Felsefe Terimleri Sözlüğü

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Çevrimdışı D®agon

  • Ezberletmez Öğretir
  • *******
  • Join Date: Mar 2008
  • Yer: Ankara
  • 11650
  • +524/-0
  • Cinsiyet: Bay
    • Arif Hocam
Felsefe Terimleri Sözlüğü
« Yanıtla #5 : 30 Ekim 2013, 23:40:32 »
FATALİZM: Her şeyin alın yazısına göre önceden belirlenmiş olduğuna, insanın bu önceden belirlenmiş olan alın yazısını değiştiremeyeceğine inanan dünya görüşü.

FENOMENOLOJİ (Görüngübilim): Bilim verilerinin doğrudan incelenmesiyle elde edilmiş ve somut deneyim konusu olmuş fenomenlere, nedensel açıklamalara ilişkin kavramlardan ve incelenmemiş ön kabullerden bağımsız yaklaşma yöntemi. Fenomenolojinin kurucusu Alman düşünür Edmund Husserl’dir. Ona göre gerçek, Platon’un da ileri sürdüğü gibi, mutlak olmalıdır. Eş deyişle her nesnenin bizim ona verdiğimiz anlamın ve yakıştırdığımız özelliklerin dışında, kendine özgü ve kendinde olan, her zamanda geçerli ve değişmez bir yapısı vardır. Nesne, insanların değil, insanların dışında öncesiz ve sonrasız bir nesneler dünyasının varlığıdır. Fiziğin ürünü olmadığı gibi metafiziğin de ürünü değildir, kendi saltık(mutlak) yapısı içindedir. Gerçek, böylesine ideal bir yapı taşıyanın niteliğidir. Husserl, bu savıyla tümüyle Platon’un savına yaklaşır.

Husserl’in biçimlendirdiği fenomenolojik yöntemin ilk adımı fenomenolojik indirgeme ya da epokhe’dir. Epokhe zihinsel edimlerin, bu edimlerle ya da dünyadaki nesnelerin varoluşuyla ilgili kavram ve ön kabullerden bağımsız betimlenmesini, olanaklı kılar. Fenomenoloji, Psikolojinin tersine zihinsel edimlerin nedenlerini, sonuçlarını ve bu edimlere eşlik eden fiziksel unsurları dikkate almayız. Ama bu süreçte nesneler bütünüyle ortadan kalkmaz. Çünkü incelenen nesne her zaman gerçek bir varlık olmayabilir, ejderhaların varlığın inanabilir ya da pembe fareler düşlenebilir, nesne gerçek dışı olabilir. Dolayısıyla zihinsel edimlerin betimlenmesi, nesnelerin de betimlenmesini içerir. Ama bu nesnelerin var oldukları varsayılmaksızın yalnızca birer fenomen olarak betimlenir.

Fenomenolojik yöntemin ikinci adımı, eidetik indirgemedir. Bu adım, bir nesnenin eidosunu(Yunanca da biçim) sezebilmeye, nesneyi olasılıklar ve rastlantılar dışındaki değişmez öz yapısı içinde kavramaya verir; böylece yalnızca belirli bir zihinsel edinimin değil onunla karşılaştırılabilir her türlü edimin eidosu sezilebilir. Örneğin görülen her nesnenin bir rengi, uzamı ve biçimi olmalıdır. Eidetik indirgeme yalnızca duyusal akıl ve nesnelerin incelenmesinde değil, matematiksel nesnelerin, değerlerin, ruhsal durumların ve arzuların incelenmesinde de kullanılabilir.

Fenomenolojik yöntem nesnelerin bilinişi sırasında bu nesnelerin kurulduğu ya da inşa edildiği süreçleri de dikkate alır. Örneğin bir ağacın görülmesi sırasında, ağacın değişik zamanlarda, değişik açılardan ve uzaklıklardan görülmesiyle çok çeşitli görsel deneyimler edinilir ama görülen şey gene tek bir kalıcı nesne olarak algılanır.

