Gençliğin imanını sorularla çaldılar

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Çevrimdışı kardelen

  • *****
  • Join Date: Nis 2008
  • Yer: Hatay / İskenderun
  • 3198
  • +238/-0
  • Cinsiyet: Bay
Ynt: Gençliğin imanını sorularla çaldılar
« Yanıtla #10 : 28 Ekim 2009, 17:23:40 »
[b]SORU: Kuranın Allah tarafından gönderildiğine dair delil nedir?

CEVAP: A) Seninle Dünya dışına, yani Dünya'nın yaratılmadan önceki haline dönelim. Sen yoktun... Dünya da yoktu. Sonra kudretini hakkıyla bilemediğimiz bir yaratıcı Dünyayı yaratıyor. İçinde de milyarlarca insan yaratıyor. Yıllar sonra sen de geldin. Etrafına şöyle bir bakıyorsun, hayretten kendini alamıyorsun. Çünkü, insanın suya ihtiyacı var, su yaratılmış. Isıya ihtiyacı var, ateş yaratılmış. Havaya ihtiyacı var, hava yaratılmış. Vücudun vitaminlere ihtiyacı var, vitaminlere göre yiyecekler yaratılmış. Uykuya ihtiyacı var, uyku yaratılmış. Konuşmaya ihtiyacı var, dil yaratılmış. Yemeği çiğnemeye ihtiyacı var, dişler yaratılmış. Yemeği hazmedecek mide yaratılmış. Kokuya ihtiyacı var, burun yaratılmış. Bütün bunları görmemiz için pencereye ihtiyacımız var, iki tane göz yaratılmış. Velhasıl saymakla bitmez. Kısacası, insanın neye ihtiyacı varsa o yaratılmış... Şimdi soruyorum: Bütün bunlar niçin yaratılmış?.. Sebepsiz göz bile kırpılmaz da, bu kainat yaratılır mı? Elbette yaratılmaz. Peki niçin yaratılmış? Kainat, insan için yaratılmış. Peki insan niçin yaratılmış? Allah'a kul, kurban olması için. (Rabbim, sana kul olamadık, affet bizi.) Peki, anladık ki, bizi bir yaratan var. Şimdi yine soruyorum: Yaratan bizden ne istiyor? Biz bu dünyadan nereye gideceğiz ve bu dünyada nasıl kanunlar koyarak yaşayacağız?. Hayvanlar gibi kanunsuz, nizamsız mı yaşayacağız, yoksa sadece aynı görevi yapan melekler gibi mi yaşayacağız? İnsan eti yenecek mi, yenmeyecek mi? Adam öldürülecek mi, öldürülmeyecek mi? Evlenme, boşanma nasıl olup, miras nasıl dağıtılacak? Hukuk, ekonomi sistemi nasıl olacak? Aile sistemi, devletle halk arasındaki ilişkiler nasıl düzenlenecek? Kısacası, insanları dünyada huzura kavuşturacak nizam nasıl olacak? Hemen aklımıza bir soru takılıyor: "Niçin bizi yaratan, bu dünyada hangi kanunlar ile yaşayacağımızı bildirmemiş?" Hemen cevap alıyoruz. "Bildirmiş ya." Ne ile bildirmiş? 100 küçük, 4 tane büyük kitapla. Dört büyük kitabın sonuncusu Kur'an-ı Kerim'dir. Yani şu andaki insanların kıyamet kopuncaya kadar uyacakları kanunlar, Kur'an-ı Kerim'in kanunlarıdır. Eğer bu aleme kitaplar inmeseydi, insanlar yiyip, içmede, evlenme boşanmada, aralarındaki davranışlarda, halk ile devlet arasındaki vs. ilişkilerdeki kuralları, bütün herşeyi bilemezlerdi. Bir insanın gözlerini bağlasalar, Afrika ormanlarına bıraksalar. Sonra o adama gözükmeden oradan ayrılsalar. O insan gözünü açar açmaz; "Burası neresi?" diye hayrete düşmez mi? Elbette hayrete düşer. Aylarca, günlerce orada kalsa merakı daha da artar. Aynı şartlar altında, hanımını da getirseler, o da aynı merakla; "Bizi buraya kim getirdi?" diye sormaz mı? Elbette sorar. Bu sorular içersinde iken, birisi bunlara onbin sayfalık bir mektup getirse, getiren kişi de: "Bu mektubu, sizi buraya getiren kimse gönderdi. Niçin gönderdiğini teferruatlı bir şekilde bu mektupta açıklıyor" dese... Acaba bu iki insan, o mektubu başından sonuna kadar okuyup bitirmeden rahatça uyuyabilirler mi? Zevkle diğer bütün işleri yapabilirler mi? Velevki onlara bütün
rahatlıklar verilmiş olsun. Hayır, mutlaka okurlar, öğrenirler. Burası neresi, buraya
kim getirdi? Buraya getiriliş gayeleri nedir? Kendilerinden ne istiyorlar? Hem de
aşkla, zevkle okurlar, öğrenirler...
O halde sen; ey kardeşim, bir meçhuldan geldin. Seni, bilmediğin bir yere getiren var.
Getirenin de, seni niçin o meçhulden bu dünyaya getirdiğini açıklaması lazımdı. Bunu
da sana Kur'an'ı Kerim ve peygamberimiz Hz. Muhammed'in sünneti ile açıklayıp
bildirmiştir...
Eğer Allah (c.c.) Kur'an-ı Kerim'i göndermeyip; "Ey kullarım! Ben sizi yarattım ama
size nasıl hareket edeceğinizi bildirmedim. Fakat size akıl verdim. O akıl sayesinde
nasıl hareket edeceğinizi siz kendiniz bulun" demiş olsaydı, o zaman, şimdi olduğu
gibi bazı insanlar, Kapitalizmi, bazısı Sosyalizmi, bazısı Komünizm'i, bazısı krallığı,
bazısı şahlık sistemini bulacak ve her birisi insanların huzurunun kendi görüşlerinde
olduğunu söyleyecek ve fikirlerini kabul ettirmek için insanlara baskı yapmaya
başlayacaktı. Böylece de dünyada huzur kalmayacaktı.
B) Cevabın bu kısmı, hem Kur'an'ın Allah (c.c) tarafından geldiğine, hem Kur'an'ın
mucize oluşuna, hem Kur'an'da modern ilimle ilgili ayetler, hem de Hz.
Muhammed'in (s.a.v) peygamber olduğuna dair olacaktır.

KAİNATIN YARATILIŞI
1 — SIVI HALİ: Gökler ve yerler yaratılmadan önce, Allah'ın saltanat arşının su
üzerinde olduğu; "O'nun arşı su üzerinde idi" (33) ayeti ile ifade edilmektedir.
2 — GAZ HALİ: Atomların ana maddesi ve tarlası diyebileceğimiz, bu sıvı madde
de gaz haline getirildi. Bu durumu, "Sonra göğe yöneldi. O duman halinde idi"(34)
ayeti ifade etmektedir.
3 — SİSTEMLERİN YARATILIŞI: Başlangıçta çok sıcak bir duman bulutu
halinde olan bu gaz kütlesinin zamanla parçalara ayrılıp nebülözleri, Galaksileri,
Güneş sistemlerini meydana getirecek şekilde geliştirildiğini; "İnkar edenler,
görmediler mi ki, önceleri gökle yer bir idi. Biz onları ayırdık ve canlı her şeyi sudan
yarattık... İnanmıyorlar mı?"(35) ayetinden anlıyoruz.

