Mektubat-ı Rabbani - Mektûbat Tercemesi - 101 - 150 Mektup

0 Üye ve 2 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Çevrimdışı kardelen

  • *****
  • Join Date: Nis 2008
  • Yer: Hatay / İskenderun
  • 3198
  • +238/-0
  • Cinsiyet: Bay
Mektubat-ı Rabbani - Mektûbat Tercemesi - 101 - 150 Mektup
« Yanıtla #10 : 09 Eylül 2015, 12:19:42 »
[size=12pt][color=orange][size=14pt][b]111. MEKTÛB[/b][/size][/color]

Bu mektûb, şeyh Hamîd-i Sünbülîye yazılmıştır. Tevhîd, kalbi Allahü teâlâdan başka şeylerden kurtarmak olduğunu bildirmektedir:

Allahü teâlâya hamd olsun! Onun seçtiği kullarına selâmet olsun! (Tevhîd) kalbi Allahü teâlâdan başka şeylere bağlanmaktan kurtarmak demektir. Kalbi mâ-sivâya çok az bile olsa, bir bağlılığı bulunan kimse, tevhîd sahibi olamaz. [(Mâ-sivâ), Allahü teâlâdan başka şeylerin hepsi demektir.] Bu nîmeti elde etmeden önce, vâhid, birdir demek ve vâhid bilmek, huzur sahiplerine göre boş lâf olur. Evet, îman etmiş olmak için, vâhid demek ve vâhid bilmek lâzımdır. Fakat bu, Allahü teâlâdan başka tapınacak hiçbirşey yoktur, demektir. Allahü teâlâdan başka hiçbirşey var değildir demekle, onun arasındaki başkalık meydandadır. Tasdik, îman, ilimle olur. Vicdânla anlamak ise bir hâldir. Bu hâle kavuşmadan önce, bunun üzerinde konuşmak doğru olmaz. Büyükler arasında, bu hâlden söz edenler, şu ikisinden biridirler: Yâ kendilerini hâl kaplıyarak örtülmüşlerdir. Bunun için, sorguya çekilmez, suçlandırılmazlar. Yâhut, hâllerini başkalarına örnek olmak için bildirmişlerdir. Böylece, başkaları, kendi hâllerini, bu büyüklerin hâlleri ile ölçerek, doğru olup olmadıklarını anlasınlar. Bu ikisinden başka sebeple, hâlini, sırrını açıklamak yasaktır. Hak teâlâ, o büyüklerin hâllerinden az birşey, biz yabancılara da ihsân eylesin! Muhammed Mustafânın sünnet-i seniyyesine yapışmakla şereflendirsin! Sevgili Peygamberi ve Onun Âli hurmetleri için bu duâmızı kabûl buyursun! Âmîn! Ayrıca başınızı ağrıtayım ki, bu duâcınızın mektûbunu getiren, meyân şeyh Abdülfettâh hâfız, olgun bir kimsedir. Bir insan evladıdır. Bakacağı kimseleri çoktur. Kızlar babasıdır. Geçim darlığından dolayı ihsân sahiplerine baş vurmaktadır. Beklediğine kavuşacağını umarım. Başınızı daha çok ağrıtmaktan çekindim.[/size]

Çevrimdışı kardelen

  • *****
  • Join Date: Nis 2008
  • Yer: Hatay / İskenderun
  • 3198
  • +238/-0
  • Cinsiyet: Bay
Mektubat-ı Rabbani - Mektûbat Tercemesi - 101 - 150 Mektup
« Yanıtla #11 : 09 Eylül 2015, 12:20:41 »
[size=12pt][color=orange][size=14pt][b]112. MEKTÛB[/b][/size][/color]

Bu mektûb, şeyh Abdül-Celîl-i Tehânîserîye yazılmıştır. Birinci vazîfemiz, Ehl-i sünnet vel-cemaat îtikatını elde etmek olduğu bildirilmektedir:

Hak teâlâ, zarar ziyân içinde olan bizleri, doğru oldukları müjdelenmiş olan, Ehl-i sünnet vel-cemaat âlimlerinin bildirdikleri îtikata kavuştursun! Beğendiği işleri yapmakla şereflendirsin! Bu iyi işleri yapmaktan hâsıl olan hâlleri de ihsân buyursun! Kendi mukaddes makamına çeksin! Fârisî mısra’ tercümesi:

İş budur, bundan başkası hiçtir.

