Gönderen Konu: Gülay Öztürk yazıları  (Okunma sayısı 55971 defa)

0 Üye ve 2 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Çevrimdışı D®agon

  • Ezberletmez Öğretir
  • Administrator
  • Süper Mega üye
  • *******
  • İleti: 11650
  • +524/-0
  • Cinsiyet: Bay
    • Arif Hocam
Ynt: Gülay Öztürk yazıları
« Yanıtla #10 : 23 Aralık 2009, 20:57:39 »
[b]insan yalız hisseder kendini.
Oysa istediği her şey vardır yanında.
Ama bir şeylerin yine de eksik olduğunu hisseder.
Ben de bazen ayak uyduramıyorum bu dünyaya.
Ya da bu dünya bana ayak uyduramıyor.
Belki de istediğim dünyanın bana ayak uydurmasıdır.
Kim bilir?...
Ama bir şeyi çok özlüyorum: İnsanlığı, hoşgörüyü, tevazuu.
İşte bu dünyada çok az rastladığım değerler.

İnsanlarımız, dağa, taşa ve diğer
varlıklara insandan daha çok önem veriyor. Oysaki insan ilk planda
gelmeli. İnsan ilk sırayı almalı ki, öteki varlıkların da insansız bu
dünyada önem taşımayacakları anlaşılsın. İnsana değer vermeyen kişinin,
öteki varlıklara değer vermesi geçicidir.
Çünkü Allah insanları öteki
varlıklardan kesin çizgilerle ayırt etmiştir. İnsanın özellikleri öteki
varlıklardan daha belirgindir.
Örneğin, Yüce Yaratıcı, bizleri iradeli,
düşünceli kararlı, konuşan, okuyan, gülen ağlayan özelliklere lâyık
görmüştür.
Ama bunun yanı sıra özellikle bir akıl vermiştir. Aklın yanı
sıra bir de irade vermiştir. İradeyi kullanma yetkisini de, yine
insanın kendisine vermiştir. Ama bunu kullanmasını da bilmek gerekir.

Tıpkı ehliyeti olup da, araç kullanmayı bilmeyen bir kimsenin ehliyetinin
hiçbir işe yaramaması gibi, iradenin de hiçbir işe yaramaması aynı
kefeye konabilir.
Adam kâğıt üzerinde mimardır, ama basit bir köprü
projesini de çizemez.
Kişinin kafa kâğıdında her şeyi bildiği
yazılıdır. Fakat hiçbir şeyin hakkından gelemez.

Günümüzde birçok insan, kulaktan dolma bilgilerle bir yere gitmeye çalışıyor.
Ama yine de yarı yolda kalıyor. İnsan varmak istediği noktayı çok iyi hesap etmelidir.
Hesabını iyi yapamayan, yolda çok engellerle karşılaşır.
Yarı yolda yok olur.
Tıpkı çölde ilerleyen ırmağın çölü geçemeden
kaybolması gibi.

“Dilin en iyi müşterisi kulaktır.” diye
bir söz vardır, halk arasında. Kimin söylediğini bilmiyorum, ama hoşuma
giden sözlerden bir tanesidir.
Gerçekten, dil her şeyi söyler. İyi de
söyler, kötü de.
Ama bakalım müşteri kötüyü alır mı? Elbette almaz.
Müşteri yalnızca iyiyi alır. Ancak kötü müşteri kötüyü alır, o da işine
gelirse. Zaten kötü, kötüdür.

Hoşgörü ise bambaşka bir
şeydir. Bir hammaddenin, fabrikadan, değerli bir madde olarak ortaya
çıkması gibidir. Bir taşın hiçbir değeri yokken, fabrikadan yararlı
madde olan çimento gibi çıkmasıdır.
Hoşgörü de böyledir. İnsana her
türlü kötü maddeler atılabilir. İnsan öyle bir fabrika olmalı ki,
atılan kötü maddeleri işleyip, piyasaya hoşgörü, saygı ve sevgi gibi
insanlık mahsulü olarak sunmalıdır. İşte o zaman, o ürüne gerçekten
paha biçilemez.