DÜNYA'NIN YUVARLAKLIĞI

1 — "Ey cin ve insan topluluğu! Göklerin ve yerin kuturlarından geçmeye gücünüz yetiyorsa haydi çıkın. Çıkamazsınız, ancak bir imkan ile çıkabilirsiniz."(36) Ayetteki 'kuturlar' tabiri bilindiği gibi çaplar demektir. Çap, yuvarlak bir şekil olduğuna göre, hem göklerin, hem dünyanın yuvarlak olduğu anlaşılır. Einstein'e göre, kainatta her şey, kainata tabi olarak küreseldir. Ondan yediyüz sene önce yaşamış olan Muhyiddin ibn Arabî ise, Fütuhatın birinci cildinde aynen şöyle der: "Allah, kemal sahibidir. Kainatta kendi kemal sıfatını göstermiş, gökleri mükemmel yaratmıştır." Mükemmel şekil küredir. Onun için Allah kainatı küreler şeklinde yaratmıştır.
(33)
Hûd: 7.
(34)
Fussilet: 11.
(35)
Enbiya: 30.
(36)
Rahman: 33.
2 — "Bundan sonra arzı yapıp düzenledi, ondan suyunu ve otlağını çıkardı." (37) "Allah geceyi gündüze dolar, gündüzü de geceye dolar" (38). Ayetlerindeki 'daha' fiili yapıp düzenlemek' anlamına geldiği gibi 'deve kuşunun yumurtlama yeri, udhiyye, uhuvve, yuvarlak taş ve ceviz atmak' anlamına gelen dahu' mastarıyla da alakalıdır. Arapça'da bir fiilin iki değişik anlama gelebilmesi özelliğinden faydalanılarak, Dünya'nın yuvarlak olduğu anlatılmaktadır. Ayrıca ikinci ayette "dolamak" diye tercüme edilen Arapça 'tekvir' kelimesi, yuvarlak şekilde sarmak manasına gelir. Bu ayette de, gece ve gündüzün oluşmasına, Dünya'nın yuvarlak olması ve dönmesinin sebep olduğu kastedilmektedir. 3 — "Gece de bir alamettir onlara. Ondan gündüzü soyar çıkannz"(39) "Soyup çıkarmak" fiilinin Arapça'sı olan 'sehl' kelimesinin "yuvarlak bir şeyi soymak"tır. Türkçe'de de hayvanların derilerinin soyulduğu yere 'salhane' (selhhane) denir. 4 — Kur'an-ı Kerim, kıyametin ansızın, bir anda kopacağını, "Onlar hiç bilmedikleri bir zamanda aniden kıyametin gelmesini mi gözlüyorlar?" (40) ayetiyle ifade ederken, A'raf Suresinin 97. ve 98. ayetleri şöyle demektedir: "Kasabaların halkı, geceleri uyurken onlara gelecek baskınımızdan güvende midirler? Yahut kasabaların halkı, kuşluk vakti eğlenirken, baskınımızın kendilerine gelmesinden güvende midirler?" Kıyamet aniden gelecek ve geldiği zaman Dünya'nın bir tarafında gündüz, öbür tarafında gece olacaktır. Bu da küre şeklinden başka bir şey değildir.
(37)
Nâziât: 31-31.
(38)
Zümer: 5
(39)
Yâsîn: 37.
(40)
Zuhruf: 66.[/b]

Çevrimdışı kardelen

  • *****
  • Join Date: Nis 2008
  • Yer: Hatay / İskenderun
  • 3198
  • +238/-0
  • Cinsiyet: Bay
Ynt: Gençliğin imanını sorularla çaldılar
« Yanıtla #11 : 28 Ekim 2009, 17:24:09 »
[b]KAİNAT GELİŞİYOR

"Biz, göğü kudretimizle bina ettik ve biz muhakkak durmadan genişlik vereceğiz. (Genişletmeyi terk etmemiş bulunucuyuz.)" (40-a) Astronomi, kainatın durmadan genişlemekte olduğunu söylemektedir. Aynı zamanda nebülözlerin, yıldız gruplarının, gezegenlerin ve gök cisimlerinin birbirlerinden müthiş bir süratle uzaklaştıklarını ifade etmektedir. Tıpkı lastikten yapılmış bir balonun üfleyerek şişirilmesi gibi kainat her yönden genişlemektedir. "Gökler ve yer bir iken, biz onları birbirinden ayırdık" (41) ayetinde de bu mana vardır. Böylece feza, Kur'an-ı Kerim için bitmeyen, gittikçe genişleyen bir varlıktır. İşte Einstein'a baş döndürücü gelen ve büyük fizikçi Huble'nin nebülözlerin bizim galaksimizden uzaklaştıklarını keşfetmesi ve Belçikalı matematikçi Abbelematikre'in, bu keşiften kainatın genişlemesi teorisini çıkarmasıyla ortaya çıkan ilmi görüşü, bu ayetleri pekiştirmiştir. Gayet aşikar olarak ortaya çıkan şudur ki, Kur'an, gerçek ilmi anlayışa yol gösterircesine köşe noktalarını tespit etmiştir. Bu noktaların, ümmî (okuma yazma bilmeyen) bir şahsın zihninden doğduğunu iddia etmek ve dolayısıyla Kur'an ile Hz. Muhammed (s.a.v) arasında ilişki kurmak mümkün müdür?... Ne kadar gülünç bir iddiadır!...

DÜNYA VE GÖK CİSİMLERİ DÖNÜYOR

1 — "Sen dağları görürsün de yerinde duruyor sanırsın, oysa onlar bulutun geçtiği gibi geçip giderler."(42) Bu ayetin ifadesinden de anlaşıldığına göre Dünya dönmektedir.
(40-a) Zariyat: 47 (41) Enbiyâ: 30.

Çünkü, dağlar Dünya'nın parçaları olduğuna göre, Dünya'nın hareketi olmadan onlar için bir hareket düşünülemez.
Çok büyük ve yuvarlak bir cismin dönüşünü farketmek zordur. Ancak belli noktaların hareket etmesinden anlaşılır. Dağlar da, Dünya küresi üzerinde farkedilebilir en yüksek çıkıntılardır. Onların hareketi ile Dünyanın döndüğü anlaşılır.
Ayrıca buluta benzetildiğine göre, Dünyanın gökte, boşlukta, muallakta durduğu da anlaşılır. 2 — Kur'an'da, Güneş'ten, Ay'dan bahsederken; "Bunların her biri, bir felekte (yörüngede) yüzerler" buyurulmaktadır. 3 — "Güneş ve Ay bir hüsban iledir" ayetindeki 'hüsban' hesap manasına, 'bir hesap iledir, hesaplıdır' şeklinde anlaşılabileceği gibi, kök dolayısıyla 'hasbür-reha' : Değirmen taşının ekseni manasında Güneş ve Ay'ın hem eksenlerinin olduğu, hem yuvarlak olduğu ve hem de döndükleri anlaşılır. 4 — "O ki, sizin (istifadeniz) için arzı uysal bir hayvan kıldı. O halde onun omuzlarında yürüyün."(43) ayetinin Arapça'sında geçen 'zelal' kelimesi; uysal, itaatli hayvan, istediğin gibi kolaylıkla çekip götürebilecek şekilde idareye müsait şey, emre amade binek hayvanı manalarına gelir. Bu ifade, dünyanın itaatli ve seri bir şekilde hareketle sarkmaksızın dönüşüne, yol alışına işarettir. 5 — "Allah gündüzü gece ile örter ve süratle gece, gündüzü, gündüz de geceyi kovalar."(44) Bu ifade de Dünya'nın kendi ekseni etrafında dönmesiyle alakalıdır. Rus astronotu Gagarin, fezadan döndükten sonra, Dünya'nın üzerinde ışık ile karanlığın müthiş bir şekilde birbirini takip ettiğini söyledi.

(42)
Neml: 88.
(43)
Mülk: 15.
(44)
A'raf: 54.
DÜNYA KUTUPLARDAN BASIKLAŞTIRILMAKTA
"Görmüyorlar mı ki, biz, muhakkak kuvvetimizle arza gelip etrafından (uçlarından) noksanlaştırıyoruz. (45) Burada, 'etraf, uçlar demektir. Böylece 'uçların büzülmesi' ifadesiyle, dünya kutuplarından basıklaştırılmış' jeolojik ifadesi arasındaki yakınlık nazarı itibare alınarak tespit edilebilir ki, Dünyanın şekli elipsoid'dir. Bu meselenin hareket bildiren fiil cümlesiyle ifade edilişi, basıklaştırmanın Dünya'nın hareketiyle devam ettiğini gösterir. Kutuplardan biraz basık, ekvator tarafları geniş (şişkin) olan Dünyamızın da, ekseni etrafında dönen bütün cisimlerde olduğu gibi, şişkinliği gittikçe artmaktadır.

AY'IN SOĞUMASI

1 — "Biz, gece ve gündüzü iki ayet yaptık. Sonra gece ayetini (ayı) silip, soğutup,
gündüz ayetinin (güneş) göstericisi kıldık."
2 — "Siz mi daha çetinsiniz, yoksa sema mı?" Allah, onu bina etti. Boyuna yükseklik
verip onu nizama koydu. Gecesini kararttı, kuşluğunu çıkarttı. (46) Bu işleri yapan
Allah, insanları tekrar yaratmakta güçlük çeker mi?..
Bu ayetlerin işaretinden sonra, ilk zamanlar ayın bir ateş parçası iken, sonradan
soğutulmuş olduğu anlaşılmaktadır.
(45)
Enbiya: 44 - Ra'd: 41.
(46)
Nâziat; 27-28-29.
KAİNATTAKİ ÇEKME, İTME VE DENGE KANUNLARI

1 — "Göğü, arz üzerine düşmesin diye tutuyor. (Ancak Allah'ın izni ile düşer)" (47)
Bu ayette, göğün Dünyaya düşme meylinin bulunduğu anlatılmaktadır ki, bu çekim
gücüne işarettir.
2 — "O Allah'tır ki, gökleri sizin görebileceğiniz bir direk olmadan yükseltti." (48)
Göklerin direksiz yükselmesi, itme kuvvetine işarettir.
3 — "Allah, göğü yükseltti ve mizanı (ölçüyü, dengeyi) koydu." (49) Yükseltilen
göklerde bir ölçünün bulunması, denge kanununu anlatmaktadır.
GÜNEŞ İLE AY ARASINDAKİ FARK
— "O Allah ki, Güneş'i bir ziya, Ay'ı bir nur yaptı." (50) Ziyada hareket, ateş, ışık
bulunur. Fakat nurda sadece ışık vardır.
2 — "Ay'ı içlerinde bir nur, Güneş'i de bir lamba kıldık." (51) Ve "Şaşaalı, parıl parıl
bir kandil astık." (52) Bu ayetlerde Güneş, lamba ve kandil olarak ele alınırken,
mahiyeti de izah edilmektedir.

