Gençliğin imanını sorularla çaldılar

0 Üye ve 2 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Çevrimdışı kardelen

  • *****
  • Join Date: Nis 2008
  • Yer: Hatay / İskenderun
  • 3198
  • +238/-0
  • Cinsiyet: Bay
Ynt: Gençliğin imanını sorularla çaldılar
« Yanıtla #25 : 28 Ekim 2009, 17:41:08 »
[b]GENÇLİĞİMİZE HEP SORMAYI ÖĞRETTİLER İNŞAALLAH BİZ, CEVAPVERMEYİ ÖĞRETECEĞİZ SORU: Bizim öğretmenimiz, "Dünya önceleri su idi" diyor. Bilim de bunu kabul etmiş durumda. İslâm'ın bu konuda bilgisi var mı?
CEVAP: İslâm'ın bu konuda bilgisi var mı demek, Allah'ın (c.c.) bu konuda bilgisi var mı demektir ki, bu da çok saçmadır. Çünkü, Allah (c.c)'ın yarattığından haberi olmaz mı? Değil yarattığından, yaratmadığından bile haberi olur.

Ama nasıl haberi olur, aklım almıyor?

Senin de, benim de aklımız kim oluyor ki?.. Akıl, her şeyi çözme bakımından bir çocuk gibidir. Çocuk, nereden bilsin bilmece çözmeyi. Yeni buluş veya icadı önce İslâm'a sorarız. İslâm'a zıt değilse kabul ederiz. İslâm'a zıt ise reddederiz. Meselâ, bundan asırlar önce Batı âlemi, Güneş'in Ay'ın Dünyanın hiç yerinden oynamadığını kabul etmişlerdi. O zaman İslâm âlimleri, bu teoriye inanmadılar. Çünkü, Kur'an-ı Kerimde Güneş'in, Ay'ın, yıldızların döndüğünü Allah'u Tealâ bildirmişti. Biz fene, tekniğe yani, yeni buluş ve icatlara İslâm çerçevesi içinde değerlendirir sonra inanır veya kabul ederiz. Sormuş olduğunuz "Dünya ilk önce su idi" konusunu 172 ilk defa bildiren zaten Allahu Tealâ'dır.

Aaaa... Allah bu işlere karışır mı?

Niçin karışmasın? Mal onun, mülk onun. Bak işte ayet-i kerime: "O inkâr edenler görmediler mi ki, önceleri gök ile yar bitişiktiler de, Biz onları ayırdık ve canlı olan her şeyi sudan yarattık" (167). Bilime göre, yerler ve gökler önceleri su üzerinde idi. Bu buluşu doğrulayan ayet-i kerime: "Onun arşı su üzerinde idi." (168) Atomların anası sayılan sıvı madde gaz haline getirildi: "Sonra göğe yöneldi. O duman halinde idi." (169). Şimdi bu ayetlere, İslâm'ı bilmeden taş atmaya kalkan zalimler ne diyecekler? Onlara soruyorum: Ey zalimler! Ey kâfirler ve münafıklar! Söyleyin bakalım. Müslümanlar mı ilerici, yoksa sizler mi? Kur'an'ın ne büyük bir kitap olduğunu bildiğiniz halde, ona nasıl hakaret ediyorsunuz? Nasıl edebiliyorsunuz? Başlangıçta çok sıcak bir duman bulutu halinde olan bu gaz kütlesinin zamanla parçalara ayrılıp, nebülözleri, galaksileri, Güneş sistemlerini meydana getirecekşekilde geliştirildiğini biz de kabul ediyoruz. "Önceleri yer ile gök bitişik idi, Biz onu ayırdık ve her canlıyı sudan yarattık" ayeti bize bunu anlatıyor. Böyle olmasına rağmen, nasıl dersin "Kuran dünya işlerine karışmaz?" Yazık... Aklını boşuna harcıyorsun, hem de çok yazık...
Bir akıl ki gerçeği görmez, anlamaz.
Ha hayvanda o, ha insanda fark kalmaz...
(167) Enbiya: 30. (168)Hud:7 (169) Fussilet: 11.
173
ALLAH GÜNAH İŞLEMEYENE GÜNAH İŞLETMEZ
SORU: Madeni ki, hayır (iyilik) ve şer (kötülük) Allah'tan, insanların ne suçu var?
Hayır ve şerri Allah yapağına göre, insanlara niçin günah yazıyor?
CEVAP: Bu soruyu soranlar, İslâm'da hata aramak kastı ile soruyorlar. Bir defa, şunu
iyi bilmek lâzımdır ki, hayır ve şer Allah'tandır demek, hayır ve şerri yaratan Allah'tır
demektir.
Şimdi soruyoruz:

Sen mi daha adaletlisin, yoksa Allah mı?

Ne demek canım, elbette Allah (c.c)

Sen, bir kimsenin işlemediği suçu, o kimseye yükler misin?

Asla...

Peki Allah yükler mi?

Tabi, yüklemez...

Sen, bir kimseye, "Şu camı kır" diye söyleyip, sonra o kişiye camı kırınca, niçin
kırdın diye sorar mısın?

Hayır...

Peki, Allah (c.c) kendi yaptırdığı işten hesap sorar 174
mı?

Sormaz.

