Meryem Aybike Sinan

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Çevrimdışı Black_house

  • *****
  • Join Date: Eyl 2008
  • Yer: A'raf şehri
  • 4502
  • +462/-0
  • Cinsiyet: Bay
  • Sen, Seni Sevdiğinle Bil Ey Can! "O" Seninledir.
    • Uyanan Gençlik
Ynt: Meryem Aybike Sinan
« Yanıtla #20 : 10 Ocak 2010, 22:06:33 »
İzdivaç programına gelenler hangi ülkenin ihtiyarları?

“Yaşlı bir adam, yolda iki kat olmuş, bastonuna dayana dayana güç bela ilerliyormuş. Öyle ki neredeyse yüzü yere değecek kadar belini kaldıramıyormuş.


  Babasının elinden tutarak yürüyen küçük bir çocuk, bu ihtiyarın yerde bir şey aradığını sanıp babasına:

—Baba, bu dede yerde ne arıyor? diye sormuş.

İhtiyarın neyi kaybettiğini iyi bilen babası:

— Gençliğini arıyor yavrum gençliğini! demiş.”

Sütun komşumuz Sevgili Hocam Prof.Dr. Osman Özsoy’un son yazısını okuyunca “Özsoy Hocam keşke şu sözde izdivaç programlarını da yazsaydınız” diye iç geçirdim.

Sonra sen ne güne duruyorsun dedim ve günlerdir içime dert olmuş bu mevzu böyle bir yazıya dönüşüverdi.

Geçtiğimiz günlerde malum gripten bendeniz de yataklara düşünce yattığım yerden televizyon kanallarına takıldım. Bilmediğim, daha önce hiç seyretmediğim programlara tesadüf ettim.

Bir yığın gereksiz programdan sonra en gereksiz ve saçma bir programa yolum düşünce açık söyleyeyim ki yattığım yerde kahrettim, utandım, içim acıdı. Bir izdivaç programı, sunucu komik mi komik! Stüdyo tıklım tıklım insan kaynıyor.

Hemen hepsi sözde eş aramaya gelmiş!

Her yaştan ve sosyal tabakadan insan var. Ama beni en çok şaşırtan yaşı bayağı geçkince kadın ve erkeklerin bu programlara katılıyor oluşuydu. Babaanneler, anneanneler, dedeler! Bir zamanlar geldikleri zaman ayağa kalktığımız elleri öpülesi, dualarına her dem muhtaç olduğumuz, tecrübeleriyle, arifane sözleriyle ışık olup aydınlatan o şefkat abidelerinden artık eser yoktu ekranda gördüğüm bu insanlarda.

Aşk arıyorlardı, eş arıyorlardı, para-pul, mal mülk arıyorlardı! Aslında birçoğunun neyi aradığını da anlayamadım ya… Can sıkıntısından kendini stüdyoya atanlar da cabası… Özellikle kadınlar çoğunlukla emekli maaşı arıyorlardı! Ne vahim, ne acıklı ve ne rezil bir durum Allah’ım…

Belki eş, belki gençliklerini arıyorlardır bilemiyorum ama bildiğim bir şey var ki evlerin beti bereketi olan ihtiyarlarımız da çok tuhaf haller içindeler artık!
Sokaktaki gençlere taş çıkartıyorlar!

İçim sızladı. Bir çaresizlik sardı duygularımı. İhtiyar hallerinin bu son deminde yollarına çıkan türlü yabancılardan medet uman bu insanlar hangi ülkenin kimsesiz yaşlılarıydı acaba?

Ne olmuştu da etraflarına aldırmadan, geriye kalan yıllarına göz atmadan böylesine yollara düşmüşlerdi? Bu saatten sonra hangi efsunlu sevdanın ellerinden tutacağına inanıyorlardı ki! Hangi aşk gelip kendilerini bulurdu ki! Önce telefonda, ekranda beğendiği kişiye bağlanan sonra da ikamet ettiği şehirden kalkıp gelen ve o kişiyle yüzleşen ve büyük çoğunlukla beğenilmeyip rezil olan bu ihtiyarlara gerçekten içim acıdı.

