Ağaç ve kereste anlamında Arapça "Haşep" kelimesinin çoğulu olan olan ahşap, sözlük anlamının dışında, farklı ağaç cinslerinden seçilen malzemenin oyma, kabartma, geçme gibi tekniklerle işlenmesi sonucunda ortaya çıkan bağımsız bir sanat dalının da adı olmuştur.
Ahşap işlemeciliğinin tarih içinde uygulama alanları çok geniş ve çeşitlidir. Ahşşap önemli bir mimari eleman olduğu gibi, günlük hayatın da pek çok yerinde varlığını hissettirir.
Tarihten günümüze intikal etmiş cami, saray, kasır, köşk, türbe vb. yapıların iç mekanlarında önemli birer mimari eleman durumundaki kapı ve pencere kanatları, mahfil şebekeleri ve cami iç mimarisinin tamamlayıcı unsuru olan minberler, vaaz kürsüleri ile kur'an mahfazaları rahleler vb. Cami teberrukat eşyasıda Türk ahşap işleme sanatının öne çıkan örnekleri arasında sayılabilir.
Türbelerdeki devlet ve din büyüklerine ait sandukalar, padişahlar tarafından bayram ve diğer merasimlerle kabuller sırasında kullanılan tahtlar, saray ve çevresindeki elitlere ait mücevher kutuları, çok çeşitli mekânlarda kullanım alanı bulmuş dolaplar, sandıklar, lambalıklar, kavukluklar, sehpalar, paravana, çekmece gibi daha birçok eşya da ahşap sanatının konusu kapsamındadır. İstanbul’da Topkapı Sarayı, Türk ve İslâm Eserleri ve Deniz müzeleri ile Ankara’daki Etnografya Müzesi ve diğer bazı müzeler, Türk ahşap sanatının seçkin örneklerinin korunup sergilendiği mekânlar arasındadır. Ahşap sanatında kullanılan ağaç cinsi, coğrafyanın şartlarına ve kullanım amacının gereklerine göre değişir. Bunlar arasında ceviz, sedir, abanoz, gül ağacı, ıhlamur, kestane, meşe, çam ve benzerleri başta gelir. Çoğu zaman ülke içinde yetişen ağaçlara başvurulduğu bir gerçek olmakla birlikte, ülke dışından da kara ve deniz yolu ile ağaç temini yoluna gidilir. Türkler genel anlamda Asya içlerinden Anadolu’ya değin tarihten getirdikleri kendi sanat ve kültür birikimlerini, bulundukları coğrafyanın özgün sanat ve kültür mirası ile beslemeyi ustaca başarmışlar, böylece sürekli gelişmeyi sağlamışlardır. Genelde oyma, kabartma ve kakma olarak özetleyebileceğimiz geleneksel ağaç işleme teknikleri arasında şunları sayabiliriz: Düz satıhlı ve yuvarlak satıhlı derin oyma, eğri kesim, şebekeli oyma (ajur), düz satıhlı ve kabartmalı kakma. Sanatçı, yüzeyden zemin içlerine doğru bıçağını dik tutarak çalışır, düz satıhlı oyma tekniğini uygular ya da yüzeydeki kabartmanın yuvarlaklığını sağlayacak biçimde serbest hareketlerle çalışarak yuvarlak satıhlı derin oymayı ortaya çıkarır. Bazan da yüzeyi daha da içten oymak ve bazı fazlalıkları dışarı çıkarmak suretiyle “ajur” da denen şebekeli derin oyma tekniğine başvurur. Yapılan arkeolojik kazılar sırasında Radloff’un 1865’te Altay kurganlarında ve Rudenko’nun 1947-1949 yıllarındaki Pazırık’ta buldukları ahşap eşyanın ortaya çıkardığı bir gerçektir ki, Orta Asya çağlarından bu yana Türkler ahşapla mâzisi çok eski zamanlara uzanan bir ilişki içindedirler. Bu güçlü ilginin, Selçuklu ve Osmanlı asırlarında da kuvvetle süregelmiş olduğu görülür.
Günümüze ulaşmış erken dönem İslâm ahşap sanatı örneklerinde, dönemin mimari eserlerindeki kabartma taş tezyinatı etkili olmuştur. Halen Berlin İslâm Eserleri Müzesi’nde teşhir edilen Müşetta Sarayı kabartmalı taş duvarlarındaki akantus ve asma yaprakları, erken ve müteakip dönem ahşap eserlerinde oyma tekniği ile uygulanmıştır. Fâtımî dönemi eseri el-Ezher Camii’nin ahşap kapısı ile dönemin bazı camilerindeki ahşap işler buna örnek verilebilir.