Peki sormaz da, Allahu Tealâ' nın bir kuluna: "Sen zina yap, hırsızlık yap, içki iç,
adam öldür, fakirin hakkını ye" gibi kötü işler hakkında emir vereceğine nasıl
inanıyorsun?
Allah (c.c), sevmediği bir şeyi, kuluna yap, diye yazar mı?.. Elbette yazmaz. Fakat,
Allah (c.c)'ın takdir ettiği işler çoktur, ancak bu işlerde günah yoktur. Ölüm, yangın,
ailevî sıkıntılar, sel baskınları, vesaire gibi. Dünya, imtihan dünyası olduğu için,
Allahu Tealâ bazen kulunun başına musibetler verir ki, bakalım benim kulum
sabredecek mi diye sınar. Eğer kulu sabrederse derecesini artırır. Ölüm, yangın,
hastalık vesaire gibi musibetler de vermez ise, Allah kulunu ne ile imtihan edecek?
Hemen şunu unutmamak lâzımdır ki, Allah (cc.) bu gibi musibetler verdiğinde
kulunun nasıl davranması gerektiğini de bildirmiştir.
"Benim ne suçum var? Bütün bu olanları Allah (c.c) ezelden yazmış" diyenlerin
durumu, Allah'ı ve onun şeriatını bilmemekliğinden ileri geliyor. Fakat... Bugün kâfir
bir artistin giydiği iç çamaşırına, ayakkabısına kadar haberi olanların, Allah'dan (c.c)
ve onun şeriatından (kanunlarından) haberi olmaması ne kadar acı bir şeydir.
Gelelim Kur'an ve Hadis-i şeriflerin bu konuda söylediklerine Müslümanlar'ın
kanunlarının koyucusu olan Allahu Tealâ, Müslümanlar'ın kanunlarının muhtevi olan
Kur'an-ı Kerim'de şöyle buyuruyor: "Biz, ona iki de yol gösterdik." (170) Bak, iki yol
gösterdim diyor Rabbül âlemin. Eğer kullarının bütün yaptıkları günahları Allah
(170) El-Beled: 10.
175
(c.c.) kendi tayin etseydi, "İki yol gösterdik" der miydi? Bak, şu ayette daha güzel ve
daha açık anlaşılıyor: "Biz, şüphe yok ki, iyi amel ve iyi hareket edenin mükâfatını
zayi etmeyiz" (171) "Kim iyi amelde bulunursa kendi lehinedir, kim de kötü amelde
bulunursa kendi aleyhine zararı vardır. Rabb'in kullarına zulümkâr değildir." (172)
Bu ayet-i kerimeler, sorunun cevabını fevkalade veriyor. Yalnız burada anlamamızı
zorlaştırmak mesele, Allah'ın geleceği bilmesidir. "On kiloluk kantar, bin kiloluk
eşyayı tartabilir mi?"
Allah'ın ilmini, kudretini şu küçücük aklımız kestiremeyince, "Olur mu canım, nasıl
bilebilir?" diye zırvalamaya başlıyoruz. Karıncaya sormuşlar: "Allah'ın kudreti,
kuvveti ne kadardır" diye." "Kocaman bir karınca kuvveti kadardır" cevabını vermiş.
Deveye sormuşlar, deve de: "Kocaman bîr deve kuvveti kadardır" demiş.
İnsana sorulunca, insan da ister istemez kendi kuvveti, kendi ilmi mesabesinde
Allah'ın kudretini ölçüyor. Tabi böyle olunca da, işin içinden çıkılmıyor. Zavallı
insan, şu küçücük aklı ile daha şu âlemin zerresini anlayamamışken, nasıl olur da bu
kâinatı yaratan Allah (cc)'ın kudretini anlayacak? Elbette anlayamaz.
"Size gelen her musibet, kendi elinizin kazandığı günahlar yüzündendir." (173)
Buraya kadar anladık ki, kişi günahını kendi yapar. O günahı işleyecek zamanı, güç
ve kudreti Allah (c.c.) yaratır.
Yani, kul neyi isterse, Allahu Teala da kuluna o istediği şeyi yapacak güç ve kudreti
verir ve o istediğini yaratır.
(171)Kehf:30.
(172) Fussilet: 46.
(173) Şura: 30.
176
Kafirlerin, kalkan olarak kullandıkları ayet-i kerime şu: "Biz, her şeyi bir kader ile
yarattık." (174) Hemen şunu söyleyelim ki, bazı meseleler (hastalık, sel baskını,
deprem vs. hariç) Allah taktir etti de, yani yazdı da, kul onu yapar değil, kulun ne
yapacağını Allah (c,c) önceden bildiği için Allah (cc.) yazıyor. Kul da şimdi onları
yapıyor.
Ayet-i kerimelerin bir zahir (açık), bir de batın (gizli) manaları vardır. Onun için
ayetleri tefsir eden, açıklayan hadis-i şerifler vardır ki, eğer bu hadis-i şerifler ve ayeti kerimelerin nüzul sebepleri (yani iniş sebepleri) olmasa idi, bazı ayetler zor
anlaşılırdı. Her ayetin manası, geniş bir şekilde Kur'an-ı Kerim'de açıklansa idi, o
zaman Kur'an-ı Kerim, altıbin altıyüz altmışaltı olurdu da, hafızların ezberlemesi belki
çok zor olurdu.
Söylemek istediğimiz mesele şudur: Allah (c.c.) kullarının ne yapacağını biliyor
muydu?

Evet...

Bildiği için de, insanlar yaratılmadan önce ruhlar aleminde insanların hepsinin ne
yapacağını yazmıştır. Buna da levh-i mahfuz denir.

Ama nasıl bilebilir? Bir türlü aklım almıyor?

Kardeşim... Allah değil mi bu? Bilir ya, nasıl bilirse bilir. Dedik ya, şu minnacık
aklımız, şu kocaman kâinatın sırrını anlayamamışken, nasıl olur da şu kocaman
kâinatı yaratan Allah'ın (c.c) sırrını anlayabilir?
Hem Allah, Allah olur da, yaratacağı şeyin önceden ne yapacağını bilemez mi?
Elbette bilir. Zaten Kur'an-ı Kerim'de; "Gaybı (geleceği) Allah'tan başkası bilemez"
denilmektedir. Bir elektronik beyin, milyonlarca kişinin he
(174) Kamer: 49.
177
sabını aynı anda yapıyor.
Meteoroloji, yarınki havanın durumunu doğruya yakın tahmin edebiliyor da, bunları
yaratan Allah (c.c.) kulunun geleceğini mi bilemeyecek ?[/b]

Çevrimdışı kardelen

  • *****
  • Join Date: Nis 2008
  • Yer: Hatay / İskenderun
  • 3198
  • +238/-0
  • Cinsiyet: Bay
Ynt: Gençliğin imanını sorularla çaldılar
« Yanıtla #26 : 28 Ekim 2009, 17:41:33 »
[b]KAZA VE KADERE GELİNCE
Kader: Cenab-ı Hak tarafından bütün eşyanın, kâinatın ve hadiselerin ezelden
(yaratılmadan evvel) hallerinin, vasıflarının, sebeplerinin ve şartlarının zaman ve
mekanlarıyla hudutlandırmasıdır.
Kaza: Ezelden taktir olunan şeyin takdir gereğince varlık alemine çıkarılması
(yaratılmasıdır). Kaza ve kader kelimeleri, lügat manaları bakımından birbirinin aynı
olduklarından bazen kaderin yerine kaza, kazanın yerine kader dendiği olur. (175)
Mesela: Bir astronomi alimi, ayın ne zaman tutulacağını yazar, bu kaderdir. Ay'ın, o
gün, o tarihte tutulması da kazadır. Şimdi soruyorum, Ay, astronomi âlimi yazdı diye
mi tutuldu, yoksa Ay'ın tutulacağını âlim bildiği için mi yazdı? Elbette Ay'ın
tutulacağını bildiği için yazdı.
Konunun daha iyi anlaşılması için biraz daha bahsedelim.
İnsanın, diğer yaratılmışlar arasındaki müstesna yeri ve yaptıklarından dolayı sorumlu
olma durumu onu takdir bakımından da diğer yaratılmışlardan ayırır. Tabi (mecbur
kılan bir kader) yerine, iradesine bağlı olarak yürüyen bir kaderi vardır. Şayet, insanın
iradeye bağlı işlerinde de kaderin mecbur eden bir hükmü cereyan etseydi, o zaman
insandan diğer varlıkların hiç birinden istenmemiş olan yüce vazifelerin bir tanesini
bile istemek adalet
(175) İslâm'da İrade, Kaza ve Kader - Ahmet Lütfi Kazancı. 178
anlayışına uymazdı. Bundan dolayı diyor ki; insan iradeye bağlı işlerde kendi kaderini kendi tayin eder. Yani kendi hür iradesi ile isterse iyi tarafını, isterse fenalık tarafını seçer. İyiyi isteyen kötüye sevk edilmediği gibi, fenayı isteyen de (şayet Allah'ın hususî bir ikramanı uğramazsa) iyiye sevk edilmez. Kur'an-ı Kerim'de: "İnsan için çalıştığından başka hiçbir şey yoktur, çalışmasının semeresi (neticesi) de yakında görülecektir."(176) buyuruluyor. Allah, insanların ileride ne yapacakların bilip yazmamış mıdır? Bu soruya verilecek cevap müsbettir Yani: Evet, Allah (c.c), bütün insanların hayatlarında yapacakları her şeyi en ince noktasına kadar bilir ve yazmıştır da... Ancak O, bizim irademizi hür olarak kullanmamız neticesi neler yapacağımızı bilmiştir. Bilmese zaten Allah olması mümkün olur muydu? Bizim bu şekilde hareket etmemiz ise onun bilmesinden değil, bizi irademizle serbest kılmasındandır. (177) Biri insan iradesine bağlı olan, diğeri insan iradesine asla bağlı olmayan iki türlü kader vardır. Bunlardan insan iradesine bağlı olan kadere; Kader-i muallak, diğerine ise; kader-i mübrem denilir. Kader-i Muallak: Kendi irademize bağlı olduğu içindir ki, hakkımızda iyi şeyler diler ve ona göre hareket edersek Allah onu yaratır. Fena şeyler diler ve öyle hareket edersek, onu yaratır. Ne ekersek onu biçeriz. İlahî bir kaidedir ki, buğday eken ancak buğday alır, arpa eken ancak arpa alır, buğday alamaz. "Kim zerre ağırlığında hayır işlerse, mükâfatını görür. Kim zerre ağırlığınca şer işlerse, cezasını görür."
((176) Necm: 39-40. 177) Buhari-Müslim, İslâm'da irade, Kaza ve Keder - Ahmet lütfi Kazancı, Kader-i Mübrem: İnsan iradesinin ve kudretinin dışında kalan hadiselere ait kaderdir. Bize göre birden bire meydana gelen afetlerin neticesi olan zarar ve ziyanlar, fırtınalar, depremler, ölüm halleri.. Bazılarımızın cılız, hastalıklı, sağlam bünyeli olarak yaratılışı, gelecekte olacak hadiseler, ne zaman, nerede öleceğimiz, kıyametin ne zaman kopacağı gibi, Bu kısım kaderden bahsetmeyi Resulullah efendimiz nehyetmiştir. Kendisine: "Kıyamet için ne hazırlığın var" suali sorulduğunda, bilinmeyeceğini, bilinmesinde bir faide olamayacağını anlamak, anlatmak istemiştir. Bazı kimselerin inancına göre: Allahu Tealâ, kulun iradesine ne olursa olsun, onu dilerse hidayet erdirir, dilerse dalâlette bırakır. Bu fikrin tamamen yanlış olduğundan şüphe yoktur. Hakikat şudur ki, Allah (c.c), hidayeti isteyene hidayet, dalâleti isteyene dalalet yollarını açar. Hiç bir insan zorla dalâlete sürüklenmiş değildir. Kullarına son derece merhametli olan Allah (c.c), bir kimseyi Müslüman yapmak için bile zorlamaya razı olmaz. Aşağıda okuyacağımız iki ayet meali bize Müslüman yapmak için dahi zorlamanın olamayacağını gösterir. "Sen iman etmiş olsunlar diye insanları zorlayıp duracak mısın?"(178) "Dinde zorlama yoktur. Hakikat, iman ile küfür apaçık meydana çıkmıştır. Artık kim şeytanı tanımayıp da Allah'a iman ederse, o,.muhakkak ki, kopması mümkün olmayan en sağlam kulpa yapışmıştır. Allah hakkıyla işitici, kemaliyle bilicidir. "(179) Hakikat böyle iken, Allah'ın bir kimseyi zorla dalalette bırakacağını düşünmek en büyük hatadır. Böyle düşünmek, "Allah, kullarına zulmetmeyi istemez. "(180) bu
(178) Yunus: 99.
(179) Bakara: 256.
(180) Gafır Suresi: 31

