Gönderen Konu: Erzurumlu İbrahim Hakkı - MARİFETNAME  (Okunma sayısı 30788 defa)

0 Üye ve 2 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Çevrimdışı Aşık-ı sadık

  • Paylaşımcı üye
  • ****
  • İleti: 840
  • +230/-0
  • Cinsiyet: Bayan
  • Âşîk-ı sâdık
Erzurumlu İbrahim Hakkı - MARİFETNAME
« : 30 Kasım 2008, 16:29:08 »
ÖNSÖZ

MARİFETNAME

BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHİM

Sınırsız hamd, sayısız şükür, ebedî, senâ tek ve benzersiz olan Allah'a olsun. O, âlemlerin her işini, ezelî ilmiyle takdir edip, belirlemiştir. Cihanın görüntülerini, bitmez feyziyle tertip edip, tespit eylemiştir. Cihanın gül bahçesini, insan gülünün kokusuyla süslemiştir. Bütün cihanı insan için, insanı da kendisinin bilinmesi için var edip; eşyanın hakikatiyle mânâların inceliklerini hep insanda toplayıp, ortaya çıkarmıştır. İnsan ruhunu, "Câmi" ismine sûret yapmış, onu emânetlerin yüklenicisi ve sırların mahalli kılmıştır. Alemin bütününde olan nice bin hikmetine, âlimleri vâkıf eylemiştir. Cihan kitabının her bir harfinden, marifetinin belirtilerini mütalaa edenleri ârif eyleyip, gönül âlemine dalan kullarını, kendi huzurundaki Kâbe'de ibadet edici eylemiştir. Salavatların en faziletlisi, tahiyyatların en mükemmeli, teslimatların en güzeli, kâinatı efendisi, yaratıkların en şereflisi, varlıkların hülasası Peygamberimiz aleyhissalatüvesselam hazretlerinin en büyük ismine ve akl-i evvel olan en mükemmel ruhuna olsun ki; O, "Sen olmasaydın, sen olmasaydın felekleri yaratmazdım," hitabıyle yüceltilmiştir. O, halkı cehalet karanlıklarından, hidayet nurlarına çıkarmıştır. Kendi nefsini bilen ümmeti, Hak bilgisini bulmuştur. Selam ve hürmet onun ashabına olsu ki, onlar, sözlerinde, işlerinde, imanlarında ve ahlakın her hususunda ona uyup, iman nuru ve irfan huzuruyla gönülleri dolmuştur. Allah'ın rızası, hepsinin üzerine olsun.

Bu hakir ve hakiki fakir İbrahim Hakkı, bu kitabı, aziz ve şerif mahdumu Seyyit Ahmet Naîmî için kaleme alıp, ona hitap eder ki: Allah, seni her iki cihanda aziz etsin. Öncelikle malum olsun ki, Hak Teala iki cihanı insanoğulları için ve insanoğullarını da ancak kendisini tanımaları için yarattığını cümleye duyurmuştur. Nitekim lûtuf ve keremiyle: "Ben gizli bir hazineydim, bilinmeyi sevdim ve beni tanımaları için varlıkları yarattım," buyurmuştur. Şu halde âlemin ve insanın yaratılmasından nihaî maksat ve yüce istek, Mevla'nın bilinmesidir. Bu ebedî devlet ve tükenmez saadet, her şeyden öncedir. Ancak bu, nefsini bilmeye bağlı olup, nefsini bilmek de bedeni bilmeye dayanır. Bedenin bilinmesi, âlemin bilinmesiyle olur. Alemin bilinmesi ise hakiki ilimlerledir. Bu sebepden dolayı bir miktar astronomi ve felsefeden alıp toplayarak, bir miktar anatomi ilminden devşirip seçerek, bir miktar da kalb ilmi ve irfandan iktibas edip ele alarak, bu güzel kitabı, Türk diline tercüme edip, bir mukaddime, üç kitap ve bir sonuç üzere telif ve tasnif ettim. Mukaddimesi, genil İslam bilgisi, dünya ve ahiret âlemlerinin özetidir. İlk kitap, âlemin durumu, eşyanın ve görüntülerin tafsilidir. İkinci kitap, şekiller bilgisi, bedenlerin terkibi ve insan nefsinin mahiyetidir. Üçüncü kitap, irfana ulaşma keyfiyeti, Allah'a varmanın hakikatıdır. Sonuç, âdap ve erkân bilgisi, dostların sohbeti, akrabalıklar ve komşuluklardır. Tertip ve tanzimi böyle yaptım ki, evvela mukaddimeden, açık âyetler ile sabit olan kâinatın acaip durumlarını özet olarak öğrenip, iki cihanın hallerinin garabetlerini yakinen bildikte; bütün bir itimatla tam itikat edip, cümlenin yaratıcısını ve düzenleyicisini bilesin. Büyüklük ve kudretini fikredip düşünesin. Bundan sonra birinci kitaptan Yaratıcının güzel sanatlarını âlemin ufukları içinde ayrıntılarıyle seyredip, cihanın sırlarına vâkıf oldukta; âlem insanın kabuğu, insan âlemin dili olduğunu bilip, cümleden âsûde olasın, kendi kendine gelesin. Bundan sonra ikinci kitaptan Yaratıcının kudretinin şaşırtıcılığını, kendi cisim ve canında toplu olarak görüp, büyük âlemde her ne varsa, hepsinin benzerini kendi vücudunda buldukta; vücudun bir küçük âlem olduğunu bilip, kendi nefsine gelesin. Nefisler âleminde, Mevla'yı temaşa kılasın ve kendi ruhunu, vücudunun ikliminin sultanı bilip, kadr ve kıymetine vâkıf olup, nefsi tanıma mertebesini bulasın; kendi âleminde sultan olasın. Bundan sonra üçüncü kitaptan kalblerin evirip çeviricisi Allah'ın acaip ilhamlarını, garip tasarruflarını, zat ve sıfatının kalblere yakınlığı, en büyük âlem olan gönülde kesin bilgiyle bilip, masivadan (Allah'dan başkalarından) âzat olup, her şeyi unutup, her şeyi çekip çevirici bir onu buldukta; vahdet, âlemine erip, o tek ve yegâne Allah'ın birliğini basiretinle katiyetle görüp, Allah'ı tanıma devletine eresin. Allah'a yakınlığın saadetini kesinlikle bilip, hududunu koruyup kollayarak, Hüda'nın yaratıklarına sevgi ve şefkatle, kalblerin sevgilisi oldukta; selametle toplumu gönlünce bulasın. Rahatla âlemin azizi olasın. Çünkü bu kitab-ı şerifte nizam, bu güzel üslup üzere tamam olup, alıcı gözüyle mütalaa edenleri, Mevla'nın âyetlerinin hakikatini bildirmiştir. Bu kitabın adı "MARİFETNAME" olup, bitiş tarihi: Binyüzyetmişe, yetmiştir. (1170 H./1756 M.)

