Hudeybiye antlaşması, bütün insanlığa peygamber olarak gönderilmiş olan Hz. Peygamber’in tebliğ faaliyeti için yeni bir safhanın başlatılmasına zemin hazırladı. Bu antlaşma ile oluşan barış ortamını değerlendiren Hz. Peygamber, Hudeybiye’den döndükten kısa bir süre sonra hicretin yedinci yılının başlarında, davetini bütün insanlığa duyurmak için, başta zamanın iki büyük devleti Bizans ve İran olmak üzere, komşu ülkelerin hükümdar ve emirlerine İslâm’a davet mektupları yazdı (7/628). “Muhammed Rasûlullah” ibaresini taşıyan bir mühür kazdırıp, bununla mühürlediği mektuplarını, gidecekleri ülkeleri bilen arkadaşlarından seçtiği elçileriyle gönderdi. Diplomasi kurallarına uygun bir hitapla başlayan ve çok kısa olan bu mektuplarında, kendisinin bütün insanlığa gönderilmiş bir peygamber olduğunu ifade ettikten sonra, muhataplarını İslâm’ı kabule çağırıyordu. Ayrıca onlara davetini kabul etmedikleri takdirde, kendi günahları yanında halklarının günahlarından da sorumlu olacaklarını hatırlatıyordu.
Bizans İmparatoru’na elçi olarak Dıhye b. Halife el-Kelbî gönderilmişti. Dıhye mektubu imparatora Kudüs’te bulunduğu sırada ulaştırdı. Mektubu okuyan Herakleios, mektubun sahibi hakkında bilgi almak maksadıyla onu tanıyan birinin bulunmasını emretti. O sırada ticaret için Kudüs’te bulunan Kureyş lideri Ebû Süfyan huzuruna getirilince, ona Hz. Peygamber hakkında bazı sorular sordu. Soyu, hayatının safhaları, kendisine inananların durumu, ahlâki özellikleri vb. hususlardaki sorularına aldığı cevaplardan, onun peygamber olduğuna kanaat getirmişti. Ancak din ve devlet adamlarının şiddetli tepkisi üzerine, bu sözlerini onların dinlerine bağlılıklarını sınamak için söylediğini belirtip geri adım attı. Bununla birlikte Dıhye’yi iyi şekilde ağırladı ve hediyelerle geri gönderdi.
İran Kisrası II. Hüsrev Perviz’e elçi olarak Abdullah b. Huzâfe gönderilmişti. Hz. Peygamber’in eşit seviyeden hitap şekline ve kendi adının Muhammed adından sonra yazılmasına kızan Kisra, tamamının okunmasına izin vermediği mektubu yırttı ve elçiye hakaret etti. Bununla da kalmadı, Yemen valisi Bâzân’a Hz. Peygamber’i yakalatıp kendisine göndermesini bildirdi. Nitekim Bâzân, Resûlullâh’ı götürmek üzere Medine’ye iki kişi göndermişti. Ancak Resûlullâh onlara kisrânın öldürüldüğünü haber verdi. Bu iki kişinin aldıkları haberin şaşkınlığıyla Yemen’e dönmelerinden kısa süre sonra, gerçekten kisranın oğlu tarafından sarayında öldürüldüğü haberi geldi. Hz. Peygamber’in bu iki şahısla ulaştırdığı davetini kabul edip Müslüman olan Bâzân ise onun valisi olarak görevinde bırakıldı. Hıristiyan bir ülke olan Habeşistan’ın Necâşisi Ashame’ye Amr b. Ümeyye ed-Damrî gönderilmişti. Elçiyi iyi karşılayan Necâşi’nin İslâm’ı kabul ettiği zikredilmektedir. Hz. Peygamber’in Necâşi’ye hâlâ ülkesinde bulunan Habeşistan muhacirlerinden Ümmü Habîbe’yi (Ebû Süfyân’ın kızı) kendisine nikahlamasını ve oradaki muhacirleri geri göndermesini istediği ikinci bir mektuptan bahsedilir. Necâşi tarafından bir gemiyle yola çıkarılan Cafer b. Ebû Tâlib başkanlığındaki bu kafile, Hayber fethinden sonraki günlerde Hayber’e geldi. Dolayısıyla fetih sevinciyle birlikte çifte sevinç yaşandı. Necâşi’nin ölüm haberini alan Resûlullâh, onun için gıyâbî cenaze namazı kıldırmıştır. Yine Hıristiyan olan Mısır Mukavkısı, İslâm’ı kabul etmese de, Hz. Peygamber’in elçisi Hâtıb b. Ebû Beltea’yı iyi karşıladı. Yazdığı cevâbî mektubuyla birlikte Mâriye ve Sîrîn adında iki cariye ve değerli hediyeler gönderdi. Hz. Peygamber Mâriye’yi kendisi almış ve ondan son çocuğu İbrahim dünyaya gelmiştir. Kendisine mektup gönderilen Arap emirlerinden, Bahreyn ve Umân emirleri İslâm’ı kabul ettiler. Gassânî kralı Hâris b. Ebû Şemir, öfkeyle mektubu yere atmış, ardından Müslümanlara karşı saldırı için hazırlık yapmaya başlamıştı. Ancak bağlı olduğu Herakleios’un izin vermemesi üzerine bundan vazgeçti. Busrâ emirine gönderilen elçi ise, Gassânîler’in Mûte valisi Şurahbil b. Amr tarafından yolda yakalanıp öldürüldü. Devletlerarası hukukun ihlali olan bu olay, Mûte Savaşı’nın sebebi olmuştur. Hz. Peygamber, Arabistan’ın çeşitli yerlerinde yaşayan diğer kabile liderlerine veya bazı şahıslara da benzeri davet mektupları göndermiştir.
Devletlerarası yazışma kurallarına uyulan bu mektuplarda, muhataplara isimleriyle hitap edilmiş, onlar Allah’ın birliğini ve Hz. Peygamber’in O’nun kulu ve elçisi olduğunu kabul ederek Müslüman olmaya davet edilmiştir. Kabile liderlerine yazılan mektuplarda, Müslüman olmaları halinde topraklarında bırakılmaları, can ve mal güvenliklerinin sağlanması ve bazı toprak veya madenlerin kendilerine tahsisi gibi hususlara yer verilmiştir. Ayrıca namaz ve zekat mükellefiyetinden bahsedilmiştir. Hicretin dokuzuncu yılında nazil olan cizye ayetinden (Tevbe 9/29) sonra yazılan mektuplarda, İslâm’ı kabul etmeyen Yahudi veya Hıristiyan kabileleri, cizye vergisini ödemek suretiyle İslâm hakimiyetini tanımaya çağrılmıştır.
|