yuran Allah'ın, zulüm yaptığını söylemek olur. Bu ise ancak cahillere yakışan bir sözdür. Aşağıda okuyacağımız ayetlerde, ancak Allah'a itaat eden, hidayeti isteyen kimselerin hidayete erdirildiğini; Allah'a isyan edenlerin, fena yollara sapanların, hidayeti bırakıp dalâleti seçenlerin, dalâlette bırakıldığını göreceğiz. 1) "Kim Allah'a sımsıkı tutunursa, muhakkak ki, doğru bir yola erdirilmiştir."(181) 2) "Artık, hidayeti kabul eden kendi faidesi için kabul etmiş, sapkınlık eden de yalnız kendi zararına sapmış olur..." (182) 3) "Allah'a ve ahiret gününe imanda sebat eden hiçbir kavmin, Allah'a ve Rasulüne muhalefet eden kimselerle -velev ki onlar, bunların babaları, ya oğulları, ya biraderleri, yahut soysopları olsunlar- dostlaşacaklarını göremezsin. Onlar, o kimselerdir ki, Allah imanı kalplerine yazmış, bunları kendinden bir ruh ile desteklemiştir..." (183) 4) "Ama kim (Allah yolunda) verir, Allah'tan korkarsa, en güzel olanı (İslâm dinin) tasdik ederse ona en kolay için (cennete götürecek amel, ahlak için) kolaylık veririz. Kim de cimrilik eder, kendini müstağni görürse, en güzel olanı yalan sayarsa, Biz de ona en güç olanı (cehenneme ulaştıracak amel ve ahlâkı) kolaylaştırırız." (184) Bu ayetlerde Allah'ın hidayetinin, iradesini iyiye kullanan, Allah rızasına uygun ameller yaparak hidayete hak kazananlara ulaştığı açıkça anlatılmaktadır. Bu ise ehl-i sünnet imamlarının (insan diler, Allah yaratır) demelerinden başka bir şey değildir. Burada da, insan hida
(181)Âl-i İmran:101.
(182) Yunus: 108.
(183) Mücadele: 22.
(184) Leyi: 5-10.
181
yeti, yani doğru yolu dilemekte, Allah ise kulun dilediği hidayeti yaratmaktadır. Bazılarının,
"Allah'ın (c.c.) hidayeti ermedikçe bir kimsenin hidayet ulaşması mümkün değildir" gibi
sözlerine önem vermek doğru değildir. Şayet bir kimsenin İslâm olmak istediği ancak
olamadığı söylenirse, bu onun tam bir istekle istemediğinden dolayıdır. Yoksa, hidayet
isteyen kuluna hidayeti Allah'ın (c.c.) vermediğinden değil.
Şimdi de dalâletin de kulun isteğine bağlı olduğunu anlatan ayetlerden bir iki örnek verelim:
1) "Semada gelince biz onlara hidayeti (doğru yolu) gösterdik. Ama onlar, körlüğü hidayete
tercih ettiler "(185)
2) "İşte Allah (c.c), haddi aşan şüphecileri böyle dalalette bırakır (şaşırtır)." (186)
3) "Onlar, o kimselerdir ki, hidayeti bırakıp dalaleti (doğru yolu bırakıp sapıklığı) satın
almışlardır. Demek alışverişleri onlara kazanç sağlamamış, onlar doğru yolu da
bulamamışlardır." (187).
4) "Allah onunla (getirdiği misal ile) bir çoğunu sapıklığa, birçoğunu da hidayete erdirir,
onunla fa sıklardan başkasını şaşırtmaz." (188)
Bu ayetlerden de anlaşılmıştır ki, Allah (c.c) bir kimseyi dalalette bırakıyorsa, gelişi güzel bir
seçimle değil, dalâlete hak kazanmış, Allah yolundan kendi istekleriyle yüz çevirmiş,
iradelerini şer yolunda kullanmakta devam etmiş olanlara aittir.
(185) Fussilet: 17.
(186) Mümin: 34.
(187) Bakara: 16.
(188) Bakara: 26.[/b]