ONİKİ GEZEGEN
Kur'an-ı Kerim indirildiği zaman, gezegenler hakkında Batlamyus anlayışı hakimdi. Ona göre, Dünya sabit kabul ediliyor, Ay ve Güneş de gezegen sayılıyor, onlardan başka da; Venüs, Merkür, Mars, Jüpiter ve Satürn olarak beş gezegen biliniyordu. Kopernik (1473-1543), Güneş'i merkez alarak Dünya'yı bir gezegen saydı. 1781 yılında yedinci gezegen Uranüs keşfedildi. 1846 yılında sekizinci olarak Neptün, 1930 yılında da Plüton keşfedildi. Şimdi Astroidden başka onbirinci gezegen hakkında tartışmalar sürmektedir. (Bilim ve Teknik, Şubat 78/S. 123)

(47)
Hac: 65.
(48)
Lokman: 10.
(49)
Rahman: 7.
(50)
Yûnus: 5.
(51)
Nuh: 16.
(52)
Nebe: 13.[/b]

Çevrimdışı kardelen

  • *****
  • Join Date: Nis 2008
  • Yer: Hatay / İskenderun
  • 3198
  • +238/-0
  • Cinsiyet: Bay
Ynt: Gençliğin imanını sorularla çaldılar
« Yanıtla #12 : 28 Ekim 2009, 17:25:59 »
[b]İnsanları her yönden irşat eden Kur'an-ı Kerim'in ifadelerinde ise, oniki gezegenin işaretini buluyoruz. "Bir vakit Yûsuf babasına (Yakub'a): Babacağım, ben rüyada on bir yıldızla, Güneş ve Ay'ı gördüm. Gördüm ki, onlar bana secde ediyorlar" dedi. (53) Uzun bir maceradan sonra Yûsuf ve ailesi Mısır'a vardılar. Ve Yûsuf annesi ile babasını taht üzerine çıkarttı. Onların hepsi de (anne ve baba ve onbir kardeş) kendisi için secde ettiler (şükür secdesine kapandılar). Yusuf dedi ki: "Ey babacığım, işte önceden gördüğüm rüyanın tabiridir." (54) Rüyadaki Ay ve Güneş'in Yûsuf peygamberin (a.s) anne ve babası, onbir yıldızın da kardeşleri olduğunu anlıyoruz. Bunlar aynı asıldan bir topluluk, aynı kökden bir sistem manasını akla getirmektedir. Yûsuf (a.s) ile beraber oniki kardeş yıldız akla olduğuna göre, Güneş sisteminde oniki gezegenin bulunduğuna kuvvetli bir işaret vardır... Bilhassa mana gözü açık olanlar, daha da güzel görmüşlerdir. YUKARIYA ÇIKILDIKÇA OKSİJEN AZALIYOR "Allah, sapıklığa düşüreceği bir kimsenin göğsünü, sanki zorla göğe çıkarılıyormuş gibi dar ve sıkıntılı kılar."(55) Bu ayetten anlıyoruz ki, göğe doğru çıkan bir kimsenin göğsü daralıyor. Toriçelli, bu gerçeği 1643'te Floransa'da atmosfer basıncının varlığını ispatlayarak gösterdi. Buna göre, yukarı doğru çıkıldıkça oksijen azalıyor, dolayısıyla nefes alma güçlüğü doğuyor, boğulmalar oluyor. Bunun için, uçaklarda, gereğinde kullanılmak üzere oksijen tertibatı bulunur.

(53)
Yûsuf: 4
(54)
Yûsuf: 100.
(55)
En'am: 125.
Kur'an-ı Kerim, psikolojik bir olayı tarif ederken; "Zindanda boğazı sıkılmış kimse gibi daraltır" ifadesini kullanmıyor da, "Göğe çıkıyormuş gibi daraltır" diyor. Balon sayesinde, Kur'an-ı Kerim'den asırlar sonra, yükseklere çıkma imkanı bulununca havanın azalmasından dolayı ortaya çıkan bir fizyolojik hadise tespit edildi. ATMOSFER TABAKASI "Semayı mahfuz (korunmuş, muhafazalı) bir tavan yaptık." (56) Bu ayet-i kerime, ifade ettiği birçok manalar yanında, bizi Güneş'in zararlı ışınlarından koruyan, meteor vesair şeylerin tehlikelerinden muhafaza eden atmosfer tabakasını da ifade etmektedir. ARZIN DERİNLİKLERİNDEKİ RIZIK "O Allah'tır ki, arzın içinde ne varsa hepsini sizin için yarattı." (57) Ayetin ifade tarzı "ale-1-ard" (arzın üzerinde) şeklinde değil, "fil ard" (arzda) şeklindedir. Dünya'nın nimetlerinin bizim için yaratıldığını ifade eder. Arzın içindeki petrol, maden gibi maddelerin insanların istifadeleri için yaratıldığına ve arzın içinde henüz

