Asrevya - Tuba Özdemir

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Çevrimdışı Black_house

  • *****
  • Join Date: Eyl 2008
  • Yer: A'raf şehri
  • 4502
  • +462/-0
  • Cinsiyet: Bay
  • Sen, Seni Sevdiğinle Bil Ey Can! "O" Seninledir.
    • Uyanan Gençlik
Asrevya
« Yanıtla #5 : 28 Ocak 2009, 15:07:19 »
[color=teal][b]Tüm keşkelerimi yuttum… Yazdım ve sadece susuyorum…

Gün ikindiye doğru uzatmaya başlıyor ellerini. Hüzünlerime farklı desenlerde motifler oyalıyor gözyaşlarım. Aklıma düşen nedenlerin gözünü bağlayıp gönderdim körebe oyunlarına. Küf kokulu günler sindi adımın harf boşluklarına. Sesimin yazıya ödünç verilen kısmına alfabesizliğim düştü.

Yorgunluğum vurdu, yağmurun camlara usulca vuran fonunda canıma. Ben yaşamaktan yoruldum Asrevya. Yazmaktan yoruldum. Bitti mi sanıyorsun? Hayır, bak hala yazıyorum ve yaşıyorum hayat dışı bir cümlede.

Kimseye suç atfetmiyorum. Tüm suçları kestim kendi hesabıma ve astım alnımın kırık dökük satırlarına. Hangi nefesimi döksem hayata, içim çığlık çığlığa susar “beni affet kendim” dercesine. Beni affet kendim! Beni affet!..

Bilemezdim küçük sandığım düşümün ömrüme mâl olacağını…

Şimdi karşıma çıkan hiç kimse neden diye başlayan sorular sormasın bana. Cevabı bol soru işaretli bir susuş olur. Nedenini bilecek kadar yetkin olsaydım, bildiğim o nedeni silebilecek kadar da cesurluk rolü oynayabilirdim belki. Ama neden yok… Cevap yok…

Asrevya sen nedensizliğimin adı mıydın?

Hiç sevmediğim gün yırtmayı unuttum yine. Dünü yırtıp atıyorum takvimimden, bugün yüzüme çarpıyor; 7 Temmuz 2007… Elim eski defterler arasında dolanıyor. Asrevyaya ilk seslenişlerimi barındıran defterlerde. Sararmış takvim yaprakları hatırlatıyor yazdıklarımın tarihini;

Yıllar ne çok üst üste yürümüş Asrevya. Ne çok yaşamışım. Büyüdüm sanırken her defasında meğer yaşlanmışım.

Benim masalımda senden başka yarın yok Asrevya.
Senden ayrı bir dün yok.

Bildik tarih saymalarım isminle başladı hep. İlk harfinle düştüm günsüzlüğüme gün biriktirmeye. İlk hecenle asıldım masalın darağacına. İlk satırda yazar çekildi masaldan. Bu masalda sadece Asrevya yaşadı.

Al Asrevya! Masal senin. Kendime pay çıkarmam. Her satırında her hecesinde yaşayan sensin. Her yüklemin öznesi, her yüklemsiz cümlenin üç noktası… Al Asrevya!..

Yine yazıyorum… Gelip yeniden yazılacağının sözünü vermiştim. Yine geldim… Gör her heceye eklediğim seni!..

Yine yazıyorum… Yine karışıyor yazdıklarım gözümden akan yaşlara. Uzun bir ağıt düşüyor kalemime. Yitiyorum… Bitiyorum…

Her defasında masal düştüğünde düşlerimin köşesine, masalsılığının başladığı yerden kanıyor yaralarım. Yazılmamış mektuplara adres arıyor bakışlarım.  Oysa İstanbul’dayım. Kaç kapıyı tıklatmak gerekir doğru adresi bulmak için? Doğru adres yok Asrevya. Yanlış düşümde her adres yanlış bir tariftir şehirsizliğime.