Çevrimdışı kardelen

  • *****
  • Join Date: Nis 2008
  • Yer: Hatay / İskenderun
  • 3198
  • +238/-0
  • Cinsiyet: Bay
Ynt: Gençliğin imanını sorularla çaldılar
« Yanıtla #27 : 28 Ekim 2009, 17:42:02 »
[b]ALLAH'IN HER İŞİNİ AKLIMIZIN SINIRLARI ALMAZ, AKIL ONA YETMEZ 182 SORU: Öldükten sonra nasıl dirileceğiz? CEVAP: Bu sorunun altında da Allah'ın (c.c) gücünü inkâr etmek yatar. Çünkü, madem Allah var, var olduğuna göre de, Allah'ın Allah olabilmesi için her şeye gücü yetmesi lâzım.Allah'ın her şeye gücü yeter. Öyle ise, bizi yoktan var eden Allah, öldükten sonra, bizim varolan elementlerimizden daha kolay yaratır, diriltir. Allah'ın kanunlarını ihtiva eden mukaddes kitabımızda da, Allahu Tealâ: "öldükten sonra diriltmek, bizim için, ilk yaratmaktan daha kolaydır." buyurmaktadır. Şimdi gelelim sorunun mantıkî cevabına: Hekimoğlu İsmail ahimizin bu konuda yazmışolduğu "Ölüler Diriliyor" isimli kitabını çok beğendiğimden, önce ondan nakiller yapacağım. Evet, Hekimoğlu abimiz şöyle diyor: "Artık, resimli romanların, kabartma haritaların bulunduğu bir devirde yaşıyoruz. Resime ve kabartma haritalara bakma yerine, acaba doğrudan, doğruya kâinata bakıp, onu bir kitap kabul edip, okuyamaz mıyız?" İşte bu noktadan hareket ederek, kâinat kitabını okumaya karar verdik. İlkbaharda her taraf yemyeşildir. Biz, bir buğday tar183 lasını ele almak istiyoruz. Yeşil buğdaylar her geçen gün olgunlaşmaya ve sararmaya
başlarlar. Nihayet, buğdayın olgunlaştığı ve biçilmesi gerektiğine karar verilir. Buğdayın olgunlaşmasını, onun ölmesi manasında kabul edebiliriz. Fakat sizler, "Olgunlaşan buğday ölmedi" dersiniz, biz de bunu kabul eder ve buğdayların biçilmesini bekleriz. . Biçilen buğdayın öldüğünü kabul edebilirsiniz. Fakat, bu buğdaylar, daha birkaç kere öldürülecekler. Şöyle ki: Biçilen buğdaylar, harman yerinde toplanır. Saman ve taneye ayırma işlemleri yapılır, taneleri, çuvallara doldurularak, değirmene götürülür. Değirmende un haline getirilen buğdaylar, artık ölmüştür. Biliyorsunuz, undan hamur, hamurdan da ekmek yaparız. Böylece un haline gelen buğdayı hamur halinde yoğurur, biz de onu ateşe sokar, pişiririz. Artık, buğdayların defalarca öldüğü herkes tarafından anlaşılmıştır. Şimdi bu ölü buğdaylar nasıl dirilecek, ona dikkat edelim. ÇİFTLİK HAYATI Yeni evli, genç karı kocanın balaylarını büyük bir çiftlikte geçirdiklerini tasavvur ediyoruz. Bunun için kendilerine müracaat edip, diyoruz ki: "Bu çiftlikte dilediğiniz gibi gezer, dilediğiniz gibi eğlenebilirsiniz. Sizlerden istediğimiz, sadece ekmek yiyip, su içmeniz olacaktır. Onlar da bu isteğimizi kabul edip, belirli bir zaman için, bu şekilde hayatlarını devam ettirecekler. On ay boyunca sadece ekmek yiyip, su içen ve başka bir şey yemeyen karı kocayı, şimdi tetkike koyuluyoruz. Bakıyoruz ki, bu karı-kocanın tırnakları uzamış. Demek ki, yenen ekmek tırnak haline gelmiş . Yine bakıyoruz ki, bunların saçları da uzamış. O zaman anlıyoruz ki, ekmek kıl haline gelmiş. Karı-kocanın pek zayıflamadıklarını gö-184

rüyoruz. Öyle ise yenen ekmek, adalelerde, gözde, kemiklerde, kıkırdaklarda, sinirde, kanda, ciğerde ve vücudun bütün organlarında yerini almış, onların hayatiyetlerini devam ettirmiş. Şimdi düşünelim. Defalarca ölmüş buğdaydan yapılan ekmek, gözümüzün ihtiyacını nereden biliyordu ki, gitti de gözümüzün saydam tabakasında yerini aldı ve görme işimiz devam etti? Kulağımız olduğundan ve onun ihtiyacından haberdar mıydı? Ayağımızdaki kemiği, içimizdeki dalağı, nereden biliyordu ve bunun yerini nasıl buldu? Yine dikkat ediyoruz: Diş fırçası yapmak için milyonlarca lira değerinde kocaman fabrikalar kuruluyor. Bunun hammaddesi bilmem nerelerden temin ediliyor. Halbuki vücudumuzdaki kılları, toplu iğnenin başı büyüklüğündeki kıl hücreleri yapıyor, hammadde olarak da ekmeği ve benzeri şeyleri kullanıyor ki, bunların ölü şeyler olduğunu daha önce gördük. Kıl hücreleri sadece kıl yapmakla kalmıyor, bir de onları ölçüyor. Meselâ: Kolunuzdaki kılların boyunu ölçünüz, sonra onları tıraş ediniz. Birkaç ay sonra kolunuzdaki kılların büyüyüp, eski boya gelince büyümelerinin duracağını göreceksiniz. Halbuki başımızdaki kıl hücreleri böyle değildir. Onlar devamlı uzarlar. Kaşlarınızla saçlarınız birbirine ne kadar yakın. Kaşlarınız belli bir boya gelince durur, saçlarınız durmadan büyür. Sanki kaşlardaki kıl hücrelerinin metresi var. Onu uzatıp gereken ölçmeyi yaptıktan sonra; "Sen evvelce bu boydaydın, şimdi de böyle kalmalısın" demektedir. İNŞAAT İŞLERİ
Bir yere, çimento, taş, kum, demir, tuğla ve tahta gibi inşaat malzemesi doldursak bunlara hitaben: "Ey inşaat