Çevrimdışı Aşık-ı sadık

  • Paylaşımcı üye
  • ****
  • İleti: 840
  • +230/-0
  • Cinsiyet: Bayan
  • Âşîk-ı sâdık
Erzurumlu İbrahim Hakkı-MARİFETNAME
« Yanıtla #1 : 30 Kasım 2008, 16:31:44 »
1-BÖLÜM:



İTABIN MUKADDİMESİ

Kur'an âyetleri ve Peygamber hadislerinin bildirdiği şekilde itimat ve itikat olunacak dinî hususlara ve kesinlikle ihtiyaç ola İslâm bilginlerinin görüşlerine göre; Arş'ın yaratılışının tertibini, Kürs'ü, Cennetleri, gökleri, yerleri, denizleri, ışıkları, kıyamet alâmetlerini, kıyametin hal ve durumlarını, cihanın harap oluşunu ve yokoluşunu, Rahman'a kavuşma âleminin (Ahiretin) ebediliğini dört bölümle tafsil eder.

BİRİNCİ BÖLÜM

Özet olarak âlemin yaratılış tertibini, Arş-ı Azam'ın büyüklüğünün keyfiyetini, Arş'ın taşıyıcılarını, o muhterem kürenin, çevresinde olan nehirleri, melekleri ve sair toplulukları ve altında olanr Kürs'ü, Sidre'yi, Levh-i Mahfuz'u ve Kalem'i altı madde ile beyan eder.

Birinci Madde:

Cihanın yaratıcısının, âlemde olan güzel sanatlarını derin derin düşünmeye sevkeden açık alâmetleri bildirir.

Ey aziz, malum olsun ki, Hak Teala bu âlemi, varlık ve birliğine alâmet edip, bütün eşyada, görecek gözü olanlara sanatını ortaya çıkarmakla hikmetinin hakikatlerini duyurmuştur. Kullarını, kendini tanıma hususunda rağbete getirmek için Kelam-ı Kadim'inde azametle şöyle buyurmuştur: (Burada yazılan âyetler, Kur'an'daki tertib üzerinedir.)

Bismillahirrahmanirrahim

"Hamd, âlemlerin Rabbine Mahsustur." (1/2)¥

"Göklerin ve yerin hükümranlığının Allah'a ait olduğunu bilmez misin? Allah'dan başka dost ve yardımcınız yoktur." (2/107)

"Allah, kendisinden başka tanrı olmayan, kendisini uyuklama ve uyku tutmayan, diri, her an yaratıklarını gözetip durandır. Göklerde olan ve yerde ola ancak onundur. Onun izni olmadan katında şefaat edecek kimdir? Onların işlediklerini ve işleyeceklerini bilir, dilediğinden başka ilminden hiçbir şey kavrayamazlar. Hükümdarlığı, gökleri ve yeri kaplamıştır, onların gözetmesi ona ağır gelmez. O, yücedir, büyüktür." (2/255)

"Şüphesiz gökte ve yerde hiçbir şey Allah'dan gizli kalmaz. Ana rahminde sizi, dilediği gibi şekillendirir. ondan başka tanrı yoktur. Güçlüdür, hakimdir." (3/5-6)

"Göklerde olanlar da, yerde olanlar da Allah'ındır. İşler Allah'a varacaktır. (3/109)

"Göklerin ve yerin yaratılışında, gece ile gündüzün birbiri ardınca gelmesinde akıl sahiplerine şüphesiz deliller vardır. onlar, ayakta iken, otururlarken, yan yatarlarken Allah'ı anarlar; göklerin ve yerin yaratılışını düşünürler: "Rabbimiz! Sen bunu boşuna yaratmadın, sen münezzehsin. Bizi ateşin azabından koru," derler. (3/190-191)

"Göklerde olanlar da, yerde olanlar da Allah'ındır. Allah, her şeyi kuşatır." (4/126)

"Göklerin, yerin ve ikisi arasındakilerin hükümdarlığı Allah'ındır. Dönüş onadır." (5/18)

"Göklerin, yerin ve onlarda olanların hükümdarlığı Allah'ındır. Allah, her şeye kadirdir." (5/120)

"Göklerin ve yerin Allah'ı, içinizi, dışınızı bilir, kazandıklarınızı da bilir." (6/3)

"Gaybın anahtarları onun katındadır, onları ancak o bilir. Karada ve denizde olanı bilir. Düşen yaprağı, yerin karanlıklarında olan taneyi, yaşı kuruyu -ki apaçık bir Kitap'dadır- ancak o bilir." (6/59)

"Göklerde ve yerde olanlar onundur; hepsi ona boyun eğmiştir." (30/26)

"Yakinen bilenlerden olması için İbrahim'e göklerin ve yerin hükümranlığını şöylece gösterdik." (6/75)

"Doğrusu ben yüzümü, gökleri ve yeri yaratana, doğruya yönelerek çevirdim, ben puta tapanlardan değilim." (6/79)

"Rabbiniz, gökleri ve yeri altı günde yaratan sonra arşa hükmeden, gündüzü -durmadan kovalayan- gece ile bürüyen, güneşi, ayı, yıldızları, hepsini buyruğuna baş eğdirerek var eden Allah'dır. Bilin ki, yaratma da, emir de onun hakkıdır. Alemlerin Rabbi olan Allah yücedir."(7/56)

"Göklerin ve yerin hükümdarlığı elbette Allah'ındır. Dirilten ve öldüren odur. Allah'dan başka dost ve yardımcınız yoktur." (9/116)

"Yerde ve gökte hiç bir zerre Allah'dan gizli değildir; bundan daha küçüğü veya daha büyüğü şüphesiz apaçık bir Kitaptadır." (10/61)

"Göklerde ve yerde olana bakın, de" (10/101)

"Göklerde ve yerde olan herşey Rahman'ın kulundan başka bir şey değildir. And olsun ki ilmi onları kuşatmış ve teker teker saymıştır." (19/93-94)

"Eğer yerle gökte Allah'dan başka tanrılar olsaydı, ikisi de bozulurdu. Arşın Rabbi olan Allah, onların vasıflandırdıklarından münezzehtir." (21/22)

"Rabbinin gölgeyi nasıl uzattığını görmez misin? İsteseydi onu durdururdu. Sonra biz, güneşi, ona delil kılıp yavaş yavaş kendimize çekmişizdir." (25/45-46)

"Dağları yerinde donmuş sanırsın, oysa onlar bulutlar gibi geçerler. Bu herşeyi sağlam tutan Allah'ın işidir. Doğrusu o, yaptıklarınızdan haberdardır." (27/88)

"Rüzgarı gönderip bulutları yürüten, oları gökte dilediği gibi yayan ve kısım kısım yığan Allah'dır. Artık sen de aralarından yağmurun çıktığını görürsün. Allah'ın kullarından dilediğine verdiği yağmurla daha önceden kendilerine yağmur indirilmesinden ümitlerini kesmiş oldukları için onlar seviniverirler. Allah'ın rahmetinin belirtilerine bir bak; yeryüzünü ölümünden sonra nasıl diriltiyor? Şüphesiz ölüleri o diriltir, her şeye kadirdir." (30/48-50)

"Allah'ın geceyi gündüze, gündüzü geceye kattığını, her biri belirli bir süreye doğru hareket edecek olan güneşi ve ayı buyruk altında tuttuğunu; Allah'ın yaptıklarınızdan haberdar olduğunu bilmez misin?" (31/29)

"Gökleri, yeri ve ikisinin arasında bulunanları altı günde yaratan, sonra arşa hükmeden Allah'dır. Ondan başka bir dost ve şefaatçiniz yoktur. Düşünmüyor musunuz?" (32/4)

