Himmet (ö. 1683), Niyâzi-i Mısrî (ö.
1693) ve Mehmed Nazmî (ö. 1700)’yi zikredilebilir.

13. XVIII. Asır tasavvuf şairleri kimlerdir?

Cevap: Mesnevî Tercümesi ile tanınan Süleyman Nahifî
(1648-1738), tasavvufî yaşantıyı kendine şiar edinen Şeyh
Galib (1757- 1799), onun ünlü müridi Esrar Dede (ö.
1796), Mirâciye ve Rûh-ı Mesnevî gibi pek çok eser
bırakan Bursalı İsmail Hakkı (ö. 1724), Edirne’de Sezâî-i
Gülşenî (ö. 1738), Nakşî mürşidlerinden Neccarzâde Rıza
(1679-1746) ve Mârifet-nâme adlı ansiklopedik eseriyle
tanınan Erzurumlu İbrahim Hakkı (1703-1772) gibi şairler
de yetişmiştir. Bunlardan başka, Mahvî, Mehmed Nasûhî,
Mehdî, Hasan Senâyî, Mustafa Azbî, Süleyman Zâtî,
Cemâleddîn-i Uşşâkî, Üsküdarlı Hâşim, Fahreddin Fahrî
ve Mustafa Zekâî de tasavvufî şiir vadisinde eserler ortaya
koymuş şairlerdir.

14. XIX. asırda tasavvuf edebiyatının temsilcileri
kimlerdir?

Cevap: Târifü’s-Sülûk isimli eserin müellifi Nazif Dede
(1794- 1861), Kuddusî (1760-1848), Sivaslı Sûzî (1765-
1830), Bektâşî mürşitlerinden Mehmed Ali Hilmi Dede
(1842-1907), Edib Harâbî Baba (ö. 1918), Hanya
Mevlevîhânesi dedelerinden Kara Şemsî (1828-1884),
Terzi Baba adıyla anılan Hayyat Vehbî (ö. 1847), âşık
tarzındaki deyişleriyle tasavvufî duygularını ifade eden
Dertli, Seyrânî ve Türâbî gibi şahsiyetler bu asırda
yetişmiştir.

TASAVVUF EDEBİYATINDA ZÜMRELER

1. Sûfi şairi diğer herhangi bir şairden ayıran özellik
nedir?

Cevap: Tasavvufî tecrübedir. Bu tecrübe, içinde
bulunulan tasavvufî ekollerin (tarikat) metotlarındaki (usûl
ve erkân) çeşitlilik sebebiyle farklılık arzeder. Bu yüzden
de manevi yolculuğun (seyr ü sülûk) gerçekleştiği
tekkelerin her biri birer edebi muhit olarak nitelendirilir.

2. Edebi Muhite nedir?

Cevap: Edebiyatçının içinde yetiştiği, izini süreceği
ustaların şiirlerini ve sohbetlerini dinlediği, kendi şiirlerini
okuduğu ve icabında eleştiriler alarak yetiştiği ortamlardır.
Şairin içinden geldiği edebi muhit, ona ortak dil, tecrübe
ve üslup kazandıran bir okuldur. Bu bakımdan sanatkâr,
yetiştiği muhitin sesidir.

3. Edebi Zümre nedir?

Cevap: Sûfi şairin muhiti, içinde yetiştiği tekkedir.
Tekkenin tarihi, yolun rehberlerinin tecrübelerini aktaran
yazılı ve sözlü menkabeler, burada okunan kitaplar ve
şiirler, dervişlerin (sâlik, tâlib, cân) bir birleriyle olan
ilişkileri, hayat ve dünya görüşleri, algıları, tasavvurları,
konuları ele alış biçimleri, problemlere getirdikleri
çözümler ve çözüm yolları gibi hususlar bir gelenek
oluşturur. Bu gelenek, o muhit içinde yetişen şairi etkiler.
Bu etki, muhit farklılığının yanında edebi zümreleri de
oluşturur.

4. Tasavvuf edebiyatı gelişimi bakımından kaça ayrılır?

Cevap: Tasavvuf edebiyatı iki ana koldan gelişmiştir:
• Tasavvufî halk edebiyatı: Yesevî’nin hikmet
geleneğiyle gelişen edebiyattır. Bu edebiyat, hece
vezniyle, mâni ve koşma gibi nazım şekilleriyle
oluşur ve hikmetten başka, ilâhî, nefes, nutuk,
devriye, şathiye, destûr, medednâme ve düvaz
imam gibi türleri içerir.
• Klasik tasavvuf edebiyatı, Mevlana çizgisinde
gelişen bir edebiyattır. Bu edebiyat, aruz
vezniyle, gazel, kasîde, kıt’a, musammat, terkîb-
bend, tercîbend, rubâî, tuyuğ ve mesnevi gibi
nazım şekilleriyle oluşur ve tevhid, münacat,
na’t, mevlid, hilye gibi dinî edebi türleri içerir.