malzemeleri haydi bir bina haline gel" derken, bizi duyan olsa ne der?
Başımızı bir başka yöne çevirsek, "Şu bina kendi kendine olmuştur" veya "Bu bina bir tesadüfün sonunda meydana gelmiştir" desek, ne derece doğru konuşmuş oluruz? Yediğimiz gıdalar, vücut binasının inşaat malzemesi ise, bu malzemeyi belli bir plana göre inşa edecek mühendise, ustaya ve ameleye ihtiyaç yok mu? Ekmek hammaddesini alıp, hücre gibi küçücük fabrikada kıl yapan usta kimdir? ÇAMURDAN OLAN İNSAN Çiftlikteki genç evlilerimizin bir çocuğu dünyaya geldi. Halbuki bu genç evliler, onaydan beri ekmek yiyip, su içtiler. Öyle ise, nasıl oldu da defalarca ölen buğday, cins harman şekline geldi ve bu da bir çocuğun, yani insanın vücut bulmasına sebep oldu? Yine dikkat edersek, başak, balçık (toprak) yemekte, bize buğday gibi güzel ve lezzetli bir gıda vermektedir. Madem ki buğday topraktan ve cins harmanlar da buğdaydan meydana geldi, öyle ise, insanın cesedi de toprağa aittir. Bu halin Adem aleyhisselamın yaratılışı ile bir alâkası yoktur. O, doğrudan doğruya halkedilmiştir. Adem aleyhisselamın nesli ise, vücut bakımından toprak ve gıdalar silsilesine bağlı, ruh yönü ile ervah alemine irtibatlıdır.Ölmüş buğdaylar insan vücudunda, insan olarak meydana gelirken yine inşaat ve mühendis meselesini unutmamamız gerekir. Çünkü, bir kalp mütehassısı, hastanın göğsünü açıyor, kalbinin kapakçık veya kulakçığını tedavi ediyor. Bu doktoru göklere çıkarıyorlar, öve öve bitiremiyorlar. Doktoru, bizler de takdir ederiz. Fakat doktoru takdir edenler, kalbi yapanı unutmamalıdır. Nasıl ki, doktorun eli, insan göğsünün içine girip, kalbi tedavi ediyorsa, daha evvel birinin içimize girip kalbi inşaa etmesi gerekir. Aksi halde, çocuğun kalbi benim kalbime benzemezdi. Çok küçük olan cinsî hormon hücresinin içindeki yine çok küçük olan kromozomlar ve bunların da üzerinde bulunan genler, bir insanın bütünplanını ve programını taşıyamazdı. Öyle ise, bu kadar küçük bir şeye, bir insanın vücut yapısını kaydeden âlimi düşünmek ve ona iman etmek, ona itaat etmek zorundayız. Bir yanda ölmüş buğdaylardan yapılan ekmekler, öte yanda mikroskopla görülecek kadar küçük olan hormon hücresi... Bunlardan bir insan meydana gelecek... Bu insanın iki kolu birbirine eşit olacak. Bu insanın iki gözü ve iki kulağı birbirine eşit olup, simetrik bulunacak... Bir heykeltraş, yaptığı heykelde simetriyi temin edip, uzuvları birbirine eşit yapabilmek için ne kadar gayret sarfediyor ve ne kadar ölçme ve biçmeler yapıyor? İnsanın uzuvlarını ölçen kim? Resim yapan bir kimse, iki gözü birbirine eşit ve benzer yapabilmek için gayret sarfederken, gözlerimizin eşit ve benzer olmasını bir tesadüfün eline verebilir miyiz? Ressamı takdir edenler, ressamı yaratanı takdir edip, ona itaat etmeleri gerekmez mi? Heykeltraşlara hayran olanlar, kendi yapılarına hayran olup, kendilerini inşa edeni aramaları gerekmez mi? Düşününüz. Nasıl olur da ölmüş buğdaylardan sinirler, damarlar, al ve akyuvarlar, sonra bağırsaklar, ciğerler ve kemikler meydana gelir?Ölmüş gıdaları diriltip insan haline getiren, elbetteki 186 187 insanı öldürüp tekrar diriltebilir. Çünkü, herşeyin ilki zordur. Madem ki, insanlar, halen ölü gıdalardan meydana geliyor. Madem ki, bunu başaran birisi vardır, öyle ise aynı kudret sahibi, insanı öldürür ve diriltir. Çünkü, buğdayı öldürüp diriltmektedir.Öyle ise, insan cenazesi bir buğday tohumu gibi toprağa girecek, âhiret aleminde yeşerecektir. KİM TOPLAR? Denebilir ki, insan ölünce çürür, hücreleri dağılır, atomlar haline gelir ve bitkilere intikal
edebilir. Bu kadar dağılan insan zerreleri, nasıl toplanıp, bir araya getirilip ve mahşerde ceset ayağa kalkıp, hesap vermeye hazır olabilir? Kainat kitabını dikkatle okuyup, anlamaya çalıştığımızda, şu anda üzerimizde taşıdığımız vücudumuzu teşkil eden gıdaların, dünyanın dört bucağından toplandığını hemen anlarız. Misal olarak, çiftlikteki misafirlerimize ekmek yedirip, su içirmiştik. Şimdi tarladaki buğdayı düşünelim. Bu buğdayın tohumu nereden gelmiştir? Buğdayı tarlaya ektik, gübrelemek gerekir. Gübre, hayvan gübresi ise, hayvanlar nerelerde otlamıştır? Gübreler nerelerden toplanıp getirilmiştir? Şayet gübre kimyevi ise, o zaman bu gübrenin hammaddeleri nerelerden geldi?.. Vesaire...Öte yandan içtiğimiz suyun kaynağı nerede ve biz neredeyiz? Bu sular, kaç defa gökyüzüne çıkıp, yere, oradan yerin bilmem kaçıncı katına geçti? Tekrar dönüp, bize nasip oldu. Eliyle koymuş gibi iç organlarımızda dolaştı, onların ihtiyaçlarına cevap verdi ve bizi besledi. , Bizim, Hollanda'nın peynirini yediğimiz ve Ameri188 ka'nın süt tozunu içtiğimiz de oluyor. Dikkat ediyor musunuz, gıdalarımız nerelerden gelip,vücudumuzu teşkil ediyor? Madem ki, şu anda güneşten gelen ışınlar, bilmem ne dağından esen hava, benim beslenmeme yardımcı oluyor. Madem ki, denizlerin derinlerinde de olsam, dağ başlarında da olsam, güneş kadar uzak mesafede de olsam, yine zerrelerim bir araya gelir ve ben cesedimle birlikte kalkıp, haşirde dünyanın hesabını vermeye hazır olabilirim. Beni yaratan, benim beslenmemi temin eden, bu işi daha kolaylıkla yapar, buna inanıyorum." (189) Bütün ideolojiler (İslâm'ın dışındaki bütün sistemler ideolojidir), insanlara öldükten sonra dirilmeyi unutturmak ve inandırmamak gayretindedirler. Düşünün. Bir insanın, anası, babası,eşi, kardeşleri, evladı ölse hali ne olur? Mahvolur... Perişan olur, yıkılır. Öldükten sonra dirilmeye inancı yoksa, delirebilir de. Fakat öldükten sonra dirilmeye inancı olan biri, "Nasıl olsa ben de gittiğimde onları göreceğim" diye teselli olur. Yalnız, öldükten sonra dirilme inancı, insana teselli bakımından yeterli değildir. İslâm'ı, Allah'ın emrettiği şekilde yaşamasılazım ki, tam teselli olabilsin. Fakat, zalimler, insanları Allah'tan ayırdılar. Ölümü bir müddet için unutturabilirler, fakat saçlar dökülüp bel büküldükten, eller kırıştıktan sonra o insana ölümü kimseler unutturamaz.
Ölüm... Ah... Ölüm!
Yaprak nasıl düşerse akıp kaybolan suya
Ruh da öyle yollanır uyanılmaz uykuya.
(189) Ölüler Diriliyor - Hekimoğlu İsmail. (Bu kitabı mutlaka okuyunuz. Hacim bakımından ufak, ilim
bakımından büyük bir kitaptır.)A[/b]

Çevrimdışı kardelen

  • *****
  • Join Date: Nis 2008
  • Yer: Hatay / İskenderun
  • 3198
  • +238/-0
  • Cinsiyet: Bay
Ynt: Gençliğin imanını sorularla çaldılar
« Yanıtla #28 : 28 Ekim 2009, 17:42:34 »
[b]189
Evet, burada artık uyanılmaz. Çünkü, ebedi alem doğmuştur.
Öldükten sonra dirilmeğe inanmak kolay, fakat nefsi ölüme inandırmak çok zordur.
Onun için de tek önderimiz Hy Peygamber (s.a.v): "Ağzınızın tadını bozan ölümü
çokça hatırlayınız" buyurmaktadır. Müslümanca yaşayan, yani Allah'ın (c.c)
emirlerini tutmaya çalışan bir insan için:
"Ölüm güzel şey, budur perde ardından haber Hiç güzel olmasaydı, ölür müydü peygamber?" (190)Ölüm deyince aklıma bir hanım geldi. Üsküdar vapur iskelesinde bekliyorduk. Bankın üzerinde bir kadın oturuyordu. Kadın, dertli birine benziyordu. Yaşı da bir hayli vardı. Kafasına bere örtmüş, gözü yaşlı olmasına rağmen makyajını ihmal etmemişti. Bir ara, dikkatlice bana baktığını farkettim. Ben de ona bakarak başımla selam verdim (baş ile selam vermek dinimizce caiz değilmiş, o zaman bilmiyordum), gülümseyerek selamımı aldı. Eliyle, yanıma gel, işaretini verdi. Ben de gittim.

Evladım gel bakalım şuraya otur, dedi. Ve ben de gösterdiği yere oturdum.

Söyle bakalım evladım, niçin kapandın?

Allah'ın emirlerini çiğnememek için.

Allah böyle mi emrediyor yavrum?..

Evet teyzeciğim.

