Amellerde Niyet ve İhlas - Sohbet

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Çevrimdışı Ders Hocası

  • Hocanın Biri
  • *******
  • Join Date: Eki 2016
  • Yer: Hatay
  • 63863
  • +526/-0
  • Cinsiyet: Bay
    • Arif Arslaner
Amellerde Niyet ve İhlas - Sohbet
« : 20 Ocak 2017, 10:17:04 »
"Ve mâ halaktul cinne vel inse illâ li ya'budûni." (ZARİYAT Suresi 56. ayet)
Ben cinleri ve insanları, ancak bana kulluk etsinler diye yarattım.

Pek aziz ve kıymetli kardeşlerim,
Bu kulluğunda kuralları var değil mi?
İnsanın bu dünyada bulunmasının başka hiç bir gayesi yok.
Her şeyimiz Allah rızası için olmalı.
"Allah bes, bâki heves" diye buyurmuş büyükler.
Rızık kazanılacak, evlatlar olacak, ilim öğrenilecek, imtihan olacak. Bunlar hep Allah için istenecek.
Bunlar araç olmalı, amaç değil.

Hz. Üstazımız bu husuta şöyle buyurmaktadır:
"Ahirete çalışan dünyayı elde eder. Dünyaya çalışan ise ahireti kazanamaz.
Zira ahiret hakikat, dünya ise haleftir".

İhlâs’, insanın yaşamın bütün zamanlarında, ibadet ve amellerinde sırf Allah (c.c.) rızasını gözetmek ve dini yalnız O’na özgü kılmak, demektir.

İhlâs, bir kalb amelidir. Kısaca ihlâs ameli riyadan (gösterişten) arındırmaktır.

İhlâs, tevhid inancının özüdür. Bunun için müslüman, yalnızca Allah (c.c.) rızasını kazanmak amacıyla Hakk’a tapmalı, ibadetlerine asla yapmacık, gösteriş, başkasının beğenisini kazanma düşüncesi karıştırmamalıdır. ‘Hak’tan başka  bir şey düşünmekten korunmak’ şeklinde de tanımlanan ihlâs , işleri gösterişten korur, sahibini gerçekten takvaya  götürür.

"innemel a'malu binniyyet ve inneme li küllüm riyyii mee neve."
"Yapılan işler niyetlere göre değerlenir. Herkes yaptığı işin karşılığını niyetine göre alır."
[Buharî, Bed'ü'1-vahy l, İman 41, Nikah 5, Menakıbu'l-ensar 45, İtk 6, Eyman 23, Hiyel l;
Müslim, İmaret 155. Ayrıca bk. Ebü Davud]

“O, sizin suret, şekil ve dış görünüşlerinize değil, kalplerinize ve kalbi temayüllerinize bakar ”
(Müslim, Birr, 33).

Kâle rabbi bi mâ agveytenî le uzeyyinenne lehum fîl ardı ve le ugviyennehum ecmeîn(ecmeîne).
(HİCR Suresi 39. ayet )
İllâ ıbâdeke minhumul muhlasîn(muhlasîne). (HİCR Suresi 40. ayet )
(39-40) İblis, “Rabbim! Beni azdırmana karşılık, andolsun ki yeryüzünde kötülükleri onlara güzel göstereceğim,
Ancak içlerinden ihlâs (gösterişten uzak, katıksız bir samimiyetle Allah rızası gözeterek amel etme şuurunu) verdiğin kulların müstesna...»” dedi.

Bu ayeti kerimede Hz. Allah ihlas sahibi müslümanları şeytanın azdıramayacağı apaçık bi şekilde izah buyurmuştur.

Allah Rasülü (s.a.v.),
"Dini hayatında ihlaslı ol, az amel yeter." (Münavi, Feyzul Kadir, I, 216)

"Her zaman amelleriniz de ihlası gözetin, zira Allah, sadece amelin halis olanını kabul eder."
(Münavi, Feyzul Kadir, I, 217)

Ebu’l-Leys Semerkandî Hazretleri’nin Tenbîhü’l-Gafilîn’in ihlâs bahsinde naklettiği, Ahmed b. Hanbel Hazretleri’nin Müsned’inde geçen bir hadis-i şerifte şöyle buyrulmaktadır:
“İnne ehvefe ma ehâfu aleyküm eş-şirkü’l-esğar. Kâlû; me’ş-şirkü’l-esğar? Kale, e’r-riya
– Allah Rasulü, “Sizin hakkınızda en çok korktuğum şey küçük şirktir.” deyince Sahabe Efendilerimiz
“Küçük şirk nedir?” dediler.
Efendimiz de “Riya” karşılığını verdiler.
” Bir rivayette de “şirkü’l-esgar” yerine “şirkü’l-hafî (gizli şirk)” ifadesi vardır.
Nedir Allah’a gizli gizli eş-ortak koşmak?
Küçük dahi olsa gösteriş yapmaktır. Kendini ihsas etme, iradî olarak kendini sergilemedir.

