Hac İbadetinin Tanımı ve Tarihi

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Çevrimdışı Ders Hocası

  • Hocanın Biri
  • *******
  • Join Date: Eki 2016
  • Yer: Hatay
  • 63863
  • +526/-0
  • Cinsiyet: Bay
    • Arif Arslaner
Hac İbadetinin Tanımı ve Tarihi
« : 09 Ocak 2018, 13:30:05 »
Hac kelimesi Arapça’dır ve sözlük anlamı “saygın bir yeri veya şahsı ziyaret
etmek maksadıyla yola çıkmak”tır.

İslâmî literatürde hac, senenin belli zamanlarında Kâbe’nin ve başta Arafat olmak üzere etrafındaki belli mekânların usûlüne uygun şekilde ziyaret edilmesi, anlamında kullanılır.

Her gün beş vakit namazda yöneldikleri kıble olan Kâbe’yi görmek, orada
namaz kılmak, bütün Müslümanların hayalidir. Ne varki Mekke’den uzakta
olanların bunu yerine getirmeleri kolay değildir. Herşeyden önce bu bir
seyahati gerektirir ve bunun için de maddi imkana sahip olma mecburiyeti
vardır. Ayrıca tarihte yaya veya hayvan sırtında da yapılan bu seyahatlere
katlanmak, önemli bir sağlık probleminin olmamasına da bağlıdır.

Hac ibadetini yerine getirmek isteyen Müslümanlar her sene hac
mevsiminde dünyanın çeşitli bölgelerinden genellikle beyaz kıyafetler içinde
akın akın Mekke’ye gelirler. Dışarıdan Mekke’ye gelenlerin ileride
açıklanacağı şekilde ihramlı olmaları gerekir. İhrama girerken kimi hacca
kimi umreye kimi de her ikisine birden niyet eder. Mekke’ye ulaşan bu
insanlar öncelikle Kâbe’yi tavaf ederlerler. İhrama girerken umreye niyet
edenler Safâ ile Merve arasında sa‘y yaptıktan sonra ihramdan çıkarken
diğerleri hac ibadetinin sonuna kadar ihramlı olurlar. Kurban bayramı
yaklaştıkça Mekke olağanüstü bir kalabalığa sahne olur. Hacı adayları fırsat
buldukça Kâbe’yi tekrar tekrar tavaf ederler.

Bayramdan bir gün önce yani arefe (arife) günü bütün hacılar Arafat’ta
toplanırlar. O gün zeval vaktinden sonra kısa bir süre de olsa Arafat’ta
bulunmak, haccın en önemli rüknüdür. Arafat, duaların en çok kabul olduğu
yerlerdendir. Güneşin batımı ile birlikte Müzdelife’ye doğru heyecanlı bir
yolculuk başlar. Ertesi sabah yolculuk Mina’ya doğru devam eder, şeytan taşlanır, kesilecekse kurban kesilir. Saçlar tıraş edilerek ihramdan çıkılır.
Mekke’ye gidilerek Kâbe yeniden tavaf edilir, eğer daha önce yapılmamışsa
tavafın peşinden sa‘y de yapılır.

Kâbe, bölgede yaşayan halklar tarafından İslâm’dan önce de kutsal sayılıyor, insanlar dinî duygularla onun etrafında dönüyorlardı. O zaman İslâm’ın benimsemeyeceği bir tarzda yapılan bu dönüşler (tavaf), aslında geçmiş peygamberlerin tebliğ ettikleri dinin zaman içinde bozulmuş kalıntıları idi.

Kur’ân-ı Kerim’de Hz. İbrahim’in oğlu İsmail ile birlikte Kâbe’nin duvarlarını yaptığı anlatılır (el-Bakara 2/127).

Allah, Hz. İbrahim’e “Tavaf edenler, kıyam edenler, rukû ve secde edenler için evimi (Kâbe’yi) temizle, insanlar arasında haccı ilan et”
(el-Hac 22/26–27) diye emir verdiğini ifade eder.