Çünkü, bu kurtuluş fırkasının îtikadı olmadan hâsıl olan hâller, vecdler, istidrâcdan başka birşey değildir. İnsanı haraplığa, felakete sürüklerler. Bu kurtuluş fırkasına uymak nîmetine kavuştuktan sonra, her ne verirlerse seviniriz, Şükrederiz. Râzı oluruz. Tasavvuf büyüklerinden birkaçı, kendilerini hâl ve sekr kapladığı zaman, doğru yolun âlimlerinin bildirdiklerine uymıyan bilgiler, marifetler söylemişler ise de, keşf yolu ile anladıklarını bildirmişlerdir. Bunun için, suçlu sayılmazlar. Kıyâmette, bunlar için sorguya çekilmemeleri umulur. Bunlar ictihâdında yanılan müctehidler gibidirler. Onlar gibi, bunların yanılmalarına da bir sevap verilir. Böyle, birbirlerine uymıyan bilgilerde, hep Ehl-i sünnet âlimlerinin bildirdikleri doğrudur. Çünkü bunların bilgileri, Peygamberlik kaynağından alınmıştır. Bu bilgiler, kesinlikle doğru olan vahy ile bildirilmiştir. Tasavvuf büyüklerinin marifetleri ise, keşf ve ilhâm ile anlaşılmaktadır. Keşf ve ilhâm, kesinlikle doğru olamaz. Keşf ve ilhâmın doğru olup olmadığı, Ehl-i sünnet âlimlerinin bildirdiklerine uygun olup olmaması ile anlaşılır. Kıl ucu kadar uygunsuzluk bulunursa, yanlış oldukları anlaşılır. İşin doğrusu böyledir. İşin doğrusu bilindikten sonra, buna uymıyan keşflerin, dalâlet, sapıklık oldukları anlaşılır. Allahü teâlâ, bizi ve sizi, zâhirimizi, bâtınımızı, îtikatımızı, ibâdetlerimizi, Peygamberlerin efendisine uygun eylemekle şereflendirsin! Size ve doğru yolda olanlara selâmet versin! Âmîn.[/size]

Çevrimdışı kardelen

  • *****
  • Join Date: Nis 2008
  • Yer: Hatay / İskenderun
  • 3198
  • +238/-0
  • Cinsiyet: Bay
Mektubat-ı Rabbani - Mektûbat Tercemesi - 101 - 150 Mektup
« Yanıtla #12 : 09 Eylül 2015, 12:21:18 »
[size=12pt][color=orange][size=14pt][b]113. MEKTÛB[/b][/size][/color]

Bu mektûb, Cemâleddîn Hüseyn Külâbîye yazılmıştır. Mübtedî ile müntehînin cezbeleri arasındaki farkı bildirmektedir:

Allahü teâlâya hamd olsun. Onun seçtiği, beğendiği kimselere selâm olsun! Cezbe, yâni çekilmek, ancak bir üst makama olur. Daha üst makamlara çekilmez. Şühûd da böyledir. Bir makam görülebilir. O hâlde, kalb makamında bulunup sülûk yapmadan, cezb edilenler, ancak kalbin üstündeki ruh makamına çekilirler. Allahü teâlâya cezb edilmek için, nihâyette bulunmak lâzımdır. Yâni bulunduğu mertebenin üstünde başka makam olmamalıdır. Başlangıcda olan cezbede, bir üst makam, yâni ruh [İnsanın kendi ruhu] müşâhede edilir. Allahü teâlâ, ruhları, kendi sûretinde yarattığı için, ruhu görünce, Hak teâlâyı görmek sanmışlardır. Ruhun, bu madde âlemi ile, bir münâsebeti, bağlılığı olduğu için, ruhu görünce, mahlûkat aynasında, Hak teâlâ görülüyor demişlerdir. Böylece, bazıları, mâıyyet [berâberlik] var sanmıştır.