İhlâs, iman kadar amel için de önemli bir yapı taşıdır. İhlâs amelin özü mesabesindedir. Bu sebeple bir hadis-i şerifte bu durum şöylece ifade edilir:

“Ey insanlar biliniz ki (mü’min) kalpler şu üç şeyde hainlik yapmaz (onları tam olarak yerine getirir). Ameli sırf Allah rızası için yapmak, idarecilerin hayrını istemek, Müslümanların cemaatine bağlı kalmak. Zira Müslümanların duası onları arkalarından kuşatır.” (Darimî, Mukaddime 24.)

İbadetin özü duanın eda keyfiyeti noktasında önemli bir esas olduğu gibi, ibadet ve duanın kabülünde de ihlâs olmazsa olmazlardandır. Bir keresinde,

“Bir müslümanın cenaze namazını kıldığınızda onun için ihlâsla dua edin.”
(Ebû Davud, Cenaiz 60)

diye tavsiyede bulunan Resûlullah bir başka hadisinde ise,

“Her zaman amellerinizde ihlâsı gözetin; zira Allah sadece amelin halis olanını kabul eder.” (Münâvî, 1/217)
diyerek amellerin ihlâs merkezli olmasına dikkatleri çeker.

Pek aziz ve kıymetli kardeşlerim,
Peygamberler davet ve tebliğlerinde daima, Hakk'ın, rızasından başka bir gaye ve maksat gütmeyerek,
ihlâslarını ortaya koymuşlardır.

Hz. Mûsâ, Hz. Yûsuf, Hz. İbrahim, Hz. İsmâil, Hz. Ya'kûb ve Hz. Peygamber (s.a.s)'in özellikleri anlatılırken Kur'an onları ihlâslı kullar olarak nitelemiştir (Meryem, 19/51; Yûsuf, 12/24; Sâd, 38/45, 46; ez-Zümer, 39/11).

İmam-ı Rabbani hazretleri ise "Dinimiz için 3 cüz vardır: ilim, amel, ihlas" buyurmuşlardır.
Kıymetli kardeşlerim!
Hz. Allah'a ulaşabilmenin, hakiki bir kul, kamil bir mü'min olabilmenin tek yolu Hz. Mevlanın şeriatine tam bir bağlılıktan geçer. Buda ilim amel ve ihlasla olur.  Hazreti üstazımızın ifadesiyle:
"Bu din maneviyatsız muhafaza edilmez."

Yine Hazreti üstazımız Tevhidin iki manası vardır buyuruyor:
[b]"1. Tevhid-i Suri:[/b] Bu insanı Galata Köprüsünden bile geçiremez, çünkü o yalnız dildedir.
[b]2. Tevhid-i Hakiki:  [/b] O kalpte olur. İnsanı hem dünyada hemde ahirette en ulvi makmalara kavuşturur.
İşte buna tevhid-i ihlas derler."

Hz. Allah'ın izniyle bizim yolumuz mensuplarını ilimle, amelle ve ihlasla Cenab-ı Hakka ulaştıran bir yoldur.
Hz. Allah cümlemizi bu yoldan ayırmasın. Amin...