(56)
Enbiya: 32.
(57)
Bakara: 29
keşfedilmeyen fakat ileride keşfedilecek unsurların gelecekde geçim sıkıntısına düşecek insanları kurtaracak gıda vs. maddelerin bulunduğuna işaret vardır. Peygamberimiz (s.a.v), bir hadisinde: "Rızkı, arzın derinliklerinde arayınız" buyurmuştur. (Taberani)AŞILAYICI RÜZGARLAR "Aşılayıcı rüzgarlar gönderdik"(58) Bitkilerle rüzgarın yapabileceği bir aşılama yakın zamana kadar bilinmiyordu. "Meyvaların hepsinden erkekli, dişili yaratan Odur." (59) Hakikati, yani bütün bitkilerin çiçeklerinde, erkek, dişi çifti bulunduğunu ve erkeğin dişiyi aşılamasıyla meyvaların meydana geldiği anlaşıldıktan sonradır ki, rüzgarların bir aşılayıcı hizmeti gördükleri öğrenildi. "Bilmez misin ki, Allah bulutları sürer, sonra aralarında bir imtizaç meydana getirir. Sonra da onu üst üste yığar, bir de görürsünüz ki, onların arasından yağmur çıkar. Gökten içinde dolu bulunan dağlar indiririz."(60) ayetinin ifadesinden de bulutlarda elektriklenmenin (pozitif iyonların yere doğru inmesi ve negatif iyonların da yeryüzünden yükselmeye başlamasıyla, yağmur bulutlarının çiftlenmesinden meydana gelen elektriklenmenin) rüzgarlar vasıtasıyla yapıldığını anlıyoruz. Bulutların elektrik yüklü olduğunu 1752 yılında ilk olarak Benjamin Franklin ispat etmiştir. Kur'an'dan asırlar sonra!... HAREKET ENERJİSİ "Nihayet bu rüzgarlar, yüklü yağmur bulutları az ve
(58)
Hicr: 22.
(59)
Ra'd: 3.
(60)
Nur: 43.
hafif bir şey gibi kaldırılıp yüklendiği zaman..." (61) Ağır bulutların kendilerinden daha hafif hava üzerinde duruşları birçok faraziyelerden sonra yeni açıklığa kavuştu. Deniliyordu ki, bulutlar küçük su taneciklerinden meydana gelmiştir. Bunlar sabun köpüğü gibi olup, içleri hava doludur. Bu hava, dışardaki havadan daha sıcak ve hafif olduğunda bulut havada asılı kalabiliyor. Araştırma imkanı bulununca bu taneciklerin boş değil, dolu olduğu anlaşıldı. Sonra bulutları havada tutan kuvvetin rüzgar olduğu anlaşıldı. Çünkü, yeldeğirmenlerini çeviren rüzgar, kum tanelerini yukarı doğru tahrik ettiği gibi bulutları havada tutuyor. İşte hareketin bu ehemmiyetinden istifade ile tahrik kuvveti elde edilerek uçaklar yapılmıştır. Kur'an'ın işaretinden bu kadar asır sonra... RADYASYON TESİRİ Lût Peygamber (a.s) kavminin başına gelen bela anlatılırken sanki atom bombasının çeşitli tesirleri ile karşılaşıyoruz: "Ey Lut! Hemen gecenin bir kısmında ev halkınla çık, git. İçinizden hiçbiri geri dönüp bakmasın. Ancak hanımın müstesna. Çünkü, kavmine isabet edecek azap ona da gelecektir." (62) Bu mesele başka bir ayette şöyle anlatılmaktadır: "Hemen gecenin bir kısmında aileni yürüt (yola çıkar), sen de arkalarından git ve hiç kimse arkalarına bakmasın. Emrolunduğunuz yere geçin gidin." (63) "Ve nihayet onları işrak vaktinde korkunç gürültü yakalayıverdi. Hemen şehirlerin altını üstüne getirdik ve üzerine sert taş
(61)A'raf:57.
(62)
Hûd: 81.
(63)
Hicr: 65.
yağdırdık." (64) Taş yağmadan önce şehrin altını üstüne getiren o hadise neydi? Geriye dönüp bakana, niçin o dokunacaktı? Bunlar, ancak bu günün atom bilgisiyle izah edilebilecek derin hakikatlerdir. Onun için Kur'an-ı Kerim'in bir ayetinde: "İleride biz onlara hem yeryüzü etrafında, hem de bizzat kendi nefislerinde ayetlerimizi öyle göstereceğiz ki, nihayet peygamberin söylediği şeyin hak olduğu kendilerine apaçık olacaktır. Rabb'inin her şeye şahit olduğu yetmez mi?" (65) Kur'an'daki bir çok hakikatların daha sonra ilmin ve fennin ilerlemesiyle anlaşılacağına işaret edilmiştir. Şimdi inceleyelim: "Muhakkak ki, nükleer denge belli bir süre sonra değişecek, Güneş'in çekirdeği helyumu kullanmaya başlayacak, sıcaklık artacak, Merkür ve Venüs eriyip boşluğa akacaklar. Yeryüzündeki okyanuslar, buharlaşacak ve okyanuslarla birlikte kayalar da gidecektir. Birgün bu olaylar gerçekleşecektir. Birkaç saat içinde Dünya'mızın bugünkü hacmi kadar küçülecek ve en son helyum yakılınca da bir yanmış kömür artığı halini alacaktır. Bu son, hiç bir şekilde, en gelişmiş bilgilerle bile değiştirilemeyecektir." (Bilim ve Teknik dergisi, Ocak 77, sayı 110, sayfa 45) "Şimdi de ayetlere bakalım: "Denizler kaynadığı za-man..."(66)
Suyun aslı, hidrojen ve oksijen bileşimidir. Yanıcı ve yakıcı bir-iki element, herhangi bir yoldan parçalansa zincirleme parçalanma olacaktır. "Gök yarılıp da, gül gibi kızardığı, yağ gibi eridiği zaman..."(67) "O gün, gök, erimiş maden gibi olur. Dağlar da atılmış pamuğa dö
(64)
Hicr: 73-74
(65)
Fussilet: 53
(66)
Tekvir: 6.
(67)
Rahman: 37.
ner."(68) "Göğün, insanları bürüyeceği ve bir duman çıkaracağı günü gözetle, işte bu,
can yakıcı bir azaptır." (69)
"Dehşetiyle kalplere çarparak, o kıyametin sana ne olduğunu bildirdi. O gün insanlar,
çırpılıp yayılan kelebekler (pervaneler) gibi olacaklar. Dağlar da atılmış renkli yünler
gibi." (70) "O gün, arz ve dağlar sarsılacak ve dağlar, erimiş kum yığınına dönecek.
(71)
Şimdi burda soralım: Bilim mi daha önde gidiyor, Kur'an mı?
GÜNEŞİN SONU
"Güneşin tekvir edildiği vakit..." (72) Tekvir, esasında tedvir ve toplamak manalarıyla
alakalı, sarık sarar gibi yuvarlamak, dürülüp sarmakla bohçalamak manasınadır. Razi
tefsirinde zikredildiği gibi, bazıları, Hz. Ömer'den rivayet edilmiş olarak, kör etmek,
körletmek manasına olduğunu söylemişlerdir. Buna göre ayetin manası: "Güneş
dürülüp sarıldığı veya devşirilip atıldığı veya körletildiği zaman..." olur.
Lennird Beckel'in dediği gibi, "Güneş, birgün yanmış kömür haline gelecektir."
İlla onlar söyleyince mi inanılır? Allah (c.c) söyleyince niçin inanılmıyor?
ATOMDAN DA KÜÇÜK "Sen herhangi bir işte bulunsan, Kur'an'dan her ne
(68)
Meâric: 8-9 (69)Duhan: 10-11.
(70)
Kâria: 1-2-3-4-5.
(71)
Müzemmil: 14.
(72)
Tekvir: 1.
okusan, sen ve ümmetin herhangi bir amel yapsanız, siz ona dalıp dururken, muhakkak ki, Biz ona şahit oluruz. Ne yerde, ne gökte zerre ağırlığınca hiçbir şey Rabb'inizden gizli kalmaz. Ondan daha küçük ve ondan daha büyük bir şey yoktur ki, Kitab-ı Mübin'de olmasın" (73). Bu ayetteki 'zerre ağırlığınca' ve ondan yani zerreden daha küçük ifadesinden: a) Atom ağırlığını b) Atomdan daha küçük şeylerin varlığını anlıyoruz. HERŞEY ÇİFT YARATILMIŞTIR "Arzın bitirdiklerinden, kendi nefislerinden ve daha bilmeyecekleri şeylerden bütün çiftleri yaratan Allah çok yücedir" (74). "Meyvelerin hepsinden erkekli dişili çiftler yaratan O'dur." (75) "Dönüp ibret alsınlar diye herşeyi çift yarattı." (76) Bitkilerin erkek ve dişili olduğu yeni öğrenildi. Asırlardan sonra elektrikte, atomlarda pozitif ve negatiften bahsedildi. Atomun çekirdiği pozitif, elektronları ise negatif yük taşır. Daha da enteresanı, atom çekirdeğinde de proton ve nötron dediğimiz çiftler vardır. Bu hakikat ancak 1938'de bir İngiliz fizikçisi tarafından keşfedilmiştir. Ve bu ayet-i kerimeye, Batı düne kadar gülüyordu. İNSANIN YARATILIŞI 1 — "Onun ayetlerinden biri de, sizi topraktan yaratmasıdır." (77) İlim ispat etmiştir ki, insanın vücudunun aslı oksijen, hidrojen, fosfor, kükürt, azot, kalsiyum, mag
(73)
Yûnus: 61.
(74)
Yasin: 36.
(75)
Rad: 3.
(76)
Zariyat: 46.
(77)
