İslam Hukukunun Kaynakları - Sıra Sizde Yanıt Anahtarı

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Çevrimdışı Ders Hocası

  • Hocanın Biri
  • *******
  • Join Date: Eki 2016
  • Yer: Hatay
  • 63863
  • +526/-0
  • Cinsiyet: Bay
    • Arif Arslaner
[b]Sıra Sizde 1:[/b]
Kur’an âyetlerinin mekki-medeni olarak iki grupta değerlendirilmesinin İslam
hukukunu ilgilendiren boyutunu bulmaya çalışınız.

Kur’an ayetleri hicret esas alınarak hicretten önce inen ayetler mekkî,
hicretten sonra inen ayetler de medenî olarak tasnif edilir. Mekkî ayetlerde
daha çok inanç ve ahlak üzerinde durulur. Tevhid, nübüvvet ve ahiret ile ilgili
konular önemli bir yer tutar. Bununla birlikte hukuka ilişkin bazı genel
prensiplere de yer verilmiştir. Hicret ile birlikte bir toplum hüviyetini
kazanmaya başlayan müslümanlar, Hz. Peygamberin önderliğinde siyasî bir
nüfuza da sahip olmuşlardır. Bu da haliyle bir toplumun ihtiyaç duyduğu
farklı alanlara ilişkin birtakım düzenlemeleri gerekli kılmıştır. Ahkâm
âyetlerinin büyük çoğunluğunun medenî olmasının nedeni de budur.
Ayetlerin mekkî ve medenî ayırımında bazı kelimelerin yeni anlamlar
kazanmaya başladığı da göz önünde bulundurulmalıdır. Mesela “zekat”
kelimesi mekkî ayetlerde daha çok nefis tezkiyesi, arınma anlamlarına
gelirken medenî ayetlerde bir tür vergi anlamı içeren malî bir yükümlülük
haline gelmiştir. Yine “salat” kelimesi mekkî ayetlerde çoğunlukla dua
anlamına gelirken medenî ayetlerde rükünleri ve şartları olan ibadet anlamını
kazanmıştır.

[b]Sıra Sizde 2[/b]
Hz. Peygamber’e itaat etmeyi emreden ve Sünnetin bir hüküm kaynağı olarak temellendirilmesinde kullanılan birkaç ayet bulunuz.

“De ki; Allah’a ve Resûlüne itaat edin. Eğer yüz çevirirlerse bilsinler ki,
Allah, kafirleri sevmez” (Âl-i İmran 3/32),

“Allah’a ve Resûlüne itaat edin ki,
rahmete kavuşturulasınız” (Âl-i İmran 3/132),

“Ey imân edenler! Allah’a itaat edin. Peygambere ve sizden olan emir sahiplerine de itaat edin …” (Nisâ 4/59) ve

“Allah’a itaat edin, Resûle de itaat edin ve sakının. Eğer yüz
çevirirseniz bilin ki, Resûlümüze düşen görev, açıkça duyurmak ve
bildirmektir” (Mâide 5/92” ayetlerini örnek verebiliriz.

[b]Sıra Sizde 3[/b]
Sükutî icmâın bağlayıcı bir delil olduğunu kabul edenlerle buna karşı
çıkanların gerekçelerinin ne olduğunu bulup karşılaştırmaya çalışınız.

Usulcülerin bir kısmı –özellikle Malikîler ve bir rivayete göre Şâfiî- sükutî
icmayı kaynak olarak görmez iken, çoğunluğu kaynak kabul etmektedir.
Görmeyenlerin delilleri şudur: Sükût eden müçtehitlerin bu suskunluğu
açıklanan görüşe katıldıkları anlamına gelmeyebilir. Yine sözkonusu mesele,
herkese ulaşmamış olabilir. Ayrıca, kendisine bir zarar geleceğinden dolayı
görüşünü ifade etmekten çekinen veya “her müçtehit isabet eder” görüşünde
olduklarından bu görüşe saygı duyup reddetme ihtiyacı hissetmemiş de
olabilir. Bu tür ihtimaller varken böyle bir icmâ delil olamaz. Sukutî icmayı
kabul edenler –özellikle Hanefiler- ise, icma için hüccet teşkil eden delillerin
sarîh ile sukutî icma arasında bir ayrım yapmamasını, sükûtî icmâın kaynak
oluşuna delil olduğunu belirtirler. Şu var ki, yukarıdaki ihtimaller göz önüne
alındığında sarih icmâdan farklı olarak sükûtî icmâı, zanni bir delil olarak
kabul etmek daha uygundur.

[b]Sıra Sizde 4[/b]
Âyet veya hadisin düzenlediği bir konu üzerinde icmâa gerek olup olmadığını
ya da icmâın bir etkisinin olup olmadığını düşününüz.

