Mektubat-ı Rabbani - Mektûbat Tercemesi - 101 - 150 Mektup

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Çevrimdışı kardelen

  • *****
  • Join Date: Nis 2008
  • Yer: Hatay / İskenderun
  • 3198
  • +238/-0
  • Cinsiyet: Bay
Mektubat-ı Rabbani - Mektûbat Tercemesi - 101 - 150 Mektup
« Yanıtla #25 : 09 Eylül 2015, 12:31:37 »
[size=12pt][color=orange][size=14pt][b]126. MEKTUP[/b][/size][/color]

Bu mektûb, yine mîr Sâlih Nişâpûrîye yazılmışdır. Tâlibin bâtıl, bozuk ma’bûdlardan kurtulması, hak, doğru ma’bûdü düşünmesi ve hâtırına gelen herşeyi de kovması bildirilmekdedir:

Mîr Seyyid kardeşim! Tâlib (Lâ ilâhe) derken, kendi içinde ve dışarda olan bütün bozuk ma’bûdları yok etmesi ve (İllallah) derken, hak ma’bûd olarak fikrine, vehmine gelen şeylerin hepsini de nefy etmesi, koğması lâzımdır. Hak olan bir ma’bûdün yalnız var olduğunu düşünmeli, bundan başka hâtırına hiçbirşey getirmemelidir. Allahü teâlânın zâtında hiçbirşey ve vücûd ya’nî var olması bile bulunmaz. Onu, vücûdden başka olarak aramak lâzımdır. Ehl-i sünnet âlimleri “Allahü teâlâ onların çalışmalarına bol bol iyilikler versin!” ne güzel söylemişlerdir. Allahü teâlânın vücûdü, zâtından başkadır, buyurmuşlardır. Vücûdü zâtdan başka bilmemek ve vücûdden başka birşeyin varlığına inanmamak, kısa görüşlü olmakdır. Şeyh Alâüddevle “kaddesallahü sirrehül’azîz”, (Vücûd âleminin üstünde, Melik-il-vedûd âlemi vardır) demişdir. Bu fakîri vücûd mertebesinden yukarı götürdüklerinde, çok zemân, o hâlde kalmışdım. Zevk ile, vicdân ile kendimi (Mu’attala fırkası)ndan ya’nî sıfatlara inanmayanlardan sanmışdım. Allahü teâlânın vücûd sıfatını bilmedim. Çünki, vücûd sıfatı geride kalmışdı. Zât mertebesinde vücûdun yeri yokdu. O hâldeki îmânım, îmân-ı taklîdî idi. Tahkîkî değildi. Sözün kısası, insanın hâtırına, hayâline gelen herşey de, kendisi gibi mahlûkdur. Mahlûklarından kendisine doğru hiçbir yol açmayan, yalnız Onu anlamakdan âciz olmak, gücü yetememek yolunu açık bırakan Rabbimizi tesbîh ederiz. O her aybdan, kusûrdan, lekeden uzakdır, temizdir. (Fenâ-fillah) ve (Bekâ-billah) denilen mertebelere varmak, mümkin vâcib olur demek değildir. Böyle şey olamaz. Böyle şeyin olması, hakîkatleri bozmak, birbirine karışdırmak olur. Mahlûk, sonradan yaratılmış olanlar, vâcib olamayacakları, hep var olamayacakları için, vâcibden mümkinin eline geçen şey yalnız Onu anlıyamamakdır. Fârisî beyt tercemesi:

Ankâ avlanılmaz, tuzağı topla!
Tuzağa giren, olur yalnız hava.

Çok yüksekleri arayan tâlib, kavuşulamayacak, adı ve nişânı bulunamayacak bir varlığı arar. Birçokları ise, kendilerinden başka olmayan varlığı aramakda, ona yaklaşmağa, berâber olmağa uğraşmakdadır. Fârisî mısra’ tercemesi:

Onlar büyüklerdir, ben de böyleyim yâ Rab!

Geçmişiniz ve geleceğiniz hayrlı olsun![/size]

Çevrimdışı kardelen

  • *****
  • Join Date: Nis 2008
  • Yer: Hatay / İskenderun
  • 3198
  • +238/-0
  • Cinsiyet: Bay
Mektubat-ı Rabbani - Mektûbat Tercemesi - 101 - 150 Mektup
« Yanıtla #26 : 09 Eylül 2015, 12:32:06 »
[size=12pt][color=orange][size=14pt][b]127. MEKTUP[/b][/size][/color]

Bu mektûb, molla Safer Ahmed-i Rûmîye yazılmışdır. Anaya babaya hizmet, her ne kadar sevâb ise de, hakîkî matlûba kavuşmak yanında, boşuna uğraşmak olur. Hattâ günâh olduğu bildirilmekdedir:

Kıymetli mektûbunuz geldi. Buraya gelemediğinizin sebebini yazıyorsunuz. Doğrudur. Şimdiye kadar yapdığınızdan dahâ da çok yapınız. Lâzım olan hizmeti tâm yapamadığınızı düşününüz. Ahkâf sûresinin onbeşinci âyetinde meâlen, (İnsanlara, analarına babalarına ihsân etmelerini söyledik) buyuruldu. Lokmân sûresinin ondördüncü âyetinde meâlen, (Bana ve anana babana şükr et!) buyuruldu. Böyle olmakla berâber, bütün bu iyi işler, hakîkî varlığa kavuşmak yanında boş, fâidesiz kalırlar. Sülûk konaklarını geçmek yanında lüzûmsuz, boş şeylerdir. (Ebrârın iyilik olarak yapdıkları, mukarrebler yanında günâh olur) sözünü işitmişsinizdir. [Bu sözü, şeyh Ebû Sa’îd-i Harrâz söylemişdir “kaddesallahü sirrehül’azîz”.] Fârisî beyt tercemesi:

Herne ki güzeldir, Allah sevgisinden başka,
Hepsi câna zehrdir, şeker gibi de olsa!

Allahü teâlânın hakkı, bütün mahlûkların haklarından dahâ önce gelir. Onların haklarını gözetmek de, Onun emri iledir. Yoksa, Onun hizmetini bırakıp da, başkalarına hizmet etmek kimin elinden gelebilir? Bunun için, başkalarına hizmet etmek, Ona olan hizmetlerden biri olur. Fekat, hizmetler arasında çok fark vardır. Tarlayı sürenler ve ekini biçenler de, pâdişâhlara hizmet etmekdedir. Fekat, serâyda olanların yapdıkları hizmetlerin şerefi başkadır. Bunların yanında, tarlayı sürmek ve ekini biçmek gibi şeyler söylemek, suç bile olur. Her işin karşılığı, o işin kıymetine göre ölçülür. Tarla sürenler, sabâhdan akşama kadar ter içinde çalışır. Buna karşılık, az birşey alır. Mukarrebler ya’nî sultâna yakın olanlar ise, her sâatde yüzlerce lira alırlar. Böyle olmakla berâber, bunların bu paralarda hiç gözleri yokdur. Gözleri, gönülleri hep sultândadır. Aralarındaki farkı düşününüz! Ferrûh Hüseyn, oldukça ilerlemekdedir. Onun için üzülmeyiniz! Dahâ ne yazayım[/size]

Çevrimdışı kardelen

  • *****
  • Join Date: Nis 2008
  • Yer: Hatay / İskenderun
  • 3198
  • +238/-0
  • Cinsiyet: Bay
Mektubat-ı Rabbani - Mektûbat Tercemesi - 101 - 150 Mektup
« Yanıtla #27 : 09 Eylül 2015, 12:32:36 »
[size=12pt][color=orange][size=14pt][b]128. MEKTUP[/b][/size][/color]

Bu mektûb, hâce Mukîme yazılmışdır. Çok yükseklere erişmeği istemelidir. Ele geçenle doymamak lâzım olduğu bildirilmekdedir:

Kıymetli hâce Muhammed Mukîm! Bu uzakda kalmış olanları unutmayınız! Hattâ, uzakda sanmayınız! Hadîs-i şerîfde, (İnsan, sevdiği ile birlikdedir) buyuruldu. Bu yolun ucu çok uzundur. Aranılan sevgili, çok yüksekdir. Gücümüz, uğraşmamız ise, sonsuz olarak azdır. Erişilen konaklar, aranılanı andıran serâb gibidir. Allah korusun! Bu konakları, yolun sonu sanmakdan, yabancıları aranılan sevgili sanmakdan ve anlaşılabilen şeyleri, anlaşılamıyan sanarak, yarı yolda kalmakdan Allahü teâlâya sığınırız! Çok yüksekleri aramalı, ele geçenlere bağlanıp kalmamalıdır. Verâların verâsını, ötelerin ötesini aramalıdır. Böyle bir istek, böyle çok çalışmak, ancak vazîfe alınan büyüğün “kaddesallahü sirrehül’azîz” teveccühü, dilemesi ile elde edilebilir. Onun teveccühü de, mürîdinin ona olan sevgisi, bağlılığı kadar olur. Bu ise, Allahü teâlânın öyle bir ni’metidir ki, dilediğine verir. Onun ihsânı pekçokdur.[/size]

Çevrimdışı kardelen

  • *****
  • Join Date: Nis 2008
  • Yer: Hatay / İskenderun
  • 3198
  • +238/-0
  • Cinsiyet: Bay
Mektubat-ı Rabbani - Mektûbat Tercemesi - 101 - 150 Mektup
« Yanıtla #28 : 09 Eylül 2015, 12:33:03 »
[size=12pt][color=orange][size=14pt][b]129. MEKTUP[/b][/size][/color]