"Hamd, göklerde olanlar ve yerde bulunanlar kendisinin olan Allah'a mahsustur. Hamd, ahirette de ona mahsustur. O, hakimdir, her şeyden haberdardır. Yere gireni ve ondan çıkanı, gökten ineni ve oraya yükseleni bilir. o, merhametlidir, mağfiret sahibidir. Gaybı bilendir. Göklerde ve yerde zerre kadar olanlar bile onun ilminin dışında değildir. Bundan daha küçüğü ve daha büyüğü de şüphesiz apaçık Kitaptadır." (34/1-3)

"Doğrusu zeval bulmasın diye gökleri ve yeri tutan Allah'dır. Eğer onlar zevale uğrarsa ondan başka, and olsun ki, onları kimse tutamaz. O, şüphesiz halimdir, bağışlayıcıdır." (35/41)

"Orada hurmalıklar ve üzüm bağları var ederiz, aralarında pınarlar fışkırtırız. Onu ve elleriyle yaptıklarının ürünlerini yesinler; şükretmezler mi? Yerin yetiştirdiklerinden, kendilerinden ve daha bilmediklerinden çift çift yaratan Allah münezzehtir. Onlara bir delil de gecedir: Gündüzü ondan sıyırırız da karanlıkta kalıverirler. Güneş de yörüngesinde yürüyüp gitmektedir. Bu güçlü ve bilgin olan Allah'ın kanunudur. Ay için de sonunda kuru bir hurma dalına döneceği konaklar tayin etmişizdir. Aya erişmek güneşe düşmez. Gece de gündüzü geçemez. Her biri bir yörüngede yürürler. Onlara da bir delil: Soylarını dolu gemiyle taşımamız ve kendileri için bunun gibi daha nice binekler yaratmış olmamızdır." (36/34-42)

"Gökleri ve yeri yaratan, kendilerinin benzerini yaratmaya kadir olmaz mı? Elbette olur; çünkü o, yaratan ve bilendir. Bir şeyi dilediği zaman, onun buyruğu sadece, o şeye: 'Ol' demektir, hemen olur. Her şeyin hükümranlığı elinde olan ve sizin de kendisine döneceğiniz Allah yücedir." (36/81-83)

"Göklerin, yerin ve ikisi arasında bulunanların Rabbi, güçlüdür, çok bağışlayandır." (38/66)

"Onlar, Allah'ı gereği gibi değerlendiremediler. Bütün yeryüzü, kıyamet günü onun avucundadır; gökler onun kudretiyle dürülmüş olacaktır. O, putperestlerin ortak koştuklarından yüce ve münezzehtir. (39/67)

"Sur'a üflenince, Allah'ın dilediği bir yana, göklerde olanlar, yerde olanlar baygın düşer. Sonra sura ir daha üflenince, hemen ayağa kalkıp bakışır dururlar. Yeryüzü Rabbinin nuruyla aydınlanır, kitap açılır, peygamberler ve şehitler getirilir ve onlara haksızlık yapılmadan, aralarında adaletle hüküm verilir. Her kişiye işlediği ödenir. Esasen Allah, onların yaptıklarını en iyi bilendir. inkar edenler, bölük bölük cehenneme sürülür. Oraya vardıklarında kapıları açılır. Bekçileri onlara: "Size, içinizden, Rabbinizin ayetlerini okuyan ve bugüne kavuşacağınızı ihtar eden peygamberler gelmedi mi?" derler. "Evet geldi," derler. Lakin azap sözü inkarcıların aleyhine gerçekleşir. Onlara: "Temelli kalacağınız cehennemin kapılarından girin; böbürlenenlerin durağı ne kötüdür!" denir. rabblerine karşı gelmekten sakınanlar, bölük bölük cennete götürülürler. Oraya varıp da kapıları açıldığında, bekçileri onlara: "Selam size, hoş geldiniz! Temelli olarak buraya girin," derler. Onlar: "Bize verdiği sözde duran ve bizi bu yere vâris kılan Allah'a hamdolsun. Cenette istediğimiz yerde oturabiliriz. Yararlı iş işleyenlerin ecri ne güzelmiş!" derler. (39/68-74)

"Sizin içi yeri durak, göğü bina eden, size şekil verip de şeklinizi güzel yapan, sizi temiz şeylerle rızıklandıran Allah'dır. İşte Rabbiniz olan Alah budur. Alemlerin Rabbi Allah ne yücedir." (40/64)

"Dikkat edin; onlar Rabblerine kavuşmaktan şüphededirler; dikkat edin, Allah şüphesiz her şeyi bilgisiyle kuşatandır." (41/54)

"Göklerin ve yerin yaratanı, size içinizden eşler, çift çift hayvanlar var etmiştir. Bu suretle çoğalmanızı ağlamıştır. Onun benzeri hiçbir şey yoktur. O, işitendir, görendir." (42/11)

"Gökte de tanrı, yerde de tanrı odur. Hakim olan, her şeyi bilen odur. Göklerin, yerin ve ikisi arasında bulunanların hükümranlığı kendisinin olan Allah ne yücedir! Kıyamet saatini bilmek ona aittir. Ona döneceksiniz." (43/84-85)

"Biz gökleri, yeri ve ikisinin arasında bulunanları oyun olsun diye yaratmadık. Biz onları, ancak ve ancak gerektiği gibi yarattık. Ama insanların çoğu bilmezler." (44/38-39)

"Övülmek, göklerin Rabbi, yerin Rabbi ve âlemlerin Rabbi olan Allah içindir. Göklerde ve yerde azamet onundur. O, güçlüdür, hakimdir." (45/36-37)

"Göklerde olanları, yerde olanları, hepsini sizin buyruğunuz altına vermiştir. Doğrusu bunlarda düşünenler için dersler vardır." (45/13)

"Göklerdeki ve yerdeki ordular Allah'ın. Allah, bilendir, hakimdir." (48/4)

"Göklerin ve yerin hükümralığı Allah'ındır. O, dilediğini bağışlar, dilediğine azap eder. Allah bağışlayıcıdır, merhamet sahibidir." (48/14)

"Göklerde ve yerde olan kimseler, her şeyi ondan isterler; o, her an kainatı tasarruf etmektedir. Öyleyse Rabbinizin nimetlerinden hangisini yalanlarsınız?" (55/29-30)

"Yeryüzünde bulunan her şey fanidir, ancak yüce ve cömert olan Allah'ın varlığı bakidir." (55/29-30)

"Göklerde ve yerde olanlar Allah'ı tesbih ederler. O, güçlüdür, hakimdir. Göklerin ve yerin hükümranlığı onundur; diriltir, öldürür. O, her şeye kadidir. O, her şeyden öncedir, kendisinden sonra hiç bir şeyin kalmayacağı sondur; varlığı âşikardır; gerçek mahiyeti insan için gizlidir. O, her şeyi bilir. Gökleri ve yeri altı günde yaratan, sonra arşa hükmeden, yere gireni ve ondan çıkanı, gökten ineni ve oraya yükseleni bilen odur. Nerede olursanız olun, o sizinle beraberdir. Allah yaptıklarınızı görür. Göklerin ve yerin hükümranlığı onundur. Bütün işler Allah'a döndürülür. Geceyi gündüze katar, gündüzü geceye katar; o, kalblerde olanı bilendir." (57/1-6)