Sülûkün sonuna varmadıkca ve orada (Fena-i mutlak) hâsıl olmadıkca, Hakkın şühûdü mümkün değildir. [(Mutlak); kaydsız, şartsız, yâni her bakımdan demektir.] Fârisî beyt tercümesi:

Bir kimseye, nasip olmazsa Fena,

Bulamaz yol, o makama aslâ!

Hakkın şühûdünde, bu âlemin hiç münâsebeti yoktur. Şühûd-i ruh ile, şühûd-i Hak arasındaki fark şudur ki, bu âlem ile herhangi bir bakımdan münâsebeti bulunursa, (Şühûd-i Hak) değildir. Eğer hiç münâsebeti yok ise, (Şühûd-i ilâhî)dir. Başka kelime bulunamadığı için, şühûd denilmiştir. Yoksa, bu görmek değildir. Anlaşılamıyan, anlatılamıyan bir hâldir. Bîçûn için olan şeyler, bilinen diller ve kelimelerle anlatılamaz. Vesselâm![/size]

Çevrimdışı kardelen

  • *****
  • Join Date: Nis 2008
  • Yer: Hatay / İskenderun
  • 3198
  • +238/-0
  • Cinsiyet: Bay
Mektubat-ı Rabbani - Mektûbat Tercemesi - 101 - 150 Mektup
« Yanıtla #13 : 09 Eylül 2015, 12:21:54 »
[size=12pt][color=orange][size=14pt][b]114. MEKTÛB[/b][/size][/color]

Bu mektûb, sofî Kurbana yazılmış olup Peygamberlerin en üstünü olan Muhammed aleyhisselâma uymaya teşvîk eylemektedir:

Cenâb-ı Hak, hepimizi, dünya ve âhıretin efendisi ve bütün insanların her bakımdan en yükseği ve en iyisi olan, Muhammed Mustafâya tâbi olmak saadetiyle şereflendirsin! Çünkü cenâb-ı Hak, Ona tâbi olmayı, Ona uymağı çok sever. Ona uymanın ufak bir zerresi, bütün dünya lezzetlerinden ve bütün âhıret nîmetlerinden daha üstündür. Hakîkî üstünlük, Onun sünnet-i seniyyesine tâbi olmaktır ve insânlık şerefi ve meziyyeti, Onun islâmiyetine uymaktır. [(Sünnet) kelimesi, üç ayrı mânaya gelir. Burada, islâmiyet demektir.]