Üzüldüm çok üzüldüm. Sonra kendim de dâhil bu ülkenin okumuş yazmış bütün aydınlarına kızdım.

İslamiyet yaşlıya hürmeti emreder.

“Eğer beli bükülmüş ihtiyarlarınız olmasaydı, belalar üzerinize sel gibi dökülecekti.” (Beyhaki)

Belli ki ihtiyarlarımız mutsuzlar, yalnızlar, çaresizler. Belli ki manen birçok gerçeği kaybetmişler. Geçmişlerini, geleceklerini, kendilerini! Bu mutsuzluklarının televizyon stüdyolarında sona ereceği sanrısıyla kalkıp gelmişler. Sunucu hanımların yarı alaylı amca; teyze iltifatlarına mazhar oluyorlar!

Beğenilmiyorlar çoğunlukla.

Elektrikleri alamıyorlar öteki muhatap yaşlılar!

Allah’ım bu bir rezillik!

Dedelerimiz, ninelerimiz bu hale nasıl geldiler? Hangi silindir geçti üzerlerinden, ruhlarındaki mana halesi nasıl söndü, öteleri neden unuttular? Sorular, sorular… Tam iyileşeyim derken üzüntüden daralıyorum bu kez!

Bu kadınları ben tanıyor muyum? Var mı çevremde böyleleri?

Ya bu dedeleri? Yok, yok bırakınız tanımayı, bilmek bile istemiyorum artık. Hayal kırıklığı içindeyim. Zaten benim muhitimden yok böyleleri. Benim başında beyaz yaşmaklı Perihan Teyzem var, Elif Teyzem, Bergüzar Teyzem var… Bu Teyzeler başka ülkelerin teyzeleri olsun!

Evet, beli bükülmüş ihtiyarlarımızın büyük yekûnu çok şükür ki ibadet ve taat ile neşveli ve hallerinden şükürle bahsederler. Ama televizyon ekranlarında gördüğümüz bu yaşı başı geçkin amca ve teyzeler, bu ülkenin eli ve dili dualı ihtiyarları olmasa gerek. İhtiyarlık üzerine derin düşüncelere dalıyorum. Birgün mutlaka yolumuzun düşeceği o menzilde nasıl yaşamak lazım gelir ki diye iç geçiriyorum. Ruhum daralıyor.

  Aklıma Üstad Bediüzzaman’ın ihtiyarlık üzerine söylediği o mükemmel sözleri geliyor:

“Sizi temin ederim: Eski Sait’in on senelik gençliğini bana verseler, yeni Sait’in bir senelik ihtiyarlığını vermeyeceğim. Ben ihtiyarlığımdan razıyım, siz de razı olmalısınız”

Yaşlılık zor bir dönem, bunu kabul etmek lazım ama Allah ve ahiret inancı olan bir insan bunlarla teselli bulur ve ölümü daha fazla düşünerek ibadetine kendini verir. Dünya lezzetlerine kendini kaptıran insanlar da bu yaşlılarımız gibi rezil olurlar belli bir yaştan sonra.

Yine Bediüzzaman Hazretleri bu konuyla alakalı olarak:

“En karanlıklı, en nursuz ve tesellisiz ihtiyarlık, en acı ve dehşet verici ayrılık, inançsızların, yasak eğlence ve zevkler peşinde koşan kimselerin ihtiyarlık ve ayrılıklarıdır.”İmandan gelen nur” sizlerin ihtiyarlıktan gelen karanlık, gaflet, üzüntü ve acılarınıza kâfi gelecektir. Yoksa bu hal gençlere benzemeye çalışmak ve onların sarhoşça davranışlarına dalarak ihtiyarlığını unutmakla kazanılmaz”.

Bu sözlerin üzerine daha ne söylenebilir ki!