Çevrimdışı Aşık-ı sadık

  • Paylaşımcı üye
  • ****
  • İleti: 840
  • +230/-0
  • Cinsiyet: Bayan
  • Âşîk-ı sâdık
Erzurumlu İbrahim Hakkı-MARİFETNAME
« Yanıtla #2 : 30 Kasım 2008, 16:36:19 »
"Göklerde olanları da, yerde olanları da Allah'ın bildiğini bilmez misin? Üç kişinin gizli bulunduğu yerde dördüncü mutlaka odur; bunlardan az veya çok, ne olursa olsunlar, nerede bulunurlarsa bulunsunlar, mutlaka onlarla beraberdir. Sonra kıyamet günü, işlediklerini onlara haber verir. Doğrusu Allah, her şeyi bilendir." (58/7)

"Göklerde olanlar da, yerde olanlar da Allah'ı tesbih ederler. Hükümdarlık onundur, övülmek ona mahsustur. O, her şeye kadirdir." (64/1)

"Gökleri ve eri gerektiği gibi yaratmıştır. Size şekil vermiş ve şeklinizi güzel yapmıştır. Dönüş onadır. Göklerde ve yerde olanları bilir; gizlediklerinizi de açığa vurduklarınızı da bilir; Allah, kalblerde olanı bilendir." (64/3-4)

"Yedi göğü ve yerden bir o kadarını yaratan Allah'dır. Allah'ın her şeye kadir olduğunu ve ilminin her şeyi kuşattığını bilmeniz için Allah'ın buyruğu bunar arasında iner durur." (65/12)

"Hükümdarlık elinde olan Allah yücedir ve her şeye kadirdir. Hanginizin daha iyi iş işlediğini belirtmek için ölümü ve dirimi yaratan odur. O, güçlüdür, bağışlayıcıdır. Gökleri yedi kat üzere yaratan odur. Rahman'ın bu yaratmasında düzensizlik bulamazsın. Gözünü bir çevir bak, bir aksaklık görebilir misin." (67/1-3)

"And olsun ki yakın göğü şıklarla donattık, onlarla şeytanların taşlanmasını sağladık ve şeytanlara çılgın alev azabı hazırladık." (67/5)

"Sizi yerde yaratıp yayan odur ve onun huzurunda toplanacaksınız." (67/24)

"Allah'ın göğü yedi kat üzerine nasıl yarattığını görmez misiniz? Aralarında aya aydınlık vermiş, güneşin ışık saçmasını sağlamıştır. Allah sizi yerden bitirir gibi yetiştirmiştir. Sonra sizi oraya döndürür ve yine oradan çıkarır. Yeryüzünde dolaşabilmeniz, orada yollardan ve geniş geçitlerden geçebilmeniz için onu size yayan odur." (71/15-20)

İkinci Madde

Alemin yaratılış düzenini özet olarak bildirir.

Ey aziz, malum olsun ki, müfessirler ve muhaddisler ittifak etmişlerdir ki; Allah Teala Hazretleri, birlik mertebesinde gizli bir hazineyken, tanınmayı ve bilinmeyi istemesi ve sevmesiyle, ruhlar ve cesetler âlemini yaratıp, kendi rahmetinin güzelliğini, celal ve azametini, bağış ve nimetini, sanatının çeşitliliğini ve hikmetinin sırlarını göstermeyi diledikte; bütün yaratıklarından önce yokluğun sırrından pırıl pırıl yeşil cevheri vücuda getirmiştir. Bazı rivayetlere göre, kendi nurundan oldukça hoş ve büyük bir cevher var edip, ondan kâinatın tümünü derece derece ve düzenli biçimde ortaya çıkarmıştır. Buna, ilk cevher, nur-u Muhammedî, Cevh-i mahfuz, akl-ı kül, izafî ruh diye adlandırırlar ki, bütün ruhların ve cesetlerin başlangıcı ve kaynağı bu cevherdir. Çünkü Hak Teala muhabbetle o cevhere bir bakmıştır; o anda cevher, utancından eriyip su gibi akmıştır, halis özü üstüne çıkmıştır. O özden ilk olarak küllî nefsi yaratmıştır. Sonra meleklerin ruhlarını, bitkilerin ruhlarını, tabiatların ruhlarını sırasıyla yaratmıştır. Bu ruhlar için mertebelerine göre belirli makamlar tayin edip, her sınıf kendi belli makamlarına gitmiştir. Her ruh, kendi cinsini bulup, topluluklar oluşturmuş ve her topluluk makamında kalmıştır. Ruhlar ve melekler âlemi, bu ondört çeşit ruhla tamam olmuştur. Bu âlemin en yüksek, en saf ve en güzel olanını gayb âlemi, lâhut âlemi, ceberut âlemi diye adlandırırlar. Ortasına, ruhlar âlemi, mânâlar âlemi, emirler âlemi, derler. Alt kısmına, en kesif ve cisimlere yakın olan kısmına mücerret âlemi, berzah âlemi, misal âlemi derler.

Melekler ve ruhlar âleminin yaratılmasından ikibin yıl sonra Hak Teala'nın ezeli iradesi diledi ki, nam ve şanını ortaya çıkarmak için cisimler âlemini yarattı. Bunun üzerine ilk cevhere muhabbetle bir daha bakmıştır. Onun yüzü suyu, utancından harekete gelip dalgaları yükselmişti r ve cevherin yüce özünden arş-ı âzam vücuda gelmiştir. Öteki özlerinden kürsü, cennet, cehennem, yedi gök, dört unsur vücuda gelip şekillenmiştir. Arş-ı âlâdan esfel-i sâfiline dek bu sûret âlemi, bu tertip üzere düzen bulup, onbeş çeşit cisimle mülk âleminin ortaya konuşu tamam olmuştur. Bu âlemin üst tabakasına ulvî âlem, beka âlemi, ahiret âlemi derler; orta tabakasına orta âlem, gök cisimleri âlemi, felekler âlemi, gökle âlemi derler; alt tabakasına süflî âlem, cisimler âlemi, unsurlar âlemi, oluş ve bozuluşlar âlemi, dünya âlemi derler. Ruhlar ve melekler âlemindekilerle mülk âlemindekilerin toplamı yani ruhların çeşitleri ile basit cisimlerin sınıflarının hepsi, harfler misali yirmi dokuzda tamam olmuştur. Her iki âlemin varlıklarının birleşmesinden üç kısım bileşik cisim vücuda gelmiştir: Madenler, bitkiler ve hayvanlar. Tıpkı hece harflerinden isim, fiil ve harflerin vücuda gelip, insanların lisanı olduğu gibi, her iki âlemdekilerden de üç bileşim ortaya çıkıp, onlardan cihan kitabı sonsuz mânâlar kazanmıştır. Şu halde ibret gözüyle âleme bakan ârifler, her nesnede nice hikmetler görmüşlerdir ve Allah dostları, Allah'ın yüce sanatının sırlarını anlayarak, birer harf olan eşyadan mânâya ulaşıp, Hak'kın huzuruna ermişlerdir.

Rubai

Alem ki tamam nüsha-i hikmettir

Mânâsını fehm eyleyene cennettir

Mahrum-u şuhûd olanların çeşminde

Zinda-ı belâ çah ve gam-ı mihnettir.