[b]Oduncu ile Şeytanın Dövüşü (Kıssa)[/b]
  Odunculukla hayatını kazanan bir zat vardı. Allah’a karşı kulluk vazifesini yapar, kimsenin ekşisine tatlısına karışmazdı. Bu zahit kişinin bulunduğu köyün yakınında bir köy daha vardı. Onlar da dağda kutsal diye kabul ettikleri bir ağaca taparlar, ondan medet beklerlerdi. Oduncu bir gün “şunların Allah diye taptıkları ağacı kesip odun edeyim pazarda satarak ekmek parası kazanırım; hem de, bir kavmi Allah’a isyandan kurtarmış olurum” diye düşünerek Allah rızası için ağacı kesmeye karar verdi.
  Dağa doğru giderken karşısına acayip suratlı pis bir adam çıkarak nereye gittiğini surdu. Oduncu:
Halkın Allah diye taparak Allah’a isyan ettikleri ağacı kesmeye gidiyorum, dedi.
Adam oduncuya:
  Ben şeytanım… o ağacı kesmene müsaade etmiyorum, deyince zahit oduncu, şeytana çok kızmıştı. Öldürmek için hücum ederek yere yatırdı ve üzerine oturup hançerini boğazına dayadı. Şeytan zahide:
  Ey zahit, sen beni öldüremezsin. Allah bana kıyamete kadar müsaade etmiştir. Fakat gel o ağacı kesme, seninle anlaşalım. Ben sana her gün bir altın vereyim, sen de ağacı kesmekten vazgeç. Hem el ağaca tapıyormuş, günah işliyormuş senin neyine gerek, altınını al işine bak, dedi.
  Adam şeytanı bırakmıştı. Şeytan adama, akşam yatıp sabahleyin yastığının altına bakmasını söyledi ve anlaşarak ayrıldılar. Adam ağacı kesmekten vazgeçip, evine dönmüştü. Akşam yatıp sabahleyin yastığının altına baktığında altın gördü. Memnun olmuştu. İkinci gün oldu. Fakat bu sefer şeytan altını koymamıştı. Adam kızıp baltasını aldığı gibi dağa ağacı kesmeye gitti. Fakat yolda yine şeytanla karşılaştılar. Adam şeytana iyice kızmıştı. Görünce:
  “Seni sahtekar seni, kandırdın değil mi beni”.. diyerek üzerine hücum etti. Fakat evvelkinin tam tersine bu sefer şeytan adamı tuttuğu gibi altına aldı. Adam şaşırmıştı. Bu nasıl hal der gibi şeytanın yüzüne bakıyordu. Şeytan:
  Hayret ettin değil mi? Niçin bana yenildiğinin sebebini söyleyeyim: Dün sen Allah rızası için ağacı kesmeye gidiyordun. Seni değil ben, dünyadaki bütün şeytanlar bir araya gelsek yine yenemezdik. Lakin şimdi Allah rızası için değil de, sana altını vermediğim için kızdığından gidiyorsun. İşte o yüzden bana mağlup oldun ve sana ağacı kesmene müsaade etmeyeceğim, dedi.   

"Küçük-büyük demeden Allah rizasi için önünüze gelen hayirli isleri yapin.
Sen niyetini Allah için yap, gerisi güzel gelir.Allah kuluna kafidir.”

" Benim Allah’in rizasindan baska bir derdim ve Rasulullah ( a.s)
in sünnetini ihyadan baska bir isim yoktur.”

Bütün gaye Allah rızasını tahsil olmalıdır. Eğer Allah insandan razı olursa insana dünyayı da, âhireti de nasip eder. Ne kadar iyi şeyler varsa, cennet dahil hepsini ona ihsan eder. Maksud dünya menfaati değil, âhirettir, Allah sevgisidir. Allah (C.C) insanı severse karşılığını daha ziyade âhirette verir. Dünya malı vermiş veya vermemiş hiç mühim değildir. Allah rızasının karşılığı âhiret mükafatıdır.

[b]Aslan'a Çuval Taşıtmak (Kıssa)[/b]
  Bayezid-i Bistami, büyük velilerdendi. Allah’ın sevgisini kazanmıştı. Allah’ın izniyle hayvanlara dahi sözünü geçirebiliyordu.
  Günlerden bir gün değirmenden evine dönerken, ormanda yaşlı bir kadına rastladı. Yaşlı kadının sırtında dolu bir un çuvalı vardı. Yükü ağırdı. Oflaya-puflaya götürmeye çalışıyor, buram buram terliyordu.
  Yaşlı kadının haline acıyan Bayezid-i Bistami hazretleri, ormanda kükreyerek dolaşan aslana emretti:
“ Ey Aslan, Allah’ın izniyle buraya gel!”
Aslan, uysal bir kedi gibi yaklaştı. Büyük velinin yanına sokuldu. Bacaklarına sürtünmeye başladı.
  Bayezid-i Bistami, ihtiyar kadının sırtındaki çuvalı alıp aslana yükledi. Birlikte köye dönmeye başladılar. Yolda Bayezid-i Bistami yaşlı kadına sordu:
“Köye döndüğünde mutlaka sana soracaklar. Yolda kime rastladığını, bu işi kimin yaptığını merak edecekler. Ne cevap vereceksin?
  Yaşlı kadın, kızgın, Bayezid-i Bistami’ye baktı:
“Söyleyeceğim,” dedi. “Zalim ve riyakâr Bayezid-i Bistami’ye rastladım diyeceğim…”
  Büyük veli çok şaşırdı. O kadar yardım ettiği halde, nasıl böyle konuşabiliyordu?
  Hiç mi iyilikten anlamııyordu? Bu ne biçim işti? Sordu:
“İyi ama sana iyilik ettim. Neden zalim ve riyakâr Olduğumu düşünüyorsun, ne kusur işledim ki?”
  “Daha ne yapacaktın?” diye bağırdı yaşlı kadın.
“Ormanlar kralı aslanı eşek niyetine kullandın.Bana kerametinl gösterip riyakârlık yaptın.
Bunlardan büyük kusur olur mu?”
  Bayezid-i Bistami’nin hayatı boyunca aldığı en önemli ders bu oldu.
Her fırsatta bunu tekrarlardı:
  “O sert yüzlü, tok sözlü kadının dersi içimde kalmış bütün riya ve gösteriş hissini sildi, süpürdü. Ondan sonra Allah’a daha da yaklaştığımı hissettim. Kibirden, gösterişten uzak durdum. Riyaya düşmedim.”
Kibir ve gösterişten uzak durmak, hayatta başarının da anahtarıdır.