İçim derinden derine söyleniyor; hadi ben yorulmuşluğumla yazabilecek kadar güç topluyorum. Ya sen Asrevya, ya sen?
Yorulduysan ve bıktıysan bu masalın kahramanı olmaktan o zaman ne yapar yarenliğim? Ki o vakit “kır” demelisindir kalemimi. “ben yoruldum sus” demelisindir.

Olur da bir gün seni yazmayı bıraktıysam ben, bil ki elimden düşmüştür kalem… Yazmaktan yılmıştır…

Senin soru işaretlerin cevabını bulmuştu; ama benim cevapsız kalan sorularım çok hala kendime sorulmuş. Neden bu masal? Nerden başladı? Neden bitmiyor? Ne zaman bitecek?

Bu masaldan düşmem için yaşamaktan mı düşmeli Asrevya?

Yineliyorum hep dilimi söyleyemediği haykırışları; bu masalda geçmişim yok, yediveren acılarım yok, bildiğim eskiler yok, başka yarınlara kazınmış düşler yok, geçmişte kalmış dün denilmiş cümleler yok, bu masalda ben yok… Acılarımı biriktirip adının eşiğine dayayarak yazılmadı bu masal Asrevya. Kendimi dahi aforoz ederken masaldan başkalarına birikmişliğimi nasıl adına haykırırdım?

Hüzünlerimin koşar adım herkesten kaçarken haykırdığı bir masal değildi Asrevya’lığın. Ki o denli basit olabilseydi ne çabuk ifşa olunurdu. İçimin bir yanı bile diğer yanımdan saklıyor oysa.

Zor bir masal Asrevya yazdığım. Bil ki seni yazmak için acımak gerekiyormuş en derinlerden.

Büyük bir çığlık çiziyorum son kullanımı geçmiş suskunluğuma. Azraili yamaçlarda yaşayan kent kırıklarım ölümün sonsuzluğundan taç takıyor başına. İmlâsı yitik bir lehçenin dilsizliğini oynuyorum. Kopuk yaşamlardan bol bağlaçlı cümleler atıyorum kalemime. Düşlerimin iç ceplerine fısıldanmış sırlarım yarenliğimin aslını çiziyor beyaz sayfalara. Kâğıttan gemiler yapmaya benzemiyor kalemden harfler dökmek. Uslanmış yanlarım direnişe kalkıyor kalemin karasından satırlara bulaşan cümlelerde.

Şimdi söylesene şair; yazdığın kadar mı yaşadın? Yoksa yaşayamadıklarını mı yazdın? Satırlarda düşemedin mi içinin uçurumlarını? Gözlerin kirpik mahkûmluğunda mı hâlâ? Söyle şair; bu diyarda hüzün kaç renktir? Kaç desen? Ve onu yansıtmak için kaç dil gerekir? Öğrendiğin hangi dil hüznümü satır atlamadan dillendirir?

Bildiğim uzaklar kadardı, bilinmedik uzakları tarifim. Oysa gidince dönülmesi olmayan uzaklarım olsun isterdim. Çocukluk masallarıma sıkışan ana fikir gibi miydi; bilebileceğim en uzaklara götürecek tek şey zümrüd-ü anka… Ne yapmalıydı o halde? Ya benliğimden çıkıp zümrüd-ü ankaya doğru koşar adım ilerlemeliydim ya da bir zümrüd-ü anka dilemeliydim, tarifi nâmümkün uzakların eşiğine düşmek için.

Yanlıştı cevaplar. Onun bile gidebileceği uzak, bir Kaf Dağı boyuydu nihayetinde. Ötesi yoktu… Bilmediğim uzak an kadar yakınmış meğer. Nefes alsa nefesime çarparmış. Uzak; kendimden başka bir diyar değilmiş. Gölgeme saklanmakla geçen ömrümün, gerçeğimi göz ardı etmişliğinden habersiz geçiyormuş soluklar.