Üçüncü Madde

Arş-ı âzamı ve muhterem taşıyıcılarının keyfiyetini bildirir.

Ey aziz, malum olsun ki, müfessirler ve muhaddisler, söz birliği ile demişlerdir ki; Hak Taâlâ, âlemin tamamını bir anda yaratmaya kâdirken altı günde yaratması, yani pazar gününden başlayıp âlemde bulunanları cuma gününde tamam eylemesi, kullarına her işte sabır ve ihtiyatı öğretmek ve anlatmak içindir. Nitekim buyurmuşlardır ki: "And olsun ki gökleri, yeri ve ikisinin arasında bulunanları altı günde yarattık ve biz bir yorgunluk da duymadık." (51/38). Hak Teala kudretiyle, yeşil cevherin yüksek özünden arş-ı âzâmı yaratmıştır ki, onun nurunun büyüklüğü anlatılamaz. Bunun etrafı kırmızı yakut olup, bütün yaratıkların sıfat ve sûretleri burada nakşolunmuş, resmedilmiştir. Göklerin üstünde Rahman'ın arşı, meleklerin kıblesi kılınmıştır. Nitekim yeryüzünde Kâbe, yerdekilerin kıblesi kılınmıştır. Arş-ı âzamın yetmiş bin lisanı vardır ki, her bir lisanı başka bir lügatla Hak Taala'ya tesbih eder, zikredicidir. Arş-ı âzamın dört sütunu vardır ki, her biri yerin derinliklerine ulaşır. Arş-ı âzam su üzerinde, su rüzgâr üzerindeyken Hak Taala dört büyük melek yaratmıştır; halen arşı taşıyanlar onlardır. Kıyamet gününde başka dört büyük melek yaratsa gerektir ve arşın taşıyıcıları o gü sekiz olsa gerektir. Arşın taşıyıcılarının her birinin dört yüzü vardır ki; bir yüz insan sûretinde tasvir olunmuştur. Her bir yüz, yeryüzünde kendi benzeri olan yaratıklar için Allah'dan rızık istemektedir. Arşın taşıyıcıları daima ayakta durup, arş-ı âzamı boyunları üzerinde yüklenmişlerdir. ayakları ise yedi kat yerden aşağıdadır. Allah'a yakın meleklerin hepsinden, Allah katında daha muhterem olan arşın taşıyıcılarıdır. Bu meleklerin birinin adı israfil'dir ki, arşın bir ayağı onun boynu üzerinde sapasağlamdır. Hak Taala'ın katında hepsinden daha aziz ve kerim olan odur. Sûrun sahibi odur ki, kıyamete dek Levh-i Mahfuza bakar.Sûra üflemek için hazır durur. Levh-i Mahfuzdan, Cebrail, Mikail ve Azrail aleyhisselamların işlerini, durumlarını ve amellerini açıklamakta, haber vermekte ve kendilerine ulaştırmakta mahirdir. Arşın taşıyıcılarından her birinin dört kanadı vardır ki, dört yöne yayılmışlardır. Arşın taşıyıcılarının yarısı kar, yarısı ateştir ki, biribirlerini söndürmeyip, yıldız böceği gibi biribiriyle kaynaşmışlardır. Arşın taşıyıcılarının cüsseleri öyle büyüktür ki, kulak memeleriyle boyunları arası kuş uçuşuyla yediyüz yıllık mesafedir. Arşın taşıyıcılarına "büyük melekler" adı da verilmiştir. Arşın taşıyıcılarının kelimeleri, sürekli tesbih olup, şu sözler lisanlarının virdi kılınmıştır: "Sübhane zi'l' mülki ve'l-melekut. Sübhane zi'l-arşi ve'l-izzeti ve'l-azameti ve'l-heybeti ve'l-kudreti ve'l-kibriyai ve'l-ceberuti Sübhane'l-meliki'l-mabudi Sübhane'l-meliki'l-mevcudi Sübhane'l-meliki'l-hayyi'llezi Lâ yenâmü ve lâ yemutü sübbuhun kuddûsün Rabbünâ ve Rabbü'l-melaiketi ve'r-ruh."

Dördüncü Madde

Arş-ı âzamın çevresinde olan nehirleri ve melekleri bildirir.

Ey aziz, malum olsun ki, müfessirler ve muhaddisler tam bir ittifakla demişlerdir ki: Hak Taala, arş-ı âzamın çevresinde sekiz nehir yaratmıştır ki, dördü kardan beyaz ve soğuk, dördü baldan tatlı ve temizdir. Bu sekiz nehir, sürekli akarak, arş-ı âzamı tavaf ederler. Hak Taala, orada Harkail namında bir melek yaratmıştır ki, bütün eşyanın sırlarına yetmiştir. O melek, arşa gitmek isteyip, Hak Taaladan destur isteyerek arşı tavafa gitmiştir. Üç bin sene boyunca, sekizbin kanadıyla uçmuş ve bitkin düşmüştür. Hak Taala ona kuvvet verip, tekrar uçmasını murat etmiştir. Üç bin yıl daha arşın çevresinde gitmiştir ve acze düşmüştür. Hak Taala ona tekrar kuvvet ve kudret vermiş ve uçmayı emretmiştir. Üç bin yıl kadar yine gitmiştir ve tekrar acze düşüp görmüştür ki, dokuzbin senede ancak arşın bir ayağından ötekine yetmiştir. O, hayretteyken, Hak'dan şöyle nida gelmiştir: "Ey Harkail! Eğer kıyamete dek uçsan, arşımı tamamıyle tavaf edemezsin."

Sekiz nehrin gerisinde arş-ı âzamın çevresinde bin perde nurdan, bin perde karanlıktan yaratılmıştır; ta ki, arşın nurunun şiddetinden çevresinde bulunan melekler yanmasınlar, iye onları perdelemiştir. Bu perdelerin arasında yetmişbin melek yaratılmıştır; arşı kuşatan Rahman'a sürekli tesbih ederler. Arşı tavaf için çevresinde giderler ve günde iki defa arşı yüklenenlere selam verirler. Bunlara "saf tutan melekler" derler. Bunların arasında da yetmişbin saf melek yaratılmıştır. Bunlar ebedî ayakta durup: "SübhanAllahü ve'l-hamdü lillahi ve lâ ilâhe illAllahü ve'llahü ekber. Ve lâ havle ve lâ kuvvee illâ billahi'l-aliyyi'l-azim."2

Bu safların gerisinde bir büyük yılan vardır ki, arş-ı âzamı kuşatır. Yılan, başını kuyruğu üzerine koymuştur. Başı beyaz inciden, vücudu sarı altından, gözleri kırmızı yakuttan yaratılmıştır. Onun yüz bin kanadı vardır ki, kanatlarının her saçağının yanında bir melek tesbih eder bulunmuştur. O sarı yılanın tesbihinin sadasından melekleri titreme alır. Zira, bu, bütün meleklerin tesbihinin sadasına galip gelmiştir. ağzını açtıkça, gökleri ve yeri bir lokma etmesi mümkündür. Eğer o büyük yılan tesbihinde taltif ile ilham olunsaydı, onun sadasının mehabetinden bütün yaratıklar helak olurlardı.