“Peygamber (Aleyna Ve Aleykum Selam.) bir hadisi şeriflerinde
“Dünya ve içindekiler melundur, Allah lanet etmiştir. Allah rızası için yapılan işler bunun dışındadır.” Bunun için, niyet çok mühimdir. Niyet sağlam olursa, hem dünyayı kazandırır, hem ahiret’i kazandırır.

Sabah kalktığında elbiseyi giyerken, abdest alırken işe gitmeden önce; “Ya Rabbi sizin için çalışıyoruz, siz Rezzak-ı mutlaksınız, çalışmasak da rızkımızı verirsin. Sen çalışmayı vacip kılmışsın. Ailem için çoluk çocuğum içi çalışmayı vacip kılmışsın, bu vacip görevimi yerine getirmek için çalışıyorum.” böyle niyet etse akşama kadar camide ibadet etmiş, vaktini secdede geçirmiş gibi sevap almaz mı?

Ne iş yaparsak, yapalım niyetinizde Allah (c.c)rızası olsun. kalbinizede Allah rızasını yerleştirelim, yaptığınız bizleri tenkit edenlerin ellerinden öpelim, üstünlük taslamayalım.

[b]Hz. Ömer ile Sarhoş Adam (Kıssa)[/b]
”Eğer benden sonra peygamber gelecek olsaydı bu, Ömer bin El Hattap olurdu.”(Tirmizî, Menakıb ,48.)

İslâm’ın ikinci halifesi Hazret-i Ömer, sabahlara kadar sokak sokak gezer, idaresini üzerine aldığı halkın huzur içinde istirahat edip etmediklerini araştırırdı. Yine böyle teftiş gecelerinden birindeydi.  Medine sokaklarında sessizce gezerken ileride hiç beklemediği bir gürültü işitti. Merakla yaklaştı, dikkatle baktığında, bir sarhoşun gelip geçenlere münasebetsizce sözler söyleyip rahatsız ettiğini gördü. Resûlüllah’ın şehri Medine’de adam hem âyetin emrine karşı gelerek içki içmiş, hem de sarhoş halde sokağa çıkıp mes’ûliyetini üzerine aldığı mü’minleri rahatsız etmişti. Bu hâl, Allah’ın emrine açıkça isyandı. Allah’a isyan edenin hasmı ise Halife Ömer’di.
  Bu sebeble meşhur gazabına yine bürünmüş. Öfkesini kullanmanın zamanı geldiğine inanmıştı. Elindeki kırbacını hızla kaldırıp sarhoşun başına yıldırım gibi indirmeyi düşünüyordu. Nitekim kamçısını havaya yukan kaldırırken sarhoşun hakaretti sözlerine muhatap olmaya başladı.
  Adam, şahsını hedef almış, bizzat kendisine hakarette bulunmuştu. Hızla havaya kalkan kamçı bu defa yavaşça yere indi, sarhoşun başında şaklamaktan vazgeçmiş oldu.
  Şaşıran sarhoş, sormadan edemedi:
Sen kimsin ki, önce beni kırbaçlamak istedin, sonra da vazgeçtin?
  Hazret-i Ömer cevap verdi:  Ben Allah’ın emirlerini tatbik etmekle vazifeli halife Ömer’im!
Peki öyle ise neden kırbaçlamaktan vazgeçtin beni? Halifenin cevabı, fevkalâde düşündürücüydü:
Ben önce Allah için kaldırmıştım kırbacımı. Tam o sırada sen şahsıma hakaretler savurdun. Birden nefsimin galeyana gelmesine, öfkelenmeme sebeb oldun. Baktım ki Allah için kaldırdığım kırbacım, nefsim için inecek. Nefsime yaptığın hakaretinden dolayı seni kırbaçlamış olacağım.
Halife sözünü şöyle tamamladı:
Halbuki ben, Allah için hiçbir şeyden gözümü kırpmam, ama nefsim için bir karıncayı dahi incitemem, bir kuşun bile benden korkup uçmasına razı olamam!
  Bu cevaptan sonra ortalığı bir sessizlik almıştı. Müslümanların halifesi neticeyi şöyle bağladı:
—Uzat elini, seni doğruca Kadı Şüreyh’e götüreyim.
Durumunu ona anlat, adaletin hükmünü ondan gör. Bundan sonra seni ben cezalandıramam. Zira nefsimin hisse almasından korkarım!