Rum: 20. nezyum, demir, manganez, bakır, iyot, flor, kobalt, çinko, silisyum ve alüminyum gibi toprak unsurlarından meydana gelmiştir. "Bir de şöyle dediler: — Biz kemik ve toz yığını olduğumuz vakit mi, gerçekten biz mi, yeni bir yaratılışla diriltileceğiz? Ey Resulüm söyle: — İster taş olun, ister demir olun yahut gönlünüzde büyüyen herhangi bir yaratık olun." (78) İnsan vücudunda demir yok mu, kanımızın rengi nereden? Taşlar, toprağın annesi değil mi, vücut topraktan değil mi? 2 — Meni, nutfe, alaka: "İnsanoğlu, kendisinin başıboş bırakılacağını mı zanneder? Dölyatağına dökülen meninin bir parçasından, bir nutfe değil miydi o insan?" (79) Ayetteki "min meniyyin" ifadesi "Meninin bir parçasında, azıcığında" manasına gelir ki, binlerce spermin bir tanesinden demektir. Demek ki, meninin hepsinden değil, bu da yeni bilinen meselelerden. "O, insanı alaktan yarattı" (80) Alak, "yapışıp ilişmek" anlamındadır. İlişkin ve yapışkan şeye de denir. Rahimdeki duluğa da alaka denmiştir. 3 — Karar-ı mekîn ve ceninin safhaları: "And olsun ki, Biz insanı süzme çamurdan yarattık. Sonra onu nutfe halinde sağlam bir yere yerleştirdik. Sonra da nutfeyi kan pıhtısına çevirdik. Kan pıhtısını bir çiğnemlik et yaptık, bir çiğnemlik etten kemikler yarattık. Kemiklere de et giydirdik. Sonra başka bir yaratık yaptık. (81) Ayetteki "fi kararın mekîn" yani 'sağlam bir yerde' ifadesi, enteresan bir şekilde ana rahmini anlatmaktadır. Rahmin, ana karnının aşağısındaki emin yerini ve geniş kalın cidarlı o ka
(78)
Isra: 49-50-51.
(79)
Kıyâme: 36-37.
(80)
Alak: 2.
(81)
Mu minun: 12-13-14.
84 85
bı, o geniş yuvarlak zarları, periton içinde bulunan ve onu mesaneye ve kalın bağırsağa bağlayan bu parçaları, ki bunların hepsi rahmin dengesini temin ediyor ve onu sağlamlaştırıyor, eğilmekten ve çocuğu düşmekten koruyor. Hamilelik ilerleyip rahim yükseldikçe bunlar da rahimle beraber uzanıyor ve doğumdan sonra tekrar kısılıp normal vaziyetini alıyor. Tedkik eden ve bu havuz kısmının ve leğen kemiklerinin yaratılış tarzını bilen kimse, "Sonra nutfeyi sağlam bir yere koyduk" ayetinin doğruluğunu açıkça anlar. Ayetteki 'alak', yapışkan bir kan pıhtısı manasını ifade ederek, ana rahmine nasıl tutunduğunu göstermekle beraber, asalak, kurt, sülük manasını da ifade etmekte, sülüğe benzeyen ve burgu gibi kuyruğun itmesiyle hareket eden spermin şeklini de gözümüzün önüne getirmekterdir. 4 — Ana rahmindeki üç karanlık: "Sizi analarınızın karnında üç zulmet içinde hilkatten hilkate yaratıp duruyor." (82) Jinekoloji, senin, ana karnında, su, ışık ve hava geçirmeyen üç sağır perde ile örtülü bulunduğunu söylüyor. Bunlar su geçirmeyen 'Corion' zarlarıdır. Rahim içten dışa doğru üç doku ile yapılmıştır: Parametrium, miomerium, endometrium dokuları... Bu dokular, ışık, ısı ve su geçirmez zarlarla sarılmıştır. Arap dilinde bunlara 'zulmet' denir. Bunlar su geçirmeyen münber, ışık geçirmeyen amenion ve ısı geçirmeyen corion zarlarıdır. (Ey inanmayan doktor! Bütün bunlara nasıl tesadüf dersin?)
(82) Zümer: 6.
86
PARMAK İZLERİ "İnsan, mutlaka bizim onun kemiklerini toplayıp biraraya getiremeyeceğimizi mi zannediyor? Evet, biz parmak uçlarını bile bütün hususiyetleriyle derleyip yeniden yaratmaya kadiriz." (83) Ayet-i kerime, dikkati parmak uçlarındaki çizgilere çekmektedir. Evet, parmak uçlarının özel ayrımları vardır ki, biri diğerininkine hiç benzemez. Parmak çizgilerinin bu özellikleri 18. yüzyıla kadar bilinmez gibiydi. 1884 yılında İngiltere'de, şahısları birbirinden ayırt edip tanıyabilmek için şaşmaz ayırıcı olan parmak izini, resmen kabul ettiler. Bu kıvrımlar hayat boyunca hiç değişmediği için, adli tıpta ipucu olarak kullanılmaktadır. Burada sonsuz bir ilim ve herşeye muktedir bir kudretin ispatı vardır. Görmeyen, kendini düşürmüş olur. Sanatçısını değil! HER ŞEYİ KONUŞTURAN VE HER ŞEYİ TESPİT EDEN ALLAH "Nihayet ateşe geldikleri zaman, onlar (dünyada) ne yapıyor idiyseler, kulakları, gözleri ve derileri hep aleyhlerine şahitlik edecektir. O kafirler, derilerine (azalarına): Niçin aleyhimizde şahitlik ettiniz, derler. Onlar zulme uğratılmazlar." "Gökte ve yerde gizli hiçbir şey yoktur ki, kitab-ı mübin'de (açık veya beyan edici kitap) olmasın." (84) Her şeyi konuşturup söyleten, tespit eden Cenab-ı Hakk'ın, levhi mahfuz ve ilahi ilminin sayfalarından ona misal ve mana alemleri birer kitaptır. İstediği zaman şekillerle, konuşmalarla, herşeyi ortaya döker. Fen ve tekniğin ge
(83)
Kıyamet: 3-4.
(84)
Neml: 87.
87
lişmesiyle, teypler, sesleri kaydeden birer kitap olduğu gibi, naklen veya paket yayın yapan televizyon ve sinemalar da hadiseleri zapteden birer kitap olarak kitab-ı mübinin birer ispatlayıcısı olmuşlardır. Nasıl ki, sadece tabii şuura ait unutulan hatıraların değişimi ve iç şuurdaki hiç unutmayan hafızanın ebediyete kadar dayanışını sağlayan ondaki korunuş ve saklılıktır. Alemde, kimyasal görüntüler (tayf), ışık ve ısı olayları, dalga, uzunluk farkları yüzünden birbirine karışmadan kendi titreşimleriyle kainatta kaydolunurlar. Burada şunu söylemek istiyoruz ki; Allâh-u Teala'nın yapılanları ahirette bize göstereceğine inanmayanlar bilsinler ki, bir film, bir teyp yapılanı çeker de, Allah'ın kudret alemindeki teypleri, filmleri yapılan sevabı, günahı çekemez mi? EŞYANIN AYNEN NAKLİ VEYA RESİMLERİNİN NAKLİ "Hz. Süleyman dedi ki: Ey seçkin topluluk, onlar, (sebe ülkesinden) bana Müslüman olarak gelmeden önce, onun (Belkıs'ın) tahtını hanginiz bana getirir? Kendisinde kitaptan ilim bulunan kimse dedi ki: Ben gözümü kırpmadan önce sana getiririm derken Süleyman tahtı yanında görünce dedi ki ...." (85) ayetleri işaret ediyor ki, uzak mesafelerden aynen veya sureten birşeyi getirmek mümkündür. Süleyman (a.s), masum diliyle istediğine nasıl nail olmuşsa, insanlar da kabiliyetleriyle Cenab-ı Hak'dan isteyerek kanunlarına uygun hareket etseler, onlara da dünya bir şehir hükmüne geçebilir. Demek ki, Belkıs'ın tahtı Yemen'de iken, Şam'da aynıyla ve suretiy
(85) Neml: 40.
88
le hazır olmuştur. Elbette, taht etrafındaki adamların suretleri görüldüğü gibi, sesleri de işitilmiştir. "Yanında kitaptan bir ilim bulunan kimse" ifadesinden bunun tahsil edilecek, okuma yazma ile öğrenilecek bir ilim olduğunu anlıyoruz. Televizyon, görüntünün nakli meselesini ispat etmiştir, ancak eşyanın aynen nakli meçhuldür. Halbuki, "Onun tahtını tanınmaz hale getirin, bakalım tanınacak mı?' (86) ayetinden tahtın televizyonda olduğu gibi, resmin değil de, kendisinin bir anda nakledilmiş olduğunu anlıyoruz. Belkıs'ın tahtının, madde ile gelmesine izin veren Allah, günümüzde maddenin resimle nakline izin vermiştir. Hiç kimse görüntünün ve sesin Allah'ın ilmi dışında olduğunu söyleyemez. KOKULARIN NAKLİ "Mısır'dan kafile ayrılınca, beriden babaları şöyle dedi: Doğrusu Yûsuf un kokusunu alıyorum." (87) Bu ayette 'koku' ifadesi rüzgar manasına gelen 'riyh" kelimesiyle anlatılmıştır. Rüzgardan ise, daha çok ulaştırma manası akla gelir. Halbuki, koku, Hz. Yakub'un vicdanına, rüzgardan daha çabuk gelmiştir. Bu intikalin fiziki surette meydana gelişi, havanın kütle halindeki cereyanı ile değil de, elektrik dalgalarıyla olması muhtemeldir. O halde meseleyi kimya ve atom fiziği takip ederek, ses naklinden daha ince bir kanun ile koku, kuvvet ve hareketinin zaptedilmesinde ve naklinde dahi elektrik cereyanından istifade mümkündür neticesine varılabilir. Bu ise yaratılışta kokunun dahi havadan bir telsiz ile şimşek gibi nakledilmesi ve ulaştırılması hadisesinin ortaya çıkmasının ve gizli bir kanunun varlığını ihtar eder...
(86)
Neml: 41.
(87)
Yûsuf: 94. 89


