Muhtasar ilmihal - Hasan Arıkan (Resimli Namaz Hocası)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Çevrimdışı Black_house

  • *****
  • Join Date: Eyl 2008
  • Yer: A'raf şehri
  • 4502
  • +462/-0
  • Cinsiyet: Bay
  • Sen, Seni Sevdiğinle Bil Ey Can! "O" Seninledir.
    • Uyanan Gençlik
Ynt: Muhtasar ilmihal
« Yanıtla #10 : 17 Ekim 2010, 18:01:56 »
[color=red]Ashâb-ı Kirâm
[/color]
Ashab, Peygamber Efendimizi bir kere bile olsun iman gözüyle görüp, sohbetinde bulunan müslümanlardır. Ashâb'ın hepsi çok büyük derece sahibidirler. Çünkü onlar, Peygamberimizi gözleriyle görmüş, en zor zamanlarda onun etrafında kenetlenip mallarıyla, canlarıyla İman ve İslâm'ın yayılması için cihâd etmişler, büyük gayretler göstermişlerdir. Böylece Peygamberimizin en büyük teveccühünü kazanmışlardır. Hepsi de tepeden tırnağa adetâ nur hâline gelmişlerdir.

Ulvî dinimizin yayılmasında onlar önderlik etmişlerdir. Bu devirde bir insan tek başına bütün dünyayı fethetse, dünya dolusu altın tasadduk etse, yine de ashâbın en küçüğünün mertebesine erişmesi mümkün değildir. Biz müslümanlar, Ashâb-ı Kirâmın hepsini sevmek, saymak ve hepsine hürmet etmekle mükellefiz. Onların aralarında meydana gelen bazı ihtilaflârdan dolayı, hiç birinin aleyhinde tek kelime söyleyemeyiz. Zira onlar müctehiddir ve ictihadla hareket etmişlerdir. Onlardan birinin aleyhinde konuşan insanın imanı zayıflar, dini çok büyük zarar görür. O insan inancını düzeltmedikçe aslâ kâmil bir mü'min olamaz.

Ashab iki kısımdır:

1. Muhacirîn,
2. Ensâr.

Muhacirîn, mallarını, mülklerini bırakarak Allâh rızâsı için Mekke'den Medîne'ye hicret eden Mekke'li müslümanlardır.

Ensâr ise, Medîne'nin yerlisi olan müslümanlardır. Medîne'ye hicret eden müslüman kardeşlerine, Allâh rızâsı için bütün varlıklarıyla yardımda bulunmuşlardır. Her iki zümre de Allâh rızâsı için yaptıkları bu hareketlerinden dolayı çok büyük sevap ve derece kazanmışlardır.

Peygamberlerden sonra insanların en büyüğü Ashâb-ı Kirâm'dır. Ashâbın da en büyüğü sırasıyla Hazret-i Ebû Bekir, Hazret-i Ömer, Hazret-i Osman, Hazret-i Ali'dir. (Radıyallâhü anhüm).

Çevrimdışı Black_house

  • *****
  • Join Date: Eyl 2008
  • Yer: A'raf şehri
  • 4502
  • +462/-0
  • Cinsiyet: Bay
  • Sen, Seni Sevdiğinle Bil Ey Can! "O" Seninledir.
    • Uyanan Gençlik
Ynt: Muhtasar ilmihal
« Yanıtla #11 : 17 Ekim 2010, 18:02:19 »
[color=red]Âhiret Gününe İman[/color]

İmanın beşinci şartı âhiret gününe inanmaktır.

Sûr'un üflenmesi, bütün ölülerin dirilip kabirlerinden kalkması, amel defterlerinin kendilerine verilmesi ve mahşer meydanında toplanıp suâl ve hesaba çekilmesi ile mizan, şefâat, sırat, kevser, cennet ve cehennem gibi âhiret hayatına ait hususlara inanmaktır.