Çevrimdışı D®agon

  • Ezberletmez Öğretir
  • *******
  • Join Date: Mar 2008
  • Yer: Ankara
  • 11650
  • +524/-0
  • Cinsiyet: Bay
    • Arif Hocam
Felsefe Terimleri Sözlüğü
« Yanıtla #6 : 30 Ekim 2013, 23:41:03 »
GENELLER (Tümeller): Genel kavramlar... Bu deyim, tümeller ve evrenseller deyimleriyle anlamdaş olarak, mantık dilinde beş genelleri dile getirmek için kullanılır. Metafizikte ve idealist felsefedeyse tüm genel kavramları dile getirir. Tarihsel süreçte idealizm, bu genel kavramlar üstüne kurulmuştur. Antik çağ Yunan Eleacılarından başlayıp Platon ve Aristoteles felsefelerinde biçimlenen ve Hegel felsefesinde doruğa ulaşan idealizmin temel önermesi geneller(tümeller ya da evrensellerin)’in gerçek varlıklar olduklarıdır. İzledikleri mantık şudur: Gerçek varolan değil tam tersine varolmayan’dır. Geneller varolmaz, sadece bireyseller varolur. Örneğin ak bir genel kavramdır, bütün ak bireysellerden soyutlanarak elde edilmiştir ve bunun için de yoktur, buna karşı ak çiçek vardır, çünkü bireysel bir nesnedir. Varolmak belli bir uzayda ve mekanda varolmaktır. Ama bütün uzay ve mekan aransa ak’a rastlanamaz. Demek ki geneller, ne uzay ne de zamandadır, hiçbir yerde ve hiçbir zamana olmayan da yok demektir. Varolan her şey bireyseldir, genelse bireysel olmayandır. Ne var ki nesnel gerçeklik üstündeki tüm bilgimiz kavramlardan, eş deyişle genellerden oluşmuştur. Demek ki gerçek, bireysel değil, geneldir. Genel varolmadığına ve sadece bireysel varolduğuna göre bundan çıkan zorunlu sonuç, geçeğin, varolan değil, varolmayan olduğudur. Demek ki asıl gerçek varlık, varolan değil, varolmayan bir varlıktır. Metafiziğin ve idealist felsefenin bu sözcük oyunları bir yanıyla Berkeleycilikte, öteki yanıyla Hegelcilikte uçlaşmıştır.

GERÇEK: Bilinçten bağımsız olarak var olan. Düşünülen, tasarımlanan şeylere karşıt olarak var olan.

GNOSTİKLER: Antikçağ Yunan felsefesini gizemcilik ve Hıristiyanlıkla kaynaştırmaya çalışan dinsel-gizemci düşünürler... İ.S. 1. ve 2. yüzyıllar da yaşayan Valentin, Simon, Basilide, Corpocrade, Saturnin, Marcion vb. düşünürler gizemsel-dinsel bir felsefe oluşturmuşlardır. Bu felsefe, antikçağ Yunan felsefesini ve özellikle Platonculuğu, Pitagorasçılığı, ilkçağın gizemsel dinlerini, Yahudiliği ve Hıristiyanlığı seçmeci bir tutumla kaynaştırarak biçimlendirmiştir. Temel düşünceleri, saltık bilginin anlık sezgilerle kavranabileceği inancıdır. Dilimizde bilinirciler adıyla anılan gnostikler, gerçekte, gizemci tarikat adamlarıdır ve tüm dinleri saltık bilginin sağlanmasında yetersiz bulurlar. Onlar için saltık bilgi, dinsel bilgilerin çok üstünde bulunan kurgusal bilgilerdir. Bu yüzden Hıristiyanlarca sapkın sayılmışlardır. Çünkü İsa’nın Tanrı’nın oğlu olduğu, doğduğu ve büyüdüğü, çarmıha gerildiği gibi dogmalarını yadsırlar. Onlar için İsa düpedüz bir insandır. Ne Tanrı ne de oğlu doğmaz, büyümez, hele çarmıha hiç gerilmez.İngiliz düşünür Bertrand Russell, İsa’yı bir insan sayması bakımından İslam peygamberi Muhammet’in de bir gnostik olduğunu söyler.

GÖRELİ: Bir başka şeye bağlı olan; ancak belli koşullar içinde geçerli olan.

GÖRÜNBİLİM (Fenomenoloji): Alm. Phaenomenologie, Fr. phenomenologie, İng. phenomenology, Yun. phainomenon = görünüş; logos = bilim, öğreti

A. Görüngüler bilimi, öğretisi. Bu anlamda:
1. (Kant'ta) Algılanan görüngüler öğretisi. (Kant bu sözcüğü "Doğabilimin Fizikötesi Temelleri" adlı yazısında kullanmış, ama "eleştiri"lerinde artık kullanmamıştır.
2. (Hegel'de) Eytişimsel gelişmesi içinde bilincin geçirdiği evrelerin fizikötesi açısından ortaya konuluşu ("Phaenomenologie des Geistes"),
3. Bilinç olaylarının çözümlenmesi ve betimlenmesi (betimleyici ruhbilim-Brentano).

B. E. Husserl'in kurduğu felsefe okulu. Husserl'in olgu bilimlerinin karşısına koyduğu özbilimi. Öz, görüngülerin dolaysız görüleme (özü görüleme, öz görüsü) ile kavranılan idelere ilişkin içeriğidir; ama görüngübilim özün kendisi üzerine bir bilim değil, "öz görüsü" özü görüleyen bilinç üzerine bir bilimdir; bilincin en önemli niteliği de "yönelmişliği" (Intentionalitkt)dir. Bilincin bir şey üzerine bilinç olması, bir şeye yönelmiş olmasıdır. Buna göre gerçekliğin bir "kendiliğindenliği" yoktur, gerçeklik yalnızca yönelinen, bilincine varılan, görülenen bir şeydir.