[b] İhlas-ı Aramak Gerek (Kıssa)[/b]
  Ebu Said Harraz Hazretleri (Bağdât'ın büyük velîlerinden), bir gün müridlerinden birisine ihlastan bahsetti.
Müridi kalbini yokladı, şeyhinin anlattığı samimiyeti kalbinde bulamadı.
O günden sonra da artık gidip gelmez oldu.
Ebu Said, bir gün onu çağırıp sordu;
– Artık yanımıza niye gelmiyorsun?
– Yaptığım şeylerde ihlas bulamadım. Bu yüzden terk ettim. Ebu Said, onu söyle ikaz etti:
– Ben sana ameli terk et demedim. Amelinde ihlası ara dedim. Sen hizmetine devam et, ihlası onun içinde ara.
 
Şeytanın bir hilesi de insanlara önlerinden, hayır adına yaklaşıyor gibi musallat olmaktır. En kötü ihlassızlık hizmet etmemektir. Tam ihlas, hizmetin içinde aranır.
  Belki, “Bize düşmez, bizi aşar…” diye düşünüp, “ihlas, ihlassızlık” demeden ve onu bile aramadan, sadece hizmet etmeye kilitlenmek en büyük samimiyettir.
Ne ermek, ne olmak, ne paye… Sadece vefa ve vazife…

İhlas, davası uğrunda candan, canandan geçmektir. Her şeyini inandığı dava uğrunda seve seve verebilmektir. O öyle bir güç öyle bir küvettir ki; kişi belki bir İken bin, bin iken bir ordu derecesine çıkar bu ruh gücüyle.

İhlâsı olmayan kişiler davalarını bir hiç uğruna satarlar. Bir pula değişirler bütün ideallerini. Zira onlar manevî bağlarla bağlı değillerdir bu ideale. Maddî menfaat, makam mansıp sevgisi, yahut mal mülk, para gibi geçici bağlar, küflü ve çürük duygu ve düşüncelerle girmişlerdir bu yola.

Hz. Peygamber (s.a.v) şöyle buyurur:
"Ben Cebrail'den ihlâsın ne olduğunu sordum. Şöyle cevap verdi:
Ben de Aziz ve Celil olan Allah'a: "İhlâs nedir?" diye sordum o şöyle buyurdu:
"İhlas benim bir sırrımdır. Onu kullarımdan sevdiğim kimselerin kalbine

[b]Allah rızası için yapılan iyilik (Kıssa)[/b]
Bir gün Abdullah bin Mübarek’in evine on kişi kadar alim, misafir olarak gelir. Elinde, üzerine bindiği atından başka bir dünyalık yoktur. O atı kesip misafirlerine ikram eder. (At eti yemek haram değildir. Tenzihen yani helale yakın mekruhtur)
Bu meseleden dolayı karısıyla aralarında anlaşmazlık çıkar. Karısı:
• Senin bundan başka bir şeyin yoktu. Niçin kestin de yedirdin? diye münakaşa başlatır.
Münakaşa büyür ve Abdullah bin Mübarek, çaresiz kalır ve misafir sevmeyen bu kadını boşar.
Aradan birkaç gün geçer. Abdullah Hazretlerine bir zengin gelerek:
• Ey imam, benim bir kızım var. Annesi öldü. Üzüntüsünden elbiselerini yırtıyor. Ne yaptıksa teselli edemedik. Belki sizin sözlerinizden teselli bulur, der.
Kız getirilir, Abdullah bin Mübarek’in va’zını dinlemeye başlar. Abdullah Hazretleri kürsüde kızın teselli olacağı kelimeler konuşur. Kızın durumu değişir ve:
• Bundan sonra annem için ağlamayacağım, der. Gerçekten de ağlamaz. Babasına da:
• Babacığım benim senden bir isteğim var, der. Babası:
• Buyur kızım ne istiyorsun? Sen ne istersen yapmaya hazırım, der.
Kız konuşur:
• Ben bu Mübarek zatla evlenmek istiyorum. Şimdiye kadar beni çok kimseler istedi, fakat hiç biriyle evlenmeyi düşünmedim. Bundan başka kimseyle de evlenmem, der.
Neticede bu evlilik tahakkuk eder. Kızın babası zengin olduğu için çok çeyiz ve mal verir. Bu arada da Allah için cihad etmesi için damadına 10 tane at verir. Abdullah bin Mübarek’in rüyasında denilir ki:
"Sen bizim rızamız için o yaşlı kadını boşadın. Bizde sana daha genç bir kız verdik. Bizim için misafirlerine bir tane at ikram ettin. Biz de sana 10 tane at verdik. Allah bire on olarak mükafat verir. Allah kimsenin yaptığını boşa çevirmez."