6. Tasavvuf edebiyatı konularının ele alınışı bakımından
kaça ayrılır?

Cevap: Üç temel zümreden bahsetmek mümkündür.
Bunlar;
• Zühdî edebi zümre, daha çok dinî ve tasavvufî
düşünceyi telkin eden eserleri içerir. Bu zümrede,
ne Melâmî-Hamzavî edebiyatındaki irfan, vahdet
inancı, aşk ve cezbe; ne de Alevî-Bektaşî
edebiyatının karakteri vardır. Bu edebiyat içinde
daha çok, ibadetlerden, peygamberlerin ve Hz.
Muhammed'in hayatından, hac yollarından,
dünyanın geçiciliğinden, ölümden, cennet ve
cehennemden bahseden, bu arada bazı sahabenin
ve velilerin menkabelerinden söz eden eserler
yazılmıştır.
• Vahdetçi aşkın zümre edebiyatı, vücûdun birliği
ilkesini (vahdet-i vücûd) benimseyen, aşk ve
cezbeyi esas alan tasavvufî çevrelerin eserlerini
içermektedir. Bu zümre içinde daha çok lirik ve
coşkun bir üslupla eserler yazılmıştır. Bu eserleri,
tecelli, vâridât ve sunuhât gibi tasavvufî
kavramlarla, doğrudan doğruya ilâhî aşkın,
mânevî sarhoşluğun ve cezbenin eserleri olarak
nitelendirilir. Bu zümre içerisinde vahdet neşesini
tatmış, kalender- meşrep ve âşık şairler eser
vermiştir. Bu türden şairlere hemen her sûfi ekol
içinde rastlamak mümkünse de, daha çok
Bayramî-Melâmî muhitten geldiklerini söylemek
mümkündür.
• Bektaşî zümre edebiyatı, bir yönüyle vahdetçi
aşkın zümre edebiyatını andırmakla birlikte,
kendisine has karakteri olan bir edebiyattır. Bu
özel karakter, bir yönüyle Bektâşiliği öne
çıkartmanın yanında, esas itibariyle ata ve baba
adlarıyla anılan Yesevî dervişlerinin edasına
dayanan köklü bir geleneği ifade eder. Bu eda,
rindâne söyleyişi mûsikî ile buluşturur.

[b]TASAVVUFÎ TÜRLER[/b]

1. Tasavvufî eserleri genel olarak kaç kategoride
incelenebilir?

Cevap:
1- Tasavvufî düşünceyi öğretmeyi amaçlayan
eserler.
2- Hâl dilinin dışa yansıdığı eserler.

2. Tasavvufî düşünceyi öğretmeyi amaçlayan eserler nasıl
bir yol izler?

Cevap: Uyarıcı, telkin edici, yolun usul ve erkânını
öğretici eserlerdir. Bunlar başta tasavvufî mesneviler
olmak üzere, tezkiretü’l-evliya, menakıbnâme, evliyânâme
velâyetnâme ve mansûrnâme gibi tekke geleneğini ve
tarihini aktaran manzum ve mensur eserler; nasihatnâme,
sohbetnâme, ibretnâme, faziletnâme, tenbihnâme,
minbernâme ve vasiyetnâme gibi yolun esaslarını telkin
eden eserler; telkinnâme, erkannâme, tâcnâme ve
tarikatnâme gibi edeb ve erkânını gösteren eserlerdir.
Bunlardan başka, vahdetnâme, vücûdnâme, şathiye ve
devriye gibi tasavvuf düşüncesinin temel konularını
açıklayan eserleri; şefaatnâme, desturnâme ve
istimdadnâme gibi ululardan yardım dilemeyi salık veren
eserleri; besmelenâme, ihlâsnâme ve ayetnâme gibi sûfiyi
Kur’anın anlamıyla buluşturan eserleri ve salatnâme,
oruçnâme, ramazannâme, hacnâme, kıyametnâme,
mahşernâme ve fetvanâme gibi dinî görevleri ve temel
hukuki meseleleri öğreten eserleri de zikretmek gerekir.
Ayrıca istihracnâme gibi geleceğe ilişkin çıkarımlar yapan
manzumeleri, tahassürnâme gibi gafletle geçen zamanın
muhasebesini yapan eserleri de bu grupta
değerlendirebiliriz.

3. Hikmet nedir? Kimin eserine ad olmuştur? Gayesi
nedir?

Cevap: Hikmet, etimolojik olarak, herhangi bir konuda
hüküm vermek ve yargılamak anlamına gelir. Türkçede,
mefhumları en iyi ve en doğru bilgiyle bilmek anlamına
gelir. Bu bilgi, tecrübe ve test edilen bir bilgidir. Daha
doğrusu, varlığı, eşyayı olduğu gibi bilmektir. Diğer bir
anlamı ise, düşünme melekesinin itidal hâlinde olmasıdır.
Bu anlamda hikmet, daha önceleri felsefe kelimesinin
yerinde kullanılmıştır. Filozofa ise, hakîm denmiştir.
Hikmet, öncelikle Ahmed Yesevî'nin manzumelerine
verilen isimdir. Zaten onun eseri, Divan-ı Hikmet adıyla
bilinmektedir. Ahmed Yesevî, hikmetleri İslâm’ın ve
tasavvufun ilkelerini öğretmek için yazmıştır.