Görüngübilim, bu felsefe dizgesi olmaktan çok, bir yöntemdir, bu yöntem de, özü görüleme, özlüğe geri gitme, salt bilince bir indirgemedir (reduktion); bu da ayraç içine almakla başarılır: Duyularla algılanan nesnelerin ötesinde bulunan düşüncel (ideal) özlükler alanına yükselebilmek, nesnenin özünü kavrayabilmek için, bir yığın rastlantı ve özü olmayan niteliklerle yüklü olan olgular dünyasını bir yana bırakmak, ayraç içine almak gerekir. Bu olgular dünyasının varlığını ortadan kaldırma ya da ondan kuşku duyma anlamına gelmez; yalnızca yöntem gereği bir yargı vermeme, bir sırt çevirmedir. Bu yolla Husserl felsefeyi kesin bir bilim olma basamağına çıkaracağına inanır.

Husserl'den sonra M. Scheler, görüngübilim yöntemini özellikle değerler alanına uygulamıştır. Görüngübilim akımının başka ünlüleri: A. Pflander, M. Geiger, E. Stein. Husserl'in en önemli öğrencilerinden Heidegger görüngübilimi varlıkbilime çevirmiştir.

Çevrimdışı D®agon

  • Ezberletmez Öğretir
  • *******
  • Join Date: Mar 2008
  • Yer: Ankara
  • 11650
  • +524/-0
  • Cinsiyet: Bay
    • Arif Hocam
Felsefe Terimleri Sözlüğü
« Yanıtla #7 : 30 Ekim 2013, 23:41:25 »
HAKİKAT: Nesnel gerçeğin düşüncedeki yansısı... Gerçek ile hakikat aynı şeyler değildir. Gerçek nesnel gerçekliği, hakikat ise bu nesnel gerçekliğin zihnimizdeki öznel yansısını dile getirir. Örneğin elimizde tuttuğumuz bir kalem gerçek, onun zihnimizdeki yansısı hakikattir. Hakikat, gerçeğin kendisi değil, yansısıdır ve düşünce ile nesnesi arasındaki uygunluğu dile getirir. Hakikat ile doğruluk ise birbirine bağımlı fakat aynı şeyler değildir. Doğruluk mantık kurallarına hakikat ise nesnel gerçekliği dile getirir. Hakikat, nesnel gerçekliğe uygunluğu gerektirdiği gibi nesnel gerçekliğin belli ilişkilerine de uygunluğu, eş değişle mantıksal uygunluğu dile getirir.
Hakikat kavramı, felsefe alanında çok önemlidir ve materyalizm ile idealizm arasındaki kavganın baş konusudur. Özellikle idealist öğretiler ona akla aykırı çeşitli anlamlar vermişlerdir.

Hakikat kavramını en iyi şekilde açıklayan diyalektik materyalist felsefedir. Bahçemizde bir ağaç görürüz, bu nesnel gerçekliktir; bu ağaç bilincimizde yansır, bahçemizdeki ağaca uygun olarak doğru yansıdığı ölçüde hakikattir. Ne var ki bu yansı tıpa tıp uygun olmaz. Yaklaşıktır, bundan ötürü de görelidir. Ama bu ağacı zihnimizde keyfimize göre biçimlendiremeyiz ve onu, tıpa tıp aslına uygun olmasa da, az çok doğadaki biçimiyle yansıtırız, demek ki öznel olan hakikatimizle nesnel olan bir yanda vardır. Hakikatimiz aslında nesnel olan bir şeyden yansıdığı için öznel deriz.

Hakikatler görelidir, her göreli hakikat saltık hakikatin bir parçasıdır. Diyelim 0 uzaktan bir ağaca baktığımızda onu ilk başta uzun bir çubuk gibi görürüz, yaklaştıkça onun dalları, meyveleri ortaya çıkar, daha derin bilgiye ulaşmak için ağacı keser içine bakar, nasıl kök saldığına bakarız. İşte bilgi sürecinde saltık hakikate bu göreli hakikatlerimizle adım adım yaklaşırız. Saltık hakikat, göreli hakikatlerin toplamıdır. Hakikatlerimiz görelidir ama saltık bir hakikat vardır. Saltık hakikat daima geliştirilecek, yeni bilgilerle güçlendirilecek, ama daima doğru kalacak bir bilgi demektir.