Notası yok demlenmiş hüznün. Bilmedik bir tonda çınlayıp durur kulakları.

SUSMAK Kİ KULAĞI SAĞIR BİR HAYAT İÇİN EN BÜYÜK HAYKIRIŞTI ASREVYA. SUSMAK Kİ ELİMİZDEN TUTUP BÜYÜTECEKTİ BİZİ KELİMELERİN YAMACINDA.

Asrevya! Harabe minderlere bağdaş kurup oturuyor acılarım. Dilim yıllanmışlığıyla aynı türkünün elinden tutuyor. Sınırları belli olmayan bir savaşta sınırlarımı nasıl koruyabilirim Asrevya? Sınır ötemi nasıl anlayabilirim? Yaşadığım cümlelerin hangisinde hayata iz düşümümü bulabilirim?

Gecelerden sabahlara ulanan günümde güneş yıkıyor üstü çapak kaplamış anılarımın yüzünü. Ay, satırdan satıra vuruyor hecelerimi. Akordu bozulmuş nefesler dizesi sunuluyor ellerime. Düzeltmek için tuttuğumda nefesler tırnaklarıma saklanıyor kaçış diye. Ve her düzeltişimde biri eksik kalıyor.

Ateşten gömlek giyiyor benliğim ve yıldızlar tutuşturuyor alevimi. Bu masala cümleler kurmak direnişimdi tanka karşı avuç kadar bir taşla.

Rüzgâr vuruyor çehreme. Üşüyen halim hüzünlerden örülmüş bir zılgıt geçiriyor tarihten aklıma yamalananlara. Bir nokta düşüyor, “ bitsin bu cümle” dercesine kalemimin yanına. Dilimin ucuna bir söz gelip oturuyor; “yirmi dokuz harfini azımsadığım hayatım bir son yazamıyor masala…”

Gümanlı bir güzergâhtan ilerliyorum ırak şahikalara. Şebden bir libas biçiyorum kendime. Adımı adından soruyorum…

Vakit gece…
Uykum otursun diye göz kapaklarıma masalını yeniden okuyorum…
Kaldığım satırdan yazamadığım sonlara devamlar çiziyorum yine…

Adımı unutuyorum adını yazmaktan…
Ve yine sesleniyorum sonsuz bir fısıldayışla;
Al Asrevya masal senin… Senden başka kimseyi bulamazsın satır aralarında… Senden başka kimseye çıkmaz bu sonsuz masalın kayıp adresi…

Asrevya… Bitmez masalıma bir solukluk daha ara veriyor kalemim… Düşlerimde geçen adını alfabemin en güzel harflerine ulayıp yine geleceğim… Bak tüm harf boşluklarına, adından kurulma düşler çıkar karşına… Asrevya!...


Tuba Özdemir[/b][/color]

Çevrimdışı Black_house

  • *****
  • Join Date: Eyl 2008
  • Yer: A'raf şehri
  • 4502
  • +462/-0
  • Cinsiyet: Bay
  • Sen, Seni Sevdiğinle Bil Ey Can! "O" Seninledir.
    • Uyanan Gençlik
Asrevya
« Yanıtla #6 : 28 Ocak 2009, 15:15:50 »
[color=teal][b]Büyük bir çığlık çiziyorum son kullanımı geçmiş suskunluğuma… Hiç bitmiyorsun Asrevya…

Asrevya!..
İçimin acı yanından uğurladım adını. Yine kıyıma vurdu harflerin. Nisanın eşiğinde beslediğim düşleri hüzünler sarıp sarmaladı şimdi. Ben, benliğimin hangi parantezi arasında yaşıyorum Asrevya? Kaçıncı durakta bekliyorum düşlerimi kuşatan hayatımı?

Yok Asrevya..
Ömrümün çıkmaz sokağındayım. Yıkık satırlara çarpıyor nazarım. Biliyorum Asrevya, biliyorum kendime denizaşırı uzağım.