Selçuklular’da, ahşap işlerde daha çok oyma/kabartma, şebekeli oyma, çatma (kündekârî) ve boyama teknikleri kullanılmış, mimari eserlerdeki kapı ve pencere kanatları dışında minberden rahleye, kürsüden sandukaya pek çok güzel eser meydana getirilmiştir. Türk ve İslâm Eserleri Müzesi’nde (nr. 267) üzerinde Sultan Keykâvus b. Keyhusrev’in adı bulunan rahle ile Konya Mevlânâ Müzesi’ndeki (nr. 333) rahle Selçuklu dönemi ağaç oyma işçiliğini yansıtmak açısından önemlidir. Genelde esasını oyma tekniğinden alan bir başka metot da yüzeydeki desenin oyulan yuvası içine başka bir ağaç parçasının tutkal yardımı ile yerleştirilmesidir. Konya Mevlânâ Müzesi’nde sergilenen (nr. 332) 1278 tarihli Selçuklu rahlesi bu tekniğin güzel bir örneğidir.
Kündekârî tekniğinde bir ahşap iskelet üzerinde yan yana getirilen geometrik mahiyetteki ahşap parçalarla bunları birbirine bağlayan oluklu ahşap kirişler tutkal ya da çivi kullanılmaksızın iç içe geçirilmek suretiyle eser tamamlanır. Dolayısıyla iklim şartları ve zamanın getirdiği eskime ile bu parçalar kuruyup ufalsa da yerinden düşüp ayrılmaz. Bu tekniğe “kündekârî” diyoruz. Günümüze kadar korunarak gelmiş ahşap minberler içinde kündekârî tekniğiyle yapılmış kıymetli örnekler vardır. Konya Alâeddin Camii’nin Ahlatlı bir ustaya ait 1155 tarihli, Siirt Ulucamii’nin Abdülfettah isimli bir ustaya ait 1191 tarihli, Divriği Ulucamii’nin Tiflisli Ahmed’e ait 1241 tarihli minberleri bunlar arasında sayılabilir.
XII-XIV. yüzyıllara ait Alâeddin Camii, Malatya ve Kayseri Ulucamii ile Ankara Aslanhane Camii minberleri, Birgi Ulucamii pencere kanatları, Ankara’daki Hacı Bayram Türbe kapısı ile Ahî Şerefeddin sandukası da Anadolu’daki Türk ahşap işçiliğinin derin oyma tekniğindeki en eski ve nefis örnekleri arasındadır.
Yıldız parçalarını birbirine bağlayan çıtaların çivilerle zemine monte edildiği bir yalancı kündekârî ile kündekârî görünümlü ancak tüm parçaların oyularak tek zeminde oluşturulduğu kabartmalı bir başka yalancı kündekârî daha söz konusudur. Ancak bu türden eserler zaman içindeki ısı ve rutubet değişikliklerinin, sıcaklık ve soğukluk farklarının ahşapta oluşturduğu hareketlenmeye dayanıklı değildirler.
Ankaralı Davud’a ait 1306 tarihli Çorum Ulucamii minberi, Muzafferüddin’e ait 1320 tarihli Birgi Ulucamii minberi, Ankaralı Abdullah’a ait 1367 tarihli Kastamonu Kasabaköy Camii kapı kanatları, Antepli Hacı Mehmed Fakih’e ait 1376 tarihli Manisa Ulucamii ve 1399 tarihli Bursa Ulucamii minberleri Beylikler ve erken Osmanlı döneminin tarih ve usta adına da yer verilmiş kitâbeli en güzel örneklerini oluşturur. İki yüzü de kündekârî tekniği ile hazırlanmış kapakları ile Mevlânâ Müzesi’ndeki (nr. 328) dolap, yine aynı mekândaki Mevlânâ Celâleddin-i Rûmî sandukasını çevreleyen kündekârî kafes, Ankara Etnografya Müzesi’nde sergilenen Ürgüp Damsa köyü Taşhun Paşa Camii minber kapısı ve Ankara Hacı Bayram Camii pencere kanatları da ahşap sanatının en güzel örnekleri arasındadır.
Derin oyma tekniği ile meydana getirilen Konya Sadreddin Konevî Camii (XIV. yüzyıl) ve Bursa Yeşilcami’nin pencere kanatları (XV. yüzyıl) ile aynı yüzyıl eseri Karaman İmaret Camii’nin kapı kanatları olağan üstü incelikte işlenmiştir.
Şebekeli oyma tekniğinde çevresi oyulan palmet, lotus ve kıvrık dallardan oluşan desenlerin en ince uçlarından birbirine bağlandığı zengin kompozisyonlar meydana getirilmiş ve bu teknik minber ve kürsü aksamı ile rahle ve korkuluklarda kullanılmıştır.