Günümüzde çok az insan bunlara önem veriyor.
Çoğunluk, basit bir olayı büyütüveriyor.Çevresine nasıl zarar verdiğini asla düşünmüyor.
Çünkü bencil yetişmiş. İlk önce kendi çıkarlarını düşünüyor.
Kendisinden bekleneni topluma bir türlü vermiyor.
Ya da vermek istemiyor.
Baltayla saldırana silahla koşuyor.
Adama bal desen balta geliyor aklına! Halbuki baltayla gelene, gülle
giden insanın değeri daha çok artar. Ne demişler. “İyilik yap, denize
at; balık bilmezse, Halik bilir.”

Hoşgörünün olmayışını biraz da insan sevgisinin azlığına bağlıyorum.
İnsan sevgisi nedir,insana saygı nasıldır?...
Kimse bunları öğrenmeye çalışmıyor.
Etrafımızda bunların eksikliğini her gün görüyoruz.
İnşallah bu eksikliğimizi gideririz.

Gülay Öztürk[/b]

Çevrimdışı D®agon

  • Ezberletmez Öğretir
  • Administrator
  • Süper Mega üye
  • *******
  • İleti: 11650
  • +524/-0
  • Cinsiyet: Bay
    • Arif Hocam
Ynt: Gülay Öztürk yazıları
« Yanıtla #11 : 23 Aralık 2009, 20:58:56 »
[b]Bir kara gecedeyiz hepimiz...

Gönlümüzdeki nurun farkına varmadan, zifiri karanlık geceleri yaşıyoruz.
Hak'la beraber olmanın huzurunu çoktan unutmuş gönüllerimiz....

Penceremizden dışarıya bakarken gözümüzün önündeki yaprağın müthiş yaradılışını değil de geleceğimizin endişesini görüyoruz.

Âlem "Bir" diyor. Âlem uyanık. Âlem zikrediyor.
Beynimizdeki müthiş kargaşa mezara kadar sürerse vay bize, yazıklar olsun bize!

Uyanıklık nedir ya, fark ediş nedir?
Evvelâ bedenlerimiz uyanık olacak. Âlemin zikir hâlinde olduğu geceleri gafletle geçiriyoruz.
Rab'den ilâhî muhabbet istemek yersiz bu durumda..

Gece kalkıp aşk-ı ilâhî ile feyz şebnemine tutulan kullar varken senin gibi âcizi neylesin!

Öyleyse bir "Ah!" çek derinden. Niyet et İslâm'a yeniden. Bir diriliş muştusu söyle gönlünden.
Kıyâmetin çok yakın. Ân kadar yakın.

Bu dünyadan ilâhî muhabbeti kendine celbetmeden gidersen, o müthiş zevkten mahrum kalırsın yazık olur sana....!

"O " sana çok yakın!.. Sen nerelerdesin?

Gülay  Öztürk
[/b]

Çevrimdışı D®agon

  • Ezberletmez Öğretir
  • Administrator
  • Süper Mega üye
  • *******
  • İleti: 11650
  • +524/-0
  • Cinsiyet: Bay
    • Arif Hocam
Ynt: Gülay Öztürk yazıları
« Yanıtla #12 : 23 Aralık 2009, 20:59:58 »
[b]Aşk,

Rahmet-i Sonsuz’un, insanoğluna gelip ulaşan en gizli lütuflarından biridir.
Aşk, bir nüve, bir çekirdek olarak hemen her fertte bulunur.
Şartların elverdiği ölçüde de o çekirdek ve tohum, ağaçlar gibi dal-budak
salar; çiçekler gibi uyanır ve meyveler gibi, başlangıç ve sonu bir araya
getirerek, tekamül halkasını tamamlar.

Aşk, bir duygu olarak göz, gönül ve kulak menfezlerinden insanın iç
alemlerine akar; vuslata dek de, bir baraj gibi şişer, bir çığ gibi büyür ve
bir alev gibi insanın her yanını sarar.
Aşk, vuslatla noktalanınca, her şey
durgunlaşmaya yüz tutar, ateş söner, baraj boşalır, çığ da dağılır gider...

Doğuştan bir mana ve bir nüve olarak, hemen her ruhun önemli bir yanını
teşkil eden aşk, gerçek ton ve rengini hakiki aşka inkılab etmekte bulur;
bulunca da ebedilik kazanır ve gider vuslat eşiğinde mücerret bir lezzetle
inkilab eder.