[b]İhlası Kimden Öğrendin? (Kıssa)[/b]
Cüneyd-i Bağdadı, birisi ona gelir sorar:
• İhlâsı kimden öğrendiniz?
• Mekke-i Mükerreme'de harçlıksız kalmıştım. Basra'dan para bekliyordum ama gelmemişti. Saçım sakalım çok uzamıştı. Bir berbere girdim.

• Peşin peşin söyliyeyim param yok, dedim,
• Allah rızası için saçlarımı düzeltebilir misin? Berber o anda mevki sahibi birini traş etmekteydi. Onu bırakıp bana başladı. Adam itiraz etti Berber:
• Kusura bakmayınız efendim. Sizi ücreti mukabilinde traş ediyorum. Ama bu genç Allah rızası için istedi, dedi. Berber dahasını da yaptı, bana harçlık verdi. Aradan birkaç gün geçti, beklediğim para geldi. Ona bir kese altın götürdüm.
• Asla alamam İnan Allah'ın rızası daha değerli, dedi.

Şunu unutmayalım ki kardeşlerim, Rabb’imiz bu meclisten, oraya gelenlerden razı olmakta ve onların yüzü suyu hürmetine böylesi kimselerin arasında bulunanları da affetmektedir.
Eğer dinler de anlayamaz sonra da kalbinde bir ızdırap hasıl olursa, affa mazhar olur.

[b]Cennete gitmek için çok okuyup çok şey bilmek yeterli midir?[/b]
Çok şey öğrenmek yeterli değildir. Şeytan da çok şey biliyordu. Cenneti Cehennemi de görmüştü, ama ihlâsı olmadığından kibirlenip Cehenneme gitti. İbadet az da olsa, bid’at karıştırmadan ihlâsla yapmak lazımdır.

[b]İhlâslı olmak için[/b]
İhlâsı elde etmenin en etkili yolu sohbettir. Sohbet, evliya zatların kitaplarını severek okumak, öğrendiklerine uygun yaşamak ve hiç konuşulmasa da beraber olmak demektir.

[b]Sükut Anında (Kıssa)[/b]
Şâh-ı Nakşibend hazretlerine uzak yoldan bir tüccar gelir. İçeri girip oturur. Bakar ki, mübarek zat hiç konuşmuyor, sükût ediyor. İçinden, (Bu kadar uzak yoldan geldim, bir şeyler anlatsa da, istifade etsem) diye düşünür. O anda Şâh-ı Nakşibend hazretleri başını kaldırıp tüccara, (Bizim sükûtumuzdan istifade edemeyen, konuşmamızdan hiç istifade edemez) buyurur.
Hâlbuki Şâh-ı Nakşibend hazretleri, o sükût ânında kalbinden orada olanlara feyz akıtıyormuş.
Demek biz istifade ettiğimizi bilmesek de, sohbette çok nimete kavuşuruz.

[b]Leyl Suresi Nüzul Sebebi:[/b]
Rivayete göre Bilâl (r.a.) Ümeyye b. Halefin kölesi idi. Bilâl müslüman olduğu için, efendisi Ümeyye ona işkence ederdi. Güneş iyice kızdı­ğında onu çıkarır, Mekke'nin taşlı vadisinde sırt üstü yere atardı. Sonra büyük kaya getirilmesini emreder, kaya getirilerek Bilâl'ın göğsü üzerine konurdu.
Sonra ona: "Ya ölünceye kadar böyle kalır, ya da Muhammed'i inkâr edersin" derdi.
Bilâl, bu durumda iken yine "birdir, birdir" derdi. Onlar Bilâl'e bunu yaparken, Ebûbekir (r.a.) ona uğradı ve Ümeyye'ye, "Bu zaval­lıya böyle yaparken, Allah'tan korkmuyor musun?" dedi.
Ümeyye de ona: "Onu bana karşı kışkırtan ve isyan ettiren sensin. Şimdi onu, gördüğün bu durumdan kurtar" dedi. Bunun üzerine Ebûbekir (r.a.) Bilâl'i (r.a.) ondan sa­tın alıp Allah rızası için azat etti.
Bunu gören müşrikler: "Ebûbekir'in Bilâl'e minnet borcu olduğu için onu azat etti" dediler.
Bunun üzerine şu âyetler indi:

LEYL Suresi 19. ve 20. ayet)
Ve mâ li ehadin indehu min ni'metin tuczâ.(19) - İllâbtigâe vechi rabbihil a’lâ.(20)
O, hiç kimseye karşılık bekleyerek iyilik yapmaz.  Yaptığı iyiliği) ancak yüce Rabbinin rızasını istediği için (yapar).

