[b]Psikolojik Sebepler[/b] İnkâr yolunda psikolojik sebepler doğruyu kabul etme yeteneği bozulmuş insanlarda daha çok görülür. Çünkü inkâr, gönül ve düşünce hastalığıdır. Kur’an’ın “maraz” dediği (el-Bakara 2/10) inançsızlık hastalığı daha çok vesvese ve kuşkuculuğa dayanır. Buna yakalanan kimse önyargılarından kurtulamadığı ve beş duyusunu gerçekliğin bilgisine kapattığı müddetçe itikadî körlük içinde yaşamaya devam eder.
Bu duruma yol açan ve insanı inançlarından soğutmaya götüren sebeplerin başında sürekli arzularının peşinden gitmek, aşırı isteklerden kurtulamamaktır. Hevalarının doğrultusunda giden kimseler kendilerine iman telkin edildiğinde hemen onu reddedip başka değer yargıları üreterek Allah’ın yol göstericiliğine karşı çıkarlar (el-Kasas 28/50; el-Bakara 2/120; el-En’âm 6/119). Kişisel kaprislerine uyanların arzuları bazen vahiy bilgisine aykırı bilgi üretebilir (el-A‘râf 7/59, 60).
Kur’an’a göre hevâ denilen bayağı arzular bir şirk nedenidir. “Hevasını kendine tanrı edineni gördün mü?” (el-Furkan 24/43). Zira kendi tutkularını idealize edenle arzularını tanrılaştıran bir kimsenin durumu arasında bir fark yoktur. Bu kimseler kendi elleriyle kendilerine hakikatin yolunu kilitlemiş olurlar (el-Casiye 45/23).
İnsanı inkâra götüren psikolojik motivlerden biri de büyüklenmedir. Büyüklenme insanın kendini başkalarından üstün ve büyük görmesi, her türlü hakka ancak kenrdisinin layık olduğuna inanmasıdır. Tekebbür ise insanın hakkı kabulden kaçınarak Allah’a karşı böbürlenmesi ve büyüklük taslamasıdır.
İnkârcının kalıcı bir vasfı olan mütekbbirlik imana kesinlikle aykırı bir tutumdur. Allah büyüklük taslayanların iman etmeyeceğini bildirmektedir (el-Mü’min 40/27–28; en-Nisa 4/173). Nefiste karar kılan bu kötü duygunun etkileri kişinin gerçeği görmesine engel olur, görse bile itiraf etmeyi, O’na bağlanmayı engeller (en-Neml 17/14). Kur’an’da, kibir hastalığının tedavisi için insanın kendi yaratılış nesnesine bakması önerilir (Abese 80/17–19). Ayrıca Kur’an’da kibirlenmek, kâfirlerin en ayırt edici vasfı olarak tasvir edilir.
İnsanda inkârı besleyen psikolojik davranış bozukluklarından biri de kıskançlıktır. Kıskançlık hak edenin elindeki nimetin elinden gitmesini ve alınmasını arzu etmektir. Kıskanç kimselerde bu durum başkasının elindekine razı olmamakla kalmaz, bunun ilerisi o nimetin ötekinin elinden alınması için özel bir çalışma yapmaya kadar gider. Kur’an-ı Kerîm’de kıskanç insanların sosyal hayattaki faaliyetleri şu şekilde anlatılır: “Kitap ehlinden birçoğu hak kendilerine belirdikten sonra içlerindeki kıskançlıktan ötürü sizi, imanınızdan sonra küfre döndürmek isterler.” (el-Bakara 2/109). Onun için Yüce Allah, kıskanç insanların kötülük yapmasından kendisine sığınmamazı tavsiye eder. (el-Felak 113/5).