HAZCILIK (Hedonizm): Alm. Hedonismus, Fr. hedonisme, İng. hedonism, Yun. hedom = haz, es. t. lezzetiye

1. Yaşamın anlamını hazda bulan dünya görüşü.
2. Haz=hedone'yi ahlak ilkesi olarak kabul eden; ahlak eyleminin ereğini ve ölçeğini hazda bulan ahlak öğretisi. Burada ya a. Bir anlık duyusal haz, ya da b. Sürekli haz (tinsel haz) söz konusudur. Kyrene Okulunun kurucusu olan Aristippos hazcılığın da kurucusu sayılır. Aristippos'a göre haz veren şey iyidir, acı veren de kötü Haz ile iyi aynı şeydir. İnsan her şeyden sevinç duymaya çalışmalı, her yaşama durumunda iyiyi, sevincin kaynağını bulmak istemelidir. Ancak Aristippos'un göz önünde bulundurduğu bir anlık haz duygusudur. Bu öğreti daha tinsel biçimde Epikuros'ta da karşımıza çıkıyor. Ona göre de, biricik iyi hazdır, "Haz bütün eylemlerimizin ereği olmalıdır". Ancak Epikuros mutluluğun temelini ruhun dinginliğinde bulur, tinsel hazları duyusal hazların üstünde görür ve en yüksek erek olarak koyar; çünkü yalnız tinsel hazlar gelip geçici olmayan hazlardır, sürekli bir ruh durumu sağlarlar.
HEDONİZM (Hazcılık): Yaşamın anlamını hazda gören anlayış. Ahlaki eylemin amacını hazda bulan ahlak öğretisi. Hedonizm: En üstün iyiliğin haz olduğunu ileri süren Aristippos’un öğretisi... Aristppos’a göre en üstün iyilik hazdır. Bu öğretiye göre iyi demek haz demektir; haz veren her şey iyi, acı veren her şey ise kötüdür. Aristippos’a göre her davranışın nedeni, mutlu olmak isteğidir. Yaşamın ereği hazdır. Haz insanı insan eden duygudur. Bilgilerimiz duygularımızla alabildiğimiz kadardır, bunda öteye geçmez. Bu yüzden Aristippos duygularımızın getirdiği haza yönelmeyi, acıdan kaçmayı söyler.

En üstün iyi, hazdır. Ancak gerçek haz sürekli olandır. Sürekli olan hazza da bilgelikle varılabilir.

Epikuros’da hazcılığı devam ettiren filozoflardandır. Ne var ki, Epikuros, Aristippos’un bedensel hazzına karşı tinsel hazzı yeğler. Onun için en büyük haz, ruh dinginliğidir. Buna da bedensel zevkler peşinde koşmakla değil, bilgelikle varılır.

HEGELCİLİK: Alm. Hegelianismus, Fr. Hegelianisme, İng. Hegelionism

1. Hegel ve ona bağlı olanların oluşturduğu, özellikle "salt idealizm" ve "eytişimsel yöntem" anlayışlarıyla belirlenen felsefe akımı.
2. Hegelci Okul: 1830-40 yılları arasında Almanya'da en yaygın olan felsefe okulu Hegelci okuldu. Bu da Hegel felsefesinin kapalı, mantıksal bir dizge oluşundan, yönteminin ve ilkelerinin türlü dallara uygulanabilmesinden ileri geliyordu. Hegel'in ölümünden hemen sonra Hegelci okul türlü yönlere ayrılmış; özellikle Hegel'in din ve siyasa sorunlarında kesin bir tutumu olmayışı okulun ikiye ayrılmasına, Sağ Hegelcilerle Sol Hegelcilerin ortaya çıkmasına yol açmıştır.

Tutucu-Hıristiyan sağ kanadın savunucuları: Gabler, Hinrich vb. olmuştur.

Sol kanadın savunucuları: Richter, Ruge, (son döneminde) Bruno Bauer, Strauss, Feuerbach, Marx'tır. Bu kanat Strauss ve Feuerbach'la sonunda özdekçi akımla birleşmiş; Marx ve Engels'le birlikte Hegelcilik~ tarihsel özdekçiliğin temel öğelerinden biri olmuştur.

3. Hegel düşüncesini 20. yüzyılda eytişimsel yöntem açısından yeniden ele alan akım. // Bu akım genellikle "Yeni Hegelcilik " olarak adlandırılır; yalnız Almanya'da değil, özellikle Fransa, İngiltere, İtalya, Hollanda, İskandinavya, Amerika ve Rusyâ da da yaygınlık kazanmıştır. Bugün Hegel'in "tinin görüngübilimi (Phenomenelogie des Geistes) genç Marx'ın felsefe çalışmalarıyla birlikte düşünce yaşamında önemli bir rol oynuyor. Almanya dışında özellikle Fransa ve İtalya'da bugün Hegel-Marx sorunu önsırada görünüyor. (1979)

HERAKLEİTOSÇULUK: Alm. Heroklitismus

Gerçekliğin asıl özünü öncesiz- sonrasız oluşta gören, bu oluşun kendini karşıtlarda ve karşıtlar içinden geçerek gerçekleştirdiğini savunan, Yunan filozofu Herakleitos'un temellendirdiği görüş. Karşıtı bkz. Eleacılık.
HERMENEUTİK: Yorum bilimidir ve yorumlanmakta olan şeyin hem içeriğine, hem biçimine ilgi duymayı kapsar. Yorumbilgisi teriminin doğuşu, kutsal metinleri yorumlama pratiklerine dayanır. Temel ilkesi, bir saptamanın anlamını ancak, kendisinin bir parçasını oluşturduğu tüm bir söylemle ya da dünya görüşüyle ilişkili olarak kavrayabileceğimiz düşüncesidir: Örneğin, monetarist iktisadın açıklamalarını ancak, ilintili olduğu ve onun dışındaki tüm çağdaş kültürel fenomenler bağlamında kavrayabiliriz.