Farklı kalemlerle çizilmiş bir hayatın ocağındayım şu demlerde. Tuvaldeki karanlığı simgeliyorum. Asrevya puntolu yazılar doluyorum kaleme. Geçiyorum tüm gidiş satırlarından.

Yaşadığımı unutuyorum Asrevya… Bana ölmediğimi ispat et!

Kızıl bir gün doğarken yüzüme, avuçlarımdan düşüyor hayat çizgilerim, ölümleri barındıran toprağın eline.

“Ne günlerdi gülüm ey!” diye geçen günleri anımsıyor şimdim. Ne çok şey öğrenmiştim Asrevya. Deneme- yanılma yöntemlerinin deneyip yanılan failiydim. ‘Güller eflatun düşlerin yamacında kokar’ demiştim. Ardından yanıldığımı resmetmişti öğrendiklerim. Oysa güller siperde bile kokuyormuş Asrevya.

Acı oluk oluk akarken damardan, ‘adı saklı biri’ son nefeslerine bile aynı düşü eklemeyi hayal edebiliyormuş. Ölüm denilen son, tek kendini düşündürtmüyormuş. ‘Adı saklı biri’ saklandığı adın ardında gerçeğinden başka birçok isim doluyormuş kendine.bu yakanın Kız Kulesi saklıyormuş bir adını. Diğer adını, o yakanın Sultanahmet’i. İki yakayı birleştirmek için hırçın bir isim daha takıyormuş yakasına. Onca isme rağmen ‘adı saklı biri’ kalıyormuş her bilende. Zor sorular seçiyormuş hayat onun için. “Sen hanginsin?” diyormuş, “hangisi sensin?”… ‘Adı saklı biri’ susuyormuş uzunca.

Bu masalda hangi o var Asrevya? Hangi adıyla yer buldu satırlarda? Kız Kulesine saklanmış adıyla mı? Sultanahmet’te unutulmuş adıyla mı? Yoksa boğazdaki hırçın adıyla mı? Bu masalda hangi adın sahibi o, Asrevya?

‘Adı saklı biri’ bu masalın neresinde Asrevya?

İçimde git git bitmez bir yol.. Yürü yürü aydınlığa kavuşmaz bir karanlık…

Ben hangi aydınlığı israf ettim ki bu denli karanlığa duçar oldum Asrevya?

Artık ardıma bakmaya gerek yok. İçimde kopuyor tüm kıyametler. İçimde söylenecek binlerce hece, satırlarca söz… Bense sadece susuyorum. Konuşmadıklarımı sen anla Asrevya…

Söylediğin gibiydi belki; “imkânsız diye bir şey yok”tu. Ben imkânından korkmuştum hep.

Ağzımın kıyısında kalan son direnişimle yazıyorum. Belki günümün ardı ölüm Asrevya. Belki bir daha masala düşmeden musallaya düşeceğim. Varsın olsun Asrevya. Gelen gider ve her şey biter… Varsın olsun… Uzun denilmeyecek yaşamımıza bir son yazılacak elbet. Ki belki bugün, belki… “kim bilir?”…

Ölüm yudumlamış şehirlerden geliyorum.
Yaşadığımı unutuyorum Asrevya… Bana ölmediğimi ispat et!
Efsane yaşatacak halim yok. Elimde bir ceket sevdaya dair, biçilmiş bir şehre. Olmuyor Asrevya!.. İstanbul’dan gayrı hiçbir şehre olmuyor. Biliyorum cellâtlar kapıda bekliyor. Hani bir olsa, ölecek şehir. Yerlere düşüp ayaklar altında ezilecek ceket. İyisi mi belirsizliğiyle askıda kalsın Asrevya.

