Sözlükte “örtme, gizleme” manasına gelen “cenne” fiilinden türeyen cin kelimesi, duyularla idrak edilemeyen ve insanlar gibi ilahî emirlere uymakla yükümlü tutulan varlık türünün adıdır. Kur’ân-ı Kerîm’de cinlerin Allah’a itaat eden melekler ile O’na isyan eden şeytanlardan ayrı bir statüde bulundukları beyan edilmektedir. Cinler de aynen diğer gaybî varlıklar gibi varlıkları vahiy yoluyla ispatlanan varlıklardan olup onları inkâr etmek küfre girmeye sebep olur.
Kur’ân-ı Kerim’de genel olarak cinlerle ilgili şu bilgiler verilmektedir. Buna göre cinler de insanlar gibi Allah’a kulluk etmeleri için yaratılmıştır. Cinlere de peygamber gönderilmiş, bir kısmı iman etmiş, bir kısmı kâfir olarak kalmıştır. Son Peygamber olan Hz. Muhammed, insanlara olduğu gibi cinlere de Allah’tan aldığı emirleri iletmiştir. Cinler insanlara nispetle daha üstün bir güce sahiptirler. Meselâ kısa sürede uzun mesafeleri katedebilir, insanlarca görülmedikleri halde insanları görebilir, insanların bilmediği bazı hususları bilebilirler. Fakat geleceği (gayb) onlar da bilemezler. Cinler gökteki meleklerin konuşmalarından gizlice haber almak isterlerse de buna imkân verilmez. Cinler insanlarda olduğu gibi evlenip çoğalırlar, doğar, ölür, yer ve içerler.
İblis de cinlerdendir ve onun insanların yanı sıra cinlerden de yardımcıları vardır. Bazı cinler, Hz. Süleyman’ın emrine girerek ordusunda hizmet görmüş, mabet, heykel, büyük çanak ve kazan gibi bazı nesnelerin yapımında insanlarla birlikte çalışmışlardır. Kur’an’da el-Cin (72/1-28) adıyla müstakil bir sure bulunmakta ve burada cinlerin kendi aralarında yaptıkları konuşmaların Peygambere vahyolunduğu bildirilmektedir.
Hadislerde de cinlerle ilgili bazı bilgiler bulunmaktadır. Burada, her insanın yanında bir cin bulunduğu, bunların müminlere vesvese vermeye çalışırlarken, Kur’an okunan yerde bu etkilerini kaybettikleri bildirilmektedir. Ayrıca hadislerde Hz. Peygamberin cinlerle konuştuğu ifade edilmektedir. Bir rivayette Resûl-i Ekrem geceleyin bir grup cinle bir arada bulunmuş, onlara Kur’an okumuş, sabah olunca da durumu ashabına anlatmıştır (bk. Müsned, VI, 153, 168; Buhârî, “Menâkıbu’l-ensâr”, 132, “Salât”, 75) Cin inancına eski toplumlarda da rastlanmaktadır. Kur’ân-ı Kerîm kendinden önceki milletlerde var olan bu inancı düzelterek sınırlarını çizmiştir. İslâm öncesinde Araplar, cinleri, melek ve şeytanlarla birlikte yarı tanrısal özelliğe sahip bulunan varlıklar olarak kabul etmekte ve onların kötülüklerinden emin olmak için kurban kesip tapınmaktaydılar. İslâm dini bu anlayışı reddederek onların da insanlar gibi şuur ve irade sahibi, Allah’a karşı sorumluluğu olan varlıklar olduğunu, insanlar gibi Allah’a kulluk etmek için yaratıldıklarını, kendilerine elçiler gönderildiğini ve içlerinde inananların ve inanmayanların bulunduğunu haber vermektedir.
Ayet ve hadisleri incelediğimizde, cinlerin kendilerine özgü bir yapıya sahip bulundukları, çeşitli şekil ve bedenlere girebildikleri (temessül) anlaşılmaktadır. Kur’ân-ı Kerîm’de cinlerin atası sayılan “cânn”ın ise karışık ve çok zehirleyici bir ateşten yaratıldığı beyan edilmektedir (er-Rahman 55/15). Hz. Âişe’den rivayet edilen bir hadiste, insanın çamurdan, meleklerin nurdan, cinlerin ise karışık ateşten yaratıldığı belirtilmektedir (Müslim, “Zühd” 10). Kur’an’da cinler hakkında kısa ve özet bilgiler verilmesine karşın bazı İslâm bilginleri onların mahiyeti konusunda birbirinden farklı görüşler ileri sürmüşlerdir. Gazzâli, cinlerin gayr-i maddî cevherlerden oluştuğunu öne sürmüş, meleklerin, cinlerin ve şeytanların bu açıdan birbirlerine benzediklerini belirtmiştir. Eş’arîlerin çoğunluğuna göre ise; cinler, maddî cevherlerden oluşmakla birlikte, her şeye gücü yeten Allah onları duyularla algılanamayan bir yapıda yaratmıştır. İslâm filozofları ise cinleri, “cismanî olmayan cevherler” olarak kabul etmişlerdir.