Parçaları anlamak için bütüne, bütünü anlamak için parçalara başvurmak zorundayız (yorumbilgisel döngü denilen şey). Bu da kendimizi metnin yazarının yerine koymamızı ve üretilen şeyin anlamına onun bağlamı çerçevesinde bakmayı gerektirecektir. İncil'deki yorumlar doğru anlama ulaşmayı hedeflediği halde, birçok fılozof hakikate yaklaşmanın mümkün olduğuna inanmakla birlikte aslında böyle bir kendiliğin olmadığı artık genel kabul gören bir şeydir. Sözgelimi Alman yorumbilgisi fılozofu Hans-Georg Gadamer, ortak bir geleneğin bunu mümkün kıldığı görüşündedir (Truth mıd Method, 1960).

Yorumla ilgili sistematik araştırmaların büyük ölçüde sosyal bilim felsefesinin alanına girdiği, bunların sosyolojik araştırmalar üzerinde etkisinin bir değişkenlik içerdiği şimdiye kadar açığa çıkmış olması gerekir. Yorumlayıcı sosyolojinin belki de en önemli katkısı, kültürel göreciliğin olanakları dikkate alındığında, başka kültürleri anlama problemi konusundadır.

Winch'in konumunu benimsersek, bir kültürü kendi zemininde, kendi kurallarıyla ve bizim kültürümüzün çerçevesini dayatmadan anlamamız gerekmektedir. Winch "Understanding a Primitive a Society" başlıklı klasik bir makalesinde, Azandelerin büyücülük inançları hakkındaki hakikat ya da diğer şeyler konusunda bir yargıda bulunamayacağımızı ileri sürmüştür. Azande toplumunda büyücüler ve büyücülük, bizim toplumumuzda ise bilim ve bilimciler vardır. İkisi sadece farklı alanları oluşturur ve aşkın bir standarda göre biri diğerinden üstün sayılamaz: Bize göre bilim daha iyidir, Azandelere göre büyücülük. Burada tüm yapabileceğimiz, sadece anlamaktır. Her toplum yeni üyelerinin doğuşu, cinsel ilişkiler ve ölümü düzenlemenin ve bunlarla meşgul olmanın bir yolunu bulmak zorunda olduğuna göre, anlamak da ancak ortak bir insani durumu paylaşmamız halinde mümkün olabilir.

İnsanların kendi toplumsal dünya anlayışlarından bağımsız bir toplumsal yapının varlığını öngören yaklaşımlara göre, anlamın niteliği sorunu çok daha önemsiz bir sorundur.
HİÇÇİLİK (Nihilizm): Alm. Nihilismus, Fr. nihilisme, İng. nihilism, Lat. nihil = hiç, es. t. ademiyum mezhebi

(Genel olarak)
a. Var olan görüşlere, değerlere, düzene karşı çıkan;
b. Hiçbir değer tanımayan görüşlere verilen ad. / / Şu biçimleri vardır:

1. (Kuramsal alanda) Her türlü bilgi olanağını yadsıyan, sorunsal olmayan ve kendisinden kuşkulanılmayan hiç bir şeyin olmadığını öne süren görüş (= eleştirici ve kuşkucu hiççilik).
2. Ahlak alanında Ahlak kurallarını ve değerlerini tanımayan görüş.
3. (Siyasa alanında)
a. Yeni bir toplum düzeni kurmak isteğiyle eski, yerleşik düzeni bütünüyle yadsıyan görüş.
b. Her türlü siyasal düzeni yadsıyan, toplumun birey üzerinde hiç bir baskısını kabul etmeyen görüş; bu biçimi anarşizm ve salt bireycilikle birleşir.

Çevrimdışı D®agon

  • Ezberletmez Öğretir
  • *******
  • Join Date: Mar 2008
  • Yer: Ankara
  • 11650
  • +524/-0
  • Cinsiyet: Bay
    • Arif Hocam
Felsefe Terimleri Sözlüğü
« Yanıtla #8 : 30 Ekim 2013, 23:41:56 »
İDEA: Platon'a göre algılarla kavradığımız nesnelerin orijinal formları, örnekleri.

İDEALİZM: Var olan her şeyi düşünceye bağlayan, düşünce dışında nesnel bir gerçekliğin var olduğunu kabul etmeyen felsefe öğretisi.