93[/b]

Çevrimdışı kardelen

  • *****
  • Join Date: Nis 2008
  • Yer: Hatay / İskenderun
  • 3198
  • +238/-0
  • Cinsiyet: Bay
Ynt: Gençliğin imanını sorularla çaldılar
« Yanıtla #13 : 28 Ekim 2009, 17:26:18 »
[b]MOTORLU VASITALAR VE ATEŞLİ SİLAHLAR "O hırıl hırıl koşular koşan, çakarak ateşler saçan ve sabahleyin baskın basan, derken savrulup da bir toz duman, bir derneği (topluluğu) o dem ortalayan kuvvetlere yemin ederim ki, pek nankördür Rabb'ine o insan." (88) Ayetin ifadesi, ateş saçan silahlara, motorlu akın vasıtalarına işaret etmektedir. "Allah (c.c), size üstünüzden veya ayaklarınızın altından bir azap göndermeye, yahut sizi birbirinize karıştırıp bazınıza diğerlerinin acısını tattırmaya da kadirdir". (89) Yukarıdan gelecek azap, yıldırım düşmesi, taş yağması, tufan çıkması; ayaklarının altından gelecek azap da, zelzele olması, yer kayması, su veya ateş çıkması gibi azaplar olmakla beraber, "birbirlerinize katıp bazınıza bazınızın hıncını tattırmaya da kadirdir" ifadesinde bunların bombardıman uçakları, füzeler, denizaltılar ve mayınlar gibi araçlarla gelebilecek azaplar olduğu kastedilmektedir.
BUHARLI GEMİ "Bizim nezaretimiz ve gemimiz ve vahyimiz dairesinde gemi yap, hem o zulmedenler hakkında bana hitap etme, çünkü pnlar garkedilecektir." "Nihayet emrimiz geldiği ve tennur feveran ettiği vakit dedik ki: Yükle içine her birinden ikişer çift." (90) "Tennur"dan kastedilen kapalı bir ocak veya fırındır ki, dilimize "tandır" olarak girmiştir. "Feveran", kuvvet ve şiddetle kaynamak, fışkırmaktır. Gemiden bahsolunurken, tam o ocak fevaran ettiği sırada yük emri verildiğini, yük emri verildiğini işittiğimizde, o geminin harekete hazır vaziyette bir vapur olduğunu an
(88)Âdiyat:3-6.
(89)
En'am: 65.
(90)
Hûd: 37-40. 90 latmakta hiç de tereddüt etmeyiz. Bu durumda Nuh (a.s)'ın gemisi yelkenli değildir. TREN VE DİĞER VASITALAR 1 — "Hem binesiniz diye, hem de zinet olarak atları, katırları, merkepleri yarattı ve daha bilmediğiniz neler yaratacak" (91) 2 — "Bir ayet de onlara, o dolu gemide zürriyetlerinin taşındığını ve kendilerine o türden binecekleri şeyleri yaratmamızdır." (92) Birinci ayet, tren, otomobil, uçak gibi vasıtaları ifade ederken; ikinci ayet ise, hem onu takviye etmekte, hem de o günkü yelkenlilerden başka bir şeyi haber vermektedir.YÜZEY GERİLİMİ (Bazı denizlerin suları birbirine kavuşmaz.) "O Allah'tır ki, iki denizi salıverdi: Şu biri tatlı, bu beriki tuzlu ve acıdır. Aralarında da kudretten bir engel ve birbirine kavuşmayı önleyici bir perde koydu" (93). "İki denizi salıvermiş, birbirine kavuşuyorlar. Fakat birbirine karışmaya mani, Allah (c.c.) tarafından bir engel var-dır."(94) Sıvı maddelerde, yüzey gerilimi kanunu vardır. Bir sıvının moleküllerinde bulunan çekim kuvveti, bir diğerinden tamamen ayrıdır. Böylece her iki sıvı durumunu muhafaza eder.
(91)
Nahl: 8.
(92)
Yasin: 42.
(93)
Fûrkan: 53.
(94)
Rahman: 19-20. 91 Pek az Müslümanın ilgisini çeken bu ayet-i kerimeler dünyaca ünlü deniz araştırmacısı Fransız Jaques Cousteau (Kapton Kusto)'yu adeta çarpmış ve Müslüman olmasına sebep olmuştur. İslam'a giriş sebebini Kaptan Kusto, şöyle anlatmaktadır: "Bazı araştırmaların farklı deniz kütlelerini birbirinden ayıran engellerin bulunduğuna dair ileri sürdükleri görüşleri inceliyorduk. Araştırmalar sonucu gördük ki, Akdeniz'in kendine has sıcaklığı, tuzluluğu ve yoğunluğu var. Aynı zamanda kendine has canlıları barındırıyor. Sonra Atlas Okyanusu'ndaki su kütlesini inceledik ve Akdeniz'den tamamen farklı olduğunu gördük. Bu iki su kütlesi Cebel-i Tarık boğazında birleşiyor ve bu birleşme binlerce yıldan beri sürüyordu. Buna göre, bu iki denizin karışması ve sonuç olarak; tuzlulukta, yoğunlukta ve ihtiva ettiği madde oranında eşit veya eşite yakın bir durumun mevcut olmaları gerekirdi. Oysa böyle bir durumun mevcut olmadığını, yani su kütlelerinin birbirine karışmadığını, her iki denizin yakınlarında yapılan araştırmalarda bizi şaşırtan bir durumla karşılaştık. Çünkü, bu iki denizin karışmasına, birleşme noktasında bulunan harika bir su engeli mani oluyordu. Aynı türdeki su engeli, 1962 yılında Alman bilim adamları tarafından Aden Körfezi ile Kızıl Denizin Birleştiği Bâb-ı Mendep boğazında da bulunmuştu. Sonraki araştırmalarımızda, farklı yapıdaki bütün denizlerin birleşme noktalarında aynı su engelinin bulunduğunu müşahede ettik."
Denizlerde bulunan su engeli konusundaki açıklamasından sonra yakın arkadaşı ve daha önceleri Müslüman olan tıp bilgini Prof. Dr. Maurice Bucaille, Kaptan Kusto'ya, bu söylediklerinin yeni bir buluş olmadığını, çünkü bunun Kur'an'da belirtildiğini söyledi. Bu sözler Kaptan Kusto'yu büyük bir şaşkınlık içerisinde bırakmıştı.. 92 Kur'an'dan gösterilen yukarıdaki ayetleri büyük bir şaşkınlık içinde dinledikten sonra şunları söylemiştir: "Modern ilmin ondört asır geriden takip ettiği Kur'an, ben şehadet ederim ki, Allah'ın kelamıdır." (94)DÖRDÜNCÜ BOYUT "Rabbimiz'in marifetine, eni, göklerle yer kadar olan cennete koşun ki, muttakiler için hazırlanmıştır" (95). Semavat ile arz bir şeyin sadece eni durumunda ise, onun boyu ve yüksekliği ne olacaktır?ZAMAN İZAFÎDİR "Bir de senden azap istiyorlar. Elbette Allah vaadinden caymaz. Bununla beraber ,Rabb'inin katında bir gün, sizin sayacaklarınızdan bin sene gibidir." (96) "Yerleri ve gökleri altı günde yaratan O'dur" (97). "(Bu makamların) her birini melekler ve ruh, miktarı elli bin yıl olan bir günde çıkar" (98). Bu ayetlerden anlaşıldığına göre zaman izafîdir. Mekandan mekana, alemden âleme değişmektedir. Bilhassa, Dünya'nın yaratılışı 'devir' ile anlatılmaktadır. Dünya, altı devirde yaratılmıştır. Zaten zaman, hareketin bir devridir.
(94)
Kur'an En Büyük Mu'cize - Ahmet Deadat, Çev: Edip Yüksel.
(95)
Al-i Imrân: 133.
(96)
Hac: 47.
(97)
Hadîd: 4.
(98)
Meâric: 4.[/b]