İzdivaç programlarının bu ülkeye, genç ve yaşlı insanlarımıza büyük zararlar verdiğini düşünüyorum. Onurları kırılan; belli bir yaştan sonra ekran başında milyonlara yalan söyleyen ve rezil olan ihtiyarları ne görmek ne de bilmek istiyoruz.

Benim dünyamdaki yaşlılara özlemim kat be kat artarken bu tür yaşlıları bana izlettirip algılarımdaki eli öpülesi yaşlıların hatırasını kirleten bu tür izdivaç programlarını kınıyor, izdivaç meraklısı yaşlılara da Allah akıl fikir ve biraz da zikir versin diyorum.

Allah hepimize hayırlı ihtiyarlık nasip etsin!

Meryem Aybike SİNAN / Haber 7

Çevrimdışı D®agon

  • Ezberletmez Öğretir
  • *******
  • Join Date: Mar 2008
  • Yer: Ankara
  • 11650
  • +524/-0
  • Cinsiyet: Bay
    • Arif Hocam
Ynt: Meryem Aybike Sinan
« Yanıtla #21 : 10 Ocak 2010, 22:13:36 »
[b]Samimi ve içten bir yazı olmuş  akss
Gençlerimiz zaten uykuda,yaşlılarımız onlardan da beter olmuş.
maneviyatını yitirenler böyle maskara oluyorlar işte.Çok yazık  cry2
Allah sonumuzu hayır etsin  dduuaa[/b]

Çevrimdışı Black_house

  • *****
  • Join Date: Eyl 2008
  • Yer: A'raf şehri
  • 4502
  • +462/-0
  • Cinsiyet: Bay
  • Sen, Seni Sevdiğinle Bil Ey Can! "O" Seninledir.
    • Uyanan Gençlik
Ynt: Meryem Aybike Sinan
« Yanıtla #22 : 10 Ocak 2010, 22:37:31 »
[b]amin... [/b]  hug1

Çevrimdışı gece_mavisi

  • *****
  • Join Date: Eyl 2008
  • Yer: Bursa
  • 3684
  • +299/-0
  • Cinsiyet: Bay
    • Uyanan Gençlik
Ynt: Meryem Aybike Sinan
« Yanıtla #23 : 13 Şubat 2010, 01:25:23 »
[b]VEFA RÜZGÂRI[/b]

Hep yüzü düşünülür yaşamın.Hep yüzünden bakılır aynaların. Aynalar yalan söyler. Aynalar hercai.Fallardan medet umulur, düğümler öyle çözülür. Devir böyle bir devirdir. Bir çekirge bakışlı gece, iner günün üstüne. Çatlar kabuk bağlamış yüreklerin mahzenleri. İsyan ve sancılar, seherlerin hüznüne sarkar.Kim söylemişti hatırlamıyorum. “Zaman yosmadır”, diyordu şairin biri. Vefasızlığın ellerinde zaman, yosmadır. Zaman değince üzerine, mavi solar,beyaz kirlenir. Adı kalır sayfalarda, zaman taştan sert... Bunu yıllar bilir.
Ardından yeni yıllar gelir.
Her gelenden bin sadakat beklenir.
Vefa, artık İstanbul civarında bir semtimizdir.


Vefa rüzgarı, bizim semte uğramayalı ne kadar zaman oldu bilmiyorum. Aylar geçiyor, yıllar geçiyor, bu rüzgardan haber alamıyorum. Zaman akıyor. Ruhumuzu avuçlayan keşakeş kavgalara duruyor benliğimiz. Bilmediğimiz, sorgulamadığımız,üç günlük kaygılar örtüyor ufkumuzu.
Mahrem-i esrarımız, çapkın rüzgarların diline düşmüş. Yapılan tüm iyiliklerin üzerine kar yağıyor. Bin serzeniş düşüyor üzerine. Lime lime olan bakışlarımız elemli, firkatin kadranında. Dimağlarımıza vesvese yağıyor.Tılsımlı zamanlar gitti gideli, vefasız yağmurlar yağmalıyor ruhumuzu... Salkım saçak sevgiler düşmüyor yüreğimizin kuytularına. Sevgiler yalın ayak. Kıymıkları acıtıyor içimizi. Ruhlar kurak ve firari.
Gönüller, kayboluyor eflatun düşlerin sadakatine...
Vefa rüzgarları esmiyor semtimize...