4. Hikmetler hangi konular üzerine söylenir?

Cevap: Hikmetler, felsefe, tasavvuf, zühd, şeriat, ahlâk,
adab, gelenek, adetler gibi konular üzerine söylenir.

5. İlâhî nedir?

Cevap: İlâhî, kelime olarak, ilâha ait, tanrısal demektir.
Türk-İslâm edebiyatının bir kavramı olarak ilâhî, Allah
aşkıyla dile getirilmiş her türlü şiire denir. Diğer bir
ifadeyle, ilâhî; sûfi şairlerin Allah aşkıyla söylediği dinî ve
ahlâkî manzumelerdir. Daha çok Allah'ın varlığını,
birliğini, azamet ve kudretini, ilâhî aşkı ve muhabbeti
anlatan veya telkin eden eserlerdir.

6. Tekkelerde farklı isimlerde anılan ilahi türleri nelerdir?

Cevap:
• Âyin: Genel olarak dinî tören anlamına gelen
âyin, Mevlevi tekkelerinde zikir ve semâ
sırasında okunmak üzere çeşitli makamlarda
bestelenen şiirlerdir. Âyinleri okuyan kişilere
âyinhan adı verilir.
• Tapuğ: Gülşenî tekkelerinde zikir esnasında
mûsikî eşliğinde okunan ilâhîlerdir.
• Nefes: Alevî-Bektaşî ve Melâmî şairlerin vahdet
telkin eden ilâhîlerine verilen addır.
• Duraklar: Ekseriyetle Halvetî tekkelerinde ve
zikrin iki faslı arasında bir veya iki zâkir
tarafından okunan ilahîlerdir.
• Cumhûr: Tekkelerde cemaat hâlinde okunan
ilâhîlere verilen addır.

7. Devriyye nedir?

Cevap: Devir kelimesi; dönme, bir şeyin kendi mihveri
üzerine hareketi, bir şeyin etrafında dolaşma, bir
memleketin her tarafını gezip dolaşma, bir şeyin diğerine
teslimi, askerî bölük veya takımın teftiş ve güvenlik için
dolaşması, zaman ve asır gibi anlamlara gelir. Kelime
tasavvufta iki farklı anlamda kullanılmaktadır: Bunlardan
ilki, bazı tarîkatlarda dervişlerin dönerek icrâ ettikleri zikir
ve semâ’ı ifade etmektedir. İkincisi ise, varlıkların
Hak’tan gelişini ve tekrar ona dönüşünü açıklayan
tasavvufî bir nazariyedir. Esâsen semâ ve devrân da
Hak’tan gelip ve yine O’na gidişi sembolize eder.
Tasavvuf şiirinde meleklerin arş, hacıların Kâbe ve
gezegenlerin güneş etrafında dönmeleri de devran
mefhûmuyla ifade edilmektedir.

8. Ferşiyye ve arşiyye nedir? Örnekleri nelerdir?

Cevap: Devriyeler işledikleri konulara göre ikiye
ayrılmaktadır: Bunlardan dünyaya gelişi (kavs-i nüzûl)
anlatanlara ferşiyye, insanın ahlâken olgunlaşarak
hakîkate ermesini (kavs-i urûc) anlatanlara ise arşiyye adı
verilmektedir. Ferşiyyelerde mutlaktan ayrılarak âlem-i
süflîye geliş; arşiyyelerde ise dünyadan tekrar yüce âleme
doğru yapılan seyâhat anlatılmaktadır. Üsküdarlı Hâşim
Baba (ö. 783/1371)’nın Devriye-i Ferşiyye’si
ferşiyyelerin; ünlü mutasavvıf ve şâir Niyâzî-i Mısrî
(ö.1694)’nin Devriye-i Arşiyye’si de arşiyyelerin en
tanınmış örnekleridir.

9. Gülbank nedir?

Cevap: Gülbank kelimesi; Farsça kökenlidir, gül sesi
anlamına gelir. Terim olarak, tekkelerde ayinlerde, bazı
dinî ve resmî törenlerde belli bir makamla okunan dualara
denir. Gülbanklar, yapılacak işin hayırlı, uğurlu olması
veya sağlık, esenlik dileğiyle ve kalıplaşmış bir ifade
tarzıyla Allah'a yalvarıp yakarmayı dile getiren dua
metinleridir.

10. Menâkıbnâme nedir?

Cevap: Menâkıb, kelime olarak öğülecek iş, hareket ve
meziyet anlamına gelir. Terim olarak, din büyüklerinin
manevî hallerini ve durumlarını anlatan rivayetleri ifade
eder. Menâkıbnâme ise, bir velinin hayatının çevresinde
oluşmuş menkabe veya kerametleri anlatan eserlerdir.