Âhiret, bu dünyadan sonraki sonsuz hayattır. Allâhü Teâlâ, bu dünyayı ve bütün varlıkları geçici bir zaman için yaratmıştır. İsrafil Aleyhisselâmın birinci sûru üfürmesiyle kıyâmet kopup bütün canlılar ölecek, dünya ve dünya dışındaki her şey parçalanıp yok olacaktır. İkinci sûrun üflenmesi ile de mahlûkât yeniden dirilerek hesap vermek için mahşer yerine toplanacaklardır. Mahşerde Allâh'ın huzurunda bütün yaratıklar yaptıklarından hesâba çekilecek, en ince teferruatına kadar hesap verecekler, haklı, haksızdan hakkını alacaktır. Hesap işi bittikten sonra, iyiler Cennet'e, kötüler Cehennem'e girecektir. Cennet'e girecek olan insanların bir kısmı orada Cenâb-ı Hakk'ın cemâlini göreceklerdir. Âhirete inanmayan, Allâh'a ve peygambere da inanmamış olur.


Ecel
Ecel, İnsanın mukadder (Allâh tarafından yazılıp kararlaşmış) olan ömrünün nihâyetine denir. Ecel geldiği zaman, ne bir dakika ileri gider ne de bir dakika geri kalır. İnsan her ne sebeple ölürse ölsün, eceli ile ölmüş olur.

Çevrimdışı Black_house

  • *****
  • Join Date: Eyl 2008
  • Yer: A'raf şehri
  • 4502
  • +462/-0
  • Cinsiyet: Bay
  • Sen, Seni Sevdiğinle Bil Ey Can! "O" Seninledir.
    • Uyanan Gençlik
Ynt: Muhtasar ilmihal
« Yanıtla #12 : 17 Ekim 2010, 18:02:43 »
[color=red]Kader ve Kazâya İman[/color]

Îmanın altıncı şartı kadere inanmaktır.

(Kader ve kaza meselesi bazan zor anlaşıldığından, kolay kavrayabilmek için, önce insandaki irâde-i cüz'iyye'yi izah edelim.)

İrâde-i Cüz'iyye
İrâde-i cüz'iyye: Cenâb-ı Hakk'ın kuluna verdiği mahdut bir salâhiyet ve tercih hakkıdır. Fakat ehemmiyeti pek büyüktür. Zira insan, irâdesini hayra sarf ederse Mevlâ hayrı, şerre sarf ederse şerri yaratır. Bu itibarla insan, Cenneti de, Cehennemi de bu irâde ile kazanır. Evet, Hâlık (Yaratıcı) yalnız Cenâb-ı Hakk'tır. O dilemezse, o yaratmazsa hiç bir şey olmaz. Şu kadar ki, kul kâsib yani isteyip çalışan, Mevlâ ise Hâlik yani yaratan'dır.

İnsana verilen irâde-i cüz'iyye otomobilin direksiyonu gibidir. İnsan direksiyonu ne tarafa çevirirse otomobil o tarafa gider. Bu sebeple, isyan içinde olan bir kimse, "Ben ne yapayım Allâh böyle dilemiş, böyle yaratmış" deyip mes'uliyeti üzerinden atıp sıyrılamaz. Evet, Allâh dilemiştir ama, kulun irâdesi ve çalışması bu yolda olduğu için dilemiştir. Zâten kulda, böyle bir irâde-i cüz'iyye yâni tercih hakkı olmasaydı, Cenâb-ı Hakk kuluna imtihan fırsatı vermemiş, onu hayra veya şerre zorlamış olurdu. Halbuki Cenâb-ı Hakk kuluna zorla bir günahı yaptırıp, sonra da cezalandırmaktan münezzehtir.

Bâzı kimseler, "Ezelde bâzılarının rûhu secde etmiş, bâzılarının etmemiş; işte ezelde rûhu secde etmeyenler kâfir gider." derler. Aslâ böyle bir şey yoktur. Bu iddiâ insanın itikadını kökünden sarsar. Ezel itiraz yeri değildir. Orada isteyerek veya istemeyerek herkes secde etti. Cenâb-ı Hakk, ruhları imtihana çekerek, "Elestü birabbiküm (Ben sizin Rabbiniz değil miyim?)" diye sorduğunda bütün ruhlar istisnâsız olarak, "Belâ (Evet Rabbimizsin Yârabbi)" diye ahid verdiler.