İnsanların cinleri görüp göremeyecekleri hususu ise tartışmalıdır. Cinlerin insanlarla ilişkileri ve birbirlerine karşı etkileri hususunda da âlimler arasında görüş birliği yoktur. Kur’an’da cinlerle insanlar arasındaki ilişki, Hz. Süleyman kıssası dışında olumsuz bir biçimde anlatılmaktadır. İslam âlimlerine göre cinler, uzun yaşadıkları ve meleklerden haber sızdırabildikleri için insanların bilemedikleri bazı hususlara vakıf olabilirler.
Ayetlerde cinlerin, yeryüzünde kendilerine yakın gördükleri kişileri (kâhinler) aldatmak ve yönlendirmek için gökyüzünü dinleyip oradan bazı sözler kaptıkları haber verilmektedir. Ancak daha sonra onlara engel olmak için üzerlerine ateş şuleleri (şihâb) gönderildiği, üzerlerine yıldızlar atılarak taşlandıkları, böylece göğün şeytanlardan korunduğu bildirilmektedir (el-Cin 72/9).
Resûlullah cinlerin gökten aşırdıkları sözlere kendilerinden eklemeler yaparak kâhinlere ulaştırdıklarını bildirmektedir. Bir rivayette, kâhinlerin gaipten haber vermelerinin hiçbir değerinin olmadığı belirtilmiştir. Ayrıca Hz. Peygamber kâhinlerin iddialarının bazen doğru çıktığının sorulması üzerine, bunun kulak hırsızlığı türünden, cinlerin yüzlerce yalanla beraber kâhinlere fısıldadığı sözlerden ibaret olduğunu söylemiştir (Buhari “Tıb” 46). İslâm âlimlerinin büyük çoğunluğu, cinlerin gökten haber aşırmasının, son peygamberin gönderilmesi ile birlikte sona erdiği görüşündedir.
Cinlerin insanlarla olan ilişkisi bakımından üzerinde durulması gereken hususlardan biri de; halk arasında “cin çarpması” olarak bilinen ve cinlerin insan bedenine girerek onu ruhen ya da bedenen hasta etmesi şeklinde dile getirilen anlayıştır. Kur’ân-ı Kerîm’de konuyla ilgili olarak, “şeytan çarpması”, “cinlenme” ve “vesvese ve telkinle insanı etkileme” şeklinde ifadeler bulunmaktadır. Kur’an’da geçen bu türden ifadelerin büyük çoğunluğu, düşmanları tarafından Hz. Peygamber’e yöneltilen ithamlardır ya da bu ithamlara cevap vermek için zikredilmektedir. Bu dönemde yüksek makamlardan insanlara ulaşan bilgilerin (ilham) kaynağının cinler olduğuna inanan müşrikler, Kur’anın da kaynağının cinler olduğu düşünmüşlerdir. Bu nedenle onlar Peygamber’i cinlenmiş anlamına gelen “mecnun” şeklinde nitelemişlerdir. Kur’an, Hz. Muhammed’e indirilenlerin Allah’ın vahyi olduğunu açıkça beyan etmektedir.
Bütün bunlardan sonra cinlerin insanlarla maddî temas ve fiziksel zarar içeren bir ilişki türü dışında, ilham verme, haberdar etme, telkinde bulunma ve vesvese verme şeklinde bir etkileşimde bulundukları ileri sürülebilir. Bu açıdan halk içinde cinlerle insanların evlenmelerini mümkün gören anlayışı doğru görmek söz konusu değildir. Çünkü bu iki tür, farklı yapıya sahip ve farklı âlemlere ait varlıklardır.
Çağımızda cinlerin canlılığını ruhtan alan ve ezelde var edilen ışınlardan, ufolardan veya enerjiden yahut bazı hadislerde hastalıkların sebepleri olarak gösterilmeleri dikkate alınarak mikroplardan ibaret olduğu tarzında birtakım görüşler ileri sürülmüş ise de bunlar ilmî bakımdan temellendirilemeyen teorilerdir. Zira duyular ötesi bir varlık türü olmaları bakımından onlar hakkında sadece vahiy yoluyla bilgi alabiliriz.
|