Çevrimdışı kardelen

  • *****
  • Join Date: Nis 2008
  • Yer: Hatay / İskenderun
  • 3198
  • +238/-0
  • Cinsiyet: Bay
Ynt: Gençliğin imanını sorularla çaldılar
« Yanıtla #14 : 28 Ekim 2009, 17:26:51 »
[b]ELEKTRİK
1 — "Allah, göklerin ve yerin nurudur. O'nun nurunun meselesi, içinde kandil
bulunan hücreye benzer. O kandil bir cam içerisindedir. O cam da incimsi bir yıldızdır ki, ne şarka ne garba nisbeti bulunmayan bir mübarek (bereketli) zeytin ağacından
tutuşturulur. Onun yağı, kendine ateş dokunmasa bile ziya verir. Nur üstüne nurdur."
(99).
"İncimsi yıldız", gezegenlerle diğer yıldızlar arasındaki farka işarettir. Çünkü,
gezegenlerin ışığı sabit olarak gelir. Halbuki, diğer yıldızlar, göz kırpar gibi ışık
verirler. Ayetteki "incimsi yıldız" ifadesi, alternatif akımla saniyede defalarca yanıp
sönen elektrik lambasının yanışını tasvir etmektedir.
"Doğuya veya batıya mensup olmayan bereketli bir zeytin ağacından tutuşturulur"
ifadesi, zeytin yağından başka bir enerjiye işarettir. Eskiden, kandiller zeytinyağı ile
tutuşturulduğundan, ışık verilmesinden bahsedilmesi, ateşsiz, kendi kendine ışık veren
bir enerjiyi düşündürmektedir.
2 — "Size, dumansız bir alev ve bakır gönderir de (buna yakalanırsanız)
kurtulamazsınız. Rabb'inizin hangi lütuflarını yalanlıyorsunuz?" (100)
İzoletörlere sarılı ince bakır teller, evlerimizin her bucağına döşenmiş ve istediğimiz
anda nur saçan, yakmak için kibrit gibi araca gerek bırakmayan elektrik, bir
merkezden bir yere verilir. Şayet insan yanılarak bozuk tele el sürerse elektrik çarpar.
Hatta onu kurtarmak için biri ona yapışsa, o da aynı tehlikeye girir. Ölüme sürüklenir.
(99)
Nur: 35. (100) Rahman: 35-36.
94
Bu kadar kuvvetli olan elektrik, bizim en uslu hizmetkarımız olmuştur.
Aydınlatmadan başka bütün ev işlerini de gören, nakil ve hareket vasıtalarının, akıl
almaz vasıtaların her çeşidini sessiz ve dumansız, temiz bir halde işleten ve kuvvet
kaynağı olan elektrik ne büyük bir nimettir.
Muhyiddin b. Arabi'nin "Işık ve bakır içinde başaşağı düşme ve ters yöne dönmenin bilgisi" (Fütuhat-ı Mekkiye, Cilt: 4, Bakiyesi: 515, Bab: 347) diye ifade edebildiği durum, başaşağı çevrilen bir bardak suyun dökülmesi gibi, elektrik üretecinin de, elektriğin negatif kutuptan pozitif kutba doğru akması (doğru akım) ve düzenli olarak değişme (alternatif akım) hallerini özetler. 3 — "Zerrelerin (atomların) tozarmasına, peşinden bir yük yüklenenlere, ardından kolayca cereyan edenlere, yemin olsun ki, va'dolunduğunuz şey doğrudur. Ve din (kıyamet) mutlaka vuku bulacaktır." (101) 3u ayetlerin elektriğin mahiyet ve fonksiyonunu nasıl veciz bir şekilde ifade ettiğini görmek için, basit bir düşünce kafidir. Allah (c.c.) adetâ buyuruyor ki: "Zerrelerin tozarması, saniyede 300.000 km. hızla esen elektriğin rüzgarının elektronları çekirdekten ayırması, elektrik yükünün negatif yükle yüklenmesi neticesinde emrin taksim edilmesi, yahut verilen emrin taksim edilmesi, barajlarda, santrallerde üretilen enerjinin çeşitli makina ve işlere taksimi, yahut verilen emrin azaları, makinalara ulaştırılması nasıl doğruysa, -siz bu gününinsanları nasıl bunları keşfedip Öğrendiyseniz- va'dolunanlar da (İslamiyet'in muzaffer olacağı ve öldükten sonra dirileceğiniz de) öylece
(101) Zariyat: 1-2-3-4-5-6. 95 doğrudur. Ve mutlaka hesaba çekilip karşılığını görecek-siniz.(102) AY'A GİDİLECEK "Dolunay haline geldiği zaman o Ay'a andolsun ki, sizler, muhakkak tabakadan tabakaya binip geçeceksiniz. O halde onlara ne oluyor ki, hala iman etmezler"(103), "Tabakadan tabakaya binip geçeceksiniz" ifadesinde binecek bir araca işaret ediliyor. Ve değişik durumlardan geçileceği belirtiliyor. Nitekim, Ay'a gidiş için binilen uzay araçları, atmosfer tabakalarını bir bir geçtikten sonra, uzay boşluğuna ve oradan da Ay'ın çekim sahasına girmişlerdir. Böylece, birbirinden ayrı birçok tabaka ardı ardına geçilerek Ay'a gidilebilmiştir. Hele birinci ayette Ay'a yemin edilmesi de bu seyahatin Ay'a olacağına kuvvetli bir işarettir Ay ile ilgili şunu söyleyelim ki; gazete ve dergilerden öğrendiğimize göre, Apollo ll'in astronotlarından aya ilk ayak basan insan, Neil Armstrong, ayette geçen; "O halde onlara ne oluyor ki, hala iman etmezler" emrine, "Evet, ben de iman ettim" diyerek Müslüman oluyor. Kahire'de düzenlediği bir konferansta, ezanı dinlerken Müslüman olduğunu ilan eden bu feza çağının fatihi, İslam'a giriş sebebini şöyle izah ediyor: "14 sene önce aya ayak bastığımda bu sesi işittim ve öğrendim. Bu İslam'ın evrensel çağrısıdır." Neil Armstrong, Müslüman olmasa bile, ayetlerin muazzamhğı gizlenemez. Şimdi... Aysel Kardeş... Bugün ilim bunların aynısını
(102) "Modern İlim ve Kur'an" adlı el kitabından aktarılmıştır. (103)İnşikak: 18-19-20.
96
ispat etmedi mi? Etti. Peki, o zaman sana soruyorum: 1400 sene önce ilmin ve fennin
olmadığı veya çok az olduğu bir zamanda, ümmî olan ve okuma yazması olmayan bir insan,
nasıl olur da bunları bilebiliyor?
İşte bu ayetler de gösteriyor ki:
a) Kur'an, bir Yaratıcı tarafından Hz. Muhammed'e (s.a.v) bildiriliyor. O da ALLAH (c.c)'dır.
b) Hz. Muhammed (s.a.v), Allah'ın elçisidir.
c) Kur'an, Allah (c.c.) tarafından gönderilen bir kitaptır.
d) 20. asrın yeni ispat ettiği bu gerçekleri, 1400 sene önce ümmî bir peygamberin
söylemesinden dolayı, Kur'an-ı Kerim'in mucize oluşu.
e) Kur'an-ı Kerim'de, modern ilimle ilgili bilgilerin (ayetlerin) bulunduğu.
Kur'an-ı Kerim'in mucizeliğinden biraz daha bahsedelim.
Kur'an gelecekten haber veriyor. Üstte anlattığımız gibi, ilmin yeni ispat ettiği şeyleri
Kur'an'ın 1400 sene önce bahsetmesi, gelecekten haber vermesine delildir. Ayrıca, kısaca bir
iki örnek daha vereyim. Peygamber Efendimiz zamanında, o günün iki büyük devleti olan,
Bizans (Doğu Roma) ve İran, birbirine rakip idiler. Peygamber Efendimiz (s.a.v) Mekke'de
iken, bu iki devlet arasında vuku bulan savaşta, İran büyük bir galibiyet kazandı. Bizans'ın elinde bulunan Mısır, Suriye gibi birçok eyalet İran'ın eline geçti. Savaşın sonucu, Mekke müşriklerini sevindirmişti. Ehli kitap olan Bizanslılar'ın, Ateşperest olan İranlılar'a mağlup olması Müslümanlar'ı üzmüştü. İşte bu esnada nazil olan Rum Suresi'nin ilk dört ayeti, kesin bir ifade ile şunu müjdeliyordu: Rumlar (Doğu Ro97 malılar) İran'a mağlup oldu. (Arabistan'a) en yakın yerde... Halbuki onlar, bumağlubiyetten sonra mutlaka galip geleceklerdir. Birkaç (3-9) yıl içerisinde... Önünde sonunda emir Allah'ındır. O gün mü'minler ferahlayacak-lardır."(104) Allah'ın va'di haktır. Nitekim, daha dokuz yıl geçmeden hicretin 6. yılında Romalılar, İranlılar'ı Ninova'da ağır bir yenilgiye uğratmıştır. Kur'an-ı Kerim, geçmiş milletlerden de haber vermektedir. Peygamberimiz (s.a.v)'in hiç okuması ve yazması olmadığı halde, kimseden birşey öğrenmediği halde, geçmiş milletlerden haber vermesi -ki alim olan bunların doğruluğunu itiraf eder- Kur'an'ın mucizelerinden biridir. Peygamberimiz'den (s.a.v) bir çok sorular sorulmuş, bunları cevaplandırmıştır. Tevrat ve İncil'de birçok hakikatları ifade etmiştir. Yahudiler, yalanlamaya haris oldukları halde bu haberlerin doğruluğunu inkar etmemişlerdir. Bu hususta azıcık inat edene Rabbimiz: "De ki, doğru iseniz Tevrat'ı getirip okuyun" ayeti ile cevap verip susturmuştur. Hiç kimse aksini iddia edememiştir. Yine Allah (c.c.) buyuruyordu: "Ey kitap ehli! Size Resulümüz geldi, size gizlemekte olduğunuz şeyin çoğunu haber veriyor ve çoğundan da affediyor" (105). Okuma yazması olmadığı, bunları bir yerden öğrenmesi mümkün olmadığına göre, bunların kaynağı ancak vahiy olabilir. Kur'an-ı Kerim'in daha birçok mucizeleri vardır, saymakla bitmez. İşte bu mucizeler gösteriyor ki, Kur'an, Allah tarafından gönderilen bir kitaptır. "Hz. Muhammed (s.a.v), kendisi yazdı, diyemezsin. Çünkü; Peygamberimiz, ümmi ya
(104) Rum: 2-3-4.
(105) Maide: 15.
98