İnançsızılığın psikolojik sebepleri arasında dünya sevgisi de çok önemli bir etkendir. Her insanın yapısında ebedilik düşüncesi vardır. Kendisinde yeterli düzeyde “takva” gelişmemiş insanlar aldatıcı zevk ve geçinme diye tanımlanan (bk. el-Hadid 57/70) dünyanın cazibesine tutularak onda “ebedîliği” aramaya, Allah’a ihtiyaç hissetmeme kalkabilirler. İslâm öğretisine göre bu dünya geçicidir. Eğer gerçekten ölümsüzlük ve ebedî mutluluk isteniyorsa öteki hayat ilkesi şimdinin temeli kılınmak zorundadır (el-Enfâl 8/67).
Kur’an’da dünya hayatı ve metaının yerilmesi bu hayatın kötü olmasından dolayı değil, amacı dışında kullanılmasından dolayıdır. Aksine eğer dünya malı ve servetinin hakkı veriliyorsa bu övülmektedir (el-Bakara 2/29). Bunlara ek olarak inkâr sebepleri arasında fevrilik ve nankörlük gibi bazı psikolojik rahatsızlıklardan da söz etmek mümkündür.
[b]Sosyolojik Sebepler[/b] Kur’an-ı Kerîm fert ve toplum olarak insandan bahseder, ona hitap eder. Çünkü o, insana inmiştir. Toplum, çeşitli sosyal gruplardan oluşan bir ilişkiler ağıdır. Bu sebeple Kur’an, gerek inançsız ve gerekse inançlı toplumların yapısından bahsederken, fertleri etki altına alan yegâne gücün içtimai faaliyetler olduğunu belirtir (el-Bakara 2/243; el-Maide 5/49). Zira insan, doğar doğmaz bir toplum tarafından çevrelenir. Dolayısıyla, insan üzerinde etkili olan sosyal baskı grupları vardır. Bu gruplar, insanın inanç seçiminde etkili oldukları gibi, inançsızlık konusunda da etkindirler.
Tarih içerisinde gelip geçmiş bütün milletlerde kitleleri yönlendiren, toplumlara önderlik eden ve başkanlara danışmanlık görevinde bulunan kişiler varolagelmiştir. Ama bütün zamanlar için bu tür kişiler kötü değildir. Olumlu anlamda danışmanlık yapan kişiler de varolmuştur (bkz. en-Neml 27/38). Burada olumsuzlanan, bilgisini kötüye kullanan ve halkın inanç seçimine engel olanlardır.
Toplumların inançsızlığa yöneltilmesinde önderlik yapan sosyal baskı gruplarından birisi de varlıklı olmanın şımarttığı kimselerdir. Kur’an’da geçen “mütref” kavramı ferdîlikten daha çok toplumsallığı ifade de kullanılan bir kavramdır. Ortaklaşa bir eylemi gerçekleştiren sınıf, grup bazında anlatılır. Bunlar servet ve taraftar çokluğu nedeniyle bir milletin kötülükte başı çeken varlıklı kesimidir (Bkz. Sebe’ 34/34–35).
İslâm’a göre zenginlik, toplumsal sorumluluklar getirir. Kişiye yalnızca bencil bir şekilde kendi zevklerine göre harcamayı değil, bir bakıma topluluk adına harcamayı de teşvik eder (el-Meâric 70/24–25). Allah’ın hakkını O’na ihanette kullanan, O’nun, kullarına yönelik ilahi lütuf ve fazlını hesaba katmayan, dünyalık sebebiyle şımararak inkâra gidenler âhiret azabıyla uyarılmışlardır (el-Mü’minûn 23/64–65).
İnsanı diğer varlıklardan ayıran temel farklılık akıl ve anlama yetisine sahip olmasıdır. Bütün bu yeterlilikleri sayesinde insan özgür bir şekilde tercihte bulunabilir ve yaptıklarından da sorumlu tutulur. Her ne kadar insanı yukarıda değindiğimiz inançsızlığa sevkeden psiko-sosyolojik bir takım nedenlerden söz edilse de bütün bu nedenler mutlak bir yaptırım gücüne sahip değildir. İnsanın inkâr sebeplerine yenik düşmesi ya da üstesinden gelmesi, tamamen kendi özgür irade ve seçiminin bir neticesidir.
|