Özlemle bekleyen bir yüreğe, sevgisi ertelenmemiş bir gülü uzatmak... Düşüncesi bile sızmazken ruhumuza, sebepsiz ayrılıklar keser cezamızı. Sürgünlere düşer yüreğimiz.Kan kırmızısı şafaklar gözyaşlarıyla ıslanır. Bu kaçıncı uykusuzluk, kaçıncı yalnızlığımızdır? Günbatımları hüznümüzü kamçılar.Duyguların taş duvarlarını yıkıp geçen vefa rüzgarları uğramazken semtimize, demet demet sevgi sözcükleri yalandan düşer önümüze. Yalancı güzellikler sahte cilalarla parlatır ufkumuzu... Hangi sabahlara günaydın! diyeceğimizi bilsek de , hangi dikenin kanatacağını, hangi rüzgarın üşüteceğini öğrensek de, hangi dalın kırılacağını bilmez kırılganlığımız.
Güneş çerçevelenir riyanın cilasıyla...
Ancak...
Vefa rüzgarları bir türlü esmez üstümüze.



Yusuf’u zindana mahkum eden sadakat,vefa, biz de adı hiç anılmayandır. “Bana bir harf öğretenin kırk yıl kölesi olurum” diyen bir kültürün içinden öğrenmediğimiz, içimize katamadığımızdır vefa... Ebubekir’i, Ebubekir sıddık yapandır... Hz. Ömer ile vefa yarışında tarihe düşen adımlar atmasıydı onu yüce kılan. Biz böyle gönül erlerini de unuttuk. Unuttuklarımızı saymadan, kapı artlarına kitlediğimiz hatıralar içinden bir türlü görmediğimiz, göremediğimiz vefa esintisi, bir yaprağı bile kıpırdatmadan uyur kalır düşlerimizde. Deniz taşı örtmezken, bulutlar güneşi sonsuza kadar kapatmazken, bir insanın kalbinde hiç uyanmadan bekler. Sonsuza kadar. Yeryüzünde sadece insana mahsus bir yetidir böylesi bir hiçlik.
Bağbozumu günlere dakikalar kala, gün kararıp gölge düştüğünde aynaların üzerine bin kirpik ıslanır üşenmeden. Gün yüzü görmemiş duygular, çoğaldıkça çoğalır. Bir yüzü kırılır aynaların.
Vefa solgun bir ay ışığı, iner çöllere...


Uzak bir ülkenin, dilini bilmediğim ağıdı olup, titrer kalbimin derininde buz kıvamında bir türkü. Beden kendi başına, ruh kendi başınadır.... ölüm çağırır ansızın. Güneş solar, mum tükenir.Son nefesinde bir adam vefayı düşünür. Helalleşemedikleri, sevdikleri sevmedikleri,sevinçleri,hüzünleri geçer aklından. Şeyh Küşteri’den beri hiçbir yönetmenin perdeye aktaramadığı bir sahne geçer zihninin beyaz perdesinde. Takvimler donar kalır duvarda. Akşamın kızıl saçlarında bir gün kaybolur. Vefasızlık sonsuzluğa demlenir...
Akıbet gelir geçer demişler.
Ve ...
Bizi de bulur.

         
Meryem Aybike SİNAN

Çevrimdışı Black_house

  • *****
  • Join Date: Eyl 2008
  • Yer: A'raf şehri
  • 4502
  • +462/-0
  • Cinsiyet: Bay
  • Sen, Seni Sevdiğinle Bil Ey Can! "O" Seninledir.
    • Uyanan Gençlik
Gündemde Muhteşem Süleyman var!
« Yanıtla #24 : 12 Ocak 2011, 14:14:29 »
“Muhteşem Yüzyıl” adeta tarihle, geçmişimizle alay eden, küçük düşüren, Osmanlı Hanedanını kadın düşkünüymüş gibi gösteren tamamen reyting kaygılı, içinde erotizm varsa seyredilir mantığıyla ekrana getirilen bir dizi olarak gündemdeki yerini koruyor ne yazık ki!