Hak Taala, melekleri, değişik nurlardan ve çeşitli tavırlardan yaratmıştır. Arşa yakın olan meleklerin nurları şiddetli ve belirgindir. Arş meleklerinin nurlarına, sidre melekleri tahammül edemezler. Sidre meleklerinin nurlarına, göklerin ve yerin melekleri tahammül edemeyip, yanarlar. Bütün melekler, Hak'kın emirlerine göre amel ederler. Onar, insanlar gibi Hak Taala'ya âsi olmazlar. Gıdaları tesbihtir: Yemezler, içmezler, uyumazlar ve cinsi münasebette bulunmazlar. Çoğu insan suretinde olup, kanatları kuş kanatlarına benzer. Cisimleri latif olduğundan çeşitli suretlerde teşekkül ederler. Hak'kın emri ile hizmette göz kamaştıran şimşek gibi giderler. Her biri bir hizmettedir. Kimi, arşın çevresinde tesbih ve tavaf eder, kimi kürsüde, kimi sidrede, kimi cennette, kimi cehennemde, kimi gökte, kimi yerde, kimi ayakta, kimi kuutta, kimi rükuda, kimi secdede; sürekli tesbih ederler. Kimi, insanların hizmetine vekildir; gece-gündüz onları koruyup, amellerini yazarlar. Bunlara "Kiramenkatibin" ve "hafaza/koruyucu" derler. Meleklerin de kendilerinden peygamberleri vardır. Biri İsrafil aleyhisselamdır ki, sureti yukarıda anlatılmıştır. Biri Cebrail aleyhisselamdır ki, altıyüz kanadı vardır, her kanadının yüz saçağı vardır. Her saçağının uzunluğu doğu ile batı arası kadardır. Bütün kanatları değişik renkte nurlardandır. Büyük cüssesi kardan beyazdır. Ayakları yerin altındadır ve öyle kuvvetlidir ki bir saçağıyla dağları unufak eyler. O, Hak Taala'dan yeryüzündeki peygamberlere selam ve kelam getirmeye vekildir. Şekil ve azamette İsrafil aleyhisselam gibidir. Biri Mikail aleyhisselamdır. kanatlarının sayısını ancak Hak Taala bilir. O, denizdeki meleklerin vekilidir. Çünkü gökler ve yer meleklerle doludur. Her biri, yağmur yağdırmak gibi nica hizmetlere memurdur. Yağmur tanelerinin her birini bir melek indirir, kıyamete dek de bir daha ona nöbet gelmez. Her yere inen yağmur, Mikail aleyhisselamın reyi ve tedbiriyledir. Zira bu görev ona verilmiştir. O da, cüssece Cebrail aleyhisselam gibidir. Peygamberlerden biri de Azrail aleyhisselamdır. O, can almaya vekildir. Bütün ruhları kabzeden odur. Bütün yeryüzü, onun huzurunda bir sofra misalidir. Rahmet ve gazap meleklerinden nice yüzbin ordusu vardır. Şekil ve büyüklükte, kanatlarının çokluğunda Mikail aleyhisselam gibidir. Hazreti İsrafil, Cebrail, Mikail ve Azrail (selam onlara olsun) dördü de bütün meleklerin reisi ve peygamberidirler ki; göklerde ve yerde olan meleklerin hepsi bunların emrine itaatkâr ve boyun eğmiş durumdadır.

Çevrimdışı Aşık-ı sadık

  • Paylaşımcı üye
  • ****
  • İleti: 840
  • +230/-0
  • Cinsiyet: Bayan
  • Âşîk-ı sâdık
Erzurumlu İbrahim Hakkı-MARİFETNAME
« Yanıtla #3 : 30 Kasım 2008, 16:50:05 »
Beşinci Madde

Arş-ı azamın altında olan kürsü, levh-i mahfuz, kalem, sidretülmünteha, tuba ağacı, İsrafil'in uru ve ruhların berzahını bildirir.

Ey aziz, malim olsun ki, müfessirler ve muhaddisler ittifak etmişlerdir ki: Hak Taala arş-ı azamın nurundan ve onun altında, kırmızı yakut renginde arşın ayağına bitişik dört sütun üzerinde bir büyük kürsü yaratmıştır. Onun sütunları yerin derinliklerine erişmiştir. Gökler, yerler ve kaf dağı kürsünün boşluğunda, çölde bir sofra misalidir. Ama u tür benzetmelerden muart, miktarları sınırlamak değildir, büyüklüklerini anlatmaktır. Çünkü onların miktarlarını ancak onları var eden âlemin yaratıcısı bilir. Arştan murat, taht mülküdür, kürsüden murat da Allah'ın ilmidir, diye itikat edenler, hata etmişlerdir; âyet ve hadislere muhalif gitmişlerdir.

Hak Taala, arş-ı azamın altında, onun nurundan yeşil bir zebercet renginde büyük ve yeşil bir levha yaratmıştır. Etrafını kırmızı yakut renginde yer etmiştir. Zümrüt renginde bir yeşil kalem yaratmıştır ki, uzunluğu yüz yıllık mesafe gitmiştir. Onun içinde mürekkebi beyaz nur çıkardı. Çünkü Hak Taala, ona: "Ey kalem yaz!" diye nida kılmıştır. O an, bu heybetten kalem, ıstıraba gelmiştir ve gök gürültüsü sadası gibi bir sada ile tesbih edip, Hak'kın yürütmesiyle levh-i mahfuz üzerinde yürümüştür ve kıyamete dek hep olup olacakları yazmıştır. Levh-i mahfu yazıyla dolmuştur. Ondan sonra 5akan aktı kalem kurudu) tabirince, kalem kuruyup kalmıştır. iyi olan iyi, kötü olan kötü olmuştur. Lakin Hak taala, her gece ve gündüzde levh-i mahfuza üçyüzaltmış kere nazır edip, her nazarda bir nesne mahvedip yerine bi nesne koyar. Murat ettiğini işler. Nitekim: "Allah dilediği hükmü kaldırır, dilediğii de yerinde bırakır. Bütün kitapların esası onun katındadır." (13/39) buyurmuştur Hak Taala bütün kulların işlerini levh-i mahfuza yazmıştır ki, göklerdekiler ve yerdekiler şunu bilsinler: Bütün yaratıkların hükümleri oradaki ilim üzere yürür ve ona uyar. O halde, levh-i mahfuzu ve kalemi inkar eden münafıktır.

Hak Taala arş-ı azamın altında ve onun nurundan, kürsü karşısında, cenetlerin üstünde beyaz inci benzeri bir boşluk yaratmıştır ki, bu, sidretülmünteha ve tuba ağacının asıl beslendiği yerdir. cebrail'in ve ona yakın meleklerin makamı buradadır. Hak Taala sidretülmüntehada büyük bir ağaç yaratmıştır ki, ona tuba ağacı derler. Onun aslı sarı altındandır. Dallaı kırmızı mercandandır. Yaprakları yeşil zümrüttendir. Çeşitli meyveleri şekerdendir. Sonsuz dalları, cennet köşklerine sartmıştır. Sayısız meyvelerinden, cennettekiler zevkle toplarlar. Sidretülmünteha ve arş-ı azam arasında yetmişbin perde tabakası yaratılmıştır; ta ki, sidrede olan melekler, arşın nurunun şiddetinden yanmayalar. Hak Taala arş-ı azamın altında ve onun nurundan arşın ayağına bitişik, kırmızı mercan renginde, boynuz ve kovan şeklinde, oldukça büyük ve uzun, içi boş bir nesne yaratmıştır. Onun boşluğunda birinci ve ikinci berzahı kılıp, yani insanların bedenlerine gelecek olan ruhların ve gelip gitmiş ruhların mekanı olup, göklerin ve yerlerin tabakaları yuvarlak ekmekler gibi onda düzülüp, o, onlara dokunmaksızın hepsini kuşatmıştır. Bu kuşatıcı boşluk, İsrafil'in surudur. Onun iç düzeyi, bal kovanındaki mumun yüzündeki gözenekler gibi göz göz olup, ilk berzah aleminde, bedenlere gidecek ruhlar için, ikinci berzahta bedenlerden çıkıp haşrı bekleyen ruhlar için o yüzeyin gözenekleri mesken ve sığınak olmuştur. Ruhlar, o çukurcuklarda, mertebelerine göre kıyamete kadar yuva ve makam tutup, her biri kendi makamında ikamet kılmıştır.