Motiflerini altıgen ve üçgen yıldızlarla bazı stilize çiçek ve kuşların oluşturduğu desenlerin ahşap sütun başlıklarında, kiriş ve konsollarda boyama tekniği ile uygulandığı dönemin bazı ahşap camileri arasında Afyon Ulucamii, Beyşehir Eşrefoğlu Camii, Kastamonu Candaroğlu Mahmud Bey Camii örnek verilebilir.
Beylikler döneminde Ankara ve çevresinde rastlanan ahşap örneklerine bakılırsa burada üslûp, teknik ve işçilik bakımından hayli ileri seviyede iş üreten ve tüm Anadolu’ya hitap eden ahşap atölyelerinin varlığı anlaşılır.
Osmanlı döneminde ise Selçuklu geleneğinin büyük ölçüde sürdürüldüğü, oyma, şebekeli oyma ve kündekârî yanında bazı yeni tekniklerin ortaya çıktığı görülür. Tasarlanan desenin çeşitli malzemelerden kesilip hazırlanan parçaları, uygun bıçaklarla (kalem) oyularak hazırlanan çukur zemine yapıştırılır. Ayrıca, kesilip kullanıma hazır hale getirilen sedef, fildişi vb. malzemenin çukur açmadan yüzeyde tutkal yardımı ile mozaik biçiminde yan yana getirildiği bir uygulama söz konusudur.
Müzelerimizdeki Osmanlı dönemine ait fildişi kakmalı en eski eser, II. Bayezid dönemine ait 1505 tarihli Kur’an-ı Kerim mahfazasıdır. Topkapı Sarayı’nda (nr. 2/2879) XVI. yüzyıl sonlarına ait fildişi ve sedef kakmalı bir Osmanlı tahtının vakur ve soylu görüntüsü yanında, aynı zamanda sedefkâr olan Mimar Mehmed Ağa tarafından Sultan I. Ahmed için hazırlanan sedef, bağa, zebercet, yakut ve zümrüt kakmalı pek müzeyyen bir taht daha vardır ki gözleri kamaştıracak güzelliktedir.
Fâtih ve Yenicami ile Beylerbeyi Hamid-i Evvel camilerinde bulunan üç dört asır öncesinden kalma vaaz kürsüleri, sedef ve bağa gibi diğer malzemeler yanında ağaç ve kemiğin de kakma tekniğinde kullanıldığını gösteriyor.
İstanbul Deniz Müzesi’nde Osmanlı dönemi ahşap sanatının boyama dahil pek farklı tekniklerinin bir arada uygulandığı paha biçilmez güzellikte eserler vardır. Saltanat kayıkları bunların başında gelir. XV-XVI. yüzyıla ait Edirne II. Bayezid Camii ile Topkapı Sarayı Hazine Dairesi kapıları, Bağdat ve Revan Köşkü kapıları devrin en güzel ahşap örnekleridir. Bu dönemde çiçekli bezemeler yanında rûmîlerin, benek motifinin ve fildişi kakma tekniği ile bazı yazı frizlerinin de devreye sokulduğu görülür.
İstanbul’un fethinden sonra inşa edilen Topkapı Sarayı’nda bu asırda ahşap atölyelerinin de kurulduğu, buradan önemli sayıda ahşap sanatçısının (nahhat, sedefkâr vb.) yetiştiği görülür. XVII ve XVIII. yüzyıllarda sedef, bağa ve fildişi kakma ile özellikle sedef mozaik teknikleri barok ve rokoko üslûplarının da etkisi altında kalarak daha çok yaygınlaşmış, XIX. yüzyılda dolap kapakları, çekmeceler, lambalık ve kavukluklar ile tavan göbeklerinde Edirnekârî boyama tekniği uygulanmıştır. Ahşap sanatı, en eski örneklerine XIII. yüzyılda rastladığımız ahşap camiler yanında Anadolu Selçuklu, Beylikler ve Osmanlı asırları boyunca Ankara, Kütahya, Kula, Safranbolu, Mudurnu, Bursa ve Tokat gibi eski Anadolu şehir ve kasabalarında inşa edilmiş ahşap evler ile İstanbul Boğazı kıyılarındaki Amcazâde Hüseyin Paşa ve Emirgan Şerifler Yalısı gibi yapılarda ahşap tavanlar, dolap kapakları, raflar, lambalıklar ve benzeri eşyada çeşitli tekniklerle bezemenin en ince ve güzel örnekleri karşımıza çıkar.
Geleneksel ahşap işçiliğinin bir de zanaat cephesi söz konusudur. Daha çok folklorik değer taşıyan bastonlar, ağızlıklar, pipolar, kaşık, havan vb. bazı mutfak eşyası da geleneksel Türk ahşap işçiliğinin daha çok zanaat kanadında yerlerini almışlardır.
|