Yine bâzı yanlış düşünenler diyorlar ki: "Sen ne yaparsan yap, Allâh dilediğine hidâyeti dilediğine dalâleti halkeder." Bu düşünce de aslâ doğru değildir. Bu husustaki Âyet-i Kerîmeyi çokları yanlış tefsir ve izah ediyor. Üstâzım, Hocam Süleyman Hilmi Tunahan Efendi Hazretleri bu husustaki Âyet-i Kerîmeyi: "Allâh, hidâyeti isteyip, hidâyeti dileyenlere hidâyeti; dalâleti isteyip, dalâleti dileyenlere de dalâleti halkeder" diye tefsir ve izah ederlerdi.

Ayrıca bu mevzuu izah ederken derlerdi ki: "Ezelde Ahmed Cennetlik, Mehmed Cehennemlik diye zât ve şahıs üzerine bir hüküm yoktur. Ancak elbiseler biçilmiş; (İman elbisesi, itâat elbisesi, nur elbisesi) şu elbiseleri giyenler cennetliktir denilmiş; ayrıca küfür, isyân, zulmet elbiseleri biçilmiş, bunları giyenler de Cehennemliktir denilmiştir. Kul, irâde-i cüz'iyyesiyle bu elbiseleri seçmekte tamâmen serbest bırakılmıştır. Binâenaleyh, insan irâde-i cüz'iyyesiyle bunlardan hangisini seçer ve giyerse oraya gider."

Kul bütün fiillerinden kendisi mes'ul olduğuna göre artık kula lâzım gelen isyan etmek değil, mukadderâta boyun eğmek ve başa gelene râzı olmaktır. Bununla beraber görünür görünmez belâlardan bizi koruması ve ömrümüzü sıhhat ve âfiyet içinde geçirmemiz için Cenâb-ı Hakk'a yalvarmak da üzerimize düşen mühim bir vazifedir. Peygamber Efendimiz bir hadîs-i şerîflerinde, "Sadaka vermek belayı defeder, ömrü uzatır" buyurmuşlardır.

Kader
Kader, ezelden ebede kadar hayır ve şer (iyi kötü) meydana gelecek bütün hâdiseler hakkında Cenâb-ı Hakk'ın kendi ilmi icabı bilip takdir buyurmasıdır.

Kazâ
Kazâ, Cenâb-ı Hakk'ın ezelde takdir buyurduğu hâdiselerin, zamanı gelince ilim ve irâdesine uygun olarak meydana gelmesidir.

Rızık Mes'elesi
Rızık, Allâhü Teâlâ'nın, hayat sahiplerine gıdalan-maları için verdiği ve onların da yediği şeylerdir. Lâkin insan kendi öz irâdesi ile rızkını helâl veya haram yollardan kendisi seçer ve Allâhü Teâlâ da o yoldan verir. İşte bunun için, rızkını helâlden talep etmeyip haram yiyenler irâde ve ihtiyarlarını kötüye kullandıklarından kendileri mes'uldürler.

Rızka değil, Rezzak'a yani rızkı verene bağlanmak lâzımdır. Her canlının rızkını veren Rezzak-ı Âlem olan Hz. Allâh'dır. Ona inanmak ondan istemek gerekir. Zira, onun hazinesi büyüktür, sonsuzdur. Ona hakîki bir imanla bağlananlar sıkıntı çekmezler. Fakat, Rezzâk olan Allâh'ı unutup da rızka bağlı kalanlar çok sıkıntı çekerler ve hüsrandan kurtulamazlar.

Tevekkül
Tevekkül, maksada erişmek için, maddî ve mânevî sebeplerin hepsini yerine getirdikten sonra, neticesini Allâh'dan beklemektir. Kişi şâyet beklediğine ulaşamazsa, üzülmemeli; "Hakkımda belki bu daha hayırlıdır" diyerek, kaderine râzı olmalıdır. Çünkü, Kur'ân-ı Kerîm'de Cenâb-ı Hakk, "Siz birşeyi seversiniz, onun için çalışır ve onu elde etmek istersiniz, fakat bilmezsiniz ki, onun sonunda sizin için şer vardır. Yine siz birşeyi sevmezsiniz, hoşunuza gitmez ve istemezsiniz, fakat bilmezsiniz ki, sizin için onun sonunda hayır vardır" buyuruyor.