Öyle ya bu düşlere kimi şehirler küçük gelir Asrevya. Her şehir taşıyamaz minik bedeniyle ağır yükleri…

Zaman, hayata adadığım fiilleri hep geçmişle çekimliyor Asrevya. Gelmişti… Gitmişti… Bitmişti… Oluyor hep. Okunaklı hayatlardan okunulası bir hayat dizmek istiyorum kendime. Bildik geçmişimden dem vuruyorum ilkin. Ve ömrümün asıl satırı geliyor… Susuyorum… Bol üç noktayla satırlar atlıyorum. Okunulası olması gereken hayatım, susulası satırlarda can buluyor. Vazgeçiyorum beni bana yazmaktan. İki satırdan fazlam yok çünkü…

Bir kalem kendine neden dönmez Asrevya?


Haziran sıcağı vururken üzerime, içime neden bu denli kara soğuklar düşüyor Mart tadında? Kulağım yine ‘adı saklı biri’ ne yaslıyor tüm duymalarını; “ Yazmak tutsaklıktır” diyor “ yazılan özneye… Yazınca kalem bencil değildir artık. Yazılandan başka kimseye dönmez çünkü. Kendine bile satırlarca uzaktır. Yazarsın… Tükenmez yazılacaklar…” öğrenmekten korktuğum gerçekleri yüzüme fırlatıyor sözcükleri.

Ölümlerden açılıyor yine konu. Ben, biriktirdiğim hüzünleri bir yana, tebessümleri bir yana koyuyorum. ‘Bu kadar hüzün ölmem için yeterli sebep değilmiş meğer’ diyorum. Peki, neden tebessümlerim silip süpürmüyor canıma yapışmış acıları? Üzerime yürüyor yazdıklarım.

Yaşadığımı unutuyorum Asrevya… Bana ölmediğimi ispat et!

Bir masal parmaklarımın altında çırpınıyor. Bitmenin eşiğine dahi getiremiyorum. Güncem masalla doluyor.

“Ve Yaren’liğim gider… Ve Asrevya biter…” diye bir cümle kalemimden hayatıma sunulmayacak mı Asrevya?

Düşlerin enseme yığılmışlığı ardında çırpınan ben portresinin hüzünden başka çizgisi olmayacak mı? Özlemlerimi yollara üflüyorum. Giden- dönen karışıyor birbirine. Kim gitmişti ki? Ya da kim kalmıştı yanımda? Sağım, solum, ardım boştu Asrevya. Denenmiş yalnızlıklardan farklı yalnızlıklar kurdum kendime. ÖDÜNÇ DEĞİLDİR TEKLİĞİM… HİÇBİR KAÇIŞTAN ALINTI DEĞİLDİR FİRARÎLİĞİM…

Mutluluk senfonisini artık amatör müzikçilerin elleri işliyor Asrevya. Şimdilerin geleceğini katiller düşlüyor. Bir tebessüm öldürmek için yaşıyorlar Asrevya. Bizse her şeye rağmen hep aynı felsefe ile susmakta…

İçimde sobeleşen nidâlar içimi dağlıyor Asrevya. Yaşımla ölçülüyor ölümler. Ben ne kadar doğduysam birileri o kadar ölmüş oluyor.
Ne zor! Doğumuma ulanmış ölümleri bilmek…

Ben ömrümün tüm çığlıklarını adının yanına çizdim Asrevya. Ben, tüm susmalarımı sende öğrendim. Ve yazmayı… Gecelerden sabahlara kapatmadan gözleri bu şehre düşler dizmeyi öğrendim. Meğer kalem tutarmış elim dedim. Meğer konuşmaları unutup susunca dilim, konuşurmuş dilim yerine elim…

Ayaklanır içimde mısralar yeni bir direnişe. Yine kalemin kırılana dek yazacağı masala satırlar döker benliğim.

Yorgunum Asrevya…
Yıkık şehirler geçiyor sanki üstümden. Bir enkazın altında kalıyor kalemim. Demir parmaklıklarla hırsızlardan korunuyor düşlerim.

Kalbimi kırabilme ihtimalini dillendiriyor harfler. Bilir misin ki Asrevya bu kalpte kırılmamış yer yok… Kaç canım var ki ağzımda? Kaçıncı soluğumda ölürüm?