Felsefe’de dünyayı ve varoluşu, bilinç ve düşünceyi önem vererek açıklayan öğreti... idealistler, varlıklar arasındaki soyut ilişkilerin, duyularla algılanan nesnelerden daha gerçek olduğunu ve insanların var olan her şeye düşünsel bağlamda, idealar aracılığıyla ve idealar olarak bildiğini savunurlar. İdealizmin birçok türü olmakla birlikte hepsinin paylaştığı ortak ilkelerden söz edilebilir. Tümellerin varlığı, burada ve şimdi varolanıın aşılması, varlıklar arasındaki ilişkilerin o varlıkların dönüştürüleceği varsayımı, çelişik bileşenleri bütünleştiren sistemler kurmaya yönelik diyalektik yaklaşım; zihnin, özellikle tinin maddeden önce sayılması.

Metafizik veya epistemolojik yaklaşımı temel alması bakımından idealizmin iki temel biçimi vardır: metafizik idealizm gerçekliğin idealara dayandığını, epistemolojik idealizm ise bilgi sürecinde zihnin yalnızca tinsel olanı kavrayabileceğini ya da nesnelerin gerçekliğinin algılanabilirliklerinden kaynaklandığını savunur. İlk biçimi ile idealizm dünyadaki temel tözün madde olduğunu, bunun da maddi biçimler ve süreçlerle bileneceğini ileri süren maddeciliğin, ikinci biçimi ile insan biliminin, zihnin dışında ve bundan bağımsız olarak var olan nesneleri gerçekte oldukları gibi görüp kavradığını öne süren gerçekliğin karşıtıdır. Gözlemlenebilir gerçekleri ve ilişkileri vurgulayarak metafizik görüşlere karşı çıkan olguculuk ile ateizm ve şüphecilik gibi akımlarda idealizme karşı çıkar.

Felsefi idealizmin tarihsel gelişiminde, başlıca üç sorunu yanıtlama çabası belirleyici olmuştur.

1) İnsan deyiminin sonul gerçekliği nedir? Bu soruya verilen yanıtlar iki uç arasında dağılır. Deneyci filozoflardan David Hume’a göre insan deneyiminde anlatımını bulan sonul gerçeklik, olayların her bireyin bilincinde ard arda akışıdır. Bu düşünce, tüm gerçekliğin tek bir benliğin anlık duyu deneyimine indirgenmesi sonucuna varır. Öteki uçta usçu filozoflardan Spinoza’yı izleyenler için sonul öz, kendi başına var olabilen ve yalnızca kendisi tarafından kavranabilendir.

2) Bilginin içeriğinde verilen nedir? Verilerin mantıksal yorumu ve açıklamasıyla ne elde edilebilir? İdealistlere göre bilgi sürecinin sonu, bireysel deneyimin dışında kalmakla birlikte gene de somut bir tümel ya da bir dizgedir. Verilen mantıksal yorumu ve açıklaması, gerçekte, yeryüzünü üzerinde yaşayanlarca tümüyle yeni bir biçime dönüştürülmesi demektir.
3) Bir düşünür zaman içindeki oluşum ve değişim olgusu ya da değişik amaçlar ve değerler karşısında nasıl bir tutum alınmalıdır? İdealistlere göre us yalnızca doğadaki uyumlu düzeni ortaya çıkarmakla kalmaz, aynı zamanda uygar bir toplumun kültürel yaşamının parçası olan devleti ve öteki kurumları da yaratır, bu kurumların değerlerini korumak ve geliştirmek, her uygar insanın ahlaki temel görevidir. Uluslar arası etik kurallarına da katkısı bulunan idealistler, hiçbir ulusun etkin güçlerini bir başka ulus üzerinde hüküm sürmek için kullanamayacağını ileri sürerler. Bu güç, yalnızca bir başka ulusun yaratıcı güçlerini ilerletmek, onların kültürel düzeyini kalkındırmak için kullanabilinir. İdealizmin de tarih felsefesi, değer felsefesiyle yakından ilişkilidir. Benedotto Croce bu tarih felsefesini “her gerçek tarih, çağdaş tarihtir” deyimiyle özetler.

İdealistlerin başlıca dört savından biri Berkeley’in esse est percipi (var olmak algılanmış olmaktır) ilkesidir. Nesnelere dayandırılan bütün nitelikler duyu nitelikleridir. Bunlar ancak duyu organları bulunan bir özne tarafından algılandıklarında var olurlar. Maddenin varlığını ve duyu algılarının maddeden kaynaklandığını görüşünü yadsıyan bu yalın sav, geniş tartışmalara yol açmıştır.

Özneyle nesnenin karşılıklı birbirine bağımlı olduğu savı, birinci savla yakından ilişkilidir. Nesnesi olmayan bir özneyi düşünmek olanaksızdır; çünkü özne olmak bir nesnenin ayrımında olmaktır. Buna karşılık her nesne de ancak bir öznenin karşısında nesnedir. Bu ilişki mutlak ve evrensel bir biçimde karşılıklıdır. Dolayısıyla her tam gerçeklik, bir nesneyle bir öznenin birliğidir, yani somut bir tümeldir.