Meselâ, Ona uyan bir kimsenin, gün ortasında bir parça uyuması, ona uymaksızın, birçok geceleri ibâdetle geçirmekten, kat kat daha kıymetlidir. Çünkü (Kaylûle etmek) yâni öğleden önce biraz yatmak, âdet-i şerifesi idi. Meselâ, Onun dîninin emrettiği için, bayram günü oruç tutmamak ve yiyip içmek, Onun yolunda bulunmayıp senelerce tutulan oruclardan daha kıymetlidir. İslâmiyetin emri ile fakire verilen az bir şey ki, buna zekât denir, kendi arzusu ile, dağ kadar altın sadaka vermekten daha eftaldir. Emîr-ül-müminin Ömer, bir sabah namazını cemaat ile kıldıktan sonra, cemaate bakıp, bir kimseyi göremeyince sordu: Eshâbı dediler ki, (Geceleri sabaha kadar ibâdet ediyor. Belki şimdi uyku bastırmıştır). Emîr-ül-müminin buyurdu ki, (Keşke bütün gece uyuyup da, sabah namazını cemaat ile kılsaydı, daha iyi olurdu). İslâmiyetten sapıtmış olanlar, sıkıntı çekip ve mücâhede edip, nefslerini körletiyor ise de, bu dîne uygun yapmadıklarından kıymetsizdir ve hakîrdir. Eğer bu çalışmalarına ücret hâsıl olursa, dünyada birkaç menfaatten ibâret kalır. Hâlbuki, dünyanın hepsinin kıymeti ve önemi nedir ki, bunun birkaçının îtibar olsun. Bunlar, meselâ çöpçüye benzer ki, çöpçüler herkesten daha çok çalışır ve yorulur. Ücretleri de herkesten aşağıdır. İslâmiyete tâbi olanlar ise, latîf cevâhir ve kıymetli elmaslar ile meşgûl olan mücevherciler gibidir. Bunların işi az, kazançları pek çoktur. Bâzan bir saatlik çalışmaları, yüzbinlerle senenin kazancını hâsıl eder. Bunun sebebi şudur ki, islâmiyete uygun olan amel, Hak teâlânın makbûlüdür, mardîsidir, çok beğenir.

İslâmiyete uymıyan şeylerin hiçbirisini Hak teâlâ sevmez, beğenmez. Sevilmeyen, beğenilmeyen şeye sevap verilir mi? Belki cezâya sebep olur. Bu incelik, dünya işlerinde de vardır. Biraz düşünülürse anlaşılır. O hâlde, saadet-i ebediyyeyi ele geçirten sermâye, Peygamberimizin dînine yapışmaktır. Bütün zarar ve fesatların başı, islâmiyetten ayrılmaktır. Vesselâm.[/size]

Çevrimdışı kardelen

  • *****
  • Join Date: Nis 2008
  • Yer: Hatay / İskenderun
  • 3198
  • +238/-0
  • Cinsiyet: Bay
Mektubat-ı Rabbani - Mektûbat Tercemesi - 101 - 150 Mektup
« Yanıtla #14 : 09 Eylül 2015, 12:22:32 »
[size=12pt][color=orange][size=14pt][b]115. MEKTÛB[/b][/size][/color]

Bu mektûb, molla Abdülhak-ı Dehlevîye yazılmıştır. Gittiğimiz yolun yedi basamak olduğu bildirilmektedir:

Fârisî mısra’ tercümesi:

Her ne olursa olsun, dosttan konuşmak daha tatlı!

Bizim gitmekte olduğumuz yol, yedi adımdır. İki adımı (Âlem-i halk)dadır. Yâni, madde âleminde, ölçü âlemindedir. Beş adımı (Âlem-i emr)dedir. Yâni maddesiz, ölçüsüz âlemdedir. Âlem-i emirde olan birinci adım atılınca, (Tecellî-yi ef’âl) hâsıl olur. İkinci adımda, (Tecellî-yi sıfat) hâsıl olur. Üçüncü adımda, (Tecelliyât-i zâtiyye) hâsıl olmaya başlar. Sonra ve daha sonra, ilerledikçe, bu tecellîler artar. Tasavvuf yolunda ilerliyenler, bu sözlerimizin ne demek olduğunu daha iyi anlar. Bütün bu nîmetlere, ancak geçmişlerin ve geleceklerin en üstününün yolunda, izinde gitmekle kavuşulabilir. Bu yol, iki adımdır, diyenler de vardır. Bunlar, (Âlem-i halk) için birinci adım, (Âlem-i emr) için ikinci adım demişlerdir. İşi kolay anlatmak için, sözü kısaltmışlardır. İşin doğrusu, Allahü teâlânın yardımı ile, yukarıda bildirdiğimizdir.[/size]