[b]Ölmüş Eşek (Kıssa)[/b]
Bir gün Abdullah bin Mübarek, Şam’a gitmek üzere sefere çıktı.
Giderken, yolda ölmüş bir merkep gördü. Yanı başında ayakta bir fakir de ağlıyordu.
Abdullah bin Mübarek ona niye ağladığını sordu. Fakir, cevap olarak;
“Ben fakir bir kimseyim ve çoluk-çocuk sahibiyim. Bunu üç yüz dirheme almıştım.
Bundan sonra ne yapacağımı düşünerek ağlıyorum!” dedi.
Abdullah bin Mübarek;
“Sen bunu sağ iken üç yüz dirheme almıştın. Şimdi ise bunu senden semeri ile beş yüz dirheme alıyorum” deyip, beş yüz dirhemi sayarak eline verdi.

O gece fakir, rüyasında mahşeri gördü. Baktı ki, bahçeler, bağlar içerisinde bir merkep!
Yularını ve palanını altın ve mercanlarla süslemişleri Yanı başında bir melek, şöyle nida ediyordu:
“Kim buna binerse ona müjdeler olsun.” Fakir bunu duyunca, meleğin yanına gelip dedi ki:
“Bu benim ölen merkebimdir. Bunu bana ver!”
“Evet, bu senindir. Fakat ölüsüne sabır etmediğin için, şimdi başkasının oldu. Baksana, yuları üzerinde ne yazıyor?”
Fakir yulara bakınca bir de ne görsün;
“Bu, Abdullah bin Mübarek hazretlerinin bineğidir” yazılıydı.
Sonra fakir, uykudan uyanıp, hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladı. Kendi kendine;
“Bana yazıklar olsun, bir hayvanın ölmesine bile sabredemedim” dedi.
Hemen beş yüz dirhemi alıp, doğruca Abdullah bin Mübarek hazretlerinin yanına gitti.
Parasını geri vermek istedi ve dedi ki: “Ben satıştan vazgeçtim.”
Abdullah bin Mübarek hazretleri:
“Sen akşam gördüğün rüya üzerine geldin. Ben de vazgeçtim. Beş yüz dirhemi de sana hediye ettim” buyurdu.

Abdullah bin Mübarek (rahmetullahi aleyh) vefatı yaklaştığı zaman bütün malını fakirlere verdi.
Hizmetinde bulunan bir talebesi dedi ki:
“Efendim, malûmunuz üç çocuğunuz var. Onlara mîras bırakmayacak mısınız?”
Buyurdu ki:
“Onları Allahü teâlâya emânet ediyorum, O, en iyi vekildir.
Eğer çocuklarım, sâlih olursa, cenâb-ı Hak, onları hiç ummadıkları yerden rızııklandırır.
Yok eğer, fâsık olurlarsa, malımın kötü insanlara kalmasını istemem.”

Vefatı ânında gözlerini açtı, güldü ve (Sâffât sûresi: 61) ayeti okudu.
Li misli hâzâ fel ya’melil âmilûn(âmilûne). 
“Amel edenler, bu ebedî nimete kavuşmak için çalışsınlar”  âyet-i kerîmesini okudu.

Abdullah bin Mübarek (rahmetullahi aleyh) vefatı esnasında, âzâdlı kölesi olan Nasr’a;
“Başımı toprağa koy” dedi. Nasr ağladı. “Niçin ağlıyorsun?” deyince;
“Senin iki varlığını, servetini ve şimdi de yoksul olarak ölümünü görüp ağlıyorum” dedi.
İbn-i Mübarek; “Ağlama. Zîrâ ben, Allahü teâlâdan zenginler gibi yaşamamı ve yoksullar gibi ölmemi istedim. Sonra sen, bana şehâdeti telkin et ve ben başka bir söz konuşmadıkça da onu tekrar etme” buyurdu.

Abdullah bin Mübarek (rahmetullahi aleyh) çok soğuk bir kış günü Nişâbur pazarında giderken, sırtında sâdece bir gömlek bulunduğu için üşümekten titreyen bir köleye rastladı.
Ona; “Efendine söylesen de sana bir palto alsa olmaz mı?” dedi,
Köle; “Efendime ne söyliyebilirim ki, o hâlimi görüyor ve biliyor” deyince,
Abdullah bin Mübarek hazretleri feryâd edip yere düştü. Kendine geldiğinde;
“Sabrı ve kanâati bu köleden öğreniniz” buyurdu.