İdealizmin üçüncü savına göre insanın en dolaysız deneyiminde, yani kendi öznel bilinçliğinde sezgisel ben, tinsel özellik taşıdığı var sayılan sonul gerçekliği doğrudan kavrayabilir. Örneğin Platon’a göre, “iyi ideası”na sıçrama mistik bir nitelik taşır.

İdealizmin dördüncü savı özellikle Tanrı’nın varlığını kanıtlamak için geliştirilmiştir. 11. yüzyılda Canterbury’li Aziz Anselmus’un geliştirdiği bu sava göre yetkin bir varlığın varolması zorunludur, çünkü varolamak yetkinliğin temel öğelerinden biridir. Tanrı yetkin olduğunu göre varlığı da zorunludur. Bazı idealist filozoflar bu savı idealizmin öteki ilkelerine de yaymışlardır.

İKİCİLİK (dualizm): Birbirinden ayrı, birbirinden bağımsız, birbirine geri götürülemeyen, birbirinin yanında ya da karşısında bulunan iki ilkenin varlığını kabul eden görüş.
İrade : İstenilmiş olanı gerçekleştirmeye karar verme ve yerine getirme gücü. Ahlaki eylem için karar verme yetisi.
İlinek: kendi başına bir varlığı olmayan, dayanacak bir töze muhtaç olan ve dayandığı tözü değiştirmeksizin, değişebilen nitelik... Renk, koku, tat vb. gibi nitelikler böyledir. Örneğin elmayı kabuğu ile bitlikte renklerinden soyalım, elma gene elmadır. Elmanın rengi kendi başına var olmaz, varolabilmek için elmaya muhtaçtır.
Elma hep elma olarak kaldığı halde, rengi yeşil, sarı, kırmızı olarak değişir. İlinek terimi özellikle skolastik felsefede işlenmiştir. Cins, tür, ayrım, özellik ile birlikte beş tümelden biri sayılmıştır. Skolastiklere göre herhangi bir şeyin kiplerinden her biri ilinektir, örneğin bir özdeğin biçimi böyledir. İlinek sözcüğü, terim olarak ilkin Aristoteles tarafından kullanılmıştır. Aristoteles’te ilinek bir konuya bağlı olan o konu olmadan kendisi var olamayan şey; kendi başına var olamayan, bir taşıyıcı , bit tözü gerektiren şey; tözün niteliği anlamına gelir. İlinekler ayrılır ve ayrılmaz nitelikler olmak üzere ikiye ayrılır. Örneğin koşmak insan için ayrılır bir ilinek, zenci bir insan için siyah olmaksa ayrılmaz ilinektir.

İNSANCILIK (Hümanizm): Alm. Humanismus, Fr. humanisme, İng. humanism, Lat. humanus=insanca, insana özgü, insana ilişkin

İnsanlığa, insana yaraşır bir yaşam ve düşünmeye ulaşmak için çabalamak. Bu bağlamda:

1. (Genellikle) Kavramın en geniş anlamında, insanın değer ve saygınlığına, insan olmaya , insanlığa olan us inancı.
2. Batı kültürünün ve eğitiminin Eski Yunan kültürüne dayanmasından yola çıkarak bu kültür kalıtının bilimsel olarak yeniden canlandırılması düşünüşü.
Roma'da Yunan kültürü bir eğitim kaynağı olmuştur (Cicero). Ortaçağ'da da Yunan ve Romalı yazarların çalışmalarını yenileme çabaları sona ermedi, bu çabalar Doğuş- çağında (Renaissance) büyük ölçüde geliştirildi. Böylece bilim ve eğitim skolastikten ve kilisenin yetkesinden kurtularak yeni bir kültür ülküsü gerçekleşmeye başladı. (Bu ülkü Erasmus'la doruğuna erişti);

XVIII. yüzyıl sonu ve XIX. yüzyıl başında insancılık yeni bir biçim kazandı, özellikle Herder, Winckelmann, W.`von Humboldt ve Goethe'nin temsil ettikleri bu evreye "yeni insancılık" adı verilir. Birinci Dünya Savaşından sonra Werner Jeager'in yönetiminde, Antikçağa olan ilişkileri yeniden belirleme çabalarına da "üçüncü insancılık" denir.
3. (Yukarıdaki görüşlerle hiç bir bağlantısı olmadan) Yararcılığın belirli -özellikle İngiliz filozofu F. S. Schiller'in canlandırdığı- biçimi için kullanılan özel felsefe terimi: Protagoras'ın "İnsan her şeyin ölçüsüdür." formülünü çıkış noktası olarak alan; insanda, insanın gereksinme ve ereklerinde, bilginin ve doğruluğun ölçeğini bulan anlayış.
İnsanÜstücülük (Uebermensch): Üstün insan... Alman düşünürü Nietzsche tarafından terimleştirilen deyim.