Âyet veya hadisin bulunduğu bir konuda şart olmamakla birlikte icmâ
gerçekleşmiş ise bunun önemli bir fonksiyonu vardır: Şöyle ki, âyet ve
hadisler bir dil kalıbında ifade edilmiş sözlerdir ve dil yapısı gereği çeşitli
ihtimallere açıktır. İşte bir âyet veya hadisin düzenlediği konuda icmâın
gerçekleşmesi ihtimallerden birinin seçilip kesinleştirilmesi, diğer
ihtimallerin devre dışı kaldığının belirtilmesi anlamına gelir. Mesela
“ekîmu’s-salâte” ayetiyle ilgili olarak “ekîmû” ve “salat” sözcüklerinin
anlamlarının ne olduğu ve “ekîmû” emir kalıbının delaletinin ne olduğu
ihtimale açıktır. “Salat” sözcüğünün sözlük anlamı duadır. İşte icmâ bu
kullanımda “salat” sözcüğünün dua anlamında değil, bildiğimiz namaz
anlamında olduğunu kesinleştirir. Yine Arap dilinde emir kalıbı temelde bir
gerekliliği ifade için kullanılsa da bazen tavsiye (nedb) veya bir işin mübah
olduğunu gösterme amacıyla da kullanılabilir. İcma, emir kalıbının buradaki
kullanımının, tavsiye veya ibaha anlamlarına çekilemeyeceğini, doğrudan
farziyet anlamında olduğu ihtimalini kesinleştirir.

[b]Sıra Sizde 5[/b]
Muhammed ümmetinin özel konumuna vurgu yapan ve icmâ teorisini
temellendirmekte kullanılan birkaç ayet ve hadis bulunuz.

İcmâın hüccet olduğunu göstermek üzere dayanılan ayet ve hadislere ilave
örnek olarak, “Sizi orta bir ümmet yaptık ki insanlara şahit olasınız…”
(Bakara 2/143), “Siz insanlar için çıkarılmış en hayırlı ümmetsiniz, iyiliği
emreder kötülüğü yasaklarsınız…” (Âl-i İmran 3/110) ayetleriyle
“Müminlerin güzel gördüğü şey Allah katında da güzeldir” hadisini
verebiliriz.

[b]Sıra Sizde 6[/b]
Istıshabın diğer ekollerden farklı olarak Hanefilerde niçin ilkten kendisiyle bir
hükme ulaşılan bir delil olarak kabul edilmediğini araştırınız.

Istıshab, diğerlerine göre daha önce bir delil ile sabit olmuş hükmün,
değiştiğine ilişkin bir delil bulunmadığı sürece bu delil sebebiyle varlığını
sürdürdüğünü kabul etmektir. Hanefilere göre ise hükmün varlığını gerektiren delil, onun varlığını sürdürdüğünün delili olamaz. Bazı konularda hükmün devam etmesi ise ıstıshab sebebiyle değil, devam ettiğini gösteren ayrı bir delilin bulunması sebebiyledir.

[b]Sıra Sizde 7[/b]
Fıkıh usulü eserlerinden kapalı kıyas yoluyla yapılan istihsana siz bir örnek
bulunuz.

Bu istihsanda hükmü belirlenmek istenen meselede birbirinden farklı iki
kıyas yapma imkanı vardır. Örneğin Hanefilere göre sözleşme sırasında özel
kayıt konulmadığı sürece ziraî arazinin satımı ile bu araziye ait irtifak hakları
(sulama, geçiş ve su geçirme hakları) alıcıya geçmez. Yine Hanefilere göre
sözleşme sırasında ayrıca belirtilmese de böyle bir arazi kiraya verildiğinde
söz konusu irtifak haklarından faydalanma sözleşmeye dahil sayılır ve kiracı
bundan yararlanır. Bu iki hüküm göze önüne alındığında arazinin
vakfedilmesi durumunda irtifak haklarının vakfın lehtarlarına geçip
geçmeyeceği meselesinde iki kıyas yapmak mümkündür. Akla ilk gelen
(açık) kıyas, vakfın satıma benzetilmesidir. Çünkü her ikisinde de mülkiyet
(birincide satıcının, ikincide vakfedenin) elinden çıkmaktadır. Buna göre
vakfedilen arazinin irtifak hakları, özel kayıt konmadıkça vakfın lehtarlarına
geçmez. Diğer yönden biraz daha düşünmeyi gerektiren (kapalı) ikinci bir
kıyas da vakfın kira sözleşmesine benzetilmesidir. Çünkü kirada olduğu gibi
vakıfta da asıl amaç, mülkiyete sahip olmaksızın (kiracının ve vakıf
lehtarının menfaatlerden yararlanmasıdır. İşte ilk anda akla gelen açık
kıyastan vazgeçilip biraz daha düşünmekle akla gelen kapalı ikinci kıyasın
hükmünü almak, kapalı kıyas sebebiyle istihsandır.