“Muhteşem Yüzyıl” ,“Muhteşem Rezalet’e” dönüşmüş durumda.

Bu filmin ne amaçla yapıldığı ortada. RTÜK’e şu ana kadar yüzbini aşan bir tepki şikâyeti var. Bu diziye doğal olarak en çok muhafazakâr kesim tepki koydu. Bu duruma “ ne kadar güzel, halk tepki veriyor” diye içten içe sevinsem de yüreğimin bir yerinde medyadan siyasilerimize, bürokratlarımızdan iş adamlarımıza, halkımıza içten içe kızıyorum, sinirleniyorum.

Sinirleniyorum, çünkü “Böylesine önemli tarihi kişilerimizi bugüne kadar sinemaya aktaramamak kimin suçu? Hala çağ açıp kapatan Fatih’i, İstanbul’un Fethini bile sinemaya aktaramamışız ne yazık ki!

Böylesine yüksek perdeden tepki koyanlar akşam olunca dizinin başına oturup heyecanla, merakla ve umarsızca bu rezaleti seyredecekler siz hiç merak etmeyin! Çünkü “Fatmagülün Suçu Ne?” “Aşk-ı Memnû” dizilerine de aynısı yapıldı. Ama ilginçtir ki, söz konusu diziler reytingde hep zirvede olmaya devam ettiler.

Biz tarihimize yeterince eğilmedik! Tarihimizi hep başkalarından öğrendik, başkalarından dinledik, başkalarından seyrettik. Ünlü bayrak şairimiz Arif Nihat Asya’nın deyimiyle tarihimize yüz vermedik!

“Tarihine yüz vermeyen
Tarihten yüz bulmaz olsun!
Kendisi de benzeri de
Olmaz olsun, olmaz olsun!”

Bu dizi gündeme gelince mi Muhteşem Süleyman’ı hatırlayacaktık? Böylesine büyük tartışmalara girişecektik?

Tam iki yıl önce Kıymetli Ablacığım Yazar Muhterem Yüceyılmaz’ın Kanuni’yi, Hürrem’i ve kızları Mihrimah’ı anlattığı  “Mihrimah Sultan”  adlı romanı Nesil Yayınlarından çıktığında kitabı ilk okuyup hakkında değerlendirme yazısı yazan bir yazar olarak ” Bu kitap televizyon dizisine aktarılmalı ”  demiştim. Hatta bazı televizyoncu ve radyocu arkadaştan yazarı ve kitabı dikkate almalarını rica etmiştim!

Mesela tarihi gerçeklere sadık kalınarak yazılmış bu kitabı kaç muhafazakâr biliyor veya kaç kişi satın alıp okudu? Zira kitap hala birinci baskıda! Oysa kitap hem dil; hem üslup, hem tarihi gerçeklik anlamında mükemmel bir kitap.

Bu kitapta Muhteşem Süleyman bir çapkın değil, sâdık bir âşık, seven bir eş! Çünkü o hayatı boyunca tek bir kadına âşık, tek bir kadını seviyor. Hürrem Sultan’ı!

Kanuni unvanıyla anılan Muhteşem Süleyman, dünyaya hükmeden, fethettiği yerlere nizam ve intizamın yanında, hak ve adâleti hâkim kılan, dönemin en zirvesi diyebileceğimiz bir din adamını; Şeyhülislamı Ebusuud Efendi’yi yanından ayırmayan dindar bir kişiliktir! Ancak Kanuni Sultan Süleyman bir cihan imparatoru da olsa, her şeyden önce insandır ve erkektir!

Onun da zaafları vardır! Hepimiz gibi, her insan gibi onun da zayıf olduğu tarafları vardır ve bu onu küçültmez. Karşı cinsten birine âşık olmak, hiçbir din tarafından küçültücü bulunmaz. Gerçek bir aşksa şayet bunun yasağı da yoktur zira.