Altıncı Madde

Sidretülmüntehada olan meleklerin vasıflarını ve durumlarını, arşın horozu olan tavusun renklerini ve zikirlerini bildirir.

Ey aziz, malum olsun ki, müfessirler ve muhaddisler ittifak üzere demişlerdir ki: Hak Taala, sidretülmüntehada vekil kıldığı meleği, büyük bir cüssede ve acaip şekilde yaratmıştır. Onun yetmiş yüzü vardır. Her yüzünde yetmiş ağzı vardır. Her ağzında yetmiş dili vardır. Her dili, başka bir lügatla Hak Taalayı devamlı tesbih eder. Hak Taala, sidrede dörtbin saf melek yaratmıştır. Her saffın meleklerinin sayısı onbine yetmiştir. Birinci safta olan melekler, sürekli secdeye varıp: "SübhanAllah" derler, ikinci safta bulunan melekler, daima oturup: "Elhamdülillah" derler. Üçüncü safta duran melekler, hep rükua varıp: "La ilahe illAllah" derler. Dördüncü safta kalan melekler, kıyamda durup: "Allahü ekber" derler.

Hak Taala, sidrede, yeşil zümrütten, minare şeklinde bir büyük direk yaratmıştır ki, sidreden yüksekliği yetmişbin fersah mesafededir. O direğin başında beyaz inciden büyük bir kubbe yaratmıştır. O kubbenin üzerinde tavus kuşu şeklinde, çeşitli cevherler renginde bir acaip melek yaratmıştır. Oun bin beşyüz kanadı vardır. Her kanadında yüzbin saçağı vardır. Her bir saçağı üzerinde üç satır yeşil yazıyla yazılmış yazılar vardır. Birinci satırda: "Bismillahirrahmanirrahim", ikinci satırda: "La ilahe illAllah Muhammedün resulüllah", üçüncü satırda: "Onun zatından başka her şey yokluğa mahkumdur" (28/88), yazılmıştır. İşte buna arş horozu derler ki, o kanatlarını yaydıkça, onun saçaklarından cennettekiler üzerine nisan yağmuru gibi Hak'kın izniyle rahmet iner. Namaz vakitlerinde, o arş horozu, kanatlarını birbirine vurup, feryat ile öter. Kanatlarının her bir saçağından başka bir sada peyga olup, cennetlerin ağaçlarının dallarını sabah rüzgarı gibi sallar. Onun ötüşünden, cennette olan huri ve gılman mesrur olup, odalardan başlarını çıkarıp, birbirlerini müjdelerler ki; "Muhammed sallAllahüaleyhivesselamın ümmetinin namaz vakti gelmiştir. Şimdi hepsi ibadetle meşguldür." Hak Taâlâ, arş horozuna nida eder ki: "Ey kuş, niçin böyle feryat edersin?" O melek der ki: "Ey Allahım, mümin kulların dünyada sana ibadete yöneldikçe, ben onlar için senden rahmet isterim." O zaman ona, Hak'kın hitabı gelir ki: "Ey kuş, dünyada beş vakit namazını eda eden kullarıma rahmet edip, cehennem ateşinden azat ederim. Naim cennetleriyle onları hisselendirir ve sevindiririm." Bu hitap ile arş horozu hoşnut olmuştur. (Kudretiyle kainatı yaratan Allah münezzehtir. O, kainatları hikmetiyle benzersiz yaratmıştır. İlmiyle her şeyi kuşatmış ve her şeyi tek tek saymıştır.)

Çevrimdışı Aşık-ı sadık

  • Paylaşımcı üye
  • ****
  • İleti: 840
  • +230/-0
  • Cinsiyet: Bayan
  • Âşîk-ı sâdık
Erzurumlu İbrahim Hakkı-MARİFETNAME
« Yanıtla #4 : 30 Kasım 2008, 16:51:07 »
2-BÖLÜM:


İKİNCİ BÖLÜM

Cennetlerin isimlerini, vasıflarını ve sayılarını onlarda olan nehirleri, ağaçları, binalarının çeşitlerini, nimetlerini, hurilerini ve gılmanlarını dört madde ile açıklar.

Birinci Madde

Cennetlerin isimlerini ve sıfatlarını ve onlarda olan nehirleri, ağaçları ve meyvelerini, yüksek şatoları ve gözalıcı elbiseleri bildirir.

Ey aziz, malum olun ki, müfessirler ve muhaddisler ittifak etmişlerdir ki: Hak Taala, arş ve kürsün altında, yedi göğün üstünde, arşın nuru ile sudan ekiz cennet yaratmıştır. Bunlar, biribirinden yüksektir. En yükseği adn cennetidir ki, Mevla'nın görülme yeridir. Birinci cennetin ismi, darülcelaldir ki, beyaz incidendir. İkinci cennetin ismi, darüsselamdır ki, kırmızı yakuttandır. Üçüncü cennetin ismi, cennetülme'vadır ki, yeşil zebercettendir. Dördüncü cennetin ismi cennetülhulddur ki, sarı mercandandır. Beşinci cennetin ismi, cennetünnaimdir ki, beyaz gümüştendir. Altıncı cennetin ismi, cennetülfirdevsdir ki, kırmızı altındandır. Yedinci cennetin ismi, cennetülkarardır ki, misktendir. Sekizinci cennetin ismi, cennetüladndir ki, terleyen incidendir. Bu adn cenneti, surlarla çevrili bir şehrin ortasındaki yüksek dağın üzerinde bulunan iç kale gibidir. Bütün cennetlerin içinde ve ortasında olduğundan, hepsine komşu, şereflendirilmiş bir mekandır; cennetlerin nehirlerinin çoğunun kaynağıdır. Burası sıddıkların, hâfızların makamıdır. Rahman'ın tecelli mahallidir.