Yazdım… Satırlarca uzadı kâğıt. Ne çok anlatacağım varmış… Ne çok söylemediğim… Ama olmadı. Uzanamadı o mektup ellerimden. Yazdım içimi… Ve ellerimle dizdiğim tüm satırlarımı kendim yaktım…

Varlığıma özür dilemek için sunulmuş bir yazı ardından nefeslerime düğüm atan bir gecedeyim. Ağlıyorum… Gözyaşlarım neyi yıkıyor Asrevya? Acının doyasıyası bu mu oluyordu acaba?

Hayat, düşür satırlarından beni!
Hayat, sonumu sonbahara ulayan bu düşe büyük bir çizik at hadi!

Ömrüme sağır bir “mim” düşüyor ebkemliğimden. İçim yara bere oluyor. Yıllar ne ağır gidiyor, çabuk geçti zannederken ben. Acım, elimden yüzüme bulaşıyor bu gece. Elimden dökülen harfler gözyaşlarımla can buluyor. Dünden artık uykusuzluğumu bu gece de iade edemeyeceğim göz kapaklarıma. Canımı içimden ayırıyor sanki bir el. Durduğum yere çöküp kalıyorum. Nefeslerimi duymak zor… Baktığım yeri görmek güç…         

Ölüyor muyum Asrevya? Cayıyor muyum?

HAYIR!..

Uzun bir hüzün kaplıyor tüm yanlarımı. Sabaha az kalıyor. Gece son karanlığını oynuyor gözbebeklerimde. Nefesim daralıyor. Bir bıçak alıyor eline hüznüm ve delik deşik ediyor tüm nasırlarını. Kırıyorum benliğimin kuruyan dallarını.

İlk kez bu kadar tanımsız kalıyorum Asrevya. “Neden” diye sorulan sorulara cevapsız…

Keşke güçsüzlüğümün ardına bu kadar saklanmayıp sesine ses verebilseydim… Keşke senin pencerenden de bakabilseydim…



Ve sabah vuruyor şehre… Gözlerimde, uzunluğunun bilmem kaç gün daha süreceği karanlık…

Hep diyorum ya “Ahh bu ben!..”



Sen yaşarken ölmek masala ihanet mi olur Asrevya?

Yaşadığımı unutuyorum Asrevya… Öyleyse bana ölmediğimi ispat et!

Dilimde aynı şarkı dönüyor saatlerdir… En hüzün yanında, masalı buluyorum o şarkının. En hüzünlü rotasında Asrevya çıkıyor karşıma.

Boynumda idamımı bekleyen bir sürü dilekçem var Asrevya… Cellât görünümlü birileri kalemime sarılıyor, ya sen diyor ya masal… Es geçiyorum tüm sözleri… Yazıyorum…


Aşk kaybolmuştu bu şehrin kuytularında. Anlatamazdım sana içinden onun geçtiği sözcükleri.

Çözülmesi zor bir bilmece gibiydi harflerim. Aşikârlığımdan korkak!...
İğreti bir duruştu simgelediğim “ben sende gitmeyi beceremedin.”

Ömür hep aynı soruları doluyor kalemime; Zaman mıydı intihar soluklarımı yâr dolu bir tümceyle yarınlara kazıyan?

Ömür hep aynı satırlarda yaşatıyor beni; Dünler tüm tebessümlerimi esir alırken yarınlara doğru koşan ben, ne kadar da her acıya müşterekti imgem…

Suçluluğum parmak uçlarıma siniyor yine.
ACIMA NOTA YAPIYORUM SESSİZLİĞİMİ.
İstanbul yine yüreğimi ayaklarına doluyor, pranga gibi. O düşüyor, ben kanıyorum en masal yanımdan.