Muhteşem Süleyman, sanatçı ruhludur ve güzel olana, seçkin olana, derin olana zarif ve estetik olana bir ilgisi vardır. Severek evlendiği nikâhlı karısı Şehzade Mustafa’nın annesi Mahidevran’a olan muhabbeti ne yazık ki Hürrem’i görüp tanıdıktan sonra zayıflar ve nihayetinde iki kadının zaman içerisindeki rekabetleri, güç savaşları Hürrem’in galibiyetiyle sonlanır ve Mahidevran Şehzade Mustafa ile Manisa’ya gönderilir!

Zira Hürrem güzel olduğu kadar zeki ve çekicidir. Kanuni’ye seferlerde bile ulaklarla durmadan aşk mektupları gönderir, şiirler yazar! Sevdiği erkek için aklı durmadan yeni ve etkileyici planlar yapmaktadır. “Bu erkek beni seviyor, benimdir” mantığıyla asla hareket etmez Hürrem! Yani bilindik kadınlardan değildir. Tarihe de “Haseki Sultan” olarak bu yönleriyle damgasını vurmuştur zira!

Böylesine hırslı, güzel, akıllı ve sanatkâr bir kadın dururken artık Muhteşem Süleyman’ın gözünde diğer sıradan kadınlar yoktur! Çünkü Hürrem, hem yüreğini, hem de aklını tümüyle kaplamış, gözü başkasını görmemektedir!

Sarayda evet harem dairesi vardır ama bu filmdeki görevleri ifa etmek amacıyla kurulmuş, zannedildiği gibi cinsellik çağrıştıran bir kurum değildir. Sarayın günlük işleyişinde hizmet işlerini üstlenecek eğitimli kadınları yetiştirecek bir kurumdur harem. Hürrem bu kadınların hiç birine zaten geçit vermez ve onlar eğitimlerini tamamladıktan sonra üst rütbeli subaylarla evlendirilip saraydan uzaklaştırılırlar. Yani onların Kanuni ile münasebetleri Hürrem tarafından imkânsıza dönüştürülmüştür. Zaten Padişahın da başkasına meyli kalmamıştır!

Bu filmde Muhteşem Süleyman anlatılacaksa ancak bu çerçevede anlatılabilirdi. Uzun seferlerde dönüşlerini Hürrem ile geçirip tekrar seferlere çıkan ve sadece âşık olduğu Hürrem ile yazışan bir padişah vardır.

Kanuni Sultan Süleyman dönemi asla böyle anlatılmamalı idi. Bu senarist, yanına bir Tarihçi, bir Türkolog ve Sanat Tarihçisi almadan böylesi her anlamda zengin bir dönemi anlatmaya yeltenmemeli idi. Çünkü filmde dönemi anlatan hiçbir kültür öğesi yok. Deformasyona uğramış bir kültür, baştan aşağı bir rezalet anlatılıyor! Mesela;

Bu dönemin Sultan’üş Şuarası Bâki nerededir?

Ya dönemin Şeyhülislamı Ebusuud Efendi? Kanuni ki onun fetvalarını yanına defnettirmek isteyecek kadar saygı duyup yanından ayırmıyor, onsuz mührünü basmıyor hiçbir yere! Sahi nerdedir bu Ebusuud Efendi? Anlaşılan senaristin tek derdi Kanuni’nin “Harem” maceraları imiş!

Senarist tarihi tekerrür ettirmemiş, kendi hezeyanlarını kusmuştur! Zira bir insanın küpünde ne varsa dışarıya o sızarmış…

Sözlerimin başında ne demiştim, biz kendi tarihimizi kendimiz yazmazsak başkaları yazar! Şerefimizle yazdığımız tarihimizi böyle ahlaksızca silerler işte!

Öyle değil mi?

Muhabbetle Efendim!

Meryem Aybike Sinan – Haber 7