Her cennetin bir kapısı vardır ki, uzunluğu ve genişliği yüz yıllık yoldur. Her kapı iki kanatlıdır ve tek parça sarı altındandır. Çeşitli renklerde cevherle işlenmiş ve nice bin nakış ile süslenmiştir. Birinci cennetin kapısı üzerinde: "La ilahe illAllah Muhammedün resulüllah" yazılmıştır. Öteki kapıları üzerinde: "La ilahe illAllah diyene azap etmem" yazılmıştır. Bütün cennetlerin toprağı misk, taşları cevher, bitkileri, zaferan çiçeklerinin renginde, kıpkırmızıdır. Binalarının bir cephesi altın, bir cephesi gümüş ve sıvası anberdendir. Sarayları terleyen incidir, köşkleri sarı yakuttur. Sarayların ve binaların kapıları hep mücevherdir. Her sarayın önünde dört nehir akar. Nehirlerden biri abıhayat, biri halis süt, biri tertemiz şarap, biri saf baldır. Nehirlerin etrafı meyveli ağaçlarla baştan aşağı bezenmiştir. Cennet ağaçlarının dalları kurumuz, yaprakları dökülüp çürümez, Meyveleri sürekli tazedir. Yedi cennetin en âlâsı olan sekizinci cennette nice akan ırmaklar daha vardır. Bunlardan biri rahmet nehridir ki, bütün cennetleri dolaşır. Suyu, hepsinden saf ve baldan tatlıdır. Rengi kardan beyazdır. Kum inciden üstündür. Cennet nehirlerinin biri dahi kevser nehridir. Hak Taala, onu, sevgili Habibi Muhammed sallAllahu aleyli vesellem hazretlerine vermiştir. Nitekim ona hitap edip: "Biz sana kevseri verdik," (108/1) buyurmuştur. O nehrin genişliği üçyüz fersah mesafedir. Onun kaynağı arşın altı olup, oradan sidreye gelir, oradan cennet-i firdevse dökülür. Öyle süratli akar ki, yaydan fırlayan ok gibi firdevs-i âlayı ve altında olan cennetleri geçerek dolaşır. Rengi sütte beyaz, tadı şekerden şirin, kokusu anberden hoştur. ondan bi kere içen bir daha susamaz. asla bir illet ve hastalık görmez. Lezzeti ebedi damağından gitmez. İlk cennetin kapısı yanında, kevser nehrinin kenarında, renkli cevherlerden kâseler vardır, sayıları yıldızlardan çoktur. Ümmetlerin haşrinden sonra, cehennem köprüsünden geçenler, Habib-i Ekrem sallAllahü taala aleyhi vesellem cennete girmeden önce ümmetiyle ondan içseler gerektir. Kevser nehrinin kenarlarında, terleyen inciden ve kırmızı yakuttan daha saf yüksek ağaçlar vardır ki, dalları çeşitli sadalarla nağme ederler. Dallar üzerinde cins cins kuşlar değişik seslerle tesbih ederler. Cennet nehirlerinin biri, kâfur nehridir. Biri tesnim nehri, biri selsebil nehri, biri mühürlü rahik nehridir. Bu nehirlerden başka yüksek cennetler içinde nice bin akan nehir vardır ki, etraflarında nice yüzbin meyveli ağaçlar vardı. cennetlikler için nice ipek döşekler gibi, nice bin gözalıcı elbise vardır. Nice çeşit lezzetli yiyecekler ve tertemiz içecekler vardır ki, hesabını ancak Hak Taala bilir

Cennetlerin genişliği, yani sekiz sûrundan her iki sûrun arası, yer ve gök arası kadar farz olunup, cennetlerin uzunluğu hudutsuz ve sınırsız sayılmıştır. Fakat cennetlerin derecelerinin tümü, altıbin altı yüz altmışyedi derece bilinmiştir; Kur'an âyetleri sayısınca hesaplanmıştır. Her iki derecenin arası, beşyüz yıllık mesafe bulunmuştur. Çünkü cennetlikler, ezberledikleri Kur'an ayetleri adedince derecelere nail olmuşlardır. O halde Kur'an hâfızları, cennetlerin en üstününü bulmuşlardır ve adın cennetinin ortasına ulaşmışlardır.

İkinci Madde

Cennet nimetlerinin çeşitlerini ve cennetlerde bulunan huri ve gılmanları, Rahman'a kavuşmayı ve görmeyi bildirir.

Ey aziz, malum olsun ki, müfessirler ve muhaddisler ittifak üzere beyan etmişlerdir ki: Cennetlikler için olan nimetler, her durumda hazır olup, arzu ettiklerinde önlerine gelir. Yüksek ağaçların sarkan meyveleri, işaretleriyle ellerine gelir ve her anca çeşitli meyvelerle lezzetlenirler. Her ne yiyecek ve içecek isterlerse hazır bulurlar. Kazanmaya ve pişirmeye hacet yoktur. Zira cennette zahmet ve ateş olmaz.

Cennet ağaçlarının en büyüğü tuba ağacıdır ki, kökü sidrede, dalları ve meyveleri cennet saraylarının içindedir. Tıpkı dünyada güneşin yukarıda bulunup, ışığı bütün evlere girdiği gibi. Tubanın aslı, cennetin yukarısında olan sidrede bulunup, sayısız dalları cennet saraylarına inmiştir. Cennetlikler, onun çeşitli meyvelerinden meyvelenip, her demde nice lezzet bulmuşlardır.

Müminler için renkli döşeklerle süslü saraylarda ve şatolarda, yastıklar üzerinde aner saçlı, hilal kaşlı, kara gölü, güneş yüzlü, şirin sözlü, işveli ve nazlı, inci dişli, mercan dudaklı, gül yanaklı, selvi boylu, güzel huylu, gülden taze ve taravetli huri kızları vardır. Bunlar cennetliklerin temiz eşleridir. Her birisi yetmiş kat elbise giymiştir. Renkleri çeşitli, ölçüleri hafiftir. Her hurinin taravetli teni cam gibi şeffaftır. Başlarına nur renkleriyle ışıldayan taçlar koymuşlardır. Çeşitli cevherlerle işlenmiş tahtlar üzerinde oturup, müminlere bakarlar. Karşılarında hizmet için nice bin çocuk ve gılman saf saf dizilmişlerdir.

Cennetlere giren müminler ebedî orada kalırlar,r asla çıkmazlar. Selamla şirin sohbetler edip, boş sözle asla hatır yıkmazlar. Cennetlikler için asla ihtiyarlama yoktur. Elbiseleri eskimez. Gönülleri zengin, gözleri toktur. Yerler, içerler fakat ayak yoluna gitmezler. Yiyip içtikleri latif bir buhar gibi olup, gül suyu gibi bedenlerinden sızar, asla küçük su dökmezler. Oradaki huriler ve kadınlar, hayızdan, nifasdan ve buna benzer şeylerden uzak ve pak olmuşlardır. Cennetlikler her an ve her zaman emniyet içindedirler. Üzüntüden, gamdan, bir şeyler tedarik etmekten kurtulmuşlardır. Hastalıklardan ve sakatlıklardan selamet bulmuşlardır. Sıhhat ve âfiyette ebedî sevinçlidirler. Saadetleri sonsuzdur. Müminler için Rahman'ın melekleri, her hafta bir kere mücevherle donatılmış buraklar getirip, Hak Taalanın selam ve davetini tebliğ ederler, müjdelerler. Onlar da, buraklara binip, adn cennetine yükselip giderler. Hak Taalanın misafirhanesine varıp, ikram ve izzetlerini görüp, çeşitli nimetlerini yiyip, selam ve kelamını işitip, Hak'kın cemalini gözleriyle müşahede ederler. Görüntüsünün lezzetinden mest olup, cennet nimetlerini unutup giderler. Oradan Hak'kın izniyle yine kendi makamlarına dönerler.

 

Voiser