Nietzsche, bu deyimi şöyle tanımlar: “maymuna oranla insan neyse, insana oranla insan üstü de odur.” Bir başka yapıtında da şöyle der: “insanlık içinde, ortalama insandan başka, daha yüksek ve daha güçlü bir insan türünün gerçekleşmesi gerekir. Bu düşüncemi ben insan üstü sözcüğüyle dile getiriyorum”. Nietzsche’ye göre tanrı ölmüştür, insan artık yalnızdır ve kendi değerlerini kendisi yaratmak zorundadır. İnsan için gereken erdem, Hıristiyanlığın acıma ve insan sevgisi gibi insanı sünepeleştiren erdemleri değil, güçlü olma erdemidir.
Kökleri Fichte’de bulunan bu felsefe, olumsuz yönlerinin gelişmesiyle varoluşçuluk vb. gibi çağdaş düşünce akımlarını meydana getirdikten başka, sonunda Alman nazizmini doğurmuştur. Nietzsche, yeryüzünün efendisi olacak yönetici bir ırk gerektiğini ve Almanya’ya Yahudi akımının durdurulması kanısında olduğunu söyler. Törebilimi aristokrattır, “iyi bir aileden doğmadıkça hiçbir ahlaklılık mümkün değildir, insanın her ilerleyişi aristokratik toplumdan gelir.” Der. İnsan üstü ereği, Nietzsche’nin deyimiyle aynen, “milyonlarca salağı ortadan kaldırarak geleceğin insanını kalıba dökmek”tir ve “bütün bir ulusun yoksulluğu bir insan üstü’nün acı çekmesinden daha az önemlidir”.

Nietzsche, Hıristiyanlığa karşı olduğu kadar, onun deyimiyle, “milyonlarca salağı” insan etmek isteyen toplumculuğu da karşıdır. Ona göre toplumculuk, “milyonlarca salağı” insan üstü’lere karşı çıkarmaktadır. Oysa “milyonlarca salak” öğretimden yoksun bırakılmalı, birçok gerçekleri bilmemeli ve insan üstü’lere kölelik etmelidir.

Çevrimdışı D®agon

  • Ezberletmez Öğretir
  • *******
  • Join Date: Mar 2008
  • Yer: Ankara
  • 11650
  • +524/-0
  • Cinsiyet: Bay
    • Arif Hocam
Felsefe Terimleri Sözlüğü
« Yanıtla #9 : 30 Ekim 2013, 23:42:21 »
JANSENİUSCULUK: Descartes usçuluğuyla Augustinus tanrıcılığını uzlaştırmaya çalışan Piskopos Jansenius’un öğretisi...

Hollandalı piskopos Cornelis Jansenius’a göre insan günahlarla yüklü bir yaratıktır ve ancak tanrı bağışıyla kurtulabilir. Tanrının kendini bağışlamasını dilemek ve beklemekten başka yapacak hiçbir şeyi yoktur. Jansenisme tümüyle Agustinius anlayışına dayanır ve insan özgürlüğü yadsır. Bu yönüyle insan özgürlüğüne büyük pay ayıran Jesuitisenism’in karşısındadır.

Jansenius ve yandaşlarına göre Luther ve Calvin’in tanımladığı Tanrı kayrası öğretisine karşı çıkan Karşı- reform ilahiyatçıları, tanrısal bir ilk neden yerine insanın sorumluğunu vurgulayarak karşı uca savrulmuşlar, Aziz Augustinus’un 5. yüzyılda savaştığı Pelagiusçu hareketliliğe düşmüşlerdi. Jansenius bu tutuma ilk günahın ve şehvetin gücünün insan doğasında yol açtığı bozulmayı vurgulayarak karşı çıktı. İsa’nın kurtarıcılığının olanaklı kıldığı ve insanlığa gerçek özgürlüğe tek başına yeniden kavuşturabilecek Tanrı kayrasının gücünü yüceltti. Ayrıca iyilik işleyebilmek için her zaman Tanrı kayrasının zorunlu olduğu, kayranın yanılmazlığı ve insan yazgısının mutlak biçimde Tanrı istencine bağlı olduğu yönündeki Augustinusçu savları destekledi.
Janseniusculuk, kendisine özgü öğretilere değil belirli bir yaklaşıma ve ruhanilik anlayışına dayalı karmaşık bir hareketti. Reform hareketiyle aynı doğrultuda kiliseyi Hıristiyanlığın başlangıcındaki biçimiyle canlandırmayı amaçlıyordu. Gerçek Hıristiyan ilahiyatından ve ibadetinden ödün verilmesine karşıydı. Ama resmi öğretiye aykırı abartılı bir tutum benimsendiği için kilise tarafından reddedildi.
Janseniusculuk aynı zamanda bir Hıristiyan tarikatı olarak Port-royal manastırında toplanan düşünürlerce benimsenmiş ve izlenmiştir. Arnauld , Nicole, Blaise Pascal gibi düşünürlerin elinde işlenen bu öğreti sonunda tüm gizemciliğe varmıştır.