Bu mektûb, seyyid Nizâma yazılmışdır. İnsanda herşeyin bulunması, onun dağılmasına sebeb olmuşdur. Yine bu topluluk, onun yükselmesine de sebeb olduğu bildirilmekdedir:

Kıymetli mektûbunuz geldi. Bütün varlıklardan birer örnek, insanın yapısında vardır. İnsan, kendisinde bulunan her parçadan dolayı bütün varlıklara bağlanmışdır. Onda her varlıkdan birer parça bulunması, onun herşeye bağlanmasına ve bunun sonucu olarak, Allahü teâlâdan uzaklaşmasına sebeb olmuşdur. Çeşidli bağlılıkları sebebi ile, insanın Allahü teâlâdan uzaklığı, herşeyin uzaklığından dahâ çok olmuşdur. Herşeyden dahâ çok mahrûm olmuşdur. Allahü teâlânın yardımı ile, kendini bu dağınık bağlılıklardan toparlarsa, yalnız Ona bağlanırsa, büyük kurtuluşa kavuşmuş olur. Böyle yapmazsa, yolunu sapıtmış, çok uzaklara düşmüş olur. İnsan, herşeyi kendisinde topladığı için, varlıkların en üstünü olmuşdur. Yine bu topluluğu, onun herşeyden dahâ kötü olmasına yol açmışdır. Bu topluluğundan dolayı, tâm bir ayna olmuşdur. Fekat, bu âleme yüz çevirirse, çok lekelenir. Eğer, Allahü teâlâya dönerse, çok parlak olur. Aynası, herşeyin aynasından dahâ çok gösterir. İnsanın, bu çeşidli bağlantılardan büsbütün kurtulabilmesi, yalnız Allahın resûlü Muhammed Mustafâya nasîb olmuşdur “sallallahü teâlâ aleyhi ve alâ âlihi ve sellem”. Bundan sonra, başka Peygamberler ve Nebîler, derece derece kurtulmuşlardır “salevâtüllahi teâlâ ve teslîmâtühü alâ nebiyyinâ ve aleyhim ve alâ etbâ’ihim ecma’în ilâ yevmiddîn”. Allahü teâlâ, bizi ve sizi bu bağlantılardan kurtarsın! (Mi’râc gecesinde, gözü Ondan hiç ayrılmadı ve taşkınlık yapmadı) kelimeleri ile Kur’ân-ı kerîmde övülen, Allahın resûlü Muhammed Mustafâ hurmetine “aleyhi ve alâ âlihi minessalevâti etemmühâ ve minetteslîmâti ekmelühâ” bu düâmızı kabûl buyursun! Âmîn. Dahâ çok yazmak usandırıcı olur. Vesselâm, vel-ikrâm.

Harâmdan sakın, farzı yapmağa bak!
Farzı yapmazsan, olur hâlin harâb![/size]

Çevrimdışı kardelen

  • *****
  • Join Date: Nis 2008
  • Yer: Hatay / İskenderun
  • 3198
  • +238/-0
  • Cinsiyet: Bay
Mektubat-ı Rabbani - Mektûbat Tercemesi - 101 - 150 Mektup
« Yanıtla #29 : 09 Eylül 2015, 12:33:31 »
[size=12pt][color=orange][size=14pt][b]130. MEKTUP[/b][/size][/color]

Bu mektûb, Cemâleddîne yazılmışdır. Çeşidli hâllerin hâsıl olmasına kıymet verilmediği bildirilmekdedir:

Hâllerin değişmesi o kadar kıymetli değildir. Kalbe gelenlere ve gidenlere, söylenilenlere ve işitilenlere bağlanmamalıdır. Aranılan şey başkadır. O görülmez, kalb ile müşâhede edilmez. Ondan söz edilmez ve işitilmez. Böyle şeylerden münezzehdir, müberrâdır. Sâlikleri, çocuklar gibi, bu yolun cevizleri ve kozalakları ile oyalarlar. Çok yüksekleri aramalıdır. İş, bunlardan başkadır. Bunlar, hep rü’yâ ve hayâldir. Bir kimse rü’yâda kendini pâdişâh görebilir. Fekat gerçekde pâdişâh değildir. Fekat bu rü’yâ, bir ümmîd uyandırır. Nakşibendiyye tarîkatinde, rü’yâlara kıymet verilmez. Şu beyt, onların kitâblarında yazılıdır. Fârisî beyt tercemesi:

Güneşin kölesiyim, yalnız onu anarım.
Geceyi, rü’yâları, hep arkaya atarım.

Hâllerden bir hâl gelir ve geçerse, sevinmeğe ve üzülmeğe değmez. Anlaşılamıyan maksadın hâsıl olmasını beklemelidir. Vesselâm.[/size]