Adaptasyon: Uyarlama Ağdalı: Anlaşılması güç, karmaşık Akıcılık: Sürükleyici olma, okuyanı sıkmama Anlatı: Hikâye etme Bağdaşmak: Uyuşmak Banal: Bayağı, sıradan Burjuva: İmtiyazlı, seçkin, soylu Çağrışım: Hatırlatma Çağdaş: Aynı çağda yaşayan, uygar Devinim: Hareket, eylem Duyarlılık: Hassasiyet Dingin: Durgun, hareketsiz, sakin Diyalog: Karşılıklı konuşma Doğallık: Yapmacıksız, gösterişsiz Edimsel: Hareketli, fiili Eğreti: Geçici, sınırlı Erek: Amaç, maksat
Fantezi: Sonsuz hayal Fonetik: Ses bilgisi Güdüm: 1. Yönetme işi, idare. 2. Bilişimde, bir olaylar dizisini, bir süreci veya bir aracı yöneltme ve düzenlemeyle ilgili işlevlerin bütünü. İkilem: Çatışma, iki durumdan birini seçme zorunluluğu İma: Dolaylı, üstü kapalı anlatma İnan: İnanma işi İndirgeme: Bir işi daha kolay kısa ve yalın hale getirme İşlev: Görev, fonksiyon İvedi: Acele Jest: El, kol veya baş ile yapılan uyumlu hareket Mistik: Aklın erişemediği şey Nicelik: Sayılabilen ölçülebilen, azlık, çokluk. Nükte: İnce anlamlı, düşündürücü ve şakalı söz, espri Özgün: Yalnız kendine has bir nitelik taşıyan, farklı, orijinal Payanda: Dayanak Realite: Gerçeklik Sav: İddia, tez Süreğen: Sürüp giden Tem: Tema Yadsımak: İnkar etmek, yabancı kalmak Yazın: Edebiyat Yetke: Otorite Yoğunluk: Yazıda birçok anlamın bir arada olması Salık vermek: Öğüt vermek, tavsiye etmek Kanıksamak: Alışmak Kurgu: Gerçekliğin farklı alanlarından alınan çeşitli parçaların, doğrudan doğruya, “biçimci” görüşlere uygun olarak birleştirilmesi. Adapte: Uyarlanmış Ahenk: Uyum, düzen Aktüel: Güncel, edimsel Alafranga: Batı tarzında, Türk geleneklerine uygun olmayan Betik: Yazılı olan şey, kitap, mektup, tezkere, pusula Biçem: Üslup, tarz, anlatım biçimi Çeşni: Çeşit, tat, hoşa giden özellikler Dejenere: Yozlaşmış, aslını koruyamamış Diksiyon: Duru, kurallara uygun güzel konuşma Dikte etmek: Bir düşünceyi zorla kabul ettirmek Dinleti: Bir topluluğa bir şeyler anlatmak, konser Doğaçlama: İrticalen, metne bağlı kalmadan içinden geldiği gibi konuşma Doğaüstü: Doğa yasalarına uymayan, doğa yasalarıyla açıklanamayan, tabiatüstü. Doğallık: Olduğu gibi yansıtma durumu. Süse, sanata girmeden anlatma. Duruluk: Gereksiz sözcüklere yer vermeme. En kısa yoldan aktarma. Duyarlık: Duyum ve duyguları algılayabilme yeteneği, hassaslık, hassasiyet. Duyu: İnsanların ve hayvanların, dış dünyanın uyaranlarını görme, işitme, koklama, dokunma ve tatma organlarıyla algılama yeteneği, duyum. Duyuş: Seziş. Sezme işi. Düş: Gerçekleşmesi istenen şey, umut. Gerçek olmayan şey, imge, hayal. Düşsel: Düş ile ilgili, hayalî. Düşünsel: Düşünce ile ilgili, düşünce sonucu ortaya çıkan, düşünceye dayanan, fikrî. Düzyazı: Şiir olmayan söz ve yazı, nesir, mensur, inşa. Ebru: Kâğıt süslemeciliğinde kitre, kola vb. yapıştırıcılarla yoğunlaştırılmış su üzerine, neft yağı ile sulandırılmış yağlı boya damlatılarak yapılan ve kâğıda geçirilen süs. Eleştiri: Bir edebiyat veya sanat eserini her yönüyle anlaşılmasını sağlamak ve değerlendirmek amacıyla yazılan yazı türü, tenkit, kritik. Eleştirmen: Eleştiri yazıları yazan kimse, eleştirmeci, tenkitçi, münekkit. Estetik: Sanatta ortaya konulan güzellik. Evrensel: Bütün insanlığı ilgilendiren, âlemşümul, cihanşümul, üniversal. Fantastik: Gerçekte var olmayan, gerçek olmayan, hayalî.