Şiir
Açılır bahtımız bir gün hemen battıkça batmaz ya
Sebepler halk eder Hâlik, kerem bâbın kapatmaz ya.
Benim Hakk'a münacâtım değildir rızk için hâşâ
Hüdâ Rezzâk-ı âlemdir rızıksız kul yaratmaz ya.

Çevrimdışı Black_house

  • *****
  • Join Date: Eyl 2008
  • Yer: A'raf şehri
  • 4502
  • +462/-0
  • Cinsiyet: Bay
  • Sen, Seni Sevdiğinle Bil Ey Can! "O" Seninledir.
    • Uyanan Gençlik
Ynt: Muhtasar ilmihal
« Yanıtla #13 : 17 Ekim 2010, 18:07:46 »
[color=red]İmanın Devamının Şartları[/color]

Dünyada insan için birinci derecede lüzumlu olan imandır. Her insan iman etmek ve bu imanı âhirete götürmekle mükelleftir. Bunun için de, bütün müminlerin aşağıdaki hususlara dikkat etmesi lâzımdır:

1. Gaybe inanmak. Gayb, beş duyu ile anlaşılamayan şeylerdir. Allâh, melek, Cennet, Cehennem ve cin gibi.
2. Helâlin helâl olduğuna inanmak. Yâni helâl şeylere haram dememek.
3. Haramın haram olduğuna inanmak. Yâni haram olan şeylere helâl dememek. Meselâ: Bira dahil alkollü içkilere, faize ve diğer haram olan şeylere helâl dememek.
4. Dâima Allâh'dan korkmak.
5. Mukaddesâta (İslam'ın mukaddes saydığı şeylere) hürmetkâr olup hafife almaktan kaçınmak.
6. Allâh'ın rahmetinden ümidini kesmemek.
7. Kâfiri kâfir bilmek, mü'mini mü'min bilmek. Meselâ: Bir kimse, sözle, yazıyla veya fiilen din düşmanlığı yapan birine müslüman dese dinden çıkar.
Ayrıca, dine hizmet eden ve dini yaymaya çalışan iman sahiplerine de kâfir diyen, yine dinden çıkmış olur.
8. Allâh'a mekân izâfe etmemek. Meselâ, Allâh göktedir demek insanı dinden çıkarır.
9. Kur'ân'a şüphesiz inanmak. Meselâ, Kur'anın eksik veya fazla olduğunu söylemek, Cebrâil hata etti demek, insanı dinden çıkarır.

Çevrimdışı Black_house

  • *****
  • Join Date: Eyl 2008
  • Yer: A'raf şehri
  • 4502
  • +462/-0
  • Cinsiyet: Bay
  • Sen, Seni Sevdiğinle Bil Ey Can! "O" Seninledir.
    • Uyanan Gençlik
Ynt: Muhtasar ilmihal
« Yanıtla #14 : 17 Ekim 2010, 18:08:51 »
[color=red]Îmanın Koruyucu Kaleleri[/color]

Îman, mü'minin kalbinde Allâh'ın yaktığı bir meş'ale, bir nurdur. Bunun koruyucu kaleleri, çerçevesi, surları ise, aşağıdaki şekilde görüleceği gibi farzlar, vâcibler, sünnetler, müstehablar, mendublar ve nâfilelerdir.


[img]http://img1.blogcu.com/images/i/l/m/ilmihal/imaninkoruyucukaleleri.gif[/img]



Îman, bu ibâdetlerle çerçevelenip kale içine alınarak korunur. İmanı koruyan bu kaleleri yıkanlar yani, farzları, vâcibleri, sünnetleri terk edenler, imanlarını kolay kolay muhafaza edemezler.

Farz, vâcib, sünnet, müstehab, mendûb ve nafilelerin târifleri ilerideki sayfalarda gelecektir.