ni okuma yazma bilmiyordu. Delilin nedir dersen, geçen sayfalarda yazdığımız modern ilimle ilgili bilgileri okuma yazması olsa dahi o zamanki ilme göre bilmesi mümkün değildir. İşte ilmin yeni bulmuş olduğunu, 1400 sene önce bildirmesi peygamberliğine işarettir. Okuma yazması yoktu. Ayrıca bütün sahabe yani peygamberimizin sohbetinde bulunanlar, onunla görüşüp konuşanlar, Peygamberimizin (s.a.v) okuma-yazma bilmediğini söylüyorlar. Ayrıca, Allah (c.c) Kur'an-ı Kerim'de: "Sen bundan önce bir kitap okumuyor ve elinle yazı yazmıyordun ki iptalciler şüphe etsinler" buyurmaktadır. "Ehli Sünnetin Nazariyesi" adlı kitabında muhterem İsmail Çetin Hocaefendi'nin Peygamber Efendimiz (s.a.v)'in peygamberliğine ait yazdığı delillerden biraz yazalım. 1 — O'nun muasırı, gerek sahabeler ve. gerekse iman etmeyenler kavmi ve kafirler, siyer ve tarihlerde bir ruhban ile musahabeti, arkadaşlığı rivayet etmemişlerdir. Rasulullah, oniki yaşında iken amcası ile beraber idi. Bahira, sorulan ondan sordu ve cevaplarından sonra amcasına hitap eyledi ki: "Bunu memlekete götür. Yahudiler, öldüremez ise de ezdirecekler" dedi. Binaenaleyh bir görüşmek ile bu kadar ilmi öğrenmek mümkün değildir. 2 — Sahabeler, bütün hadis-i şerifleri zaptettikleri halde, hayatını da yazdılar. Siyer ve hadis kitaplarında, Rasulullah'ın, bir kişiden ilim öğrendiğini yazmamışlardır. Demek ki, Rasul-i zişan hiçbir kimseden ilim öğrenmemişti. 3 — Yahudi ve Nasraniler'in kitaplarını okudu, güya onlardan ilim öğrendi. Sonra Kur'an'a çevirdi deniliyor. El cevap: Kur'an onları reddeder: "Andolsun ki, biz, onların (haset eden kafir ve ruhbanlardan öğrenmeyi iddia edenler), bu Kur'an'ı mutlak bir beşer getiriyor diyeceklerini biliyoruz. Hak'dan sapmak sureti ile kendisine (Rasulullah'a öğrenmeyi) nisbet edecekleri o malûm kimsenin lisanı yabancıdır, Arabî değildir. Bu (Kur'an) ise, bütün fesahati ile ve belagatı ile apaçık Arapça'dır." (106) 4 — Ruhbanlardan, Rasulullah'ın Kur'an'ı öğrenmesi mümkün değildir. Çünkü, Kur'an bir teşriye ve kanun-u ilahiyedir. Evvel ve ahirdeki beşer fikrine, hem nefis ve hevasına muhaliftir. Kur'an, çok zaman da geçmiş ve gelecek zamanın hadiselerine de muhaliftir. Çünkü, zamanın olayları, muvakkat bir ilme ve fikre ait olduğunu takdirde Kur'an onun muvakkat olduğunu bildiğinden, öncesinden onu reddeder. Kur'an, ahkam ve çeşitli teşriyi, geçmiş ve gelecek fikirleri birleştiren bir ayna olduğundan, emir ve yasaklan nefsin istediklerinin aksine bildirmesinden, asla beşer tarafından gelmesi mümkün değildir. 5 — Kur'an-ı Kerim, vakıa, havadisler mucibince 23 yıl ayet ayet nazil oldu. Ayetlerin hepsi bir veya iki seferde nazil olmuştur. Rasulullah'a gelmeyen ayetleri, o hiçbir zaman okumamıştır. Sonra, gelen ayetlerin nazm-ı şeriflerini birinci seferde tekrar eylediği gibi, aradan çok zaman geçtiği halde aynı şekil ve tertiple tekrar edildi. Halbuki, insan, bir meseleyi, bir mecliste üç sefer tekrar ettiği taktirde herbir seferinde ayrı bir şekilde tekrar etmeye mecburdur. Eşraf-ı Kainat, 23 yıl zarfında bir şedde veya bir noktayı değiştirmeden aynı şekilde tekrar ederdi. Artık, bu Kur'anın beşer tarafından olmadığına kafi bir delildir. 6 — Bir talebenin bir üstaddan ilim öğrenmesi gizli olmaz, muhakkak uzun bir müddetten sonra öğrenmek mümkün olur. Eğer bir kimseden ilim öğrenmiş olsaydı,
(106) Nalh: 103. 100 tarih muhakkak yazardı. 7 — Araplar'dan en meşhur olanlar şair idiler. Kur'an şiir değildir. "Biz O'na (Peygambere) şiir öğretmedik, bu (şiir öğrenmek) ona yakışmazdı. Onun (Hazreti Ahmed) getirdiği kitap (Hazreti Kur'an), bir öğütten ve (hükümleri) açıklayan (hak) bir Kur'an'dan başkası değildir." (107) 8 — O'na ilm-i Kur'aniyeyi öğreten bir rahip olsaydı, kendini ondan üstün gösterip, "Ol hazret benim talebemdi", diye iftihar ederdi. Haşa ve kella bütün hakiki ehl-i iman olanlar (ister Tevrat, ister İncil alimleri) O'na boyun eğdiler ve teslim oldular. 9 — Hazreti Resul-i Ekrem, okuyup yazmadığı halde, ezberden Kur'an'ı baştan başa, harf harf okuyup, nazmını hatta bir şedde, bir medde, bir cezme bile değişiksiz, kemali ile tilavet ederdi. "Cebrail aracalığıyla yahut ilham ile (habibim) seni okutacağız da asla (sen Kur'an'ı) unutmayacaksın" (108). Resulullah, hiçbir şeyi bu ayetin nüzulünden sonra unutmazdı. 10 — Okumak ve yazmak, ilim ve hesabın aletidir. Aletsiz ilim olunca, işte bu oluş mucizenin ta kendisidir. 11 — Eğer okumak ve yazmak ile peygamberlik davasına çıkmış olsaydı, o zaman hasımlar davasına alet ve takviye bulurlardı. Ezel ve ebed aynası Kur'an'ı ezberden okuması, şüphe yok ki, vahy-i ilahiyyenin ta kendisidir. 12 — Yazı yazmak kolay bir şeydir. Allah'ın sevgili kulu, ehven bir şeyi yazması en kuvvetli bir delildir ki; O'nun kemal-i ilmi had ve hesaba sığmaz. O hudutsuz ilim sahibi, ne büyük bir insandır. Kainatta ferd-i kamildir. Onun üzerine salat-u selam olsun. İşte kemal-i ilim, kemal-i ahlak, kemal-i zeka, ke
(107) Yasin: 69. (108)A'Ia:6. 101 mal-i kuvvet ile Cenab-ı Hak, o'nu gönderdiği halde, okuma yazma öğretmemişti. Bu
iki zıt denizi birleştiren Allah, ümmilik sıfatını o'nun hakkında bir mucize kılmıştır. 13 — Hazreti Resulullah'ın asr-ı saadetinde Mekke'de mektep yoktu ve o hazret başka yabancı lisan ile konuşmamıştı. 'Varaka bin Nevfel, Kitab-ı Mukaddes'i Arapçaya tercüme edip Resul-i Zîşan ondan faydalanmıştır" demenin aslı yoktur. Çünkü, Varaka, Kitab-ı Mukaddes'i tercüme edecek kudrette değildi. Sonra vahyin başlangıcında feraseti ile onun ümmiliğinden peygamber olduğunu bildirmişti ve hicret zamanına ulaşamayacağına inanırken kederlenip mahzun olurdu. 14 — Ehl-i kitabın iddia ettikleri; "Okuma yazmayı bilip, gizletmiştir" demelerinin Kur'an'ı reddetmesi şöyle dursun onların kendi kitaplarına yani Tevrat ve İncil'e imanları yoktur. Eğer imanları olsaydı, Tevrat ve İncil'de Hazreti Resulün evsaf-ı şeriflerinden birisi olan ümmilik mucizesinden bahs edişine teslim olacaklardı. "Kendilerine kitap verdiğimiz (ehli ilim) onu öz oğulları gibi tanırlardı. Hal öyle iken, içlerinden bir kısım (inat ve inkar edenler) kendileri bilip dururken, gene mutlaka hak olanı gizlerler." (109) 15 — En derin ve manalı ümmî kelimesi Hazreti Resule mahsus bir sıfattır ki: Hiçbir kimse ile müzakeresi olmadığı halde, geçmiş kıssalar, hadiseler söyler. Hem kendisinden sonraki zamanlardan bahseder. Mesela: Peygamberimiz, hem Hz. Ali'nin katlini, hem kıyametin küçük alametlerini, hem de büyük alametlerini ve şimdiki zamanımızda çıkan bazı hadiseleri de hatta herbir asra ve zamana mahsus hadis-i şeriflerinde açıklamışlardır. Vahy-i ilahi ile yerküresinin hazineleri ve kai
(109) Bakara: 146.
102
natın içindeki halen keşfedilmiş ve edilmeyen pek çok hadiseleri... Halbuki, bir aleti
yok idi. Dediğimiz manaya şahit onun fesahati ve belagatidir. O'nun sıfatlarından
birisi de keşfi ve zevkî müşahedeleridir. Nitekim, fesahat ve belagatlerini O'nun
münkirleri bile ikrar ederler.
Şimdi de, birkaç tane Kur'an'ın Allah-u Teala tarafından geldiğini bildiren ayet-i
kerime yazayım.
"O Kur'an öyle büyük bir Kur'an ki, onu sana indirdik, insanları karanlıklardan
aydınlığa (huzura) çıkarsın diye"(110)
"Bu kitap öyle bir kitaptır ki, (Allah'tan geldiğine) hiç şüphe yoktur."(lll) Ve daha
önceki kitaplarda da geleceği bildirilmişti.
"Kur'an, Aziz, Rahim olan Allah'ın indirdiği bir kitaptır," (112)
"Kendisinden hiç şüphe olmayan bu kitabın indirilişi, alemlerin Rabb'indendir." (113)
"Hamd Allah'a mahsustur ki, kulu Muhammed'e indirdi. Onun mana ve lafzında bir
çarpıklık yapmadı." (114)
Sonuç olarak diyebiliriz ki: Ayet-i kerime ve hadis-i şeriflerde, ümmî, yani okuma
yazmasının olmadığı bilinen Hz. Muhammed'in (s.a.v), 1400 sene hem geçmişten
bahsetmesi, hem de gelecekten bahsettiklerinin aynen vuku bulması gösteriyor ki:
A) Hz. Muhammed (s.a.v), Allah'ın peygamberidir.
(110) İbrahim: 1.
(111) Bakara: 2.
(112) Yasin: 5.
(113) Secde: 2.
(114) Kehf: 1.[/b]