Gerçeküstü: Gerçeği aşan, gerçeğin üstündeki gerçek, sürrealite. Göreceli: Kesin olmayan, kişiden kişiye değişebilen. Gözlem: Bir nesnenin, olayın veya bir gerçeğin, niteliklerinin bilinmesi amacıyla, dikkatli ve planlı olarak ele alınıp incelenmesi, müşahede. Güncel: O gün yada yakın zaman aralığında geçen her şey. İçerik: Sözlü veya yazılı anlatımda verilmek istenen öz, düşünce, duygu ve imgelerin bütünü. İçgüdü: Doğuştan gelen. İçtenlik: Yapmacıksız, içten geldiği gibi anlatma. İmbik: Damıtmaya yarayan, damıtma işinde kullanılan araç, damıtıcı. İmge: Zihinde tasarlanan ve gerçekleşmesi özlenen şey, düş, hayal, imaj, hülya. İnandırıcılık: Anlatılanların doğru olduğuna inanılmasının sağlanması. İrdelemek: Bir konunun incelenmesi ve eleştirilmesi gereken bütün yönlerini birer birer incelemek, araştırmak, tetkik ve tetebbu etmek, mütalaa etmek. İroni: Söylenen sözün tersini kastederek kişiyle veya olayla alay etme. Gülmece. İşlev: Görev, fonksiyon. İzlenim: Bir durum veya olayın duyular yolu ile insan üzerinde bıraktığı etki, intiba, imaj. Kanı: İnanç, düşünce, kanaat. Karakter: Bir eserde duygu, tutku ve düşünce yönlerinden ele alınan kimse. Kaygı: Üzüntü, endişe duyulan düşünce, tasa. Kesit: Ayırıcı özellikleriyle belirlenen süreç, bölüm. Kişisel: Kişi ile ilgili, kişiye ilişkin, kişinin kendi malı olan, şahsi, zatî. Köken: Bir şeyin çıktığı, dayandığı temel, biçim, neden veya yer, menşe. Kuram: Belirli bir konudaki düşüncelerin, görüşlerin bütünü. Sistemli bir biçimde düzenlenmiş birçok olayı açıklayan ve bir bilime temelolan kurallar, yasalar bütünü, nazariye, teori. Kurgu: Uygulamaya geçmeyen yalnız bilmek ve açıklamak amacını güden düşünce. Kültür: Bir topluma özgü düşünce ve sanat eserlerinin tümü. Kültürel: Kültüre ilişkin, kültürle ilgili. Lirik: Çok etkili, coşkun, genellikle kişisel duyguları dile getiren. Mistik: Açıklanamayan, akıl dışı. Nesnel: Objektif, yorumsuz, herkesçe aynı kabul edilen. Olgu: Birtakım olayların dayandığı sebep veya bu sebeplerin yol açtığı sonuç, vakıa. Edebî eserlerde olayı geliştiren davranış, iş. Ölçüt: Bir yargıya varmak veya değer vermek için başvurulan ilke, kıstas, mısdak, kriter. Öz eleştiri: Bir kişinin kendi davranışları üzerine yönelttiği eleştiri, otokritik. Özgü: Birine veya bir şeye ait olan. Özgünlük: Başkasına benzememe, ayırt edilebilme. Özlülük: Az sözle, çok şey anlatma. Özümlemek: Herhangi bir şeyi öz malı durumuna getirmek, benliğine yerleştirmek. Özümsemek: Herhangi bir şeyi öz malı durumuna getirmek, benliğine yerleştirmek. Özveri: Bir amaç uğruna veya gerçekleştirilmesi istenen herhangi bir şey için kendi çıkarlarından vazgeçme, fedakârlık. Realite: Gerçek. Sağduyu: Doğru, akla uygun yargılar verme yeteneği, aklıselim, hissiselim.