İnsanoğlunda, hak tecellilerine açık olan zirve, gönüldür. Gönüllerin bu
tecellilere, dolayısıyla da Allah (Celle Celaluhu) sevgisine mazhar
olmalarının en açık emaresi ise, o sinelerde Yüce Yaratıcı’ya duyulan aşk ve
iştiyaktır.

İnsan-ı Kamil ufkuna ulaşma yollarının en keskin, en kestirme ve en sıhhatli
olanı aşk yoludur.
Aşka, iştiyaka açık olmayan yollarla, o ufka ulaşmak
oldukça zordur.
Denebilir ki hakikata ulaşmada, “acz u fakr, şevk ü şükür”
yolundan başka aşka denk ikinci bir yol yoktur.

Gülay Öztürk[/b]

Çevrimdışı D®agon

  • Ezberletmez Öğretir
  • Administrator
  • Süper Mega üye
  • *******
  • İleti: 11650
  • +524/-0
  • Cinsiyet: Bay
    • Arif Hocam
Ynt: Gülay Öztürk yazıları
« Yanıtla #13 : 23 Aralık 2009, 21:01:50 »
[b]Günahlarına samimi olarak tevbe eden kimse...

Peygamberimiz (sav) şöyle buyurmuştur:
”Herhangi bir kul, bir günah işlediği zaman güzelce abdest alır, sonra iki rekat namaz kılar ve günahtan bağışlanmasını dilerse, günahı bağışlanır.”
(İbn Mace,Salat ,193).

Biz bu hadis–i şerifi bir müjde olarak kabul ediyoruz. Çünkü bazen günahın bağışlanıp bağışlanmadığı meselesi kişinin zihnini gereğinden fazla meşgul edebiliyor. Bazen günahlarımızı gözümüzde öyle büyütüyoruz ki Allah’ın sonsuz rahmet sahibi, Settar–ul uyub, Gaffar–ül zünub olduğunu, ayıpları örttüğünü, günahları bağışladığını unutuyoruz.

Yine Peygamberimiz (sav); ”Günahlarına samimi olarak tevbe eden kimse hiç günah işlememiş gibidir.” İbn Mace,Zühd,30) buyurmuştur. Allah (cc) o samimi tevbeyi bizlere de nasib eylesin.

Tabii tevbe edebilmek için önce iyiyi kötüden ayırt edebilmek, bunun için de dini hükümleri bilmek gerekiyor. Büyükler diyor ki: Asıl tevbe ‘pişmanlık’tır. Yoksa dilimizle “Tevbe ettim” demek değildir. Hepimizin hataları var, Allah(cc) bu dünyada iken fark etmeyi, pişman olmayı, nadim olmayı nasib eylesin.

“Allah’ım hakkı hak olarak bilip ona uyabilmeyi, batılı da batıl olarak bilip ondan sakınabilmeyi nasib eyle”.

İnsan hayatındaki pişmanlıklar kilometre taşları mesabesinde olabiliyor. İnsan yoğun pişmanlıklar yaşadığında, kendisine sadık kalabileceği kararlar alabiliyor. Böylece manevi olarak bir gelişme kaydedebiliyor. Söylemesi kolay, yaşaması zor.
Mevlam cümlemize günahlarından dolayı pişman olan kullarından eylesin..
Amin...

Gülay Öztürk[/b]

Çevrimdışı D®agon

  • Ezberletmez Öğretir
  • Administrator
  • Süper Mega üye
  • *******
  • İleti: 11650
  • +524/-0
  • Cinsiyet: Bay
    • Arif Hocam
Ynt: Gülay Öztürk yazıları
« Yanıtla #14 : 23 Aralık 2009, 21:05:07 »
[b]Her türlü günahın tek ilacı vardır...

Her türlü günahın tek ilacı vardır. Bu ilaç Kur'an-ı kerimde açıkça bildiriliyor.
Bu ilacı kullanan her müslüman, alışkanlık haline gelen büyük günahlardan mutlaka kurtulur.
Ankebut suresi 45. âyet-i kerimesinde
(Namaz, münker ve fahşadan [edepsizlikten, akla ve dine uymayan, esrar, içki, zina, livata gibi her türlü kötülükten] alıkoyar) buyuruldu.