Bunlardan alaşılıyor ki Kâbe’nin ve haccın Hz. İbrahim zamanına kadar uzanan bir tarihî geçmişi vardır. Kur’ân-ı Kerim, ilk mübarek yapının Mekke’de olduğunu, orada Makâm-ı İbrahim’in de bulunduğunu bildirir
(Âl-i İmrân 3/96).

Hz. Peygamber de yeryüzünde yapılan ilk mescidin (ibadethane) hangisi olduğu sorusuna “Mescid-i Harâm” şeklinde cevap vermiştir
(Müslim, “Mesâcid”, 1–2).

Bazı kaynakların ifade ettiğine göre haccın tarihi de Hz. Âdem’e kadar uzanır.

Haccın hangi sene farz kılındığı hakkında değişik görüşler varsa da daha
ziyade hicretin dokuzuncu yılında farz kılındığı kabul edilir. Bu sene Hz.
Peygamber Hz. Ebû Bekir’i Hac Emîri olarak görevlendirdi. Hz. Ebû Bekir
ve beraberindeki hacı adayları Medine’den hareket ettiler. Onlar yolda iken
Tevbe sûresinin ilk ayetleri indi. Bunlar, Mekke’de İslâm hâkimiyetini ilan
eden ve müşriklerle ilişkiler konusunda birtakım ilkeler tespit eden, bunların
hac esnasında herkese ilan edilmesini isteyen ayetlerdi. O zamana kadar
müşrikler Mekke’de kalmaya devam ediyordu ve onlar da kendi anlayışlarına göre hac (ziyaret) yapıyorlar, mesela içlerinden bir kısmı Kâbe’yi çıplak halde tavaf etmeye devam ediyordu. Bu uygulamaya artık son verilecek, dört ay sonra yeni ilkeler tatbik sahasına konacaktı.

Hz. Peygamber bu yeni durumu duyurmak üzere Hz. Ali’yi görevlendirdi.
O da Medine’den yola çıktı. Hz. Ebû Bekir’e ulaştığında onun yönetimindeki hac kafilesine dâhil oldu. Hz. Ali bayram günü Mina’da gerekli duyuruyu yaptı, gelecek seneden itibaren müşriklerin hac yapamayacaklarını, kimsenin Kâbe’yi çıplak olarak tavaf edemeyeceğini orada bulunan Müslüman ve gayri müslim herkese ilan etti.

Hz. Peygamber’in bizzat katılıp edâ ettiği hac hicretin onuncu senesinde
olmuştur (Müslim, “Hac”, 147).

Onunla bir arada olmak isteyen çok sayıda Müslümanın katıldığı bu hac, Veda Haccı olarak bilinir.

Önce Mekke’ye gelen ve haccın oradaki aşamalarını yerine getiren Hz. Peygamber zilhicce’nin sekizinci günü oradan ayrılarak Mina’ya gitti ve geceyi orada geçirdi. Cumaya rastlayan ertesi gün oradan Müzdelife yoluyla Arafat’a çıktı.

Veda Hutbesi olarak meşhur olan konuşmasını o gün Arafat’ta toplanmış
olan yüz bini aşkın Müslümana yaptı.

İslâm’ın temel ilkelerini bir bütün halinde tekrar ilan etti:

Can ve mal dokunulmazlığını vurguladı,

Âhirette herkesin bu dünyada yaptıklarından sorguya çekileceğini hatırlattı.

Faizin ve kan davasının İslâm’da yeri olmadığını ilan etti.

Kadınların ve erkeklerin birbirlerine karşı olan hak ve ödevlerine dikkat çekti,

Kadınlara karşı iyi davranılmasını istedi.

Kendisinden sonra ayrılığa düşmemeleri için Allah’ın kitabına ve Peygamberinin sünnetine sarılmalarını tavsiye etti.

Müslümanların kardeş olduğunu tekrarlayarak, birbirlerine karşı asla
haksızlık yapmamalarını emretti.