Allah'ı seviyor musun?
(190) Çile - Necip F. Kısakürek. 190

Hem de çok seviyorum. Hatta o kadar ki, O'nun yolunda ölmeyi, Ona kurban
olmayı istiyorum (Eğer nefsim beni aldatmıyorsa.)
Ağlamaya başlayan teyze

Yavrum, nasıl sevdin Allah'ı bu kadar? Bana da anlat ne olur. O'nu sevmeye çok
ihtiyacım var. Sevdiklerim gittiler!..
Teyze anlatırken ağlıyordu. Teyzenin içten ağlaması beni de ağlatmıştı. Teyzenin
Allah'a ne kadar ihtiyacı olduğunu yeni anlaması ve çok perişan olması dikkatimi
çekti. Teyzenin hali, yavruları avcılar tarafından vurulan ceylana benziyordu. Birkaç
dakikalık konuşmanın teyzeyi tatmin etmeyeceğini bildiğim halde, yine cevapladım:

Teyze, Allah'tan başka dost yoktur. İnsanlar ile olan dostluk, insanlar ölünce biter.
Fakat, dünyada da, ahirette de Allah, gerçek müslümanların dostudur. O'na
herşeyimizi borçluyuz. O bizim tek sevdiğimiz, tek mabudumuzdur. Ona aşık olmak
insanı bütün dertlerinden, sıkıntılarından kurtarır. Ona aşık olmasak bile, onu
sevenlere aşık olmalıyız.
Teyze ağlayarak:

İyi ama yavrum, Allah beni bu yaştan sonra kabul eder mi? Gençliğimde Allah'ı
hiç anmadım, aramadım, bana dargın değil midir? Benim Ona gidecek yüzüm yok ki.
Beni anlıyorsun değil mi yavrum? Gençtim, güzeldim, öğretmendim, neşemi,
huzurumu kendimden bilirdim. Babam, annem, "Namaz kılın" dediği zaman onlara
kızardım. Ama şimdi durum çok değişti. Kocam öldü... Evet öldü. Gitti, beni almadan
gitti. Ardından oğlum da gitti, onları da çok özledim...
Hıçkıra hıçkıra ağlayan teyzeye:
191

Ağlama teyzeceğim, ağlama. Sen dön Allah'ına. Çal onun kapısını. "Senden başka
kimsem yok, beni kapından kovma ya Rabbi" de O kimseyi kapısından kovmamış.
Hatta Hz. Hamza'yı öldüren Vahşi'yi bile Allah affetmiştir. Sonra, ölen yakınlarını o
kadar çok düşünme. Oraya gidince onları sen de göreceksin. Bütün mesele, Allah'ın
emrini yerine getirmektedir. Siz Allah'ın emrini yaparsanız, onları, gidince sizi
karşılar bulursunuz.
Teyze düşüncelere dalmıştı.

Sahiden görecek miyiz evladım? Ah buna bir inanabilsem. Ne kadar mutlu
olurdum.. Hadi yavrum anlat...
...Bu arada gemi gelmişti. Teyze. "Yavrum gemide de yanıma otur ne olur" dedi.

Tabii! Teyzeciğim. Size bir şeyler anlatmak bana şeref verir. Önce siz söyleyin
bakalım, niçin öldükten sonra dirilmeyi aklınız almıyor?

Ne bileyim yavrum. İnsan çürüyor, bir daha nasıl dirilir? Aklıma yatmıyor. Bir
muallim arkadaşım vardı. O hiç inanmazdı. Bana da inanmamayı o öğretti. Şimdi
duydum ki, evlatları, onu, darülacezeye atmışlar. Kendini de, beni de son yıllarda
perişan edip, mutsuz etti.

Onu atan çocukları değil, Allah'tır, teyzeceğim. Bir Allah dostu der ki: "Allah
intikamını kulun eliyle alır, bunu bilmeyen ahmak kulundan geldi sanır."
İnanmamanızda, onun suçu olduğu gibi, sizin suçunuz da çok büyük. Kusura
bakmayın ama niçin İslâm'ı araştırıp öğrenmek için çalışmadınız?

Ne bileyim yavrum. O zamanlar, öldükten sonra dirilme yokmuş diye sevinmiştim
bile. Ama bugün inanmaya çok ihtiyaç duyuyorum. Sonum cehennem olsa bile,
kocamı ve oğlumu bir kere daha görmeye razıyım. Sen an
192
lat yavrum, anlat da biraz inancım gelsin.

Anlatayım teyzeciğim... Biz, bir zamanlar, bu dünyada yoktuk. Bir meçhulde yüzüyorduk. Ana karnı vasıtasıyla bu dünyaya geldik. Meselâ, siz dünyaya gelmeden önce neredeydiniz? Bizim konuşmalarımızı etraftan birkaç tane de hanım dinliyordu. Ben onların duymalarını isteğimden biraz seslice konuşuyordum. Teyzenin durumundan öyle etkilenmiştim ki, değil onların duymasını, bütün dünyaya duyurmak istiyordum."Duyun beni ne olur? Ölüm var, öldükten sonra dirilme var. Allah'a hesap verme var!.. Aldanmayalım yalan dünyaya" diye. Ama imkânım yok. Ya Rabbi görüyorsun halimizi, sen bize yardım et. (Amin) Kadın, 'önce neredeydiniz' sorusunu düşünmüş olacak ki:

Bilmem, dedi.

Teyze sizi meydana getiren maddeler, yani eleme: itler neredeydi?

Toprakta?

Bakın daha önce toprakmışsınız, kendiniz söylediniz.

Evet öyle.

Peki o zaman, topraktan nasıl insan oldunuz? __......?!!

Siz dünyaya gelmeden önce, sizi meydana getiren elementler (karbon, oksijen, hidrojen, fosfor, kükürt, azot, kalsiyum, magnezyum, demir, manganez, bakır, iyot,flor, kobalt, zink, silisyum, alaminyum) yine bu dünyada vardı. Yani sizi meydana getiren elementler, havada, suda toprakta, yiyeceklerde vardı. Annenin, babanın o yiyecek193 leri yemesiyle, havadan, sudan istifade etmesiyle, seni meydana getirecek olan elementler böylece annene, babana geçiyor. Babanda olan senin elementlerin, annende olan elementlerle beraber, annende birleşmesiyle sen dokuz ay ve on gün sonra dünyaya (meydana) geliyorsun. Sonra sen büyüyorsun, ihtiyarlıyor ve ölüyorsun. (İhtiyarlamadan ölsen de bir şey değişmez) Şimdi sen ölünce yok mu oluyorsun? Hayır... Asla... Ahirette tekrar diriliceksin. Şöyle ki: Nasıl ki sen, bu dünyaya gelmeden önce seni meydana getiren elementler suda, havada, toprakta, yiyeceklerde vardı. Ve bu elementler Allah'ın bilgisi altında, Allah'ın izniyle annende, babanda toplandı ve tekrar seni meydana getirecek elementlerin hepsi annende toplanıp, dokuz ay on gün sonra sen meydana geldinse, seni meydana getiren elementler de yok olmadı. Onlar yine havada, suda, toprakta yiyeceklerde mevcut duruyor. İşte Allahu Teala, ahirette diriltmek istediği zaman bu elementlere bir emir verip hepsini bir araya toplar ve seni diriltir, ölmüş bir çekirdeği topraktan dirilttiği gibi. Hem Allahu Tealâ, Kur'an-ı Kerim'inde: "Benim için öldükten sonra diriltmek, ilk yaratmaktan daha kolaydır" buyurmaktadır. Bu arada iki hususu da belirteyim. Birincisi: Seni meydana getiren elementleri havadan, sudan, topraktan, yiyeceklerden alıp, annende toplayan ve annenin karnında sana, göz, kaş, kemik, akıl, kalp, kollar, bacaklar yani bütün azalarını takan şuurlu bir varlığın olması lâzım. O da Allah'tır. Çünkü, bu muazzam fabrikayı, yani senin vücudunu şuursuz, akılsız bir varlık (tabiat) yapamaz veya kendi kendine var olamaz. İkincisi: 'Allahu Tealâ Kur'an'ında: "O'nun delillerinden biri de sizi topraktan yaratmasıdır. Sonra hemen bir beşer olarak (yeryüzüne) 194 yayılırsınız." (191) "İsa'nın durumu, Adem'in durumu gibidir, onu topraktan yarattı, sonra "ol" dedi, oldu."(192). "O sizi çamurdan yarattı, sonra bir ecel tayin etti. Belirli
bir ecel O'nun katındandır. Sonra bir de şüphe edersiniz."
(193) "İnsanı, pişmiş çamur gibi kuru balçıktan yarattı."
(194) Bunlarda ve daha başka ayet-i kerimelerde insanın topraktan yaratıldığını söylenmektedir. Modern ilim de ispat etmiştir ki, insan vücudu, toprağın ihtiva ettiği elementlerden, yani karbon, oksijen, hidrojen, fosfor vesaire gibi elementlerden meydana gelmiştir. İşte bu durum gösteriyor ki: Kur'an-ı Kerim ilmin yeni bulduğu şeyi 1400 sene önce söylemesinden dolayı bir mucize ve Allah tarafından gönderilen bir kitaptır. Aynı zamanda okuma yazmasını bilmeyen bin insan olan Hz. Muhammed'in (s.a.v.) bunu söylemesi, onun peygamber olmasındandır. Evet teyzeciğim, biz, Allah'ın (c.c.) kudretini aklımızla çözemeyince tekrar diriltemez sanıyoruz. Halbuki Allah için zor hiçbir şey yoktur. Size bir şiir okuyayım mı teyze?