Ahh İstanbul! Sende bir masal büyütmek ne kadar dokunuyor acılarıma. Ki hangi yanına assam gözlerimi, kalemime sığınıyorum.
Ve gözlerimde dolanan İstanbul başlıyor Asrevyayı yazmaya…

Lâl bir ömrün çığlıklarıdır bu kelimeler Asrevya. Ne çok şey anlatır…

Aynı temennilerde bulunuyorum yine: bilenler bilmeyenlere seni anlatmasın Asrevya; bilenler bilmeyenlerden seni saklasın. Sen hep hayatıma düşmüş büyük bir sırlanmışlıkla kalmalısın.

Asrevya!..

Masalın ilk satırlarında yazdıklarım geliyor aklıma;
‘Bin bir zırhı büründüm ve sana yazdım. Bir daha kalemin ucuna seni dolayacak kadar cesurluk payı biçemem kendime.’

Demek ki biçebiliyormuşum Asrevya. Onuncu yüzünü gösteriyor masal satırlarda…

Asrevya!..

İç bükey bir harf karmaşasında beynimin anlamlandırdığı tek gerçekti Asrevyalığın. Masalsı düşlerimdeki ‘büyük’tün sen. Bense o düşleri yazmakla büyümeye çalışan, her yazdığımda kara kalemlerin insafsızlığına uğrayan düş’çü’…

Uzunca yazdıktan sonra şimdi yine susmalıyım.
Sustuklarımın ardındakileri sen anla!...

Parmaklarıma yeniden yazılacaklar dolayana dek çekiliyorum masaldan…

Unutma!.. Yeniden gelecek ve sonsuza dek seni yazacak kalemim… ASREVYA!..


Tuba ÖZDEMİR (yaren)
[/b][/color]

Çevrimdışı Black_house

  • *****
  • Join Date: Eyl 2008
  • Yer: A'raf şehri
  • 4502
  • +462/-0
  • Cinsiyet: Bay
  • Sen, Seni Sevdiğinle Bil Ey Can! "O" Seninledir.
    • Uyanan Gençlik
Asrevya
« Yanıtla #7 : 28 Ocak 2009, 15:20:33 »
[color=teal][b]Bir gün daha devrildi, devrik cümleler görünümünde; son serisini içime fısıldadığım nefeslerimin kıyısından ömrüme… Bir bahar daha düştü sonbaharların elinden, sararıp solarak. Bir şarkı daha düştü dilden, bol İstanbul kokan… Ve sustu sesim. Aldı eline kalemi tuttu yine hüznün o sıcacık ellerinden…

Asrevya!
İçim sesler döküyor suskunluğuma. Adım silik bir geçmişe iz düşüyor. Ağzıma susları hüküm giydiriyor bir el. Oysa en konuşacak yanımdayım Asrevya. Neden sustun dilim? Neden?

Ezbere yaşanmış bir ömürden aklımda kalanların bulduğu tek anlamsın Asrevya. Kalemimden düşse adın, kalemim düşer elimden musallaya… Hecelerim lâl olur.

İzi derin hüzünlerim var takvim yapraklarına asılı. Yırtıp atamıyorum Asrevya. Üzerine gün sayıyor ellerim. Ve günlerim yine hüzünler çengelliyor sayfalarıma.

Sen bir düşü bir ömre biçer misin Asrevya? Gecelerden toplayarak artakalan hayalleri, yüzünün ardına düşen aylara bakıp; “elde var hüzün” diyebilir misin?

Bu şehrin yağmurları iliklere işler Asrevya. Büyük definlerin yüzünü yıkar, ölümlerin ertesi. Puslu camlara bir masalın en çizgisiz halini resmeder. Bu şehrin yağmurları bildiğim çöllerden geçmez Asrevya. Şehrin düzayak yanlarını bırakır kurak… Ve yokuşlara sürür taşıdığı yaşam kırıntılarını.

Masalda kalem mutluluk fırçalarını sürmüyor satırlara Asrevya. Nerdedir mutlu masalların erbabı?