[b]Hz Adem ve Geyik (Kıssa)[/b]
Hz. Adem(a.s.) yaratıldıktan sonra yeryüzüne indirilince bütün hayvanlar onun adını duydu.
Sadece geyiklerden bir tanesi Adem(a.s)'ı ziyarete gitti.
Hz. Adem(a.s.) bu ziyaretten çok memnun oldu ve sağ eliyle geyiğin sırtını sıvazlayarak ona iltifat etti.
Bu temastan dolayı geyikte bir misk kokusu meydana geldi.
Arkadaşlarının yanına dönünce diğer geyikler:
"Bu güzel kokuyu nereden buldun? diye sordular.
Oda olanları diğer geyiklere anlattı. Bunun üzerine diğer geyikler de Hz. Adem(a.s.)'ın yanına geldiler.
Fakat onların vücudunda herhangi bir misk kokusu hasıl olmadı.

Kıymetli kardeşlerim aynı işi ve aynı ameli yaptıkları halde ilk giden geyikte ilk giden geyikte misk kokusu hasıl olmasına rağmen diğerlerinde koku oluşmamamsının sebebi sizce ne olabilir? 

[b]Bir Hadis:[/b]
Kıyamet gününde, Allahu Teâlâ kulları arasında hüküm vermek için tecelli eder. Bütün ümmetler dizleri üzerine oturmuşlardır. İlk sorguya çekilecekler; Kur’anı okumayı öğrenen, Allah yolunda şehit düşen ve çok malı olan zengin kişilerdir…
Bunlardan, Kur’anı Kerim’i okumayı öğrenene, Allahu Teâlâ:
– Sana Resulüm Muhammed’e indirdiğim Kur’an-ı Kerim’i öğretmedim mi? Der. O da:
– Evet Ya Rabbi, öğrettin, diye cevap verir. Allahu Teâlâ:
– Öyleyse öğrendiklerine karşılık neler yaptın? Diye sorar. O da:
– Öğrendiklerimin karşılığında gece ve gündüz ibadet yaptım. Kur’an okudum, diye cevap verir. Bunun üzerine Allahu Teâlâ şöyle buyurur:
– Yalan söyledin! Melekler de: “Yalan söylüyor” derler. Allahu Teâlâ şöyle buyurur: “Hayır, sen falanca, güzel Kur’an okuyor” denilsin diye okudun. O da söylendi (karşılığını böylece almış oldun).
Zengin de getirilir. Allahu Teâlâ:
– Sana hiç kimseye muhtaç olmayacağın kadar mal vermedim mi? Der. Zengin:
– Evet ya Rabbi. Bana çok mal verdin, diye cevap verir. Allahu Teâlâ:
– Öyleyse bu vermiş olduğum malı nerede harcadın, onunla neler yaptın? Diye sorar. Zengin:
– Akrabalarıma harcadım ve sadaka verdim, diye cevap verir. Allahu Teâlâ ona:
– Yalan söyledin! Der ve Melekler de: “Yalan söylüyor” derler. Allahu Teâlâ şöyle buyurur:
– Hayır! Sen, “Falanca cömert” desinler diye malını harcadın ve bu söz de söylendi.
Aynı şekilde Allah yolunda şehit düşen de getirilir ve Allahu Teâlâ ona;
– Uğrunda şehit düştüğün şey neydi? Diye sorar. Şehit:
– Ya Rabbi! Senin yolunda, senin rızan için savaşmakla emrolundum. Ben de şehit oluncaya kadar savaştım, diye cevap verince Allahu Teâlâ ona:
– Yalan söyledin, der. Melekler de: “Yalan söylüyor” derler. Allahu Teâlâ:
– Sen, “Falanca kahramandır” denilmesi için savaştın. Bu da söylendi. Gayene ulaştın, buyurur.
Sonra Resulullah sallAllahu aleyhi vesellem, dizlerine vurarak şöyle buyurdu: “Ya Ebu Hureyre! Bu üç kişi, Allah’ın kulları içerisinde, kıyamet gününde, cehennemi tutuşturan ilk odun(lar) olacaklardır.”
(Müslim, Tirmizi, Nesai, İbn Huzeyme)

Kardeşlerim!
"Cömert" desinler diye infakta bulunan, "Alim" desinler diye ilim tahsil eden, "kahraman" desinler diye diye cihat eden kimsenin gayretin Allah nezdinde hiçbir kıymet-i harbiyesi yoktur.
Bizim hal ve hareketlerimizde niyetimiz Cenab-ı Hakkın rızasını kazanmak olmalı. Böylece Şeytana karşı güçlü olabiliriz.
Menfaatler için bir şey yaparsak nefis ve şeytanın oyuncağı, maskarası oluruz.
Çok büyük ameller işlemiş olsak dahi cehennemi tutuşturan odunlardan oluruzi Allah muhafaza.