Elbette yavrum... Sana nasıl teşekkür edeceğimi bilemiyorum. Dünyaya bakış açımı değiştirdin, gönlüme su serptin.

Siz, iyi niyetli olup, çok bunaldığınızdan Allahu Tealâ bizi karşılaştırdı. Bir beyit vardır: "Allah, gariplerin dostudur, garipler Onu dost kabul ederlerse." Bakın, şair, dünyayı bir rüyaya benzeterek demiş ki:
(191) Rumuz: 59. (192)Âl-i İmran:59.
(193) En'am: 2.
(194) Rahman: 14. 195
Uzun bir uykudan kalkıp bir sabah Baktım ki, yepyeni odamda eşya Çocuktum evim
bu değildi... Eyvah! Gördüğüm değildi, bildiğim dünya.
Ellerim bir kanat gibi titrekti, Tutmasam, gözümden yaş inecekti. Bir şey beni götürüp
aynaya çekti, Oradaydı gecenin esrarı güya.
Sordum etrafıma, ne oldu, ne var? Nedir suratımda bu çukur yollar? Sanki yaşamaya
güvenim kadar Büyük bir şey çaldı benden o rüya...(195)
Bu arada vapur geldi. Durumunu Allah'tan başka anlayacak kimsesi kalmayan teyze,
vapurun gelmesine kızarak: "İstediğim zaman gelmezsin" diye söylendi. Çünkü, teyze
daha konuşmamı istiyordu.
Anlatsam uzun sürer, onun için kısa kesiyorum. Yanımda bulunan "Ölüler Diriliyor"
kitabını teyzeye verdim. Namaz kılacağına, Allah'ın emirlerini tutacağına söz verdi.
Ah, teyzeyi bir görseydiniz, nasıl sevinçliydi, sanki oğlunu, kocasını görmüş gibiydi.
"Demek onlar şu anda yaşıyorlar öyle mi?" diyordu. Bir ara: "Onları özlediğimi
söylesem beni duyarlar mı?" dedi. Ben de: "Orasını Allah bilir, Allah müsaade ederse
duyarlar" dedim.
Bu olayı şunun için anlattım. Öldükten sonra dirilmeyi, insanlara inandırmak
istemeyenler bu insanlara zulüm ediyorlar, işkencenin en acısını yapıyorlar. Bu işken
ce başka işkencelere benzemez. Bir insanın inancının yıkılması hayatın yıkılması,
mahvolması demektir. Ama bunu tatmayanlar bilemez. Dağı görmeyen nasıl çizsin
resmini?
Bir ölü çekirdeği diriltmekle, ölü bir insanı diriltmek arasında Allah (c.c.) için hiçbir
fark yoktur.
Nedense, öldükten sonraki âleme inanmak, müslümanlara çok kolay gelir an,
inanmayanlara imkânsız geliyor. Nedense dedim, çünkü, nedeni ortada, o da Allah'a
inanıp, inanmamaktır.
Aslında, ölüm, fevkalade dehşet verici bir olaydır. Saniyeler saatleri, saatler günleri
doldururken, nefesler de ömrü doldurmak ile meşguldür.
Bu dünya bir köprüdür. Bunu çok iyi bilmek lâzım. Bana bu sözü yıllar önce
söylemişlerdi. Fakat o zaman anlayamamıştım. Fakat şimdi yeni anlamaya başladım.
Allah'ın izniyle, "O önce size hayat veren, sonra sizi öldürecek, daha sonra sizi yine
diriltecek olandır. Hakikat şudur ki, insan çok nankördür." (196) ,
Burası, ayrılık yeri, âhiret de toplanma meydanıdır. Allahu Tealâ, kullarını imtihan için bu âleme getirdi. Her insan bu imtihandan geçecek, kimi sınıfta kalacak, kimi cennet diplomasını alacak. Dünyaya aldanıp, ahireti unutmamak gerekir. Dünya, çürük bir diş gibidir, onu çıkarmadan sahibine rahat yoktur. Dünyayı, ihtiyacımız kadar kabul edeceğiz.Gösteriş için, "desinler" için değil. Ah, şu "desinler" için eşya alıp çalım satanlar yok mu?... Bunların hali çok kötü ama bir idrak edebilseler. Şimdi bir pırlanta modası çıktı. Kendisi on kuruş etmeyen zavallı, 50-100 bin liralık yüzük takmak istiyor.
(195) Çile - Necip Fazıl Kısakürek.
(196) Hac: 66. 196 197 Böylece de gösterişi seven pis nefsini tatmin etmiş oluyor. Halbuki, o parmaklar toprakolacak, bundan haberi yok. Önemli olan, gerçek parmaklara pırlanta takmaktır. Zaten bütün kötülüklerin başlangıcı ölümü anlamamak değil mi? Bir cuma günü, Şişli Camii'nin yanından geçiyordum. Cemaat de cuma namazından çıkıyordu. Camiden çıkarı cemaat, cenaze namazı kılmak için hazırlanıyorlardı. Cenazeye bakarken, cenazeyi götürecek arabanın içinde şoförün oturup, sigara içtiğini gördüm. Cuma namazını kılmadığı belli idi.Yaklaşarak sordum:

Kardeş, size bir soru sormak istiyorum.

Buyurun.

Bakın siz bir cenaze götürüyorsunuz, sizi de bir gün başka bir şoför götürecek, bunu hiç
düşündünüz mü?
Adamcağız şaşırarak:

Hayır, dedi.