Şey : Her şey ve hiçbir şey olan şeye şey denir. Saptamak: Bir şeyi belirgin kılmak, tespit etmek. Sav: İddia, savunulan düşünce. Sentez: Yalından karmaşık olana, külliden cüziye, zorunludan olasıya, ilkeden onun uygulanmasına, genel yasadan bireysel durumdan nedenden etkiye, öncülden varılan sonuca giden düşünme biçimi, bireşim, terkip. Sezgi: Sezme yeteneği, feraset. Açık bir kanıt olmaksızın, olmuş veya olacak bir şeyi anlamak, kestirmek, hissetmek. Söz Dağarcığı: Bir dilde kullanılan veya bir kimsenin bildiği, kullandığı sözlerin bütünü, söz varlığı, vokabüler, kelime hazinesi. Süreç: Devam eden zaman. Birbirini takip eden olaylar dizisi. Şematik: Bir edebiyat eserinin, bir tasarının planı, biçimi. Tekdüzelik: Tekdüze olma durumu, yeknesaklık, biteviyelik, monotonluk. Tema: Öğretici veya edebî bir eserde işlenen konu, düşünce, görüş. Terim: Bir bilim, sanat, meslek dalıyla veya bir konu ile ilgili özel ve belirli bir kavramı karşılayan kelime. Tip: Hikâye, roman, tiyatro gibi uzun anlatıma dayalı edebî eserlerde kişi kadrosu içinde yer alan ve belli bir düşüncenin, topluluğun zihniyetini ve ideolojinin temsilciliğini yüklenen kişi. Tutku: Güçlü istek ve eğilimin yöneldiği amaç. Tutum: Tutulan yol, davranış. Üslup: Sanatçının görüş, duyuş, anlayış ve anlatıştaki özelliği veya bir türün, bir çağın kendine özgü anlatış biçimi, biçem, tarz, stil. Varsayım: Bir an için var olduğunu düşünme. Virtüöz: Herhangi bir müzik aracını büyük ustalıkla çalabilen sanatçı. Yalınlık: Açık, süsten ve zorlamadan uzak, kolayca anlaşılabilen anlatım, sadelik. Yapıt: Bir emek sonucunda ortaya konulan ürün, eser. Yazım: Bir dilin belli kurallarla yazıya geçirilmesi, imla. Yazın: Olay, duygu, düşünce ve hayallerin dil aracılığı ile biçimlendirilmesi sanatı. Yazınsal: Edebî. Yeğlemek: Diğerlerinden daha üstün görüp bir şeye yönelmek, yeğ tutmak, tercih etmek. Yeti: Bir işi yapabilme gücü. Yetkin: Gerekli seviyeye ulaşmış, mükemmel. Yorum: Bir yazının veya bir sözün, anlaşılması güç yönlerini açıklayarak aydınlığa kavuşturma, tefsir. Zanaat: El ustalığı isteyen işler. Yoğunluk: Anlamın derinde olması, zor anlaşılmak Yadsımak: İnkar Kalıcılık: Dün, Bugün ve Yarında değerini korumak Mihenk (taşı):Birinin değerini, Ahlakını Anlamaya yarayan ölçüt Kelli – Felli: Kılığı kıyafeti düzgün olgun ve gösterişli kimse Kanıksamak: Tekrar eden bir olaya alışmak Çekingen: Ürkek – Utangaç Çekimser: Kararsız- eğilim göstermekten kaçınan
|