Bir genç, namaz kılar ve her türlü kötülüğü de yapardı. Bu gencin durumunu Resulullaha bildirdiler. Peygamber efendimiz, (Bir gün gelir namaz, onu diğer günahları işlemekten alıkoyar) buyurdu. (Haram işliyorsa, namaz kılmasın) demedi, (Namaza devam etsin) buyurdu. Aradan çok zaman geçmedi. O genç günahlarına tevbe etti, iyi hal sahibi oldu. Bu bakımdan mutlaka namaz kılmalıdır!

Namaz kılmanın fazileti çok büyüktür. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Cennetin anahtarı namazdır.)
[Darimi]

(Namazın dindeki yeri, başın vücuttaki yeri gibidir.) [Taberani]

(Namaz kılan, Kıyamette kurtulur, kılmayan perişan olur.) [Taberani]

(Namaz, Allahü teâlânın hoşnut olduğu amellerin en faziletlisidir. Sıratı yıldırım gibi geçiricidir. İmanın başı ve Cehennemden kurtarıcıdır.)
[Miftah-ul-Cenne]

(En faziletli amel, vaktinde kılınan namazdır.)
[Ebu Davud]

(Allahü teâlâ beş vakit namazı farz kıldı. Eksiksiz eda eden kimseyi Cennete koyacağına söz verdi. Namaz kılmayana verilmiş bir sözü yoktur, böyle kimseye dilerse azap eder, dilerse Cennete koyar.) [Ebu Davud]

(Müslüman, namaz kılarken günahları başı üzerine konur. Her secde ettiğinde başından dökülür. Namazı bitirince hiçbir günahı kalmaz.)
[Taberani]

(Mümin, Allah rızası için namaz kılınca, ağaçtan yaprakların döküldüğü gibi, günahları dökülür.) [İ.Ahmed]

(Her namaz vakti gelince, melekler, "Ey insanlar, günahlarınız sebebiyle hasıl olan ateşi namaz kılarak söndürün!" derler.)
[Taberani]

Bir kimse, (İman eder, namaz kılar, zekat verir, oruç tutar ve diğer ibadetleri yaparsam, kimlerden olurum?) diye sual edince, Peygamber efendimiz, (Sıddık ve şehidlerden olursun) buyurdu. (Bezzar)

Namazı terkin cezası
Namaz kılmak böyle büyük bir ibadet olduğu için terk edilmesi de çok büyük günahtır. Hanbeli’de namazı terk eden küfre düştüğü için, Şafii ve Maliki’de büyük günah işlediği için ceza olarak öldürülür.
Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Kıyamette kulun ilk sorguya çekileceği ibadet namazdır. Namaz düzgün ise, diğer amelleri kabul edilir. Namaz düzgün değilse, hiçbir ameli kabul edilmez)
[Taberani]

(Namaz kılmayan, Kıyamette, Allahü teâlâyı kızgın olarak bulacaktır.)
[Bezzar]

(Namazı kasten bırakanın ibadetleri kabul olmaz ve namaza başlayana kadar Allahü teâlânın himayesinden uzak kalır.) [Ebu Nuaym]

(Beş vakit namazı kasten, mazeretsiz terk eden, Allahü teâlânın hıfz ve emanından mahrum olur.) [İbni Mace]

(Namaz dinin direğidir, terk eden dinini yıkmış olur.)
[Beyheki]

(Namaz kılmayanın dini yoktur.)
[İbni Nasr]

(Bizimle kâfir arasındaki fark namazdır. Namazı terk eden kâfir olur.)
[Nesai]

Yukarıdaki hadis-i şerifleri, Ehl-i sünnet âlimleri şöyle açıklamışlardır:
Dinimizde en büyük günahı işleyen kâfir olmaz. Bunun için namaz kılmayana kâfir denmez.
Fakat namaz, çok önemli bir ibadet olduğu için, namaz kılmayanın imanla ölmesi çok zayıf bir ihtimaldir. Namaz kılmayanın kalbi kararır, diğer günahları işlemekten çekinmez.
Bazı âlimler, namaz kılmayanın kâfir olacağını bildirmişlerdir.
Bu bakımdan her ne şart altında olursa olsun muhakkak namazı kılmalı!..

Gülay öztürk[/b]

 

Voiser