Evet, halinizden belli oluyor. Eğer düşünseyidiniz, cumaya gider, şu an elinizde sigara
olmazdı.
Yazık, hem de çok yazık, diyerek oradan ayrıldım. Ne hikmettir bilinmez. Ölümü, ne mezar
kazan, ne götüren ve ne de yıkayan idrak edebiliyor. Ölümü en güzel tasavvuf ehli anlıyor.
Allah hepsinden razı olsun.(Amin)
TABUT
Tahtadan yapılmış bir uzun kutu, Baş tarafı geniş, ayak ucu dar Çakanlar bilir ki bu boş tabutu Yarın kendileri dolduracaklar. (197)
(197) N. Fazıl Kısakürek.[/b]

Çevrimdışı kardelen

  • *****
  • Join Date: Nis 2008
  • Yer: Hatay / İskenderun
  • 3198
  • +238/-0
  • Cinsiyet: Bay
Ynt: Gençliğin imanını sorularla çaldılar
« Yanıtla #29 : 28 Ekim 2009, 17:43:01 »
[b]198
Ölmemek mümkün değil, Ama güzel Ölmek mümkün. İnsan Ölmeye görsün, Öldükten sonra.
"Artık ne bir nefescik,
Ne de bir kelimecik.
Soğuk kefen!.. İncecik
Bırakınız ne olur?
Evimde bir gececik"
Fayda vermez iniltiler
Gidenler hep böyle gittiler (198)
"Evet, mutlaka ölünecek. Fakat nasıl dirileceğiz?" diyenlere: "Allah (c.c.) nasıl isterse öyle"
deriz. O neye kadir değil ki?... İsterse yine şimdiki doğum gibi diriltir. İsterse lâle gibi, isterse
rüzgâr gibi, isterse direk gibi dimdik ayakta olarak diriltir. Nasıl diriltirse diriltir. Sen onu
anlamaya kadir değilsin. Çünkü, bir kez topraktan insan oldun. Sen bunu bile idrak etmekten
acizsin, aciziz.
İnsanoğlu altı dünya görecektir Bunun dördünü gördü, ikisini görmedi.
1) Ruhlar alemindeki dünya. (Hiç hatırlamıyoruz, fakat hatırlayan Allah'ın veli kulları vardır)
2) Ana karnında dokuz ay kaldığımız dünya. Bunu da hatırlamıyoruz. Sadece gelişi
görüyoruz.
3) Şu üzerinde yaşadığımız dünya.
4) Rüyalar alemindeki dünya.
5) Kabir alemindeki dünya. Bunu gidince göreceğiz.
(198) Mahkum Duygular - Emine Şenlikoğlu. 199 6) Mahşerde başlayan, ahiret âlemi dediğimiz yer. Burası, madde ile ruhun birleştiği sonsuz âlem. Bunu da görmedik. Ama ne önemi var, yaratıcısı söylüyor ya, nasıl bir yer (memleket) olduğunu. Eğer ona inanıyorsak, diyor ki: "O mahşer günü çok şiddetli bir gündür. Yalnız o günde Müslümandır huzura kavuşacak olan. O mahşer gününde defterini sağ ve öntaraflarından alanlar yaptığı amelleri görecekler ve "Şükürler olsun Rabbimize ki, iyi ameller işlemişiz." diyecekler. Amel defterlerini sol ve arka tarafından alanlar ise feryadı basacaklar ve "Aman Allah'ım dehşetli günü hatırlamadan nasıl böyle günahlar yapmışız" diyecekler, dövünecekler. O günün dehşetinden kişi kardeşinden kaçacak, ana babasından kaçacak, dostlarından, evlâtlarından, eşinden kaçacak(199). Yani, herkes herkesten kaçacak. Ne zamana kadar. Cennete girenlere ise müjdeler olsun; "Altından ırmaklar akan cennetlerde ebedî kalıcıdırlar." diye buyurmaktadır Allahu Tealâ. Bir kısım insanlar da cehenneme girerler. Kâfir olanları da cehennemde ebedî olarak kalırlar. Çünkü, Allah'ın mükâfatı büyük olduğu gibi cezası da büyüktür.Öleceğiz ve tekrar dirileceğiz. Bunu Allah (c.c) söylediği için tereddütsüz inanıyoruz.
"Dağı tanıyan nasıl bilmez uçurumu?
Madem ki yükseliş var, iniş olmaz olur mu?" (200)
Bu dünyadan gidiş olur da, diriliş olmaz olur mu? İyiliğe mükâfat olur da kötülüğe
ceza olmaz olur mu?... Adalet ne demektir? Hak edene hakkını vermek demektir. Ce
(199) Abese: 34-36.
(200) Çile - Necip Fazıl Kısakürek.
200
hennemi hak edene cennet verilir mi? Kardeşlerim, gerçeklerden kaçamayız. Biz kaçsak bile o bizi yakalar. O zaman, "Bu muydu sevdiğimiz dünya?" diyeceğiz. Çünkü, güzeli görmüş olacağız.
Güzel görünmeyince, kim tanır güzel nasıl Göreceksin mutlak ezelde güzel nasıl.
Ya Rabbi! Bizi gerçekleri anlayanlardan et. Sana inananlardan et. Bizi mahzun etme
ya Rabbi!... Sen ne söylemişsen doğru olan odur. İnandık, iman ettik. Taklidi imandan
tahkiki imana kavuştur bizi.
Bu soruya da velinimetimin güzel sözlerinden bir kaç tane eklemek istiyorum.
İnsan, ot gibi biter, sonra yiter zannetme.
Kim İslâm'ın içindeyse, o cennetin içinde demektir.
İslâm bizde yoksa, cennet de yoktur.
Şu an ölsen, ahiretle karşılaşacaksın.
Gidin ölülere bakın. Onları çürümüş bulacaksınız, ama ruhları çürümez. Ruhların yerini Allah gizledi. Sen onu bulamazsın.
Öleceğiz... Öleceğiz... Ne bulduk şu çaput dünyada.
Ölümü düşünmeyen insanın, dünya derdi çok olur.
Ölüm, insanın doğuşu kadar eskidir. Bu dünya, başka bir dünyaya giden trenin istasyonudur. Sen biletini ne tarafa almışisen o tarafa gidersin. Ölmeden ölümü anlayıp, İslâm'a çalışmalıyız. Bir nefescik canımız var, ona güvenmemeliyiz. 201
"İnsan çıyan, insan melek, insan canavar. Bilmez ki, içinde bir nefescik canı var."
(201)
"Ölüm caddesinde ilerledikçe Zaman kıvrım kıvrım bükülür gider. İnsan ihtiyarlar dünya döndükçe Yıllar arkamızdan dökülür gider."
"Bir lahza bir alev gibi Akmada canın ebede Göründü kuyunun dibi İşte atım sonseferde Gidişim hakka gidiştir Ölüp ölmemek iştir." (202) Kafir, ölmek için ölür, Müslüman dirilmek için ölür. Son olarak Kur'an-ı Kerim'deki öldükten sonra dirilmekle ilgili ayet-i kerimelerden birkaç tanesini yazarak bitirelim. "O (inkarcı) insan görmedi mi: Biz onu bir nutfeden yarattık. Şimdi de aşikâr bir mücadeleci kesiliverdi." (203) "(Nutfeden) yaratılışını unutarak bize bir de misal getirdi: Bu kemikleri kim diriltir, onlar çürüyüp dağılmışken ? dedi. "(204) "(Ey Resulüm) de ki: Onları ilk defa yaratan diriltir ve O, her yaratılanı tamı ile bilir."(205) "Gökleri ve yeri yaratan (Allah), onlar gibisini yaratmaya
(201) Yahya Kemal Beyatlı.
(202) M. Necati Bursalı.
(203) Yasin: 77.
(204) Yasin: 78.
(205) Yasin: 79.
202
gücü yetmez mi? Elbette buna gücü yeter. O her şeyi yaratandır. Her şeyi bilendir."(206) "Allah'ın şanı bir şeyin olmasını dilediği zaman, ona sadece ol demektir, o oluverir. "(207) "O halde her şeyin mülkiyet ve tasarrufu'kudret elindeolan Allah ne yücedir!.. (Öldükten sonra hep) O'na döndürülüp götürüleceksiniz."(208) İster onu dinle, ister dinleme. O sana değil, sen O'na muhtaçsın. O'na inanmayan kendisi kaybeder. Çok yakında göreceksin.
(206) Yasin: 81.
(207) Yasin: 82.
(208) Yasin: 83.
203[/b]