Uzun zamanlar ardından bir gün… Büyük izinler beklemeden yarenliğim, aralayacaktı bildiklerinin kapısını… O denli susarken satırlarca konuşmuş olacaktı belki. Ve gidecekti. Ardından keşkeler bırakmayacaktı askılarda. Yoluna yeni adımlar ekleyecekti. Kaldığı yerinde olacaktı ömrün, hep soluklandığı kıyısında. Bu asudeliğim için uzun bir konuşma biçimiydi. Kaçışlardan yanaydı varlığımın ayakuçları. Soruları askıda bırakmalıydı içim. Cevapsız gitmeliydi… Ansızın… Öyle ye sadece araladığım bir kapının ardına geçip susmaları denemiştim.

Gitmeliydim Asrevya. Beceremedim… Kalmalar dolandı ayaklarıma… Düştüm…

Düşe düşe büyüyen ömrüm uslanmadı hâlâ…

Bu şehrin geceleri uzundur Asrevya. Gündüzlerime bulaşır sürekli. Gideceği yeri yoktur korkularından saklanmak için.
Bu şehrin düşleri ağırdır Asrevya. Bildik acıları yudumlamaz, bildik motiflerle süslenmez…
Bu şehrin anıları işlenir hafızalara, silinmez…

Eflatun imgeler büyüttüm adımdan saklı. Tüm gerçekleri inkâr ettim yüzüme. Bildik Kasımlarım düştü aklıma. Gidip dönmeyen, gidişinin ön adına ölüm ekleyen hayatlar bildim. Bir acı eksik yaşasaydım, böylesi dolu dolu yaşadım diyemezdim Asrevya.

Yaşadım..
Tüm gerçeğiyle hayatı…
Adıma düşülen tüm “mim”leriyle… Ardıma düşen, kendini kendine gömen “vav”lığında…  Ve bir kalış edasında, uzun bir var oluş narinliğinde “ye”siyle yaşadım… Rahlesinden geçtim harflerin. Elimden tuttu cümleler… Masallar dizmeye başladı yarenliğim…

Yazdıklarım arasında dolaşan ellerim, hayatıma dizdiğim bir cümeleye veriyor aklını;
Sonbahar girdiğinden beri harflerin ilkbaharına; zaman hep hüznü tutuşturuyor kalemimin ucuna.

Hangi demde gelmişti sonbahar, baharlarıma? Daha kaç mevsim sonbahar? Ya da sonbahar harici mevsim var mı Asrevya?

Yine susmalıyım Asrevya…
Yine masala virgüller atmalıyım sayısız…

Kalemi bir daha elime alana dek uzunca dinlenmeli sözcüklerim…

Son yazıldığın satırda kal! Gelecek ve tekrar masalı sonsuzluğa sürüyecek ellerim…



Tuba ÖZDEMİR

[/b][/color]

Çevrimdışı insanlar_alemi

  • ****
  • Join Date: Ara 2008
  • Yer: Avusturalya / Ankara
  • 503
  • +42/-0
  • Cinsiyet: Bay
  • İnşAllah derse yakaran inşaa eder YARADAN...
Asrevya
« Yanıtla #8 : 07 Şubat 2009, 18:00:33 »
[b]Son yazıldığın satırda kal! Gelecek ve tekrar masalı sonsuzluğa sürüyecek ellerim…[/b]
103 aarroo



Çevrimdışı busegül

  • *******
  • Join Date: Mar 2008
  • Yer: Adana
  • 20005
  • +360/-0
  • Cinsiyet: Bayan
  • Allah birdir ve Muhammed (s.a.v.) onun elçisidir.
    • Uyanan Gençlik
Ynt: Asrevya
« Yanıtla #9 : 27 Temmuz 2012, 09:12:10 »
tutuldum kaldım sanki bi an uzun zaman sonra ilk kez bi yazı belki bu kadar etkiledi beni ..

yüreğin dert görmesin ...

Bir şarkı mırıldan Asrevya, kafiyesi sensin unutma!  akss  goody